๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslamda Hükümet => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 20 Eylül 2010, 02:24:15



Konu Başlığı: Dipnotlar
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Eylül 2010, 02:24:15
DİPNOTLAR

[1]    "İlâh," "Rabb," "İbâdet," ve "din" gibi ıstılahların, doğ­ru mânalarını anlamak için bkz. Kur'an ki çar bünyâdî istilaheen. — Kur'anın dört temel ıstılahı, Seyyid Ebul-A'lâ El-Mevdûdî. İslamic Publications, Lahore.

[2]    Kitâb-ı Mukaddes, Ahd-i Cedid ve Ahd-i Atik.

[3]    R.N. Crew, Hunt Teory and practice of Com­mu­nism -London 1951. Sahife 6

[4]    Arnold, İ. Toynbee, Chiristianity among the religins of the world, S. 56

[5]    Eser yazıldığı zaman 34 idi. Bugün 43 tür. Müter­cim

[6]    Mevlâna Urduca üstad demektir. Yani Mevdûdî Hürmeten kelimeyi aynen muhafaza ettim. Mütercim.

[7]    Bu mevzu Mevlânâ Seyyid Ebu'l A'lâ El - Mevdûdî ta­rafından yazılarak "Tahrik-i âzadi-yi Hind or Müs­lüman — Hin­distan hürriyet hareketi ve müs­lüman" isimli eserden alınmıştır. Cild , bâb VI, İslamic publicatons Ltd. La­hor. Hazırlayıcı.

[8]    Bu bahis yazılırken, daha Hindistan ile Pakistan birbirden ayrılmamışlardı. Fakat, bugün yine milliyet esası ortaya çı­kıp da devletler kurulunca, böyle bir zihniyet, İslâm dünyasının her tarafına dahi yayılmış bulunuyor.

[9]    Hindistan ve Pakistanın muhtelif yer muhtar eyâ­letleri Hazırlayıcı.

[10]    (Charter) veya metinde olduğu gibi Sultandan veya Başkandan maksadımız, Mâlik el - Mülk olan Hak Tealâ, bir kim­senin eline "mülk" (memleket idaresi) teslim edip ona halifelik verip, — gerçek Halife, Sultan, Başkan ve bu gibi şahıslar kendi başlarına iş yapan kimseler değillerdir. — işlerin yönetimini ve yü­rütülmesini onun eline bırakmış olduğu kim­sedir. O'nun peygam­berine, O'nun kitabına inanan, bağlanan ve Şeriat-i İlâhiye'nin aydınlığı altında, çalışmayı kabul eden, bu mes'uliyeti üstüne alan, hükümet ve memleket idaresini yöne­ten, yahut da bunun başında bulunan kimse, idare usulünü bu Şeriate (kanuna) uygun şekilde de­vam ettiren ve adalet siste­mini bu yola uyduran, hükümet veya idare mekanizması veya şahıs, ALLAH tarafından Sultanlık (Charter'lık): Buyruk sahipliği vasfına haiz olur. Bu Charter: Sultan (Buyruk sahibi) nin vas­fını Kur'an-ı Kerim, kendisi beyan etmiş­tir. Onların arasında, ALLAH'ın göndermiş olduğu hususlar üzerine hüküm ver, den­miştir.

[11]    Bu konu, Tercümanü'l-Kur'an'da 1361 Hicrî se­nesi, Şaban ile Şevval arası, Eylül - Kasım 1942 Milâdi'de neşredilmiştir. Ha­zırlayıcı.

[12]    Bu konu 1942 de yazılmıştır. O zaman Hindistan ve Pakistan ingilizlerin idaresi altında bulunuyordu. Hazırla­yıcı.

[13]    Malûmdur ki hükümet demek, kelimenin asıl manasına göre zor kullanmak, baskı yapmak demektir. Bu manayı ifade eden (Coercion) başka bir ismidir. Nazariyede ise, usûl ve kanun gereğince, hükümetin esastan, temelden halkın üzerinde de tahak­küm edeceği de malumdur. Bu hükü­met işinin icâbıdır.

[14]    Müellifin, Sosyo - Komünizm dediği şey'in son merhalesi (Stage) dir. Bu görüş Sosyo — Komünizm düşünürle­rine göredir. Engels ve Lenin, şöyle de­mişlerdir. "O merhaleye ulaşılınca, orada zorlayıcı hükümet nizâmı ortadan kalkmış olacaktır Bunun yerine de sınıf farkı bulunmayan öyle sosyal dü­zen kurulacaktır ki, toplumsal yardımlaşma esasına dayanarak, böylece hükümetin varlığına lüzum ve ihtiyaç ol­mayacaktır.

Yalnız komünistliktir ki, hükümeti lüzumsuz hale geti­rebilir Çünkü orada herhangi bir sınıf farkı kalmadığından, birini ortadan kaldırmaya uğraşması gerekli olsun" Lenin, The State Revolution, New York, 1935 P. 75 Bu hayali - görüşe Komünizm ıstılahın da hükümetin ortadan kalkması ve geliş­mesi denmiştir. (The State Withers Away) Hazırlayıcı.             

[15]    "Onlarla savaşın, boyun eğip de cizyeyi kendi elleriyle getirip verinceye kadar." (Tevbe: 29).

Muhterem Müellif, bu âyet-i kerimenin şerhi hak­kında, Tef­him - ül - Kur'anda şöyle yazar:

Savaş neticesinde onlar, kendilerince iman ettikleri şeyi bırakıp da Hak dinine bağlanmazlar. Fakat onlar bu mağ­lûbiyetle, artık kafa tutmağa ve tahakküm fikrine güç yetire­mezler. On­ları yâni kâfirleri yeryüzüne hâkim olacak duruma getirmeyin Emir sahibi olmalarına meydan vermeyin. Yeryü­zünde yaşayış nizamım kurmak, hüküm sahibi olmak, emir vermek ve önderlik etmek (imamet) hak dinine bağlı bulunan­ların elinde olmalıdır. Kâfirler ise, müslümanların emri altında mukaddes hükümlere tâbi bir şekilde, boyun büküp ve itaat ederek yaşayıp gitmelidir­ler.

Cizye demek, islâm hükümeti tarafından gayri müslimlerin yâni zimmîlerin emniyetini sağlamak, onları ko­rumak ve onların haklarını muhafaza etmek için, zimmiler tarafından İslâm hükü­metine ödenen bir paradır. Aynı zamanda cizye, bu cemaatin em­re itaat ettiklerine bir delil ve bir sem­boldür.

"Elleriyle getirip cizyeyi versinler..." demek, doğru­dan doğ­ruya itaat ederek, boyum eğer vaziyette cizyeyi Öde­meleri demek­tir.

Küçük kılın, azınlık kılın'dan maksat ta, onların büyük ol­mamaları, çoğunluk haklarına sahip bulunmamalarıdır. Yer­yüzün de hâkim duruma geçmemeleridir. Yeryüzünde hakim olacaklar, Onlar değil, Hilâfet-i İlâhî (ALLAH'ın halifeliği fariza­sını yerine getirecek olan Ehl-i İman olmalıdır. ALLAH'ın dinine sarılmayan, kendilerinin yahut da baş­kalarının eğri, bozuk ve sapık yollarını tutup giden güruh'un hürriyet ve serbestlik öl­çüleri, şu kadardır ki, istedikleri gibi, ken­di hususî işlerinde hatalı yol takip edebilirler. Fakat bu imandan mahrum zümre­nin, yeryüzünün herhangi bir yerinde iktidarı ele geçirip tahak­küme kalkışmalarına, hükümdanlığı ve memleket idaresini ele almalarına hiç bir zaman hak tanınmaz. İnsanların içtimaî ya­şayış nizamını kendi sapık zihniyetlerine uydurmaları­na ve bu sapık rejimlerini yürütüp gitmelerine de asla meydan verilmez. Böyle bir kuvvet onların ellerine geçtiği zaman fesâd doğar. O zaman da Ehl-i İman'a onların ellerinden bu kudreti al­mak farz olur. Onları doğru yola tâbi kılmak, bu yola boyun eğ­dirmek de lâzım gelir. Ehl-i îman için bu yolda çalışmak gayele­rin en üstünü olan bir farzdır.

[16]   Bu mevzu yazıldığı zaman, bu zevattan biri Puncâb digeri de Bingâl devletlerinin Sadrıâzamları (Başba­kanları) idiler. Şimdi, onların yerine, herhangi -bir gayri İslâmî devlette, Müslüman vekil'e (bakan) ne gibi bir vazife düşer diye düşünmemiz lâ­zımdır.

[17]   Bu âyet-i kerime hakkında daha geniş malûmat için bak: Tefhim-ül-Kur'an, Cild II, Sahife 13 - 14. Hazırlayıcı.

[18]   Bu satırlar yazıldığı zaman Mussolini hayatta idi. Hem de her istediğini yapan bir diktatördü.

[19]   Meşhur müfessir İmam Mücâhid'in yazdığına göre, bu Melik'İn kendisi de Hazret-i Yûsuf vasıtasiyle islâm'ı kabul etmiş­ti, (İbn-i Cerir).

