Konu Başlığı: İlâhî Hükümet ile Papalık Usulünün Farkı Gönderen: Ekvan üzerinde 24 Eylül 2010, 10:11:00 C. İlâhî Hükümet ile Papalık Usulünün Farkı Soru: Risâl-i Peygam-i Hak'da, En Saîd Bezmi Sahibin kaleme aldığı bir makalede şu fikir ileri sürülmüştür: İslâmî siyaset nazariyesinde, Mevlânâ Ebu'l - A'lâ Mevdûdî Sahib büyük bir ehemmiyetle şu noktayı ileri sürmüştür ki, böyle bir hükümet esas itibariyle halka karşı mesul değildir. Bu husus tarihî vasfı itibariyle de yeni değildir. Avrupada bir zamanlar "theocray" denilen bir hükümet nizamı vardı. Bu, Roma'nın büyük Papa'sı-mn iktidarı elinde bulundurduğunun tasavvuru idi. Halk da şöyle düşünüyordu: Allahın bilfiil konuşabilen bir idaresi bulunmadığından, bir kimse Allahın adına iktidar ve ihtiyaratı elinde tutabilir. Bu kimse de gayet kolaylıkla her türlü yanlış işler de görebilir. Mevlânâ Mevdûdî Sahibin halkayı hayâline göre, bu siyaset düşüncesi ile papalık siyaseti düşüncesi ayrı ayrıdırlar. Fakat hükümeti halkın karsioinua mesul, diye hesaba katmadığından bu hükümetin esasının cumhuriyet olacağına düşünmek tamamen hatâdır. Bunun için böyle bir hükümet düşüncesi ile papalık hükümetinin düşüncesi arasında herhangi bir şekilde fark olmayıp, aynı olduğu neticesini çıkarmaktan başka bir hal şekli olamaz." "Bezmî Sahib, sonra da kendisi -bir hal çaresi bulup ileri sürüyor. Fakat kendi bulduğu bu usul de onu ikna etmiyor. Zat-ı Faziletlerinden ricamız, kerem buyurup da bu yanlış anlayış hakkında Tercüman El - Kur'an'da bir açıklamada bulunup, bu hatayı düzeltmeleridir. O saman bizleri minnettar kılmış olurlar. Cevap: Bezmî Sahib ihtimal benim "islâm'da siyasî nazariye: İslâmın siyasî nazariyesi" isimli eserimi okumamışlardır. Eğer o kitabımı okumuş olsalardı, herhalde benim düşünceme karşı 'böyle bir itirazda bulunmazlardı. Çünkü o yazıda Bezmî Sahibin takılıp kaldığı noktaların hepsi de izah edilmiştir. Heri sürülen düşüncelerin hepsine de cevap verilmiştir. Bezmî Sahib, eğer benim yazılarımı okumuş olmasına rağmen, itirazlarda bulunuyorsa, o zaman bu itirazlara hayret etmekten başka bir şey arz edemiyeceğim. Benim o yazımda şu cümleler dikkate değer: "Avrupadaki teokrasi bildiğiniz gibi, İslâmî teokrasiden bambaşka bir mahiyet taşır. Bilindiği gibi Avrupa teokrasisinde hususî bir zümre olan dinî liderler, Allahın adına, kendilerinin uydurup koydukları kanunları icra ederler. Fiiliyatta da kendilerinin Allah yerine koyup halk üzerinde tahakküme kalkarlar. Böyle bir hükümete de İlâhî hükümet derler. Halbuki, böyle devlet nizamlarının İlahîlikle alâkalan olmadığı gibi bunlara Şeytanî hükümet denmesi daha doğru olacaktır. Bunun tam aksi olarak, İslâmda ileri sürülen teokrasi'de, hükümet herhangi bir mezhebi veya dinî zümrenin elinde değildir. Bu hükümet bütün müslümanların — kâffe-i müsliminin — elindedir. Bütün müslümanlar bu hükümeti Allahın Kitabı ve O'nun Resulünün Sünnetinin ışığı altında yürütmeye gayret ederler. Eğer bana bu iş için yeni bir ıstılah vazetmek müsaadesi verirlerse, ben bu şekildeki hükümete "ilâhî Cumhurî Hükümet" Theo Demokratic State) diyeceğim. Nitekim bu hükümet, Allahın hâkimiyeti ve O'nun iktidar-ı A'lâ'sının altında olur. Bu iktidar ve hâkimiyetin altında müslümanlara da umumî olarak, hududlanmış bir hükümet hakkı verilmiştir. Bu nizamdaki, idareci kadro yani iktidar, müslümanların aylarına dayanır. Müslümanlar bir sahsı seçip iş başına getirdikleri gibi, istedikleri