> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Çeşitli Konularda Eserler > İslamda Hükümet > Cahiliye Taassubu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Cahiliye Taassubu  (Okunma Sayısı 1556 defa)
30 Eylül 2010, 08:48:12
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 30 Eylül 2010, 08:48:12 »



Cahiliye Taassubu

Bu şekilde kurulmuş bulunan Milliyetlerin "taassubu" meydana çıkarmış olmasıfıtratının bir gereğidir. Bir millet, bir kavim, diğer millet ve diğer kavme karşı yabancılık hissi ile bizden değildir diye nefret besler, onlara karşı muhalefete kalkar. Nefret hissi beslemenin ve muhalefe­tin sebepleri nedir? Burada hak, sadakat, temiz insan olma, namuslu bulunma, adalet sahibi olma ve bunlar gi bi şeylerin işin içinde yeri yoktur. Ancak ve ancak şu var­dır: Meselâ bir kimsenin rengi siyahtır, bu kimse beyazın indinde hakir görülmeye lâyık ve bu yüzden aşağı ol­maya mahkûmdur. Yahut birisi Asyalıdır. Avrupalı bu adama karşı nefret hissi besler; ona karşı her türlü zulmü reva görür; yaptığı haksızlıkları meşru görür. Meşhur Einstein, ünlü bir âlim olmasına ve zamanımızda dün­yada eşine az rastlanan kimselerden bulunmasına rağ­men, sırf Yahudi ve İsrail kavmindendir diye Almanyada kendisine insanlık haysiyet ve şerefine yakışmayan mu­ameleler yapıldı. Taşkidi[61] bir habeşi zenci ve siyah kimse olduğundan kendisine nasıl bir muamele yapıldığını biliyoruz. Medeniyetin merkezi diye tanınan Amerika'da, zencilere yapılan zulümlerin derecesi karanlık çağları pek aratmamaktadır. Orada medeni Amerikalı bir cenciyi yakala­yıp canlı canlı yakabilir. Zenciler beyazların evine giremez. İstedikleri caddelerde çoğu zanan yürüyemezler. Eğitimden istifade edemezler. İnsan haklarının birçoğundan mahrumdurlar.

Bir Almanın Alman olması, bir Fransızın da sadece Fransız olması, birbirleriyle düşman olmaları için yeterli bir sebeptir. Bunların her birinin iyilikleri, güzellikleri, di­ğer tarafın gözünde daima kötülük ve çirkinlik olarak gö­rünür. Afganlıların sadece Afganlı olmaları ve Suriyede Şam halkının Arap olmaları, İngiliz ve Fransız uçaklarının bu zavallıların kafalarına bomba yağdırma hakkı ver­mektedir. Geri kalmış milletlerin şehirlerini ve memleket­lerini tahrip etmek ve bir harabeye çevirmek ileri (!) memleketlerce tabiî bir hadisedir. Ve yine sömürgeler­deki katliam hareketleri ihtiyar tarihin yüzünü adamakıllı kızartmıştır. Bu arada Avrupalıların karşılıklı olarak, şe­hirlerini yerle bir edecek derecede viraneye çevirmeleri, kendilerine milliyet prensibinin neye mal olduğunu çok kat'î bir şekilde göstermektedir.

Hülâsa olarak diyebiliriz ki, bu cins imtiyazlar, inraf ettiğine göre, Avrupalılar edepsizliği son haddine vardır­mışlardı. Sonra şu zavallı Taşkidiye, sen Avrupalılarla yerlileri aynı şehilde yargıladın, diye yapılmadık kötülük bırakılmadı. İngiltere hükümeti ile aralarında bulunan anlaşma gereğince, Avrupalı zevatı kiram ile yerli halk arasında bir fark gözetilecek diye de bir madde konma­mıştı. Fakat bu zavallı sadece siyah renkli insan oldu­ğundan kendisine bu eza ve cefa reva görülmüştürsafı ve hakkı tanıyan gözleri kör edip, insanı dalaletin karanlı­ğına bırakmıştır. Bu yüzden de insanlığın alemşümül ahlak, şeref, namus gibi bütün manevî güzellikleri, bu şekilde zehirlenmiş ve milliyetlerin içinde yok olup gitmiş­tir. Bu faziletlerin ortadan kalkmasiyle, adalet yerine zu­lüm, doğruluk yerine eğrilik, doğru yerine yalan, şeref yerine alçaklık yükseltilmiş oldu.

Acaba liyakatsiz, kötü, pis ve şirret bir kimseyi, liya­katli, iyi, temiz ve namuslu bir insana tercih etmekten daha feci, bundan daha korkunç bir zihniyet tasavvur edilebilir mi? Çünkü kötü kimse sırf milliyeti itibariyle iyi olarak kabul edilmektedir... Siyah ise aaaslında iyi olduğu halde kötü olarak damgalanmıştır. Birincisi tesadüf eseri, Avrupanın bir dağında doğmuştur. İkincisi ise yine tesa­düf eseri olarak Asyanın bir şehrinde dünyaya gelmiştir. Birincisinin konuştuğu dil, ikincisinin konuştuğu dilden ayrı bir dildir. Birincisi bu hükümetin yebaasıdır, ikincisi bu hükümetin tebaası değildir. Acaba vücud derisinin rengi, ruh temizliğinin üzerinde bir tesiri varmıdır? Derinin siyahlığı, ruhu da karartmaya muktedir midir? Bu nasıl bir iştir? Acaba denizlerin, dağların, ovaların ve nehirlerin insan ahlâkı ve vasıfları üzerinde bir tesiri mi vardır? Na­sıl olur da aklı başında bulunan ve beyni işleyen bir in­san, doğuda hak olan bir şeyi batıda bâtıl olarak kabul eder? Nasıl olur da bir kalbi selim, bir temiz yürek, iyilik, şeref, namus, ve insanlık vasfını bir tarafa bırakır da, bunların yerine damarlardaki kanın rengini konuşulan dili, toprak ve memleketi, insanî meziyetlerin ölçülmesinde bir ölçü olarak tanır?

Bugünkü milliyet teşekkülünün ve millî bütünlük bi­nasının nelerin üzerine kurulduğunu bir parça düşünelim. Ve bu mevzuyu garaktiği şekilde inceleyelim. Söz konusu edilen milliyet esasları acaba gerçek üzerine mi, yoksa bir hayal ve serap üzerine mi kurulmuştur?

Bu görüşün dayandığı temellerin sağlamlık veya çü­rüklük derecesi nedir?

İlk önce ırkçılık üzerinde duralım. Irkçılık ne demek­tir? Irkçılık üzerine kurulmuş bulunan milliyet sağlam bir kaideye oturtulmuş olabilir mi? Bu görüş ilk önce bir kan gurubu ortaklığı esasından harekete geçmiştir. Ve bu fikrin başlangıç noktasını da baba ve annenin spermi oluşturmaktadır. Bu su­retle insanların kan gurupları meydana gelmiştir. Bu spermler çoğalınca aileler oluş­turmaktadır. Sonra kabileler aşiretler ve daha sonra ırk meydana çıkar. Bu şekilde insan soy ve sopunu düşüne­rek daha gerilere giderek ırkçılık sevdasına saplanır ve kendi ırkını en yüksek bir ırk olarak görmeye başlar. Bi­raz daha da uzaklara daha geri zamanlara gidersek gö­receğiz ki, irsiyet ve ırkçılığın temeli ve ,kökü tamamen çürüktür. Zira bu hususta biraz daha düşündüğümüz takdirde, insanlık denizine çeşitli ırklara ait kan ırmakları­nın aktığını tesbit etmiş oluruz. Acaba bu ırk denizine akan kanlar veya ırkların asıl kaynağı nerededir? Ne olursa olsun bunların arasında saf ve temiz kalmış ve başka kanlar ve ırk­larla karışmamış olan bir saf ırk bulu­nabilir mi? Daha geri zamanları düşündükçe bunların hepsinin kaynağının aynı ve bir olduğunu da hesaba katmak garakir. Buna rağmen, yine de ırkçılar bu karışık­lık ve kanı hesaba katmayarak yine nesil ve ırk esası üzerine milliyet fikrini kurmak isterler. Bunları bir birlik sebebi olarak ortaya atarlar. Şurasını bildikleri halde — bütün insanların babası ve annesi birdir. — yine de bu çürük nazariyenin peşine takılırlar. Nasıl olmuş da bütün insanlar bir babadan ve bir anneden türedikleri halde ayrı ayrı ırklara bölünmüşlerdir? Bu noktayı hiçbir zaman dü­şünmezler. Bütün insanların asıl soylarının bir ve aynı olduğunu da hesaba katamazlar. İnsanlığı muhtelif ne­sillere, soylara ve ırklara bölmek istiyorlar; fakat onlar daha ileriye ve daha eskiye gitmek yolunu tutmuyor, in­sanlık ırkının daha eski zamanlarda araştırmasına ya­naşmıyorlar. Hatta insanların ırk bakımından hepsinin de bir ve aynı ırktan geldiğini de göz­önün­de bulundurmak zahmetine bile katlanmak yolunu tutmuyorlar. Madem ki insanların nesli nesebi, aslı faslı birdir, o halde bu Ârîlik bu Sâmilik ne demek oluyor? Bu hususu derinliğine dü­şünmüyorlar...