[20]   Bu mevzu, Tercüman-ül-Kur'an, Rebiülahir, 1363 (Nisan 1944) de neşredilmiştir. (Hazırlayıcı)

[21]   İncil ve Talmud'da da bu hususta sarih bir şey yoktur. Eski Mısır tarihinde de bu hususu aydınlatacak bahis­lere raslamak mümkün değildir.

[22]   Bible'da (Kitab-ı Ahd-i Atik: Tevrat) Hazret-i Mûsa (A.S.) zamanında Mısır'da birkaç yüz bin kadar halk vardır. Tah­minen bunların sayısı (20 Lakh) yâni 2.000.000 hesaplıyabiliriz. O Mısır'ın mâmur mıntıkası da en az ülkenin % 10 uydu.)

[23]   Bu bahis, Tercüman-ül-Kur'an Muharrem ve Se­fer 1364 (Ocak ve Şubat 1945) tarihli neşriyattan alınmıştır. (Hazırlayıcı).

[24]   Bu bahisler, yukarıda bahsi geçen islâm örnek ik­tidar: (islam ve iktidar) ismi altında kaleme alınmıştır.

[25]   Müellif, muarızlara cevap vermek için âyet-i ke­rimenin kelimelerinin zıd la­fızlarını koymuştur. (Mütercim).

[26] Pakistan'ın İstiklâlini kazanmasından sonra da yine bu mesele devam edegelmektedir. Şimdi Müslüman top­lumun yaşayışı şu şekli almıştır: Eşraf kızları açık sahalarda güya askerî talim diye oyunlar oynamakta, Müslüman Sahibzadeler. Kerimeyi mikerremler: Eşraf kızları borazan öttürme talimi yapmak için Avrupa ülkelerinin yolunu tutmuş­lardır. Diğer memleketlerde de müslümanların mümessillikle­rini (millet vekilliği) erkek mümessiller (mebuslar) değil de kadın mümessiller ifâ ediyorlar. (Müellif).

[27]   Yûsuf: 55.

[28] Meselâ: "Halbuki, göklerin ve yerin bütün hazi­neleri (Hazâ'in)' ALLAH'ındır."

"Hiçbir şey yoktur ki, onun hazineleri (Hazâ'in) bizim eli­mizde olmasın." (Hicr: 21)

"Yoksa Rabbinin hazineleri onların indinde mi?" (Tur:37)

[29] Bible (Kitab-ı Ahd-i Atik) de Seyyidinâ Yûsuf (A.S.) kıssası anlatılarak. Firavunla aralarında geçen bahisler, şu cümlelerle nakledilmiştir:

"Pes Firavun kullarına dedi, hiç bunun gibi ruhullah içinde olan adam bulabilir miyiz? Ve Firavun Yûsuf'a söyledi: Çünkü bu cümleyi ALLAH sana malûm eyledi, senin gibi âkil ve bilgili yoktur. İmdi sen evim üzerine ol, (sen benim evimin söz sahibi olacaksın) ve cümle halkım ağzına baksın. Ancak taht hesabiyle senden büyük olayım ve dahi Firavun Yûsuf'a dedi ki: İste seni bütün Mısır diyarı üzerine nasb eyledim. Bunun ardından Firavun, mühürünü elinden çıkarıp, anında Yûsufun eline koydu. Hem ana tülbentmesi, libas giydirip bir altın tuğ boynuna taktı." Tevrat, Kitab-ı Ahd-i Atik, Sifr-i Tekvin - il – mahlûkat, Bab: 41, âyet: 38 – 44, Paris Kırallık Matbaası 1827,sahife. 41 – 42. Türkçe tercümesinden aynen nakledildi. Mütercim.

Siyah yazılmış cümlelerden sarih bir şekilde anlaşıldı­ğına göre. Firavunun kendisi de Hazret-i Yûsuf (A.S.) a İnan­mıştı; O'nun peygamberliğini kabul etmemiş idiyse de ilk gö­rüşmede ona imân edecek kadar kuvvetli bir inanç yolu tut­muştu. Bundan altı yedi seiıe sonra, Hazret-i Yûsuf (A.S.) in kardeşleri, Mısır'a ulaştı­lar. O zaman Hazret-i Yûsuf (A.S.) onlara şöyle söyledi:

(Tevrat âyet: 8.) Ve hâlâ beni buraya gönderen siz de­ğil, bel­ki ALLAH'dır. Ki benî hem Firavun'a baba hem cümle hanümanına (aile efradına ve evine) ağa ve bütün Mısır diya­rına vali eyleye." 9. Tez babama gidip ona deyin ki, oğlun Yûsuf böyle der ki, ALLAH beni, cümle Mısır'ın Sultanı eyledi. Yanıma gel ve tehir etme. Tevrat, Sifr-i tekvin - el – mahlûkat, Bab. 45: âyet 8-9. Pa­ris Kırallık Matbaası 1827, Sahife 54. Türkçe tercümesinden aynen nakledildi. (Mütercim).

[30]    Bu iki kavramın detaylı açıklaması için bkz: Kur'an ki çar bünyâdi istilahen, Kur'anın dört esas ıstılahı. Seyyid Ebü'l a'-lâ Mevdûdî. İslamic publicatins Ltd, Lahor.

[31]    Bu konunun geniş açıklaması İçin bkz: Müellifin, Kur'an ki çar bünyâdi ıstılaheen. Islamic. Pbl. Ltd. Lahore.

[32]    El-Kasas: 38

[33]    Hud: 4,5,6,8

[34]    Hakimiyet-i ilahiye fikri hakkında daha fazla bilgi edinmek için bkz. Bu eserin Yedinc. Bölümü (Hazırlayan)

[35]    Bu hususun şehri, bu eserin altıncı ve yedinci basında bahsedilmiştir. (Hazırlayıcı)

[36]    Hıristiyan papalar ve patrikler İndinde, Mesih Haz-ret-i İsa (A.S.) in bazı ahlakî öğütlerinden başka (şeriat" diye bir şey bulunmamaktadır. Bunun için, onlar istedikleri gibi ha­reket eder, kendi nefsanî isteklerine de tâbi olurlar. Kendi ke­yiflerine göre, kanunlar yapar, nizam uydururlar. Bunların da ALLAH tarafından olduğunu ileri sürüp, bu gülünç iddiada da bulunurlar. Nitekim Bakara sûresinde şöyle buyurulmuştur: Yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazıp da sonra bu kitap ALLAH taraffındandır diye söylerler. (Bakara, 79.)

[37]    Bu kanun 1918 de Amerikan kongresinde kabul edildi.

[38]    1933aralık ayında bu kanun kaldırıldı.

[39]  Bu hususda daha geniş bilgi, bu kitabın on üçüncü bölümünde verilmiştir.

[40]   Tefsir-i Ruhul-Me'an-i Beyhaki ve İbn Merduye'ye istinaden, cilt: 26, sayfa:48

[41]   Buhari, Kitabu'l-Ahkam.

[42]    Tefhim - ül - Kur'an mukaddimesi, cild l, sahife 16 - 19

[43]    (Metta incili, bab: 5, fıkra: 10, Ki-tab-ı ahdi - Cedid, Paris Krallık matbaası, 1827, sahife; 5. Türkçe tercümesinden aynen nakledildi. . (Mütercim)

[44]    (Tevrat Kitab el is­tisna: Tevrat el müsennâ. Bab: 6, fıkra: 45; Kitabı Ahdi Atik, Paris Kırallık Matbaası 1827, Sahife: 211. (Türkçe tercümesinden aynen alındı).

[45]    Tefhim - ül - Kur'an, cild: II, sahife: 235 – 239.

[46]    Tefhim - ül - Kur'an, cild: III. Sahife: 343

[47]    Tefhim - ül - Kur'an. Cilt: II. Sahife: 638

[48]    Tefhimu'l-Kur'an, cilt: 2, s.411-413

[49]    Tefhim - ül - Kur'an, Cilt: II, Sahife: 401 - 404

[50]    Tefhim - ül - Kur'an, Cild. III. Sahife, 433 - 434 .

[51]   Tefhim - ül - Kur'an, Cild: l, Sahife: 222 -223

[52] (İncil-i Mettâ, Bab: 4, Fıkra 10, Kitab-ı Ahd-i Cedîd, Sahife: 4).

[53]   Tefhim - ül - Kur'an, Cild: I, Sahife: 253 - 256

[54]   Tefhim - ül - Kur'an, cild, 1. Sahife, 438.

[55]   Teflıim - ül - Kur'an, Cild: II, Sahife: 578

[56]   Tefhim - ül - Kur'an, Cild II, Sahife: 293 - 294 .

[57]   Tefhim - ül - Kur'an, Cild I. Sahife, 475 - 476

[58]   Tefhim - ül - Kur'an, Cild: I, Sahife: 196 – 197.

[59]   Tefhim - ül - Kur'an, Cild, l, Sahife, 367. (2) Tefhim -ül - Kur'an, Cild, 1. Sahife 62 .