zaman da yine bu kimseyi azletmek hakları vardır. Allahın şeriatında herhangi bir mesele veya muamele hakkında açık hüküm bulunmayan hususlarda müslümanların icma'ı ile işler halledilir, hükme bağlanır. Bu iş herhangi bir zümrenin, yahut da ailenin elinde değildir. Bunun gibi yine İlâhî Kanunu tabir etmek, tefsir ve şerh eylemek de yine herhangi bir hususî zümrenin yahut da ailenin, hanedanın ve sairenin tekeline bırakılmamıştır. Müslümanların umumu bu hakka maliktirler. İctihad kabiliyetini elde etmiş bulunan her müslüman bu iş yapar. Kabiliyeti olan herkes de ictihad devamında elde edebilir." Ben sonra, yukarıdaki cümlelerin haşiyesinde bu hususu daha da fazla aydınlatmak İçin şu hususları yazmıştım: "Hıristiyan Papalar ve Patriklerin ellerinde, Hazreti İsa Aleyhisselâmın bir kaç ahlâkî taliminden başka bir şeriat ve kanun yoktur. Bunun için, bu Papalar ve bu Patrikler kendi keyiflerine göre, kendi şahsî istek ve nefsaniyelerine uyarak, kanunlar yapıp uydurmuşlardır. Bu kanunların da Allah indinden geldiğini ileri sürmüş ve icra etmişlerdir." Hıristiyanlığı tetkik etmiş ve Papalık tarihine vakıf bulunan herkes, benim bir kaç satırda anlattığım bu hususları çok iyi bilirler. Avrupanın Papalık nizamı, Saint Paul'ün uydurduğu şeriata dayanır. Bu şeriat gereğince, Saint Paul, Musevî şeriatı lanetlemiş ve hıristiyanlığı sadece bazı ahlakî tâlim üzerine kurmuştur. Bunları da "Kitab-ı Ahd-i Cedid" de görebiliriz. Bu ahlâkî tâlimde herhangi bir şekilde medeniyet nizamına dayanan ve siyasetle alâkası bulunan hiçbir kanun yoktur. Papalar sonradan Avrupada ya doğrudan doğruya kendileri yahut da maiyetleri vasıtasiyle teokrasi denilen hükümet tarzını ortaya çıkarmışlardır. Bunun için bir de kanun ve şeriat ortaya koymuşlardır. Şurası da bellidir ki, onların bu kanun ve şeriatleri vahy ve ilham'dan alınmış olmayıp kendileri tarafından uydurulmuş olduğu ortadadır. Bu bağlamda onlar, bazı akâid nizamı, dinî ameller, mezhep merasimleri, nezirler ve niyazlar, adaklar, bazı toplumsal ve sosyal kaideler caiz kılmışlardır ki, bunların hiç birisi onların elinde bulunan Kitabullah'da yani Hazret-i İsâ'ya isnad edilen İncilde mevcut değildir. Böylelikle, onlar kendilerini Allah ile kullar arasında, bir dinî makam sahibi kılmışlardır. Kendileri için bir nevi müstakil aracı ve simsar vaziyeti uydurup sağlamışlardır. Onlar kilise nizamlarında dahi, çalışan kimselere bir yığın hak, hukuk ve özgürlükler tanımışlardır. Bundan başka halkın üzerine de bir nevi dinî vergi yüklemişlerdir. Bunların hepsinin kaynağı ve aslı esası yine havayi nefs ve uydurma hükümlerden başka bir şeye istinat etmez. Böyle bir nizama isim takılmak istendiği zaman da "teokrasi" denmiştir. Fakat hakikatte bunun değil teokrasi ile, hattâ "Theo": (Allah) ile dahi hiç bir alâkası yoktur. Şimdi, böyle bir teokrasinin, İslâmdaki İlâhî Hükümetle veyahut da Şer'î Hükümetle benzerliği nerededir? İslâmda, ahkâm ve evâmir açık bir şekilde, değişmez, ilâve yapılamaz bir halde, Kur'an ve Sünnetteki kanunlarda mevcuttur. Bunları yürütmek de herhangi bir hususî dinî veya mezhebi zümrenin tekeline bırakılmamıştır. Sonra, yine Bezmî Sahib'in işaret buyurduğu şu husus da tamamen garib bir noktadır. Diyor ki: "Biz de, Halifeye, Hıristiyanların Papaya tanıdıkları vasıfları tanıyoruz. Bunun içindir ki, bizim halifemiz de halkın karşısında mesul değildir." Bu iddialara cevap olarak, bundan önceki yazılarımda belirtmiş olduğum hususlardan bir kaç cümleyi burada tekrarlıyorum: Ben aşağıdaki âyet-i kerimenin medlülünden istinbat ederek şöyle yazmıştım: "Sizlerden, iman edip de Salih amel edenleri, Allah, yeryüzünde halife kılacağını vaad etmiştir. Nitekim evvelkileri de halife kılmıştı." (Surei Nur, âyet:55) "Bu âyeti kerimeden anlaşılan ikinci bir ince nokta da, halife kılınmak vaadi bütün müminler içindir. Burada, "onlardan herhangi birisini halife kılacağını" denmiştir. Buradan şu nokta aydınlanmış oluyor ki, bütün müminler hilafete haizdirler. Allah tarafından müminlere verilmiş bulunan hilâfet umumî bir hilafettir." Sonra devam ederek şu hususları açıklamıştım: İslâm nizamında, her şahıs halifedir. Bu hilâfet herhangi muayyen bir şahsın yahut da bir zümrenin tekelinde değildir. Yani öyle bir kimse yoktur ki, müslümanların hepsinin elinden hilafeti alıp da kendisi mutlak ve müstebid buyruk sahibi olsun. Burada, bir kimse hükümdar veya buyruk sahibi olursa, bunun aslî vasfı ve hususiyeti şudur: Bütün müslümanlar yahut da ıstılahi lafızlarla söyliyelim, bütün halifeler kendi istek ve rızalarıyle kendi halifeliklerinin düzenlenmesi için bu işi herhangi bir şahısta birleştirirler. Bu şahıs, bir taraftan Allah karşısında mesuldür. Diğer taraftan başka halifelerin karşısında halifeliği kendi şahsında birleştirdikleri ettirdikleri için onlara karşı yine mesul olacaktır. Bundan sonra yine başka bir yerde, şu açıklamalarda bulunmuştum: "İslâmî devlette, emîr veya imam yahut da devlet başkanının vasfı şundan başka bir şey değildir: Hilâfeti ellerinde bulunduran bütün müslümanlar kendi rızaları ile, kendi aralarından iyi bir kimse seçerek bu emaneti onun eline teslim ederler. Bunun için halife kelimesinin kullanılmasından maksat onun tek başına biricik halife olmadığıdır. Belki maksat şudur ki, her biri birer halife olan müslümanların halifelikleri bu zatın elinde birleşmiş etmiş bulunuyor." Yine bu mevzuda yazdıklarım arasında şu husus da vardı: "Emir, tenkitten muaf değildir. Alelade her müslüman dahi, bu emîri, yalnız içtimaî işlerde değil, bu emîrin kendi, şahsî ve hususî yaşayışına ait işlerde bile her zaman tenkit etmek salâhiyetindedir. Bu emîr, azli mümkün bir kimsedir. Kanun karşısında bu emîr ile alelade bir hemşehri aynı vasıfları taşırlar. Onun aleyhine de herhangi bir adlî makamda dava açılabilir. Adalet bakımından herhangi bir hususî imtiyazı da olamaz. Emîr, müşavere ile işleri yürütür. Şûra Meclisi de bütün müslümanların güvenebildiği bir meclis olmalıdır. Bütün müslümanların itimatlarını kazanmış olması icabeder. Müslümanların bu meclisi reylere baş vurarak seçmelerinde hiç bir şer'î mahzur yoktur. Her ne şekilde olursa olsun, şu nokta da gözönünde bulundurulmalıdır ki, bütün müslümanlar tarafından kendisine bu kadar geniş yetkiyle emânet verilmiş bulunan emîr, bu geniş yatkilerine rağmen yine de takva ile ve Allahtan korkarak bu yetkilerini kullanmalıdır. Kendi keyfine güre hareket etmemelidir. Böyle olmadığı takdirde müslümanlar bu emîri, elde etmiş bulunduğu, emirlik kürsüsünden hemen alaşağı ederler." Bu aydınlatmalardan sonra birisi ortaya çıkıp da bizim "teokrasimizi" -Roma'nın son günlerinde kurulmuş bulunan Avrupa teokrasisine benzetirse, elbette ki, biz onu fikir hürriyetinden mahrum edecek değiliz. Buna hakkımız da yoktur. Ancak şurasını da arzedebiliriz ki, böyle bir düşünceye sahip olmak bilgi ve delilden uzak kalır. |