Konu Başlığı: İcmâ Gönderen: Ekvan üzerinde 25 Eylül 2010, 09:00:54 İCMÂ İcmânın tarifi hakkında ulemanın muhtelif beyanları vardır. İmam Şafiî Rahmetullahi aleyhe göre, İcmâ-denilen husus; o şeyin, ismidir ki. "Bir mesele veya meseleler hakkında, ehli ilim tamamiyle ittifak etsinler ve bunların arasında herhangi bir ihtilâf olmasın" İbn-i Cerîr Taberî ve Ebu Bekir Er-Razî'nin ıstılahında, ekseriyetin kavline de "İcmâ" denmektedir. İmam Ahmed Rahmetullahı aleyh de bazı meseleler hakkında şu hususu ileri sürmüştür: "Bizim ilmimizde bir kavlin hilafına başka bir kavil yoksa, yani biz bu kavlin hilâfına, başka bir kavil olduğunu bilmiyorsak, burada "icmâ" vardır." Demek ki adı geçen imam Rahmetullahı aleyhin ıstılahına göre de İcmâ bir kavlin hilâfına başka bir kavlin bulunduğuna dair malûmatın olmamasıdır. Bu hususun en doğrusu İcmâ'nın hüccet oluşudur. Yani, kıyas ve içtihat üzerine yahut da herhangi bir kanun hakkında maslahat icabı ümmetin icmâ'ı olursa, o şeye ittiba edip, onu kabul etmek icabeder. Fakat ihtilâf şu noktadadır ki, icmâ'nın olduğu ve ispatı icabeder. Yoksa aslında icmâ'nın kendisinin hüccet olması zarurî değildir. Hülefa-i Raşidin, devrine ait olan hususlarda ve o zamanki devirde, İslâmî nizam, usulü dairesinde yürütüldüğünden, bu nizam, Şûra ve müşavere üzerinde devam ettiriliyordu. Bunun için o zamanki icmâî ve cumhurî (çoğunlukla varılan netice) hükümler malûm ve muteber rivayetlerle sabittir. Fakat ondan sonraki devirlerde, nizamın vaziyeti karışınca, şûra (müşavere) usulü de karıştı. Hükümlerin belli olmasına da artık imkân kalmadı. Hakikatte hangi hususun icmâ ile ortaya konduğu, hangisinin konmadığı malûm olmadı. Buna göre, Hülefai Raşidin devrinin icmâ'î hükümlerini ilmen reddetmeden, kanunî mahiyette kabul etmek icabeder. Fakat sonraki devirlerde, herhangi bir kimse, filan mesele hakkında icmâ vardır diye iddiada bulunduğu takdirde, o zaman araştırmacılar ve ilim erbabı bu kimsenin idiasını reddedebilirler. Bu şekilde ve bize göre, hangi meselede icmâ olup, hangi meselede icmâ olmadığını belirtmek için, yine İslâmî Nizamın ayakta tutulmuş olması zarurîdir. Umumiyetle şu da meşhurdur: İmam Şafiî Rahmetullahi aleyh ile İmam Ahmed İbn-i Hanbel Rahmetullahı aleyhin, her ikisinin görüşlerine göre esasen icmânın olmadığı kanaati vardır. Yahut da herhangi bir imam bunu reddederse, şu demek değildir ki, bütün meselelerin hepsinde de icmâ yoktur. Asıl mesele şûradadır ki, herhangi bir mesele üzerinde durulurken, bir kimse ortaya çıkıp da şöyle bir iddiada bulunabilir: Ben bu hususta bir nazariye ortaya atarsam, bunda icmâ vardır. Ve artık bu mesele söz konusu edilmez. Halbuki, bu iddiada bulunan kimse de bu iddiasını bir delille ispat edememektedir. O zaman, halk böyle bir iddia sahibinin davasını kabul etmez ve edemezler. İmam Şafiî Rahmetullahi aleyh, kendi telifi olan İcmâ'ül - ilm isimli kitabında bu mesele üzerinde etraflıca durmuş ve bu mevzuya geniş bir yer vermiştir. Ve bu mevzuda şu kıymetli bilgi bulunmaktadır: "İslâm dünyasının genişlemiş bulunması, İlim ehlinin her tarafa dağılmış olmaları, cemaat nizamının da karmakarışık hale gelmesinden sonra, ferî ve cüz'î meselelere ait hükümlerde, ulemanın akval ve nazariyelerinin neler olduğunu tayin etmek pek zor bir iş olmuştur. Bunun içindir ki, ferî meselelerde ve cüziyatta icmâ bulunduğunu iddia etmek hatadır. Elbette ki, İslâmın usulleri ve erkânı ve büyük meselelerde icmâ olduğunu kabul etmek icabeder. Meselâ namazın beş vakit olduğu yahut da orucun Ölçüleri ve saire gibi..." Bu hususu İmam İbn-i Teymiye Rahmetullahi aleyh şu şekilde izah eder: "İcmâ'nın manası şudur: Herhangi bir hüküm hakkında bütün İslâm ülemasının ittifak etmesidir. Ve İslâm ülemasının ittifakla kabul ettikleri herhangi bir hüküm veya meselede icmâ bulunduğu sabit olunca, artık kimsenin bu hükmü tekrar ele almak hakkı olmaz. Nitekim bütün ümmet hiçbir zaman adalet üzerine ittifak etmezler. Fakat bir çok meselelerde öyle vaziyet olur ki, bazı kimseler bazı mevzularda icmâ bulunduğunu zannederler. Halbuki aslında bu meselelerde icmâ yoktur. Hatta çok vakit böyle meselelerde ikinci kavli muteber saymak icabeder." (Fetava, li - ibn-i Teymiye, Cilt: 1, Sahife: 406). Yukarıda ele alman mevzudan şu husus iyice anlaşılır: Herhangi bir meselede Nass-ı Şer'î ile tabir, kıyas, istinbat yahut da herhangi bir tedbir ve maslahata binaen ehl-i hall ü akd'in icmâ'ı veya ekseriyetin (çoğunluğu) hükmü bulunursa o zaman o mesele hüccet olacak ve kanunluk olma niteliği taşıyacaktır. Bütün islâm dünyasının Ehl-i Hall ü Akd'i böyle bir hüküm verirlerse, o zaman bütün islâm dünyası için bu hüküm kanunî bir nitelik taşıyacaktır. Yoksa herhangi bir islâm ülkesinin Ehl-i hall ü akd'i böyle bir hüküm verirse, bu hüküm de ancak, o Ehl-i Hal ve akd'in bulunduğu ülke için kanun mahiyetinde bulunacaktır. V. İSLAM NİZAMINA GÖRE İHTİLAFLI İŞLERiN HALLEDİLMESİNDE SAHİH USUL Soru: Kur'an-ı Kerimde şu şekilde bir hidayet beyan edilmiştir: "Ey iman etmiş bulunan kimseler, Allaha itaat edin, Resule de itaat edin, kendinizden olan ülülemre de. Bir şeyde ihtilâfa düşerseniz ve eğer siz Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız bunu Allaha ve O'nun Resulüne havale edin. Bu en iyi ve en güzel tevildir." (En – Nisa: 59). Bu âyet-i kerimenin tefsiri hakkında Zat-ı Faziletme abları (Mevlânâ Mevdûdî) Tefhim - ül - Kur'an'da şöyle beyan buyurmuştur: Bahis mevzuu olan bu âyet-i kerimenin alâkadar olduğu meselelerde müstakil ve kat'î usul ile şu noktayı gözönüne almak icabeder. İslâmî nizam'da (rejimde) Allahın hükmü ve Resulün usulü, temel kanun ve son mesned özelliğine sahiptir. Müslümanlar arasında, yahut da müslümanlarla müslüman devlet ve hükümet arasında ihtilaflı bir mesele baş gösterince, bu ihtilâfı halletmek için Kur'an ve Sünnete baş vurulacaktır. Bundan elde edilen ne tice ne olursa olsun herkes tarafından kabul edilip herkes bu neticeye teslim olacaktır. Bu şekilde de bütün yaşayış meselelerinde, Allahın Kitabı ve Allah Resulünün Sünneti son mesned ve merci olup son söz olarak kabul edilmesi ve bunların ahkâmına baş eğmek İslâmî rejimin lâzım gelen hususiyetlerindendir ki, bu nizamı kâfirane yaşayış nizamlarından ayırır. Zat-ı Faziletlerinin açıklamalarından şu nokta kesin olarak anlaşılır. Bütün ihtilaflı meselelerde son kararı verecek merci, Allah ve O'nun Resulünün hükümleridir. Bu meyanda şöyle karışık bir durumla karşılaşabiliriz: Nebî Sallallahu aleyhi ve sellemin hayatlarında elbette ki, bu İş mümkün idi. O" zaman, herhangi bir ihtilâf ortaya çıkınca, Resulü Ekrem Sallalahu aleyhi ve sellemin mübarek huzurlarına aksettirilir ve ihtilâf halledilirdi. Fakat mademki Zatı Risaletpenahileri Sallallahu aleyhi ve sellem bizim aramızda bulunmamaktadır. Ve sadece O'nun tâlimi bizim önümüzde duruyor. Ne zaman İslamda bir hükmün tabiri meselesiyle karşılaşırsak, İslâm nizamına göre, bir şahıs, idare veya kurulun bu gibi işleri çözmeye yetki sahibi olması icabeder ki, bu hususta Şeriatın ortaya koyacağı hükmü gözönüne alarak, işi halletsin veya etsinler. Ümit ederiz ki, Zatı Faziletleri (Mevlânâ Mevdûdî) bu noktada bizi aydınlatırlar ve bizi minnettar kılarlar. |