[60]    Mevdûdî Sahib'e cevap yazan zât. (Mütercim)

[61]   Bu zat Biçvanaland'in Baminydalû kabilesinin reisi idi. Kendi ülkesinde Avrupalılar cürüm işledikleri zaman, diğerleri gibi dayak yemelerini bildirmişti. Bunun üzerine İngilizler onu kabilenin basından alaşağı ettiler. Fakat onun ülkesinde yaşayanlar arasında, İngiliz yüksek komiserinin kendisinin de itiyah bir kimse olduğundan kendisine nasıl bir muamele yapıldığını biliyoruz. Medeniyetin merkezi diye tanınan Amerika'da, zencilere yapılan zulümlerin derecesi karanlık çağları pek aratmamaktadır. Orada medenî Amerikalı bir zenciyi yakalayıp canlı canlı yakabilir. Zenciler, beyazların evlerine giremezler. İstedikleri caddelerde çoğu zaman vakit yürüyemezler. Eğitimden istifade edemezler. insan haklarının bir çoğundan mahrumdurlar.

[62] Bu âyet-İ kerime, Mısır tarihinin meşhur vak'asına işaret eder. Mısırda Fi­ravun, Mısır halkını "Kıbti: Mısırlı" ve Gay-rı - Kıbtî: (Mısırlı olmayan) diye iki gurupa ayırmış ve haklarında ayrı ayrı muamele tatbik edilmesini kararlaştırmıştı.

[63] Bu sebepten dolayıdır ki, İslam fukahasmdan bir zümre, Mekke mülkiyetinin hususî olarak kimseye teslim edilmesini doğru bulmamaktadır. Hazret-i Ömer. (R.A.) Mekke halkına emir vererek, evlerinin kapılarını dahi kapatmamalarını bildirmişti. Hacılar hangi eve gitmek isterlerse, o eve girebilirlerdi. Ev sahibi bu hacıyı misafir eder. Kendisine izzet ve ikramda bulunurdu. Hazret-i Ömer ibni Abdulaziz, Mekke'de, evlerin kiraya verilmesini men etmişti. Mekke emirine yazılı bir emirname yazarak, gelen hacıların istedikleri eve inebileceklerini ve orada kalabileceklerini kendilerinden ücret talep edilmemesini, irade buyurmuştu. Fakat fukahânın bazılarının da içtihatlarına göre, Mekke arazisi (arsa, yer ve bu gibi şeyler) herkesin hakkıdır. Bu yerler kiraya verilemez ve satın alınamaz. Fakat birisi kalkıp da kendisi masraf ederek bina yaptırmış ise, bu bina yukarıdaki hükme girmez.

Hazret-i Rasul-ü Ekrem (S.A.V.) buyurmuşlardır ki:

"Mekke haramdır, onun arazisinin satılması helâl olmadığı gibi, evlerinin kirası da helâl olmaz."

Diğer bir Hadis-i Şerif de şu hususu açıklamaktadır:

İnneıuâ hiye münâhün min sebakın. İşte bu yerin hali böyledir. İslâm buraya bu hususiyeti bahsetmiştir.

Burada diğer bir mühim mesele de şudur: Mekke'nin eski ve aslî sakinleri olan müşriklerin "pis" ve "necis" oldukları bildirilerek, bu münkirlerin, mukaddes şehirden çıkartılmaları emr edilmiştir.

İşte müşrikler, necis: (pis) dirler, bunun için bu seneden itibaren müşrikleri Mescid - ül - Harâm'a yaklaştırmayın. (Et – Tevbe: 28).

Bu gayet açık emirden sonra, islâm'da vatancılık, ülkecilik mefhumu tamamen ortadan kalkmış oluyor. Hakikatte müslüman vatan için, ülke için, yurd için ancak şöyle söyliyebilir:

Her mülk. mülk-i mâ-st ki mülk-i Hüdâ-yi mâ-st.

Tanrı, mülkü, bize yurd, işte bütün dünyadır.

(İkbal, Peyami Meşrik, Tarık kıtası)

(Ali Gence­li­nin manzum tercümesinden)

[64] Ali Gencelinin Manzum Türkçe tercümesinden aynen nakledildi. (Mütercim)

[65] Bu Hadis, Arap eşrafına hitaben söylenmiştir."Size Habaşi zenci bir köle dahi emir tayin edilse, yine dinleyip itaat edeceksiniz." İşte şövenliğe (ırkçılığa) karşı İslamî milliyetin en güzel cevabı.

[66] Burada şu meseleyi de izah etmek lâzımdır ki, gayrı müslim kavimlerle müslüman kavim arasında rabıta ve alâkanın iki ayrı hususiyeti bulunmaktadır.

Birincisi: Bu gayri müslimlerin de insan olmaları bakımından diğer insanlar gibi aynı haklara mâlik bulunmalarıdır. Bu noktadaki ayrılık, îslam ile Küfr'e sâlik olmak keyfiyetidir. İslâm bu durumda yine onlara karşı, yüksek insanlık hasletlerine göre muamele eder. İyi geçinmeği kendisine usul ittihaz eder. icabı halinde onların dertlerine koşmağı bir vazife bilir. Onlara karşı cömert davrandığı gibi, şeref ve haysiyetlerini de korur.

İkincisi: Gayrı müslim milletler, mütecaviz olmadıkları ve İslâm'a düşmanlık etmedikleri müddetçe, onlarla dostane bir geçim yolu tâkibedilir; müşterek maksatlara matuf olan işlerde yardımlaşmak cihetine gidilir, gerektiği takdirde o millltlere yardım eli uzatılır. Bütün bu münasebetler islâm'ın yüksek faziletlerine istinat ettirilirken, hiç bir zaman bu gibi dış münasebetlerde İslâmî hükümlerden ferağat edilmediği gibi, onlarla kültürel bir kaynaşmağa gidilmez. Hiç bir zaman, islâm milliyeti bir tarafa bırakılıp, ırkçılığa müstenit bir Hindistan milleti, veya Çin milleti gibi bir kuruluşa gidilmez. Küfr ile islâm bir arada mütalâa edilemediği gibi, Küfr - islâm karışımı bir kavim vücuda getirmek muhal ve imkân harici bir iştir.

[67] Bazı cahiller Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e şöyle bir yalan uydurur ve iftira etmekten çekinmezler. Güya Zatı Saadetleri şöyle buyurmuşlardır: Hubb ül vatanı min el îmân: Vatanı sevmek imandandır. Halbuki bu hadis doğru değildir. Ve Zatı Saadetlerinin aslî öğretisine uygun düşmemektedir.

[68] Bu hadisenin bütün tafsili İbni Cerir tefsirinin cild: 28, sahife: 66 - 70 de zikredilmiştir.

[69] Bakınız: Buharî Kitâbü'l - Fiten. Müslim, Mişkat. Ki-tâbe'l-imare ve Sîretî ibni Hişam.

[70] İslâm'da mürtedin öldürülmesi bu esas Üzerinedir. Daha fazla bilgi edinmek için bakınız: "Mürtedin Cezası" Yazan, Seyyid Ebul - A'lâ Mevdûdî, İslamic publishins ltd. Lahor.

[71] Mârksizmin günümüzdeki tatbikatı da milliyetçilik (nasyonalizm) in tuzağına düşmekten kurtulamamıştır. Stalin ve onun etrafındaki idarecilerin çalışma programı, bu kadronun Rus milliyetçiliğinin cazibesine kapılmış olduklarını açık bir şekilde göstermektedir. Rus sosyo komünizm edebiyatında, hatta 1936 daki yeni devlet anayasasında yer yer, (Ana Baba vatanı): (Fatherland) den bahsedilmektedir. Fakat islâm, her yerde (Dar - ül -İslâm): (islâm Ülkesi) kelimesi kullanmaktadır. Fatherland, veya motherland: (Ana - Baba yurdu) veya ülkesi kullanılmamıstır.

[72]    "İslâmî medeniyet ve bunun usul ve mebdeleri" isimli eserden alındı.

[73]    Tefhim - ül - Kur'an, Cild: 1, Sahife: 475 – 476.

[74]    "İslâmî medeniyetin usul ve mebdeleri"isimli eserden alındı.

[75]   İslâmî Anayasanın temelleri. Sahife, 5

[76]    Bu hususta detaylı bahis için bak: Sünnetin Düstur olma hususiyeti. Tefhimat, cild: I ve Tefhimat Cild: III.

[77]    Milletler arası İslâmî toplantılarda okunan bu makaleye itirazlar olmuştur. Bunların cevabında Tercüman - ül -Kur'an. Ocak 1958 de üstadın yazıları neşredilmiştir. Bundan başka "Sünnet ki âyini haysiyet": Sünnetin düstur olma hususiyeti, isimli makaleden'de buraya alıntı yaptık.

[78]    "Sünnet ki ayini haysiyet: Sünnetin düstur olma hususiyeti" isimli eserden iktibas edilmiştir. Sahife: 74 - 85.

[79]    İncelediğimiz zaman göreceğiz ki, saadet devrinde bile çok mühim işlerde, İslâmın ileri gelenleri tarafından ALLAH Resulünün Sünneti merci (kaynak) olarak tanınmış ve bir hadise karşısında Resulü Ekremin ne şekilde hareket etmiş olduklarına bakılmıştır. Resulü Ekremin devri saadetlerinde islâm hükümeti bütün Arabistan yarımadasını idaresi altına almıştı. On milyonlarca mil karelik geniş bir ülkede her işin, her muamelenin ve her hususun, Zatı Saadetlerinin kendilerine intikal ettirilmelerine (iletilmesine) imkân yoktu. Zatı Saadetlerinin her işi şahsen ve müstakil olarak çözmeleri mümkün değildi. O zaman da İslam Hükümetinin valileri, idarecileri, amirleri memleketi idare ediyorlardı. Kadılar, hakimler de İslâmı olanca güzelliği ile tatbik ediyorlardı. Bu aziz kimseler için de Kur'an-ı Kerimden sonra, baş vurulacak ikinci merci ALLAH Resulünün muazzez Sünnetleri idi.

[80]    Şeri ıstılahda Takrir, Zatı Saadetlerinin huzurunda yapılan işler hakkında buyurdukları beyanat demektir. Bazı şeyleri caiz görmüşler bazısını da men etmişlerdir. Diğer manada ise "Takrir" herhangi bir şeyi beyan etmektir.

[81]   İslâmî Düstur kî tedvin: (islâm Anayasasının hazırlanması) isimli Ebul A'Iâ Mevdûdinin eserinden iktibas edildi. İslamic Pbl. Ltd. Lahor.

[82]   İslâmî kanunun diğer bahisleri için bak: Müellifin "İslami kanun" eseri. İslamic Publ. Ltd. Lahor: (Hazırlayıcı)

[83] Takrirden maksat, zaman ve zemin icabı herhangi bir şekilde Zatı Saadetlerinin hüküm verip beyan buyurmalarıdır. Yahut da herhangi bir kimsenin yaptığı bir işi görüp de ona böyle yapmıyacaksın, böyle yapılmaz dememiş olmalarıdır.

[84]    Hûd: 107

[85]    El-Enbiyâ: 23.

[86]    El-Mü'minûn: 88.

[87]    El-Mü'minûn: 88.

[88]    El-Haşr: 23.

[89]    Sûret-i Şu'arâ, Ayet: 108, 110, 126, 144, 150, 163, 179 .

[90]    Şuna da şüphe yoktur ki, Şiîler, şu mesele hakkında şöyle derler: İmamet mansıbı da nübüvvet mansıbı gibi ALLAH tarafından verilmiş olması lâzımdır. Fakat bu ihtilâf fiili ve ameli olarak zamanımızda kendiliğinden ortadan kalkmış bulunmaktadır. Şiilerin itikat ettikleri on ikinci imamın gaybetinden sonra, onun tekrar ve ikinci defa orteye çıkacağı zamana kadar, imamet mansıbı durgunluk devri geçirmektedir. Buna göre, müslümanların içtimaî işlerinin yürütülmesi için herhangi bir kimsenin ortaya çıkması lazımdır ki, böyle bir kimse Şiîlerce de imamlık vasfını taşımadığından ve ALLAH tarafından görevlendirilmediğinden alelade bir kimse olacaktır.

[91] (Ömer El - Faruk, Mehmed Hüseyin Heykel Paşa, Cild: 2, sahife: 313).

[92] (Taberî, Cild: 3, Sahife: 450)

[93]   (Taberî, Cild: 2, sahife: 112)

[94]   Bazıları şu sebepten dolayı şüpheye düşmüşlerdir: İslâmda mademki tamamen seçime dayanan bir usul vardır. Nasıl olur da padişahlık devrindeki ulemâ kuvvet ve zor kullanarak kendilerini devletin başına geçiren kimselere müsaade etmişlerdir? Bu şüphenin esası iki ayrı meseleyi biribirine karıştırmak-tan ileri geliyor. Meselenin biri şudur: İslâm da Halifelik ile Emirlik biribirine karıştırıl­maktadır. Diğer mesele de şöyledir: Birisi çıkıp da böyle hatalı bir usul ile emir olmuş ve devletin başına geçmişse böyle bir durumda ne yapılacağının bilinmemesidir. Birinci meselenin cevabı şöyledir: İslâm ulemasının ittifakla kabul ettikleri Halifelik, ancak umumî seçimle ve bütün Müslüman hal-kın rızası ile olmalıdır. İkinci meselenin doğru cevabı şöyledir: O zamanki ulemanın yumuşak davranmalarının sebebi, böyle bir Emirliğin yalnız intizamı sağlamak ve asayişi korumak bakımından faydalı olduğundandır. Bu şekilde memleketin başına musallat olmuş bulunan Emirin, din nizamını bozmaması lâzımdır. Bu şartlar tahakkuk ettiği taktirde, ulema, zorla Emirliği eline geçirmiş bulunan şahsa karşı, ayaklanmayı doğru bulmamışlardır. Bunun sebebi de bir anarşiye yol açmamak içindir. Bunun dışında ulemâ hiçbir zaman Emirliği ele geçirenlerin emirliklerini sahih saymamışlar, cebir ve tasallut ile Hilafetin doğru olabileceğine hüküm vermemişlerdir.

[95]   Bu hususta bazıları şu şüpheye düşüyorlar ki; "Hilâfetin Kureyş kabilesi mensuplarında olacağına" dair hadisler vardır. Kureyş kabilesi mensupları Halifelik için daha haklı görül-müştür. Bunun cevabını da telif ettiğim "Resâil ve Mesâ'il isimlieserde vermiş bulunuyorum.

[96]   (El-imame ve's - siyase, İbn-i Kuteybe, El-Futûh matbaası Mısır, Sahife: 41).

[97]   Burada şöyle bir mesele üzerinde de durmak icap edi­yor: Ehl-ül-hal ve'l - akd niçin yalnız Medinede idiler? Bunların Medinedeki vaziyetleri ne idi? îslâm ülkelerinin diğer mıntıka­larından niçin güvenilir mümessil ve saire çağrılmıyordu ?

Bu meselenin şu şekilde iki makul cevabı vardır:  îslâmî hü­kümet, herhangi bir millî hükümet değildir. Belki islâmî hükümet Şu şekilde ortaya  çıktı:  îlk  evvelâ bir nazarî tebliğ  (fikir yayma)  yolunu  tuttu  ve  halkın  düşüncelerini  ve  ahlakını  değiştirip bir inkılap  meydana  getirdi.   Sonra  bu   inkılâbın  neticesinde   bir medeniyet  usulü  ve  yaşayış  şekli  ortaya  çıktı.  Daha sonra bir hükûmet şeklini  aldı.  Tabiatiyle,  bu  gibi  bir hükümette fıtraten itimadın ve güvenin merkezi,  inkılabın temelini kuran o şahsı vanid idi.  Sonra  bu  inkılabı  benimsemiş bulunanlar ve  inkılabın temelini kurmuş bulunan zatın sağ eli ve sağ kolu olan  kimseler de bu itimat ve güven merkezinin etrafında toplanıp ikinci iti-mat ve güven noktaları oldular. Böyle bir hükümetin liderliği de fıtrî ve tabiî liderliktir. Bu liderden başkasına ve bu liderin güven duymadığı kimseye de halktan bir fert dahi itimat etmez. Bu suret-le, o zaman tenkid etmek ve söz söylemek tamamen serbest olma-sına ve herkese böyle bir hak tanınmış bulunmasına rağmen Arabistanın herhangi bir köşesinde yahut da diğer İslâm ülkelerinde şu şekilde bir ses duyulmadı ki, niçin yalnız Medine halkı veya Medinedekiler "halletmek ve hükme bağlamak" meclisine aza ol-mak hakkına mâliktirler.

2. İkincisi de şudur: O zamanki medeniyetin vaziyetine göre, şu da mümkün değildi ki; o zamanın o kadar geniş ülkelerinde Afganistandan tutun da kuzey Afrikaya kadar umumî seçim yapılması imkânı olsun. Sonra da buralardan hükümet merkezine mümessiller gelsin ve alelade veya fevkalâde (gündemli ve gündem dışı) toplantılar yapılsın ve ülkenin her yerinden de gelmiş bulunan mümessiller bu toplantılara iştirak etsinler.

[98]   (Es - Sıddıyk, Muhammed Hüseyin Heykel, Sahife: 67).

[99]   Hicret edip gelenler hakkında Kur'an-ı Kerimde, ihtiyati tedbir olarak bir deneme (Exanüne: imtihan) meselesinden bahsedilmiştir. Bu tedbir muhacir kadınlar hakkında beyan buyrulmuş olmasına rağmen buradan umumî bir usul elde edilebileceğinden dışarıdan gelen herhangi birisi veya muhaceret iddiasında bulunan bir kimsenin Darül İslama kabul edilmesinden önce bu kimsenin müslüman ve muhacir olması hususunda emniyet telkin etmesi icap ediyor. Çünkü hicret bahanesiyle başka niyetler için de İslâm ülkelerine gelebilir. Bir kimsenin de hakiki imanın ne olduğunu ALLAH Taalâdan başka kimsenin bilmemesine rağmen yine de zahirî durumdan onun ne gibi bir kimse olacağının tahkik edilmesi icabeder.

