๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslamda Hükümet => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 20 Eylül 2010, 19:39:31



Konu Başlığı: Hîlâfet-i İslâmiye
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Eylül 2010, 19:39:31
HİLÂFET-İ İSLÂMİYE;

İslâmî hükümetin ikinci hususiyeti de böyle bir hü­kü­met­te esas hâkimiyetin Allahu Taalâya has olduğudur. İslâmî hükümetin esas nazariyesinde[297] mülk Allah Taala'nın halifesi olmak hasebiyle yine Allah Taala'nın bir şahıs, yahut ha­nedan, herhangi bir zümre veya kavim belki bütün insanlığın dahi bu hâkimiyetle bir ilgisi (sovereignty) yoktur. Hüküm vermek ve kanun yapmak da sadece Allah Taala'nın hakkıdır. İnsan, Allah Taala'nın halîfesi olmak hasebiyle yine Allah Taala'nın hükmettiği kanunları olduğu gibi tatbik etmek mevkiinde­dir. Hükümetin sahih durumu da bundan başka bir şey değildir. Bu da iki şekilde izah edilebilir. Ya insan doğru­dan doğruya, Allah tarafından olan Kanun ve Düstur ile hükümetin başına getirilir. O'nun hilafetine bütün insanlar hep bir arada iştirak edip imanettikleri ve tabi oldukları kanunları yürütmeye hazırlanırlar. Bu işte bu insanlar topluluğunun her ferdi teker teker Allah Taalâ karşısında mesul olurlar. Çünkü Hak Taalâ aşikâr veya gizli her şeyi bilir. O'nun ilminden hiçbir şey gizli değildir. O'na karşı yalan uydurulup da söylenemez. Hilâfetin mesuliyeti bize emanet edilmiş olduğuna göre, bu, şu demek değildir ki, biz istediğimiz gibi hüküm verelim de istediğimiz gibi bu hükümleri yürütelim. Halkı kendimize köle yapalım. Onla­rın başlarını kendi karşımızda eğdirelim. Halktan vergi alalım da kendimiz için saraylar yapalım. Hakimane sa­lahiyetleri kullanarak kendi keyfimize bakalım. Bu salahi­yetleri, kibir ve bencilliğimize alet edelim. Biz şu hususla­rın gerçekleşmesi için Allahu Taala'nın kanunlarına bağlı bulunup bunları yürütmeye çalışırız: Bu kanunların yü­rürlükte ve geçerli olması için hiç bir şekilde kusur etme­meye çalışmak. Eğer bizim bu yolda bir kusurumuz veya garazımız, heva ve nefse tabi olup taassup, taraftarlık, dinsizlik ve densizlik için girerse, o zaman Hak Taala'nın adaleti karşısında ceza göreceğimize inanmak. Dünyada bu cezayı görmezsek de ahirette mutlaka göreceğimize hakkiyle kani olmak.

Bu nazariye ve bu plana göre bu bina kurulur. Bu bi­nayı bir ağaca benzetelim ki, bu ağacın en ufak dallarının en ufağına kadar her şey dünyevî hükümetlerden (Secular States) tamamen ayrıdır. Bunun terkibi, bunun mizacı, bunun fıtratı böyle şeylerle karışamaz. Bu bina­nın devam etmesi ve bu ağacın gelişmesi için, hususî bir düşünce, hususî bir zihniyet ve hususî bir tavrı hareket lâzımdır. Bu hükümetin, siyaseti, bu hükümetin ordusu, bu hükümetin adliyesi, bu hükümetin maliyesi, bu hükü­metin vergi usulü, bu hükümetin güvenlik işleri, bu hükü­metin dış siyaseti, sulh ve harp tutumu ve baştan sona kadar her işi dünyevî hükümetlerden tamamen ayrı ol­malıdır.

Burada adalet işlerine bakan hâkim, burada danıştay baş hâkimi, adliye müşavirleri diğer hükümetlerinkine benzemez. Hattâ polis müdürü ve en yüksek güvenlik âmiri bile farklıdır. Bu hükümetin kumandanın takip ettiği yol da diğerlerine benzemez. Dışışleri bakanları da siya­set düzenbazlığını bilmezler. Hülâsa, bu hükümetin işle­rini yürütmeğe iştirak eden bütün halk efradı, ahlâkî ve zihnî terbiye bakımından bu hükümetin takip ettiği yola uymalıdırlar. İslâmî hükû­metin vatandaşlarından tutun da, idareciler, iş adamları, hâkimler, direktörler, ordu ku­mandanları, sefirler, bakanlar, hülâsa içtimai yaşayışın bütün unsurlarını teşkil eden elemanlar, bir makinanın bütün parçaları gibi tamamen birbirine intibak etmelidir. Bir makinanın parçaları gibi birbirleriyle ilgili olan İslami hükümetin halkının kalblerinde Allah korkusu bulunmalı ve Allah Taalânın karşısında mesuliyet hissi duymalıdır­lar. Bu hükümeti yürüten en ufak memurundan en büyük makamlarda bulunan idarecilere kadar her şahsın ahireti dünyaya tercih eden kimselerden olması lâzımdır. Böyle bir nizam altında yetişip terbiye görmeleri lazımdır. Onla­rın nazarında ahlakî ilerleme ölçüsü dünyevî menfaatten çok yüksek olmalıdır. Hükümetin esas gayesi olan insan­lığın yükselmesini gözönünde tutmalıdırlar. Her yaptıkları işte Hak Taalânın rızası için çalışmalıdırlar. Şahsî, kavmî, aşiretçi ve milliyetçilik kayıtlarından kurtulup bu gibi şeylere köle olan kimselerden olmamalıdırlar. Dar görüşten ve taassuptan tamamen azade bulunmalıdır. Bu kimseleri servet ve hükümet kürsüsünde bulunmak kudurtmamalıdır. Servet ve iktidar için aç gözlü olmama­lıdırlar. Şunu da bilmelidirler ki, yeryüzünde onların eline geçmiş bulunan hazineler onların olmayıp, ancak bu ha­zinelere bir emanetçiden başka bir şey değillerdir. Hü­kümet vasıtasiyle ellerine geçmiş bulunan şehirlerin ko­ruyucusu, gözeticisi olduklarını bilip, bunları korumak için gece uykusunu feda etmekten çekinmemelidirler. Halkın canını ve malını, ırz ve namusunu, şeref ve haysiyetini hiçbir tesir altında kalmadan, korkmadan ve çekinmeden korumak lazımdır. Fatih olarak bir ülkeye girdikleri za­man, bu ülkenin halkının malını yağma etmek, halka zulmetmek, rezalet çıkarmak, şehvet peşinde koşmak gibi çirkin fiillerden çekinmelidirler. Öyle hareket etmeli­dirler ki, fethedilmiş olan ülkenin halkı kendi mallarını ve canlarını, çoluk çocuklarını, İslâm askerlerine emanet edebilsinler ve koruyacaklarından emin olsunlar. Milletle­rarası meselelerde ve milletlerarası siyasette, doğruluk, adalet, usul, ahlâk, anlaşma ve her şeyde itimat telkin etmelidirler.

İşte ancak bu vasıflara sahip bulunan kimseler İslâmî hü­kümeti kurup yaşatabilirler. Madde - perest (Utilitar­yen) ve menfaat-perest: (Utilitarian Mantality) zihniyetini güden, dünyevî faydalar, şahsî veya kavmi (millî) diye yeni usul koyan kimselerden olmamalıdır. Bunlar hiçbir şeyde ne Allah'ı düşünürler ne de ahireti. Bu gibi kim­selerin bütün maksatları ve gayeleri ve tut­tukları işlerin esas mihveri, sadece dünyevî menfaat ve zararı düşünmektir. Böyle kimseler, nasıl olur da böyle bir hükümet kurup yürütebilirler. Bu gibi idareciler, hü­kü­met binasının muhiti içinde mevcut oldukça, bu binanın temellerinde köstebekler yuva yapmış demektir.