Konu Başlığı: Cizye ve Haraç Tahsilinde Kolaylıklar Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Eylül 2010, 18:40:17 GAYR-İ MÜSLİMLERE CİZYE VE HARAÇ TAHSİLİNDE KOLAYLIKLAR Cizye ve haraç tahsilinde zimmîlere karşı sert davranmak ve şiddet göstermek menedilmiştir. Kendilerine karşı yumuşaklıkla muamele edilmesi lâzımdır. Tahammül edemiyecekleri nisbette kendilerine cizye ve haraç da yüklenmiyecektir. Hazret-i Ömer Radıyallahu Taalâ anh'in bu husustaki hükmü şudur: "Kudretleri yetmeyecek şeyleri onlara yüklemeyiniz."[259] Cizye yerine onların malları ve mülkleri satılmaz. Hazret-i Ali Radıyallahu Taalâ anh, valilerinden birine yazdığı emirnamede şöyle buyurmuştur: "Haraç için, onların eşekleri, inekleri, giyecekleri ve diğer şeyleri ellerinden alınıp satılamaz."[260] Yine Hazret-i Ali, bir ara zimmîler hakkında şu emri vermiştir: "Sıcaktan v e soğuktan kendilerini koruyacak olan elbiseleri, yemek yiyecek çanak ve çömlek takımları, onların hayvanları ve tarlalarını sürecekleri ve ekin ekecekleri şeyleri, katiyen haraç için ellerinden alınıp satılamaz. Bir dirhem (elli kuruş) almak için de kimse kendilerini dövemez. Evlerinden çıkarılmak gibi bir ceza da verilemez. Haraç için bir şeyler de alınamaz. Nitekim onlara hâkim (idareci) tayin edilen kimseler, yumuşaklıkla muamele etmelidir. Bizim hakkımız güzellikle alınmalıdır. Siz, eğer benim emrimin aksine hareket etmeğe kalkar ve ben de haber alamazsam, o zaman sizi benim yerime Hak Taalâ cezalandırır. Yok eğer bu gibi icraatınızı ben haber alırsam, o zaman da ben sizi azlederim."[261] Bu hükümden şu anlaşılıyor ki, cizye ve haraç tahsil etmek için zimmîlere şiddet gösterilmesi ve sert muamele edilmesi men edilmiş bulunuyor. Hazret-i Ömer Radıyallahu Taalâ anh, Şam valisi Ebû Ubeydeye bir ferman göndermişti. Bu fermanın hükümleri arasındas şu hususlar da vardı: "Müslümanları, onlara (zimmîlere) karşı zulm etmekten meneyle. Zarar vermesinler ve onların mallarını yemesinler. Ancak kanunî şekilde ve helâl olmak şartiyle." Hazret-i Ömer, Şam seferinde iken bir valinin zimmîlerden cizye almak için onları cezalandırdığını gördü. Ve şöyle buyurdu: "Onlara ceza veremez ve incitemezsin. Sen onlara eziyet edersen, elbette ki, Hak Taalâ da kıyamet günü sâna azap edecektir. Halka eziyet etme. Elbette ki, dünyada halka eziyet edene; Allah da kıyamet günü azap edecektir."[262] Hişam ibn-i Hakem, bir devlet memurunun cizye almak için bir Kıbti'yi (Eski Mısırlı) sıcakta ayakta beklettiğini gördü. Ona çıkışarak şu sözleri söyledi: "Sen Resulullah'ın şu sözünü bilmiyor musun? O yüce Nebî buyurdular ki: Allah Azze ve Celle, dünyada halka eziyet edenlere, kıyamette azab edecektir."[263] İslâm fukahası, cizye ve haracı ödemeyenler için, geçici bir zamana mahsus olmak üzere ve eziyet edilmeksizin tevkif edilmelerine hüküm vermişlerdir. İmam Ebu Yûsuf, Rahmetullahı aleyh bu mevzuyu şöyle aydınlatır: "Kendilerine yumuşaklık gösterilir ve borçlarını ödeyinceye kadar alıkonurlar."[264] Zimmîler içinde muhtaç ve fakir olanlar, cizyeden muaf tutulurlar. Bunlar yalnız cizyeden muaf tutulmakla kalmayıp, İslâmî hazineden de kendilerine maaş verilir. Hazret-i Halid Radıyallahu Taalâ anh, Hiyre halkına yazmış olduğu Eman - Namede şöyle yazmıştır: "Onlar için şöyle karar verdim ki, kendi içlerindeki ihtiyarlara, çalışamıyacak durunda olanlara, yahut da zengin iken fakir olanlara ve borcunu ödiyecek halde olmayanlara sadaka verilsin. Bunlar cizye ödemekten muaf tutularak çoluk çocuklarının geçimi için Beytülmal-den kendilerine vardım edilsin ve geçimleri için maaş bağlansın." Bir ara Hazret-i Ömer Radıyallahu Taalâ anh, sokakta dilenen yaşlı bir adam gördü. Bu şahsın niçin dilendiğini sordu. Zavallı adamın cizye vermek için dilendiğini öğrenince, son derece kızdı ve yaşlı adamı cizye vermekten muaf tuttuğu gibi ona maaş verilmesini kararlaştırarak Hazine âmirine şöyle bir emirname de yazdı: Allaha yemin ederim; asla insafa sığmaz ki, biz halkın gençlik zamanında, kendilerinden faydalanalım da, ihtiyarlık cağlarında kendilerini yüz üstü bırakıp böyle rezil vaziyette terk edelim.[265] Şam seferinde iken Hazret-i Ömer, bizzat kendisi özürlü zimmîlerin geçimi için maaş verilmesini kararlaştırdı. Bunlara yardım edilmesi için kararname de yazda.[266] Bir zimmî ölür ve cizye borcu kalırsa, yahut cizye borcundan bir kısmını verip bir miktar borçlu bulunursa, onun terekesinden (mirasından) cizye alınamaz. Veresesine (mirasçılarına) de bu borcu ödemek için bir şey yapılamaz. Varisler ölmüş kimsenin cizye borcunu ödemeleri için zorlanamaz. İmam Ebu Yûsuf bu hususta şöyle yazmıştır: "Bir zimmînin cizye borcu olursa ve bu borcu ödemeden önce ölürse, yahut da bir kısmı ödeyip de bir kısmını ödemeden ölürse, onun varislerinden bir şey istenemez ve terekesinden de bir şey alınamaz."[267] Ticaret Vergisi: Zimmîler de müslüman tüccarlar gibi ticaret vergisi öderler. Onların sermayeleri 200 dirhemi bulunca yahut 20 miskal (tahmini olarak 100 lira gümüş para) servet sahibi olurlarsa vergi öderler.[268] (70). Bu mevzuda fukahâ arasında ihtilaf vardır. Bazılarına göre zimmîler kazançlarının % 5 ni ticaret vergisi olarak öderler. Müslümanlar için bu miktar %2,5 tur. Fakat bu husus hiçbir nassa istinat etmez. Bu bir içtihat meselesidir. İçtihat edildiği vakit, zaman ve zeminin gereği gözönünde bulundurulmuştur. O zaman müslümanlar daha ziyade memleketin muhafazası ve diğer devlet işleriyle meşgul olduklarından ticaret daha ziyade zimmîlerin elinde bulunuyordu. Bu sebepten dolayı müslümanların da ticarete rağbet göstermelerini sağlamak maksadiyle bu ölçü konulmuştur. Askerî hizmetlerden muafiyet. Zimraîler askerî hizmetlerden muaf tutulmuşlardır. Düşmanlara karşı memleketin muhafazası yalnız müslümanların üzerindedir. Bu vazife müslümanlara farz kılın-mıştır. Böyle bir hükümet kurmuş olan halk onun muhafazasını elbette ki kendi üzerlerine almış olması gerekir. Fakat zimmîler de bu hükümeti korumak için, gönüllü olarak çarpışmaya katılmak isterlerse, bu istekleri kabul edilir. Ancak savaşta onlar da kendi usul ve kaidelerine ve inançlarına göre hareket ederler. Bu zümre, hükümetin ayakta tutunması için çalışmak ve çarpışmak isterse, o zaman kendileri, gönüllü ve ücretli asker (Mercenaries) durumuna girmiş olurlar ve bu sıfatla çarpışırlar. Fakat yine İslâmın ahlâkî kaidelerine bağlı bulunmaları şarttır. Bunun için İslam, zimmîleri askerî hizmetlerden muaf tutmuştur. Ancak memleketin ve hükümetin korunması için kendilerinden iştirak hakkı olarak bir hisse alınır. Onların ödeyecekleri bu hisse hakikatte cizyenin bir cüz'üdür. Sadece itaat için ödenen cizyeden ayrıdır. Ödenecek olan bu hisse askerlik işine bedel mahiyetindedir. Memleketin korunması için ödenen bir iştirak hakkıdır. Nitekim cizye de yalnız muharip yani savaşabilen kimselerden alınmaktadır, Müslümanlar da zimmîleri korumaktan âciz bir duruma düşerlerse, o zaman aldıkları cizye ve bedelleri geri vermeleri icap eder.[269] Yermuk muharebesinde Rumlar, müslümanların karşısına çok sayıda bir ordu çıkarmışlardı. Müslümanlarda Şam civarında, fethetmiş oldukları yerlerin hemen hemen hepsini bırakıp kuvvetlerini bir yerde toplamışlardı. Müslüman orduları kumandanı Hazret-i Ebu Ubeyde Radıyallahu Taalâ anh, kendi emri altında bulunan subay ve memurlara şu emri verdi: Şimdi siz, onları muhafaza etmekten ve korumaktan âciz durumdasınız. Bunun için şimdiye kadar, onları koruma ücreti olarak almış olduklarımızı geri vermemiz icap eder.[270] Bu emir gereğince, emirler ve memurlar, halktan toplamış bulundukları cizye ve haraç paralarını geri verdiler. Belazurî, bu hususta, sabık zimmîlerin teessürlerini kitabında söyle ifade eder: "Müslümanlar, Humus halkından almış bulundukları cizye ve haracı defterlere bakarak geri vermek istedikleri zaman, Humus halkı toplanarak ağız birliği ile şöyle dediler: Sizin hükümetiniz adalet sever bir hükümettir. Zulme uğramaktansa, size bu parayı ödemek, bizim için daha sevimlidir. Şimdi biz de sizinle burada dövüşeceğiz. Savaşarak mağlup olup dağılıncaya kadar Hirakıl "Herakliyos" un adamlarını şehrimize sokmayacağız."[271] İslâm Fukahâsının Zimmileri himaye etmesi İslâmın başlangıcında ve ilk devresinde gayrı - müslim zimmi reayanın hukuk ve vecibelerini anlatan kanunların teferruatı etraflıca anlatıldı. Şimdi, Hülefa-i Raşidin'den sonraki padişahlık devrinde bu zümreye nasıl muamele edildiğine bakabiliriz. Bunlara haksızlık yapıldığı zamanlar, İslâm fukahasının bu yanlış tasarruflara karşı nasıl direndiğini, ittifakla zimmilerin haklarının korunması için nasıl ayaklandıklarını ve onları nasıl koruduklarını tetkik edelim. Meşhur ve herkes tarafından bilinen tarihî bir vak'a vardır. Emevî halifesi Velid ibn-i Abdülmelik, Şam'da (Dimeşk) Yuhannâ kilisesini zorla ve cebren zimmî hıristiyanların ellerinden alarak camiye çevirmişti. Sonra Hazret-i Ömer ibn-i Abdülaziz Rahmetullah aleyh, hilafet makamına seçilince, Hıristiyanlar gelip şikâyette bulundular ve kendilerinin vaktiyle kiliseleri ellerinden alınmış olup camiye çevrildiğini bildirdiler. O zaman Hazret-i Ömeri Sanî, Şam valisine şöyle bir emir yazdı: "Cami, kilise arazisinden ne kadar yer almış ise o kadar yer oradan ayırıp veriniz. Hıristiyanlar kendilerine kilise yapsınlar ve orasını kendilerine bırakınız."[272] Velid ibn-i Yezid, Rûmîlerin hücuma geçmesinden korktuğu için Kıbrıs zimmilerini yer ve yurtlarından çıkarıp tehcir ettiği zaman bu yer değiştirmenin tedbir mahiyetinde olduğunu halka bildirdi. Bu hususta İsma'il ibn-i Ayyaş şu bilgiyi verir: "Müslümanlar bu vaziyetten üzüldüklerini açığa vurdular. Fukaha da bu işin günah olduğuna kani olduklarını bildirdiler. Fakat sonradan Yezid ibn-i Velid halifelik makamına geçince Kıbrıs zimmilerini yerlerine geri gönderdi. Müslümanlar bu işi memnuniyetle karşıladılar. Onun yaptığı bu işi, adalet ve insafa uygun buldular."[273] Belazuri'nin beyanına göre, bir ara. Cebel-i Lübnan sakinlerinden bir zümre ayaklanmıştı. Salih ibn-i Ali ibn-i Abdullah, onları bastırmak için memur edildi. O da bir ordu ile Lübnanlıların üzerine saldırıp, erkeklerini katletti. Diğerlerini de tehcir ettirdi. Bunlardan bir cemaatı bir tarafa yerleştirdi. İmam Evzâ'î o zaman hayatta idi. Bu imam Salih'in zulmünü haber alarak, ağır bir mektup yazdı. Mektup şu satırları ihtiva etmektedir: "Cebel-i Lübnanın ehl-i zimmesinin tehcir edildiklerini elbette biliyorsunuz. Onların arasında elbette ki, birçok kimseler ayaklanmaya iştirak etmiş değildi. Böyle olduğu halde, bazıları öldürülüp, bazıları da tehcir edilmişlerdir. Ben şunu anlamıyorum ki, bazı muayyen şahısların suçu için umum halka nasıl ceza verilebilir? Bu ceza için de bunlar nasıl evlerinden çıkarılıp yerlerinden ve yurtlarından edilirler? Halbuki Allahu Taalâ'nın hükmü şöyledir: "Kimsenin suçu başka bir kimseye yüklenmez," Bu hüküm icrası gereken bir hükümdür. Size en iyi nasihat sudur ki, Allah Resulünün şu işaretini gözönünde bulundurasınız: "Her kim anlaşma yapmış olan (Muahid) birisine zulmederse ve ona karşı zulüm yolunu tutarsa, ben kendim ondan davacı olacağım ve ben kendim onu şikâyet edeceğim."[274] Bu gibi sayısız tarihî misaller elimizdedir. Bunlardan anlaşılıyor ki, İslâm Uleması her zaman zimme ehlinin hak ve hukukunu gözetmişlerdir. İster herhangi bir emir yahut da herhangi bir padişah olsun, zimme ehline zulmetti mi İslâmî kanuna bağlı bulunan ve bu kanunları koruyan müslümanlar, bu gibi kimselerin yaptıklarını hoş görmemişler ve kendilerine karşı mücadele etmişlerdir. Konu Başlığı: Ynt: Cizye ve Haraç Tahsilinde Kolaylıklar Gönderen: Halis_52 üzerinde 22 Eylül 2010, 23:59:54 Pek de güzel omuş Allah Razı Olsun Kardeşim...
Konu Başlığı: Ynt: Cizye ve Haraç Tahsilinde Kolaylıklar Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Eylül 2010, 00:28:04 Pek de güzel omuş ALLAH Razı Olsun Kardeşim... Ecmain olsun inş'ALLAH.. |