[100]   Ebu Davud, Kitab El Kaza.

[101]   Ma'âlim Es-Sünen, Kitab El-Kaza

[102]   Kitab El - Harac, Sahife: 107.

[103] Muvattâ, Bâb Şart Eş - Şahid .

[104]   (Neyl el-evtar, cild: 7, sahife: 139).

[105] (Neyi el-evtâr, cild: 7, sahife: 133).

[106] (Kitabel - Harac, Sahife: 85).

[107] Bakınız, Ek No: l.

[108] Bu hususun açıklaması birinci kısımdaki bahislerde geçti.

[109]    Yani öyle kimseleri toplayın ki, Allaha ibadet ederler, bu kimseler kendi başlarına buyruk olmayıp O'na karşı gelmek yoluna da gitmezler.

[110]    Bu husus Hadis kitaplarında aynı kelimelerle ve aynı lâfızlarla da bize gelmemiş olmakla beraber, bu bir tarihçinin beyanı olduğuna göre, biz de bunu bu şekilde naklettik. Hadis olsun, olmasın istinatlı bir rivayettir. Bu mealde diğer rivayetler de vardır. Bu şekilde olunca zayıf rivayetlerin de istinat edilmesinde bir mahzur yoktur. Zira bu gibi rivayetlerin teyidi hakkında bir hayli sahih rivayetler de vardır.

[111]    Bu meselenin açıklaması hakkında bkz. Bölüm: II .

[112] Hadisin metninde yalnız müslümanların esas hukukundan bahsedilmiştir. Fakat İslâm Şeriatı gereğince, şu da kabul edilmiş bir usuldür ki, İslâmî hükümetin himayesini kabul etmiş bulunan herhangi bir gayrı - müslim de askerî ve mülkî kanunlar bakımından müslümanlarla aynı haklara malik bulunacaktır.

[113]    Kenz ul – ummâl, Tabaranî ve Müsned-i Ahmed'e istinaden, Hadis No: 907 - 966. Dairetül -Maarif matbaası; Haydar-âabad 1955.

[114]    Mişkât, Dar-i Kutnî'ye istinaden, Bab el - İ'tisâm bil-kitab ves – sünnet, Kenz ül – ummâl, cild: 1, s: 981 - 986.

[115]  Mişkât, Rezin'e istinaden, bahsi geçen bölüm.

[116]    Buharî, Kitab - ül Hudûd, Bab: 11 - 12.

[117]    Kitab - ül – Harac; İmam Ebû Yûsuf, S. 116, Salefiye matbaası, Mısır, İkinci baskı; Müsned, Ebu Davud Et - Tayalîsî,Hadis Nr. 55 Dairet ül - maarif matbaası, Haydarabad, 1321.

[118]    Tefsir-i ibn-i Kesir, Müslim ve ibn-i Mâce'ye istinaden cilt: 4 sahife: 217, Mustafa Muhammed matbaası, Mısır, 1937.

[119]    İbn-i Kesir, Tabaran'îye istinaden C. 4, S: 217.

[120]    Tefsir-i Ruh ül - Maanî, Beyhakî'ye istinaden: ve ibn-i Merdûye, C: 26, S: 148, Müniriye matbaası, Mısır.

[121]    Buharî, Kitab Es-salât, Bab: 28.

[122]   Ebu Davüd, Kitab Ed-Diyât, Bab: 11; Nesâî Kitab El - Kasame, Bab: 10 - 14.

[123]   Ebu Davûd, Kitab El-Emare, Bab: 34...

[124]   Sûre-i Nisa, âyet: 58.

[125]   Buhari, Kitab El- Ahkâm, Bab: 8; Müslim Kitab El – Emare, Bab: 5 .

[126]   Buhari, Kitab El – Ahkâm, Bab 8; Müslim, Kitab El -İmân, Bab: 61; Kitab El - Emare Bab 5 .

[127]   Müslim Kitab El – Emare, Bab: 5 .

[128]   Kenz ül – Ummâl, C: 6, S: 68 - 122 .

[129]   Kenz ül – Ummâl, C: 6, Sahife: 78.

[130]   Kenz ül – Ummâl, C: 6, Sahife: 346 .

[131]   Kenz ül - Ummâl, C: 5, Sahife: 12 - 25

[132] Kenz ül - Ummâl, C: 5, Sahife: 12 - 25

[133] Kenz ül - Ummâl, C: 5, S: 2577 .

[134] Kenz ül - Ummâl, C: 5, S: 2354 .

[135] Buharî, Kitab El - Ahkâm, bab: 4; Müslim, Kitab El-Emare, bab: 8; Ebu Dâvud, Kitab El – cihad, bab: 95; Nese-î, Kitab-El - Biy'a, bab: 33; İbn-i Mâce, Ebvab El - Cihâd, bab 4 .

[136] Kenz ül – Ummâl, C: 6, Hadis No: 293, 294, 296, 299, 301.

[137] Kenz ül - Ummâl, C: 5, S: 2505.

[138] Kenz ül - Ummâl, C: 5, Hadis: 2282 . Hazret-i Ebu Bekirin bu mühim ve meşhur konuşması şu şekilde rivayet edilmiştir. "Ben, ALLAH'a karşı gelirsem, siz de bana karşı geliniz." Kenzül – Ummâl, C: 5, S: 2330 .

[139] Kenz ül - Ummâl C. 5, S. 2531.

[140] Kenz ül - Ummâl, C: 5, S: 2587.

[141] Buharî, Kitab El - Ahkâm, Bab: 7; Müslim Kitab El Emare, Bab: 3.

[142] Ebu Davûd, Kitab El Emare, Bab: 2.

[143]   Kenz ül - Ümmâl, C: 6, S: 206 .

[144] Kenz ül - Ümmâl, C: 6, S: 69. Şu hususta da kimse şüphe etmemelidir: İslamda hükümet işlerine istekli olmamak, lâzım iken nasıl olmuş da Hazret-i Yusuf kıssasında Hazret-i Yusuf, Mısır hükümdarından bir ma­kam istemişti. Fakat şunu da bilmek lâzımdır ki, hakikatte Hazret-i Yusuf herhangi bir İslâmi hükümet içinde ve İslâmi ülkede bulunmuyordu. Bir kâfir hükümette ve bir kâfir ülkedeydi. Sonra Yusuf Aleyhisselam, çok iyi biliyordu ki, padişahtan bu en büyük mevkii istediği zaman red edilme­yecektir. Eğer bu iktidarı ele geçirmek istemeseydi, kâfir kavmi de etkili bir şekilde hidayete davet etmek fırsatını ele geçirmiş olamıyacaktı. Dikkat edilirse Yusuf Aley­hisselâmın hangi niyetle teşebbüse geçtiği açık bir şekilde ortadadır. Burada özel bir durum vardır. Böy­le bir durum da İslâmın genel kaidesi olamaz. Böy­le bir kaidenin de İslâm düşüncesi ile bağdaşama­ya­cağı meydandadır.

[145] Mişkat, Bab El - İ'tisam bi'l - Kitab ve's – Sünne.

[146] Mişkat, Bab El - İ'tisam bi'l - Kitab ve's – Sünne.

[147] Mişkat, Bab El - İ'tisam bi'l - Kitab ve's – Sünne.

[148] Mişkat, Bab El - İ'tisam bi'l - Kitab ve's - Sünne.

[149] Müslim, Kitab El – imân, Bab: 20; Tirmizi, Ebvab El-Fiten, Bab: 12; Ebu Davud, Kitab El - Melâhim, Bab: 17; İbn-i Mâce, Ebvab El - Fiten, Bab: 20.

[150]             Müslim, Kitab El - İman, Bab: 20.

[151]             Ebu Davûd, Kitab El - Melâhim, Bab: 17. Tirmizi, Kitab El - Fiten, Bab: 12; Nese-i Kitab El – Bey-a, Bab: 36; İbn-i Mâce, Ebvab El - Fiten, Bab: 20.

[152]  Ebu Davûd, Kitab El - Melâhim, Bab: 17; Tirmizi, Ki-tab El – Fiten, Bab: 12.

[153]  Nese-i Kitab El – Bey-a, Bab: 34 - 35.

[154] Kenz ül Ummâl, C: 6, S: 297.

[155]             Kenz ül - Ummâl, C: 6, S: 309.

[156] El - Tabarî, Tarih El - Ümmem ve'l - Mulûk, C: 2, S: 618 El - Matbaat ül - istikame, Kahire, 1939.

[157] Bu işaret şu husus hakkındadır ki, Hazret-i Ömer Radıyallahu Taalâ anh, Sakife-i Benî Sâide meclisinde tesadüfen ayağa kalkarak, Hazret-i Ebu Bekir Radıyallahu Taalâ anh'ın ismini ortaya atıp bunun münasip olacağını bildirmişti. Hazret-î Ebu Bekirin elini kaldırarak, hemen teşekkür etmişti. Ebu Bekirin Halife olup olmayacağı hakkında daha önce müşavere edilmemişti Bu müşavere orada o esnada ve aniden olmuştu.

[158] Buharı, Kitab - ul - Muharibin, Bab: 16; Müsned-î Ahmed, C: 1, Hadis No: 391, Üçüncü baskı. Dârülmaarif matbaası, Mısır, 1949 Müsnedi Ahmed'in rivayetinde Hazret-i Ömer'in sözleri şöyle anlatılmıştır: "Bir kimse, müslü­manlarla müşavere etmeksizin herhangi bir emire biat ederse, ki, bu emire de kimse biat etmemiştir... yoksa bu şahıs için herhangi bir biat varsa, o da bu biata göre biat etmişse... Başka bir rivayette Hazret-i Ömer'in beyanı şöyledir: Her kimseye müşavere olmaksızın emir-lik tevcih edilirse, bu kimse için bu sebeple bu emîrliği kabul etmek helâl olmaz." İbn-i Hacer, Feth El - Bari, S: 125, Hayriye matbaası, Kahire, 1325 Hicri.

[159] Et - Taberî, C: 3, S: 292; İbn-i Esir, C: 3, S: 34 45, İdâretü't-tıbaat'il - mü­ni­riye, Mısır, 1356 H.

[160] Bu bahsin geçtiği eserler: İbn-i Kuteybe, El - İmâme ve's - Siyâse, C: l, S: 23, El - Futun matbaası, Mısır,1331 Hicrî.

[161] İbn-i Kuteybe, C: 1, S: 41.

[162] Et - Taberî, C. 3, S: 45.

[163]   Sünen-i Darimî, Bab El - Fütya ve mâ fiyhi min'eş-şidde.

[164] Kenz ül Ümmâl, C: 5, S: 2281 .

[165] İmâm Ebu Yûsuf, Kitab ül Harac, S: 25.

[166] Kemz ül - Ümmal C. 5, S. 2280 - 2285.

[167] İbn-i Kesir, El - Bidaye ve'n Nihâye C. 7. S. 134. Matbaat Es - Sâade, Mısır.

[168] Ebu Yûsuf, Kitab ül Harac, S. 117.

[169] İbn-i Ebi'l - Hadîd, Şerh-i Nehc ül - Belâğa C: l, S: 186 Darülkütüb El - Arabiye, Mısır. 1329 H.

[170] İbn-i Kuteybe, El - imame ve's – Siyase, C: l, S: 71.

[171] Taberî, C: 2, S: 450; İbni Hişam, Es Siyretünnebeviye C: 4. S: 311, Matbâa'i Mustafa El – Bâbî, Mısır, 1936; Kenz ül -Ümmâl, C: 5. Hadis: No: 2261 - 2264, 2268.

[172] İmâm Ebu Yûsuf, Kitab ül – Harac, S: 117.

[173]   Kenz ül - Ümmâl, C. 5. S. 2313 (88)    Et-Taberî C. 3, S. 273  .

[174]             Et-Taberî C. 3, S. 273 .

[175] Ebû Yûsuf, Kitâb ül - Harac, S: 115, Müsned-i Ebû Da-vud Et-Tayalisi, Hadis No: 55, İbn-il Esir, C: 3, S: 30, Et-Taberî, C: 3, S: 273

[176] Ebu Yusuf, Kitab ul - Harac, S: 116 .

[177] Beyhakî, Es - Sünen ül - Kübrâ, C: 1, S: 136, Daretü'l-maarif-i, Haydara­bad Matbaası, İlk tabı, 1355 Hicrî.

[178] A.g.e.

[179] Vefiyat ül - A'yan, C: 2, S: 168 Mektebet En – Nihzat El-Mısriyye, Kahire, 1948 .

[180] Bazı arap kabilelerinin adları

[181] Bazı arap kabilelerinin adları

[182] Et-Taberî, C: 2, S: 508 .

[183]   Et-Taberî, C: 2, S: 487.

[184] İbn-i Abdülbirr, El - İstî'âb, C: 2, S: 476, Dairetül ma-arif-i, Haydar-âbad baskısı, birinci bölüm.

[185] Et-Taberi, C: 3, S: 264

[186] İbn-i Kutaybe, El - imame ve's Siyâse, C: l, S. 25

[187] Et-Taberî, C: 3, S: 291.

[188]  Kenz 'ül - Ümmâl, C: 5, S: 2324.

[189] Kenz ül - Ümmâl, C: 5, S: 2374; Et-Taberî, C: 2, S: 449; İbn-i Abdül-berr, El - İsti'âb, C: 2, S: 689 .

[190] Tefsir-i İbn-i Kesir, Ebû Ya'Iâ'ya ve İbn-il Münzer'e istinaden, C: l, S: 467 .

[191] Er - Riyâd En-Nadra fî Menâkıb El - Aşere, lil Muhibb Et-Taberî C: 2, S: 56, Mısır baskısı; Siyretü Ömer İbn-il-Hattab, li - ibn-il Cevzî, S: 127.

[192]             Kenz ül - Ümmâl, C: 5. S: 2414.

[193]   El-Mebsût, Li-s-Sarahsî, C: 10 S: 125.

[194] Bu hususun şerhi için bak, bu kitap Bölüm. 8.

[195] (Tirmizî, Ebvab ül – Ahkâm; Ebû Dâvûd, Kitab ül-Akdiya).

[196]    Buradaki geciktirmekten iki maksat vardır. Birisi şudur ki, kadı (hâkini) meseleyi geciktirir ki, bu müddet zarfında başka bir (kadı) belki bu meseleye benzer bir mesele ile karşılaşır da bir hal şekli bulur. Neticeyi geciktiren kadı da bu vesile ile davayı karara bağlamış olur. İkincisi de bu kadı, meseleyi kendisi halletmez. Kendisinden daha elverişli başka bir kurul veya makama havale eder. O makam veya kurul da davayı karara bağlar. En-Nesâ'î; Kitabü Âdab-ül-Kuzât).

[197] Bu meselenin geniş ve etraflı olarak ele alındığı eser için, "Mürted kî sezâ İslâmî kanun meen: İslâm Kanununda mürtedin cezası" Mevlânâ Seyyid Ebuli-A'lâ Mevdûdî İslamic Pbl. Ltd. Lahor." bakmalı.

[198]    (Mütercimin notları) Deobend ve Brîle: Hind - Pakistanda iki meşhur İslâmî Üniversite: 1. Deobend: Zamanımızda, halen faaliyette bulunmakta ve Hanefî fıkhı üzerine çalışan bir yüksek medresedir. Hindistan'ın Sharanpur eyaletinde Deobend kasabasındadır. 15 Muharrem 128$ hicrî kamerî (1867) perşembe günü kurulmuştur. Merhum Mev-îânâ Muhammed Kasım, (vefatı 1297 Hicrî Kamerî 1881 Mila­dî) tarafından küçük bir medrese olarak kurulmuş, fakat zama­nımızda El-Ezher'den sonra islâm âleminin en büyük ilmî mües­sesesi ve en ileri üniversitesidir. Tahminen 3500 talebesi vardır. Bilhassa Hind - Pakistan ve Güney Asya için ulema yetiştn Bu sac rların yazarı "Mütercim" bu üniversiteden yetişen bir li değerli ulema ile tanışmak imkânını buldu. İlk "Sadr" rekl Mevlânâ Muhammed Yakûb idi. Sonra Mevlânâ Resid Ahmcd Kengûhî (vefatı 1323 Hicrî Kamerî : 1905), daha sonra Şeyh Hind lakabı ile anılan Meviânâ Mahmûd ul - Hasan (Birinci dünya savaşında halkı Türklere müzaharet göstermek yolunda kışkırtmak suçundan ingilizler tarafından Maltaya sürüldü ve 1920 de vefat etti. (Hak Taalâ rahmet eyleye) Onun devrinde Medrese en büyük şöhret sahibi oldu. Daha sonra Mevîânâ Şubbeyr Ahmed Osmanî (1949 da vefat etti), Onun yerine ikinci Şeyh ül -Hind lakabını almış bulunan Mevlânâ Hüseyin Ahmed Medenî 1950 de vefat etti) ve sonra Mevlânâ Ubeydullah Sindhî (1954 cie vefat etti) daha sonra Mevlânâ İ'zâz Ali ve ondan sonra Mev­lânâ Ahmed Ali (1962 de vefat etti). Zamanımızda Deobend "sadr" i Rektörü, Mevlânâ Kaari (hafız) Muhammed Tayyibdir, Yardımcısı ve ders emini Mevlânâ Şeyh ül - hadîs, FVtfıred-din Murâd - âbâdîdir. Deobend kasabanın nüfusu 30 bin kadar vo bu nüfus hep bu üniversitenin talebe, elemanları ve mensup­larından teşekkül eder. Bu üinversite sayesinde bu kasaba koca bir şehir olmuştur.

Deobend uleması sünnet ve hadise çok sıkı bağlıdırlar,

2. Brilâ: Zamanımızda halen faaliyette bulunan, meşhur İslâmı üniversitelerdendir. Ehemmiyet bakımından Deobenddef sonra gelir. Talebe bakımından da Deobendden azdır.

Kurucusu Brilâ eyaleti hükümdarı o zamanki tâbir ve unvanları ile Âlâ - hazret (Majeste) Ahmed Rızâ Han'dır. Alim bir zat olduğundan kendisine Mevlânâ Ala - Hazret Ahmed Rizâ han denir. Hükümdar olmakla beraber ilmü fadl bakımından sayılı âlimler meyanında ismi geçer. İslâmî ilimlerden maada riyaziye ve felekiyat ile de uğraşırdı. Bu ilimlerde de telifatı var­dır. 12 cildlik Fetaviyi Rezaviyeyi yazmıştır, Hanefî fıkhı, fetva­ları hakkındadır, Şair bir zat idi. Farsça, Arapça ve Orduca, şi­irler söyler, koca divanı vardır. 2 cildlik Kur'an-ı Kerim Tercüme ve Tefsiri vardır. Zatı risaletpenahilerinin na­atı şeriflerinde bir kaç dilde koca eserler de yazmıştır, İki defa hacca gitti. 25 Sa-fer 1340 hicrî Kameride vefat etti.

Brilâ'da kurmuş bulunduğu îslâmî üniversite, Hind - Pakte-îtan ve Güney Asya içiçn ulema yetiştirir.

Brilâ uleması, bazı tasavvuf! hususlarda: Meselâ; negir, miyaz, kaside okumak, evliya türbesini ziyaret ve evliya mutasavviflerin vefat günlerini hatırlamak, o günlerde merasim icra et­mek gibi hususlarda muhalefet etmez ve ehemmiyet verirler. Brila'nın çok muazzam bir kütüphanesi vardır.

(Mütercim Profesör Ali Genceli, her iki medreseyi ziyaret etmiştir.)

3. Ehl-i Hadis: Hind Pakistan ve İslâm ülkelerinin ço­ğunda yayılmış bulunan Ehl-i sünnete mensup bir fırkadırlar. Bunlar, hadis'e çok ehemmiyet verirler. Kıyas'ı zayif düşünürler, hatta hadisleri, hüküm istintaç eylemek hususunda hemen hemen Kur'anla aynı kıymette görürler. Bunlar, dört mezhebin dördüne de bağlılığı aynı derecede hesaba katarlar, îmam Şafiî ile îmam Ahmecl îbn-i Hanbel'in içtihadlarını, İmam-ı Azam ile imam Ma-likden üstün sayarlar. Hind - Pakistanda, bu fikrin ileri gelen beş âlimi Merhum Seyyid Ahmed Şehîddir. Bunların ileri gelenlerinden Merhum Nuvvâb Sıddık Hasan han Alim Nuvvâb (hüküm­dar) dır ki, kendisine Mevlânâ Sıddık Hasan han denir. Zamanımızda ileri gelen âlim Mevlânâ Senâullah Amritseri'dir. Bunların merkezi Lahor, Gucrânvale ve Layalpur (Pakistanda) dır. Her üç şehirde yüksek medreseleri ve darül ulumlan vardır.

(Mütercim ileri gelen Ehl-i hadis'den çok kimselerle görüşmüştür.)

[199]    Buraya kadar olan bütün yazılar, İslâmic Pbl. Ltd de neşredilmiş olan ve adalete tevcih edilmiş bulunan "Kadiyanî mes'ele — or us le ahlâkî, te­med­düni ör siyasî pehlû" : Kadiyanî meselesi — Bunların ahlâki, medenî ve siyasî cepheleri, isimli ki­taptan alındı.

[200]    Tercüman El - Kur'andan alındı. Cilt: 52 sayı: 2. Mayıs 1959.

Hazırlayıcı.

[201]    (Tercüman ül - Kur'an, Cilt 52, Sayı 2, Mayıs, 1959)

[202]    Tercüman ül - Kur'an Cilt: 51, Sayı: 1. Ekim 1961. den alındı. Hazırlayıcı

[203]    d ve h bahislerindeki sual ve cevaplar 27. Ekim. 1952 de Karaçi barosu tarafından gerçekleştirilen toplantıda bahsedilmişti. Hazırlayıcı

[204]    Tercüman ül - Kur'an, Şubat 1952 sayısından alındı.

Hazırlayıcı

[205]    Pakistan kurucusu ve ilk devlet başkanı Seyyid Muhammed Ali Cinnah'ın kız kardeşi.

[206]   Tercüman ül Kur'an, Ocak 1962

[207]   Tercüman ül - Kur'an, Receb – Şevval; 1363 Temmuz -Eylül 1944

[208]   Bu hususta Cemaatti îslâmî iki risale yayınlamıştır.

[209]   Tercüman ül - Kur'an, Zilkade - zilhicce 1363; Kasım, Aralık 1944 sayısından alındı.

[210]   Açhut: Hindular arasında yaşayan Gayrı Hindu azınlık, el sürülmez kimseler.

[211]   Hindu dinî esas kanunları. Mütercim

[212]   Gayrı Hindu, Hindu mezheplerine göre temizlenmeyen zümreye mensup. Mütercim

[213]   Hindu mezheperine göre, bir nevi dinî "mur­dar gibi bir şey". Mütercim

[214]   Bu mevzu kitap halinde neşredilmiştir. "Mürtedd kî seza - İslamî kanun meen." (İslâmî kanunda Mürtedd'in cezası) İslâmic Pbl. Ltd. Lahor.

[215]   Yani bu hareketin manası, İslâmiyete sarıldıktan sonra bile, az olsa dahi cahiliye nizamına temayül göstermekti.

[216] Tercüman El - Kur'an, cilt 57, sayı 1. Ekim 1961 sayı-sından alındı.

[217]   Tercüman El - Kur'an, Cilt: 59, Sayı 3, Eylül 1962 .

[218]  Malûmdur ki, şimdi Anayasayı tekrar gözden geçirmek yolu tutulmuştur. Anayasa ve kanun tefsiri hakkı Adliyeye mi yoksa teşri organına mı verilmelidir diye düşünülüyor.

[219] Tercüman ül Kur'an, Cilt: 60, Sayı: 3. Haziran 1963 den alındı.

[220] Tercüman ül - Kur'an, Cilt: 61, Sayı: 2. Kasım. 1963 "

[221] Bölüm: 7, müşavere bahsinin sonu. Mütercim

[222]    Esasen bu konu kendi başına, incelenmeğe değer bir mevzudur. Avrupa dü­şüncesi ne dereceye kadar İslâmî tâlimden müteessir olmuştur? Bu hususta profesör İlyas Ahmed merhumun kitabı (The Social Contract and the Islamic State) Ordı Pbl. House, ALLAH Abad, 1944 mütalâa edilirse faydalı olacaktır. (Hazırayıcı)

[223]    O zaman Birleşmiş Milletlerde 48 devlet üye idi. Bunlardan 8 i çekimser oy verdiler. Çekimser rey verenler arasında Rusya da vardı.

[224]    Medenî insanların kendi cinslerine karşı tutacakları muaşeret usulü hakkında bakınız: Hurşid Ahmed (Fanaticisim İntolerance and islâm) (Hazırlayıcı)

[225]    ALLAHın haram kıldığı bir kimseyi haksız yere öldürmeyiniz. Benî İsrail, 23 âyet-i kerimesine de bakılmalıdır.

[226] "İstekte bulunanların da yoksullların da, onların malları üzerinde, hakları vardır." (Ez – Zariyat: 19).

[227]    Firavun nizamını Kur'an-ı Kerim iptal eylemiş ve bu hususta şu gerçeği beyan etmiştir: "Firavun kendisini yer yüzünde büyük gördü. Ve halkı bölük bölük ayırdı ve bunlardan bir bölüğü zayıflattı."(El – Kasas: 4).

İçtimaî yaşayışta "alt - üst" denilen bir mefhum yoktur. Bunun gibi hâkim zümre ile mahkûm zümre diye de bir şey bulunmaz.

[228]    Daha fazla malumat almak için Kur'an-ı Kerimin şu âyetini gözönünde bulundurmak icab­eder: "Müsriflerin aşırı giden bozguncuların emirlerine itaat etmeyiniz." (Şûarâ: 151)

"Kendi zikrimizden kalbini gafil kıldığımız kimseye itaat etme." (Kehf: 28)

"Tağuttan kaçınınız." (Nahl: 36)

"İşte Ad (kavmi) bunlardı. Onlar Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O'nun Resullerine karşı da isyan yolunu tuttular. Herhangi bir inatçı zorbanın emrine de itaat ettiler." (Hud: 59)

[229]    Bu hususta geniş malumat için müellifin en yeni eseri olan Hilâfet or Mulukiyet: (Halifelik ve Saltanat) a bakınız. Tercüman ül - Kur'an (1964 - 1965) de yayınlandı.

Muhterem müellif Mevlânâ Mevdûdî sahib'in, bu eseri de yine Mütercim tarafından 1967 - 68 senesi hakkın'da dilimize çevrilmiş, Hilâl yayınları tarafından basılmaktadır. (Mütercim)

[230]    İmam Malik ve Muvatta'ya dayanarak.

[231]   "Halk arasında hakem olursamız adaletle hüküm veriniz." (Nisa: 58)

[232]   Daha geniş malumat almak için bak: Tefhim el –Kur'an Sûre-i Hücurat ve Tercüman ül - Kur'an. Haziran 1966

[233]   "Siz halk arasından ortaya çıkarılan en iyi ümmetsiniz ki, iyiliğe emr eder fenalıklardan men edersiniz." (Al-i İmran: 11)

[234]   "Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin. Bilmeksizin bir kavme kötülük edip, sonra pişman olmanız, mümkündür." (Hücurat: 6)

[235]    Ebu Davud, Kitab ül - Cihad

[236]    Ebu Davud, Kitab ül - Cihad

[237]    Kitab ül - Haraç, S: 35.

[238]    Bedayi Es - Sanayi, C: 7. S. 3

[239]    Kitab - ül - Haraç, S: 82 .

[240]    Feth ül - Kadir, C: 4, S: 359

[241]    Feth ül - Kadir, C: 4, S. 359 .

[242]    Bedayi, C: 7, S: 111 – 113; Feth ül - Kadir, C: 4. S: 73-372; Kitab ül – Ha­raç, S: 73.

[243]    Kitab ül – Haraç, S: 83

[244]  Bedayi, C: 7, S: 114 .

[245]   Burhan, Şerh-i Mevâhib Er - Rahman, C: 3, S: 287.

[246] Burhan, Cilt: 2, S: 282 .

[247] Durr-i Muhtar, C: 3, S: 203 .

[248]   Kitab ül - Harac, S: 208 – 209; El – Mebsût, C: 9, S: 57 - 58 . İmam Malik Rahmetullahi aleyh indinde zimmîler şarap muamelesinde olduğu gibi, zina muamelesinde de istisna edilmişlerdir. İmam Malik, Hazret-i Ali Radıyallahu anh ile Hazret-i Ömer Radıyallahu anh'ın hükümlerine istinaden bu neticeye varmaktadır. Zimmîlerin zina meselesi kendi milletleri arasında kendilerinin şahsi meseleleri olduğundan bu gibi cürümlere müsllümanlar karışmazlar. Yani zimmîler kendi şahsî kanunlarına göre muamele görürler.

[249]   El Mebsût, C: 13, S: 37 - 38.

[250]   Durer ül - Muhtar, .C: 3, S: 273.

[251]   Durer ül - Muhtar, C: 7, S: 112.

[252]   Bedayi, C: 7, S: 113; Feth ül – Kadir, S: 82381.

[253]   El - Mebsût, C: 5, S: 38 - 41.

[254] Müslüman şehirleri (Emsar ül - Müslimin) şer'î ıstılahta kullanılmıştır. Bu ıs­tılah o yerler için denilir ki, arazi müslümanların mülkiyetindedir. Orada İs­lâmî usul icra edilir ve İslâm işaretleri görülür. Meselâ, Cuma namazı gibi.

[255]   Şerhu'ls - siyer il - Kebir C: 3, S: 215.

[256] Bedayi, C: 7. S: 114; Şerhu's - siyer il - Kebîr, C: 3, S: 251

[257] Bedayi, C: 7, S: 11; Şerhu's - siyer il-Kebîr C: 3. S: 257.

[258] Kitab ül - Harac S: 82.

[259] Kitab ül - Harac, S: 8, 82 .

[260] Feth ül – beyan, C: 4, S: 93 .

[261] Kitab ül - Haraç, S: 9

[262] Kitabu'l Harac, S: 70

[263] Kitabu'l - Harac, S: 85

[264] Kitabu'l – Harac, S: 72; Feth ül – Kadir, C: 2. S. 373

[265]  Kitabu'l – Harac. S. 72; Feth ül – Kadir, C: 2, S: 373

[266] Feth ül – Buldan, Belâzüri, Avrupa baskısı, S: 129

[267] Kitab ül - Harac, S: 70; El - Mebsut C: 10 S: 81

[268]  Kitab ül - Harac, S. 70 . Burada vergi ödenmesinde nisabın son haddine varması şart değildir. Bu son ölçü haddi, zaman ve zemine göre değişir.

[269] Bu meselenin etraflı izahı için bak. Mebsût: C: 10. S: 78-79 . Hidâye, Kitab es – siyer, Fasl fî keyfiyeti kısmet i'l -ganaim ve bâb el – cizye;Feth ül - Kadîr, C: 4, S: 327 - 328 ve 369 - 370 . Dışarıdan bir hücuma maruz kalınırsa ve gayri -müslim vatandaşlar da müdafaaya katılmak isterlerse, onların bu teklifi kabul edilir. Fakat böyle bir durum olunca, o zaman cizye hakkı düşer. Burada şu açık gerçeği ortaya koymak faideden uzak değildir: Cizyenin sözü edilince gayri müslimler ürperip korkuyorlar. Bu mevzu bir zamanlar İslâm aleyhtarlarının propaganda vasıtası olmuştu. İslâm düşmanları, cizyeyi olduğundan başka türlü göstererek, müslümanları acaiplik ve zalimlikle suçlamışlardı. Hakikatte bu usulde hiçbir zaman korkacak ve çekinecek birşey yoktur. Cizye aslında, gayrı - müslimlerin dış tehlikelere karşı korunması ve muhafaza edilmesi karşılığında alınan bir çeşit ücrettir. Bu ücret de yalnız, kudret ve ödeme imkânına mâlik bulunan kimselerden alınabilir. Eğer böyle olmasaydı o zaman buna "cizye" adı verilmez "cereme" denirdi. Sonra müslümanlar da kudretleri dahilinde zekât vermek zorundadırlar. Zekât için sadece müslüman erkeği değil müslüman kadını da mükelleftir. Halbuki cizye kadınlardan alınmaz. Cizyenin şartları teferrüatiyle malumdur. Bunlar bilindikten sonra, nasıl olur da birisi kalkıp "cizye" ye "cereme" diyebilir. Hayrettir doğrusu!

[270] Kitab ül - Harac S: 111.

[271] Kitabu'l - Harac, S: 111.

[272]             Futuh ül -bildan, Avrupa baskısı. S. 132

[273] Futuh ül – Buldan, S: 156

[274] Belazurî. Futuh ül - Buldan. 156.

[275]    Tefhimu'l - Kur'an, C: 3, S: 234

[276]    Tefhimu'l - Kur'an, C: l, S: 119 - 120

[277]    Tefhimu'l - Kur'an, C: 1, S: 279

[278]    Tefhim ül - Kur'an, C: l, S: 279 .

[279]    Tefhim ül - Kur-an, C: l, S: 466 - 467

[280]    Tefhim ül - Kur'an, Cilt: l, S: 570 - 571 .

[281] Tefhim ül - Kur'an, Cilt: 3, S: 708 - 709.

[282] Tefhim üI - Kur'an, C: l, S: 319 - 320

[283] Tefhim ül - Kur'an, C: l, S: 196.

[284] Tefhim ül - Kur'an, Cilt: 4 . Sûre-i Şûra tefsiri; Tercüman ül - Kur'an. C: 3, Sayı l, Sahife: 29 - 33.

[285] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 564 - 567.

[286] Tefhim ül - Kur'an, C: l, S: 362 - 363 .

[287] Tefhim ül - Kur'an, C: 3, S: 524.

[288] Tefhim ül - Kur'an, C: 3, S: 23.

[289] Tefhim ül - Kur'an, C: 1. S: 466.

[290] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 608 - 617

[291] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 250 - 252.

[292] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 161 – 163.

[293] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 153 - 155.

[294] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 153.

[295] Tefhim ül - Kur'an, C: 2, S: 153.

[296] Bu makale 12 Eylül 1940 da İslâm Tarih ve Medeniyeti Encümeninin daveti üzerine Ali - Garh Üniversitesinde İstirci Hal'da okunmuştur.

[297]    Bu nazariye hakkında daha geniş malumat için bu kitabın daha evvelki bölümlerine bakınız.

[298]    Bu sual ve cevaplar Tercüman ül - Kur'anın Muharrem 1365: Aralık 1945 sayısında çıkmıştı. Bu mevzuyu Hint - Pakistan taksiminden önce anlamak daha kolay olurdu. (Hazırlayıcı)

[299]    Bu mektup ve cevabı da "Heme-gîr riyaset meen tahrîk-i İslâmî ka tarîk-i kâr": (Alemşümul hükümette İslâmî hareketin çalışma tarzı) adı altında ayrıca neşredildi).

[300]    Tercüman ül - Kur'an, Ramazan - Şevval 1364: Ekim Kasım 1945. (Hazırlayıcı)

[301]    Tercüman ül - Kur'an dan alındı. Zilkade 1367: Aralık 1948 .