Konu Başlığı: İçtimî İdareler Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Eylül 2010, 00:43:50 İÇTİMAÎ (TOPLUMSAL) İDARELER VE BUNLARIN İDARELERİ Ferdî hürriyeti gözden geçirmiş olduk. Şimdi de bakalım toplumsal ve sosyal meselede mesuliyet nedir ve nasıl olmalıdır? İnsanlar oymak, kabile, aşiret, ve nihayet milletlere ayrılırlar. Yahut da toplanıp bunları teşkil ederler. Küçükten büyüğe veya büyükten küçüğe tertiple bu iş yürüyüp gider. Başlangıçta bir erkekle bir kadın vardır. Sonra bunlara çocuklar eklenir. Daha sonra aile ve daha sonra da hanedan kurulur. Hanedanlardan kabile ve aşiretler doğar. Kabile ve aşiretlerden de kavimler ve milletler ortaya çıkar. Millet ve kavim de ortaya çıkınca, bir hükümet kurulur. Bunlara yerine göre toplumsal teşkilât deriz. Bu toplumsal teşkilâtın kuruluş maksadı da, bu teşkilâtı vücuda getiren fertlerin birbirine yardım etmeleri ve fertlerin bu daire içinde şahsiyetlerinin gelişmesini temin içindir. Fakat asıl maksat, bütün bu idarelerin her birinde — büyüğünden küçüğüne kadar — ferdî hürriyetin ortadan kalkmamasını sağlamaktır. Bir şahsın hürriyetine diğer bir kimsenin tecavüz etmesine mani olmaktır. Fertler de böyle hür bir çevre içinde ve toplu halde bu idarenin altında ilerleyebilirler. İşte mesele bu noktaya gelince, sosyal adalet meselesi ortaya çıkar. Burada ferdî ve sosyal meseleler birbirlerine bağlı bulunurlar. Bir taraftan insanın gerçek bir kurtuluş yolunda olması yani felah bulması için, fert olarak hür bir çevrede muaşeret hususlarında tamamen serbest olması lâzımdır. Ancak böyle bir cemiyet havası içinde kendi şahsiyetini geliştirmesi mümkündür. Bu şekilde yine aile, kabile ve hanedan gibi topluluklar arasında normal yani hürriyete dayanan bir yaşama tarzı olmalıdır ki, fert çalışma dairesinde kendini gayesine göre ilerletebilsin. Diğer taraftan insanın felah bulması şu meseleyi de gerektirir ki, fertler üzerinde aile hanedan, kabileler ve bütün cemiyet efradı — küçük idarelerden büyük hükümetlere kadar bir hakları ve iktidarları olsun. Bu iktidar mevcut olunca da, fertlerden birinin, diğer bir ferde zulmetmesine müsaade edilmez ve bir kimsenin başka bir kimsenin hakkına tecavüz etmesine meydan verilmez. Bu mesele devam ederek, insanlığın başından günümüze kadar, her kavim, her millet ve her hükümette serbestlik ve muhtariyet diye bir husus kararlaştırılmıştır. Böyle bir karar ve hakkın tanınması da zarurî olmuştur. Diğer taraftan üstün bir kuvvetin bulunması lüzumu ve zarureti vardır ki, milletler ve hükümetler hadlerini aşıp kendileri de mütecaviz duruma girmesinler. Şimdi, sosyal Adalet, o şeyin ismi oluyor ki, orada fertler, sonra aileler, daha sonra da kardeşlikler, kavimler ve milletler her biri yerlerine ve vaziyetlerine göre, hakları olan serbestliği ve hürriyeti elde ettikten sonra kimsenin hakkı yenmesin ve kimseye tecavüz edilmesin; zulüm ve kaba kuvvetin ortadan kaldırılması için, aile kudretinden başlanıp, hükümet kudretine ve hükümetten daha üstün bir kudrete iktidar teslim edilmiş olsun. Muhtelif fertler ve fertler topluluğu da insanlığın ilerlemesi için en müsait bir vasatta çalışabilsinler. Kapitalistlik ve Sosyo-Komünistliğin boş hayalleri. Bir kimse bu hakikatleri iyi bir şekilde kavradıktan sonra, anlayacaktır ki, serbestlik, ferdî hürriyet, kapitalistlik, gayrı dinî cumhuriyet ve sosyal adalet iddiasında bulunan her nizam, geçen bahiste söylediğimiz gibi, Fransız inkılabından sonra ortaya çıkmıştır. Hakikaten bunlar gibi ve belki de bunlardan daha da fazla, Sosyo-komünizm bu iddiayı ortaya atmaktadır. Şimdi, Karl Marks ve Engels'in nazariyelerinin peşine takılmış olanlar da bu hususta seslerini daha fazla yükseltiyorlar. Birinci nizamın eksikliği yüzündendir ki, kendisine muayyen ölçülerin üstünde tanınan serbestlik hakkını kullanan fert, aile, hanedan, kabile, kardeşlik bağları, hattâ millet üzerine saldırıyor... Bunun neticesinde de, toplumsal kurtuluş için, hizmeti ve sosyal kudretin disiplinini ortadan kaldırıyor. İkinci nizama gelince, bunun da noksanlığı ve eksikliği yüzünden, böyle bir kuruluşta, hükümete aşın ve haddinden fazla kuvvet ve kudret tanımak, fert, aile, hanedan ve kardeşliklere ait bütün serbestlik ve hürriyetleri hemen hemen tamamen ortadan kaldırmıştır. Fertlerin, toplu halde çalışmalarına hükümet o kadar ehemmiyet veriyor ki, burada ruh sahibi insan yerine, mevcut bulunan adamlar birer cansız makina haline geliyorlar ve ruhlarını da kaybediyorlar. Her kim, bu şekilde sosyal adaletin kurulabileceğini ileri sürerse, tamamen yalan söyleyip ve yalancıdan başka bit şey olamaz. Sosyo-komünizm toplumsal zulmün en kötü şeklidir: Bu rejim, hakikat olarak zulmün en kötü ve en fena şeklidir. Çünkü ne Nemrûd devrinde ne de Firavun zamanında böyle bir zulme rastlanmış değildir. Cengiz Han bile böyle bir zulmü caiz görmemiştir. Durum böyle olunca hangi akıl sahibi kalkıp da bu nesnenin adına "sosyal adalet" diyebilir? Bir veya birkaç kişinin, kendi keyiflerine göre, uydurdukları sosyal felsefe nazariyesi neticesinde, hudutsuz salahiyeti olan bir dikta rejimi kurulmuş ve bir mutlu azınlık milyonlarca insanın başına buyruk kesilmiştir. Daha doğrusu milletin başına belâ olmuşlardır. Halkın bütün malını zaptetmek, arazilerini ellerinden almak, fabrikaları devletleştirmek, bütün bir memleketi hapishane şekline sokmak bunların işlerinin esasıdır. Her kim de tenkit ederse, şöyledir, böyledir derse, şikâyet edip feryadını yükseltirse, hiçbir şey yapamıyacaktır. Çünkü, adalet kapıları ve şikâyet mercileri tamamen kapanmıştır. Memleket dahilinde hiçbir cemaat hiç bir makam hiçbir mevki bırakılmamıştır ki, halkın ne demek istediğini dinlesin ve halka cevap verebilsin. Hiç bir gazete ve hiçbir neşriyat halkın düşüncelerini aksettiremez. Hiçbir adalet kapısı da açık değildir. Bu da bir tarafa, öyle bir casusluk teşkilâtı kurulmuştur ki; bir ferd diğer bir ferde kızgın olduğu takdirde yalan yere bir töhmet ve bir iftira atabilir. Bu durum halkın birbirinden korkmasını sağlar. Bu terör ve yıldırma havası içinde vatandaşlar güya yaşarlar. Hatta bir kimse, kendi evinde bile ağzını açıp birşey söyleyemez. Söylemek isterse, dört duvarın kulağı olduğunu ve bu kulakların hükümet namı hesabına işittiğini gayet iyi bilmelidir. Sonra Cumhuriyetçilik sözleri altındaki aldatıcı işler de ortaya çıkar. Bir seçim dalaveresi döner. Bütün bunlar bir felsefe uğruna yapılır. Daha doğrusu iktidarda olanlar bu sahte sloganlarla muhaliflerini her tarafta ezmek imkânını bulurlar. Halbuki onların seçimlerinde muhalif diye kimse de olamaz. Hiçbir surette, vicdanını satmamış ve bu düzmece felsefeye inanmamış olanların da muhalefet etme hak ve nasipleri yoktur. Farzedelim ki, bu rejim geçim için serveti eşit bir şekilde taksim etse - halbuki şimdiye kadar hiçbir sosyo-komünist hükümet idaresi böyle bir icraata yanaşmamıştır - dahi acaba böyle bir taksimata nasıl olur da "Adaleti mahz": "Temiz adalet" diyebiliriz? Bunun adına nasıl eşitlik ismi takabileceğiz? Ben şurasını da sormak istemiyorum ki, böyle bir rejimde ve böyle bir sistemde, hâkim zümre ile mahkûm zümrenin arasında geçim ve servet bakımından bir eşitlik var mıdır? yok mudur? Ben yine şunu da sormak istemiyorum ki, bu nizamın diktatörü ile bu şahsın maiyetinde bulunan kimselerin yaşayış seviyeleri, halkın yaşayış seviyesi ile aynı mıdır? yoksa değil midir? Yine şunu da sormak istemiyorum ki, diktatör ve onun maiyetinde bulunan zümre, bu uydurma felsefeyi ayakta tutmak isteyenler, niçin kendi nazariyelerini polis, asker, casus ve diğer hususî teşkilatlarla halkın üzerine musallat ediyorlar? Ben şunu soruyorum: Bu gibi şeylerin hakikatı ortada bulunurken, böyle bir rejimde ve böyle bir rejimin tatbik edildiği ülkede nasıl olur da sosyal adalet vardır diye iddiada bulunulur? Hele bu sual de bir tarafta dursun, bu tarz bir nizamın kurulmuş bulunduğu ülkenin vatandaşlarından biri bu felsefe ve bu nazariyeye ve yahut da bu felsefe ve nazariyenin tatbikatı hakkında en küçük bir tenkide teşebbüs ederse neden cezalanır ve neden serbest olarak fikrini söylemekten menedilir? Bu ne biçim bir adalettir ki, bu rejimde diktatör ve bu diktatörün maiyetinde bulunan avanesi, kendi felsefe ve nazariyelerini yürütmek için, koca bir ülkenin hatta ülkelerin her türlü imkân ve vasıtalarını kullanmakta ve her şeyi kendi fikirlerinin yürümesi için alet etsinler de, kendilerine muhalif iki kişi bile bulunmasın? Hiçbir toplantıda bunlara karşı söz söylenmesin, hiçbir basın ve yayın vasıtası kendilerinin hilafına yazı yazmasın? Bu ne biçim adalettir ki, bütün arazi sahiplerinin arazisi ellerinden alınsın, fabrikalar fabrika sahiplerinden zaptedilerek, gasbedilmiş olsun? Ve bütün bir memlekette daha doğrusu memleketlerde bir tek toprak veya fabrika sahibi bulunmasın?.. Bu gasbedici nizama da devlet densin? Devlet denilen bu teşekkül de birkaç kişinin elinde olup, bu devleti de keyiflerine göre sevk ve idare etsinler? Ve artık bir daha iktidar mevkiini kimse onların elinden almak imkânını bulamasın? Ancak kendileri birbirlerinin ayağını kaydırarak iktidar mevkiine geçebilsinler?.. El değiştirsinler...? Eğer insan denilen varlık sadece "mide" ve "işkembe" sahibinin ismi değilse ve insanca yaşamak sadece karnını doyurmaya bağlı bulunmuyorsa, o zaman sâdece geçim eşitliğinin ismine nasıl olur da sosyal adalet denebilir? Yaşayışın her şubesinde her dalında zulüm ve haksızlık alıp yürüsün de, insanlığın her cephesi ortadan kalksın da, sadece bir "karın doyurmak ve karın şişirmek" kalsın? O zaman millî gelirin de halk arasında eşit olarak dağıtılması icabetmez mi? Meselâ, diktatör hazretleri ve onun kuyrukları, kuyruklarının kuyrukları da karın doyurmak ve karın şişirmek hususunda diğer vatandaşlarla niçin bir eşitliği arzu buyurmazlar? Şimdi bu korkunç ve muazzam zulmün ismine karın duyurmakta eşitlik vardır diye — böyle birşey de olmadığı halde — sosyal adalet bulunuyor mu diyeceğiz? İşte, benim zatı alilerine arz ettiğim gibi, toplumsal nizamların en kötüsü, en berbadı da budur. Toplumsal zulmün en ağırı, en fenası da yine budur. İnsanlık tarihi başından bugüne kadar böyle bir kötü toplumsal zulüm görmemiştir. Galiba göremiyecektir de. |