Ülke ve memleket birliği fikri de hakikat noktayı na­zarından tamamen ve büsbütün hakikatte olmayan bir şeydir. Bunun da aslı faslı, bütünüyle gerçeği çürük ve sun'îdir. İnsanın doğduğu yer, olsa olsa bir metre kare kadar bir şeydir. Bundan fazla bir yer değildir. Acaba insan bu bir metrelik yeri mi kendisine vatan ve yurt bil­mesi lâzımdır? O zaman bu kaideyi gözönünde tutarsak hangi memleket, vatan ve yurt olmaz ki... Bu şekilde olsa olsa ancak bu bir metrelik yer vatan olmalıdır. Halbuki bu zavallı kendisine vatan olarak bazan bir kaç, yüz veya bir kaç bin ve milyon metre kareyi kendine vatan biliyor. Aklınca bir hudud çizerek burası benim vatanımdır diyor. Aklında çizdiği bu hududun haricindeki yerleri hiç bir za­man hiçbir surette kendisine vatan ve yurt diye düşün­müyor ve o çizdiği hududun dışı ile alâkası olmuyor. İşte bu da, dar görüşün kısa bakışır bir neticesidir. Bunun neticesinde yeryüzünün bütünü vatan olabilmek vasfını kaybediyor. Bu zavallıya bütün yeryüzünün vatan olma­sına ne endel vardır? Bu düşünceden mahrum olan in­san, bir metre karede doğmuş olduğu halde, bu kadarcık bir yeri genişleterek binlerce mil kareye kadar çıkararak, burası benim vatanımdır dediğini görüyoruz. Bu yer biraz daha genişlerse, acaba bütün arz küresi bu adamın va­tanı olmıyacak mıdır? Eğer insan, bir parça şu dar gö­rüşten kendini kurtarabildiği zaman görecektir ki, yanlış inancının ayırıcı hudud diye tayin ettiği dağlar, ovalar, denizler, nehirler ve sairenin. arkasındaki yerlerle, vata­nım dediği yerler arasında hiç bir fark yoktur. Diğer bütün ülkeler de kendi barındığı toprak gibidir. Her ülke, yeryü­zünün birer parçasından başka bir şey değildir. Şimdi hangi sebeple ve neye dayanarak, denizleri, dağları, ovaları, nehirleri, hususî bir maksada bağlı olarak ayıra­bilmek hakkını kazanmışoluyorlar? "Ben yeryüzünün sakiniyim, bütün arz kürresi de benim vatanımdır" şek­linde bir itiraf herhalde gerçeğe en yakın bir söz olsa gerektir. Ve bu söz şu şekilde devam etmelidir: İnsanlar, hep bu yeryüzünün, yerleşim yeri olan dörtte bir bölü­münde otururlar. Benim vatanım da şu dörtte bir yerleşim yeri olan bölümdür. Bu yer küresinin dörtte birinde otu­ran, yaşayan barınan ve geçinen insanların hepsi de benim vatandaşlarımdır. Bu gezegen üzerindeki insanla­rın hepsi de hukuk bakımından benimle aynı hak ve hu­kuka sahiptirler. Ben nasıl yeryüzünde bir metre karelik bir yerde doğdumsa, onlar da benim gibi bir metre bir yerde doğmuşlardır.

Dil birliği bahsine gelince: Halk toplulukları ayrı ayrı dilleri konuşurlar. Bu dil ile birbirlerine fikirlerini anlatırlar. Ayrı diller, halk topluluklarını biribirine daha çok yabancı etmiştir. Bir dili konuşanlar kendilerini diğerlerine nazaran birbirlerine daha yakın hissederler. Fakat konuşulan dilin aynı oluşu, hiçbir zaman fikir birliği...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Cahiliye Taassubu
« Posted on: 24 Nisan 2024, 01:39:19 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Cahiliye Taassubu rüya tabiri,Cahiliye Taassubu mekke canlı, Cahiliye Taassubu kabe canlı yayın, Cahiliye Taassubu Üç boyutlu kuran oku Cahiliye Taassubu kuran ı kerim, Cahiliye Taassubu peygamber kıssaları,Cahiliye Taassubu ilitam ders soruları, Cahiliye Taassubuönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes