> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Çeşitli Konularda Eserler > İslamda Hükümet > İslâmi Yaşayış Tasavvuru
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslâmi Yaşayış Tasavvuru  (Okunma Sayısı 905 defa)
01 Ekim 2010, 15:01:44
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 01 Ekim 2010, 15:01:44 »




İslâmi Yaşayış Tasavvuru

Kur'an-ı Kerim'in dünyamızla ilgili insan yaşayışının doğru nazariyesine ait etraflı ve konuyu tam bir ele alma şu âyet-i kerimede bulunmaktadır:

"Allah, müminlerin canlarını ve matlarını, kendilerine verilecek olan cennet mukabilinde satın almıştır. (Bu müminler) Allah yolunda savaşırlar, ölürler de öldürürler de... Bu Tevratta da, İncilde de, Kur'anda da hak olarak vâdedilmiştir. Allah'dan ziyade ahdine vefa eden kimdir? (Ey müminler) yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. Bu, en büyük saadettir." (Tevbe: 111) Burada iman hakkında, Allah'la kul arasında böyle bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşma Kur'an-ı Kerim'de "bey": (alış veriş) tâbiri ile ifade edilmiştir. Bu tâbirden anlaşılıyor ki, iman denilen mefhum sadece bir mabaddettabia: Tabiat üstü (Ulturanature) bir akide değildir. Hakikatte ve as­lında iman bir anlaşma ve bir alış veriş meselesidir. Bu anlaşma ve bu alış veriş ile, kul kendi nefsini, kendi ma­lını, kendi canını Allahu Taalâ'ya kendi eliyle satmış olur. Bu alış verişi kabul eden Hak Taalâ da kabul ettiği satışın bedeli ve mukabili olarak bu kulu öldükten sonra, yâni bu kulun ikinci yaşayışında cennete götürüp, bu kuluna cen­neti verir.

Şimdi bu mühim konuyu aslına uygun şekilde anla­tabilmek için, ilk önce bu alış, veriş meselesinin mahiye­tini izah etmek ve bu alış verişin içinde anlaşılmayan noktaları açıklamak lâzımdır. Tam manasıyla izah edil­medikçe bununfikirlere ve düşüncelere aslî mânasiyle işlenmesi son derece zor olacaktır.

Bu gerçek, esas olarak nereye taallûk eder ve hangi hususlarla alâkalıdır? Zira insana verilen canın da malın da hakikî mâliki yine Allahu Taalâ'dır. Elbetteki canın, malın, insanın ve her şeyin yaratıcısı yine Allahu Taalâ'dır. İster, kendi indinde bulunsun, isterse bağışla­yıp vermiş olsun, bunların üzerinde tam bir tasarruf hak­kına sahip bulunan yine de Allahu Taalâ'dır. Durum böyle olunca bu alış verişin mânası ne demek olur? Böyle bir alış veriş olur mu diye artık soru sorulamaz. Allahu Taalâ'nın karşısında ne insan bir şeydir, ne de herhangi bir şey Hak Taalâ'nın mülkiyetinden çıkamaz ki, Hak Taalâ dönüp de bunu yeniden satın almış olsun.

Fakat insan için bir şey daha vardır. O da Hak Taalâ'nın insana vermiş bulunduğu bir irade ve muhtari­yet konusudur. Yâni insan için tanınmış bulunan intihap (seçme hakkı) ve iradesinde serbest olma keyfiyetidir. (Free Will and freedom of Cholce).

Bu şeçme hakkı olunca, hakikatte işin aslı değişmez. Ancak insan seçme hakkına sahip olunca, istediği bir şeyi kabul eder, yahut da reddedebilir. Başka bir tâbirle bu muhtariyetin seçme hakkının mânası, insan hakikatte kendi nefsine, kendi zihnine ve cismî kuvvetlerine ve bu dünyada bunlar için elde ettiği iktidarlara tamamen mâ­liktir ve istediğini yapabilir tarzında anlaşılması lâzım gelir. Bu gibi şeyleri istediği gibi kullanma hakkı da tam olarak insana verilmiştir. Bu hususlardaki serbestiyetin belli bir hududu vardır. Hak Taalâ tarafından mecbur edilmeksizin, zorlanmaksızın, insan kendisi kendi şahsını bu kuvvetlerin sahibi kılmağa kalkışır ve zanneder ki, artık kendisinin Hak Taalâ'ya ihtiyacı yoktur. İnsanın kendisi şu ufak muhtariyet ile Cenab-ı Hak'ka ait kuvvet­lere sahip olmayı bile aklından geçirir.

İşte alış-veriş meselesinin cereyan ettiği nokta da burasıdır. İnsanda bulunan bu şeyleri Hak Taalâ satın almak istiyor gibi bir düşünce de doğru bir mâna taşımaz. Belki bu alış verişin sahih ve doğru şekli şudur ki, Hak Taalâ'nın insan kendisinebıraktığı bu şeyleri, insan tam bir emânetle muhafaza etsin; hiyânet ve emniyeti suistimal etmeye yeltenmesin. Çünkü insana her iki yol­dan birini tutmak hususunda serbestlik tanınmıştır. Bu hususta istenen şeyleri, insan kendi rızası ve gönlü ile — mecburiyetle değil — vermeye hazır olsun. Benim elimde bulunan şey benimdir demesin. Kendisinin elinde bulu­nanlar hususunda hak sahibi olduğunu farzetmesin. Belki emanetçi olduğunu bu tasarrufun da emanet çilikten üeri geçmediğini kabul etsin diye ikazlara mâruz kalmıştır. Kendisine kısa bir müddet için verilmiş bulu­nan cüzi kat­lara kapılıp da, hdyânet edebilmek serbes­tisini de kul­lanmaktan sarfı nazar etsin diye doğru yola davet edil­mektedir.

Bu şekilde, dünya hayatında insanın elinde bulunan bu arızî muhtariyeti de — ki bu muhtariyet insanın ken­disinin kendisine vermiş olduğu muhtariyet değil de Hak Taalâ tarafından verilmiş olan bir muhtpiyettir. — Hak Taalâ'nın ihsan ettiği bu muhtariyeti, insanın kendi eliy­le tekrar Hak Taalâ'ya satmasını yâni O'na bırakmasını talep etmektedir. Bunun karşılığı ve bedeli olarak da in­sana ebedî yaşayışta cennet vaadedilmiştir. Bu alış - ve­rişin bedeli ebedî âlemde cennet olarak ödeneceği buyu-rulmuştur.

Hak Taalâ ile bu alış - verişi yapmış olan insan da alış - verişi yapıp muameleyi bitirince mü'min olur. ima­nın ikinci bir ismi de bu alış - verişi yapıp bitirmektir. Bu alış - verişi yajpmayan, bu muameleye yanaşmayan, yahut da alış - verişi yaptıktan sonra muamelenin şartla­rını bozan, söz verdikten sonra, alış - verişin bozulacağı bir hareket takîbeden kimse de kafir olur. Küfür de bu alış - verişe yanaşmamanın yahut da bozmanın başka bir ismidir.

Bu alış - verişin mânasını anladıktan sonra, şimdi de bu alış - verişe taalluk eden teferruata geçelim. Bunları tahlil etmeğe çalışalım:

1. Bu alış - verişte, Hak Taalâ insanı çok büyük iki imtihana çekmektedir. Birinci imtihan şudur: insan ser­best bırakılmış olunca, bu serbestlik içinde kendi kıy­me­tini takdir edip etmediği, Dünya hayatına kapılıp ebedî Mâliki'ni tanıyıp tanımadığını, Kendisini yaratan •Hâl'kine sadakat göstermeyip nankörlük mü ediyor?

İkinci imtihan da şudur: İnsan kendi Allah'ına ne ka­dar güveniyor, O'na ne dereceye kadar itimat ediyor? Çünkü bu alış - verişte verilecek olan bedel, nakit ve pe­şin değil veresiyedir. Ancak öldükten ve dünyayı değiştir­dikten sonra insan bu bedeli elde edebilecektir. Bu bedeli ödemeyi de Allahu Taalâ vaad ediyor. Buna mukabil, insan bu günkü serbestliğinin tadını tadmıştır; ve bu muhtariyet dolayısiyle elde ettiği kolaylığı terketmek is­temez.

2. Dünyadaki bütün İslâm toplulukları hep Fıkhi ka­nunlarla hareket ederler. Bunun için, bu kanunlara göre, bazı akidelere imân etmek icabeder. Hem iman etmek, hem de söz vermek lâzımdır. Böyle bir imana sahip olan kimseye — hiç bir Şeriat Kadısı (Şeriat üzerine hüküm veren hâkim) herhangi bir açık ve kesin delil ile sabit olmadıkça, "Sen gayrı - Müslimsin, İslâm camiasının haricine çıktın" diyerek hüküm veremez. Bu hak hiçbir hâkime ve hiçbir kimseye verilmemiştir. Hattâ, "senin verdiğin şu ikrar da yalandır" diye de söyliyemez. Ancak bu imanın muteber olup olmadığı yalnız Allah indindedir. Bu meselenin hakikati şudur: Kul düşünce ve amel'in her İkisinde de kendi serbestliğini ve muhtariyetini Allahu Taalâ'nın eline teslim eder. O'nun hakkı olan hakikî mül­kiyetin de, bu kul gerçekte kendisine ait olmadığını bilir ve bu mâliklik iddiasını bir tarafa bırakır ve gerçek bir kul olur.

3. Herhangi bir kimse, İslâm kelimesine söz verip, oruç, namaz ve diğer İslâmî hükümler ve emirlere de bağlı olursa, fakat onun vücudu ve ruhu, onun fikrî ve cismi kuvvetleri kendi malını, vesilelerini, kaynaklarını ve imkânlarını kendi elinde tutmak ister ve kendisini bunların gerçek mâliki ve tasarruf sahibi kabul ederse, — esas bakımından tasarruf etmekte serbest olmakla beraber — bunların kendisine ait olduğunu düşünürse, o zaman bu dünyada mümin ve iman sahibi görünse ve tanınsa dahi, hakikatte Allahu Taalâ'nın indinde bu kimse gayrı - mü­mindir. Çünkü böyle bir kimse Kur'an-ı Kerim'de imanın esası olarak bildirilmiş bulunan Allahu Taalâ ile böyle bir muameleye yanaşmamıştır. Allah rızasına rağmen, kendi malını ve canını esirgemiştir. Allah'ın rızası olmayan hu­suslarda canını ve malını heba etmiştir. İşte bu iki şekil­deki işin neticesinde kesin olarak iman sahibi olmakla iman sahibi olmamak anlaşılır. Malını, canını Allah'a tes­lim etmeyen veya teslim etmek için söz verdikten sonra muameleyi (alış verişi) tamamlamayan ve bu şeylerin kendisine ait olduğunu iddia eden bir insan imanlı sayı­lamaz.

İşte, imanın bu hakikati, yaşayışın başından sonuna kadar, İslâmî yaşayış ile kâfirâne yaşayışı birbirinden ayırır. Sahih mânada iman etmiş bulunan bir müslüman, kendi yaşayışının her şubesini ve her sahasını Hak Taalâ'nın rızasına tâbi kılarak çalışır. Bu yolda da her­hangi bir yerde her ne şekilde olursa olsun, kesin bir şe­kilde, muhtariyet (serbestlik) iddiasında bulunmaz. Ancak belki bazı zamanlar unutkanlık nedeniyle Allah'la yapmış olduğu bu alış - verişin bazı taraflarını unutarak, bazan serbest bir şekilde hareket eder. Fakat bu böyle olsa dahi, bu gibi kimseler yine ehli iman zümresinin teşkil ettiği bir camia içinde bulunurlar. İçtimaî vaziyetlerinde, herhangi bir zabıta, siyaset, medeniyet, muaşeret ve geçim işlerinde Allah'ın rızasını gözeterek îslâmî hü­kümleri tatbik ederler. Allahu Taalâ'nın şer'î kanunlarına bağlanırlar. Bu kanunlardan kurtulmak yoluna gitmezler. Eğer arızî bir şekilde gaflet bile etseler, kendileri uyarılır ve böyle serbestçe hareket etmeyi bırakıp kulluk yolunu tutsun diye diğer ehli iman tarafından da ikaz edilirler.

Allah'tan kurtulmuş gibi çalışmak, kendi nefsinin is­teklerine tâbi olup kendini serbest zannederek gitmek yolunu seçenler, "biz neyi yapalım, neyi yapmayalım" derler. Bunlar ise yapacakları bir işte, Allah yolunu bıra­kıp kendi nefsanî isteklerine tâbi olmuş ve yaşayışlarında kâfirâne yol tutmuşlardır. İster halk bunları müslüman olarak tanısın, isterse yine halk bunlara kâfir ismi versin veyahut da gayrı-muslim diye vasıflandırsınlar. Hepsi de aynı kapıya çıkar.
...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslâmi Yaşayış Tasavvuru
« Posted on: 02 Mayıs 2024, 07:57:34 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslâmi Yaşayış Tasavvuru rüya tabiri,İslâmi Yaşayış Tasavvuru mekke canlı, İslâmi Yaşayış Tasavvuru kabe canlı yayın, İslâmi Yaşayış Tasavvuru Üç boyutlu kuran oku İslâmi Yaşayış Tasavvuru kuran ı kerim, İslâmi Yaşayış Tasavvuru peygamber kıssaları,İslâmi Yaşayış Tasavvuru ilitam ders soruları, İslâmi Yaşayış Tasavvuruönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes