Konu Başlığı: Velâ ve berânın gerekleri Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Eylül 2010, 22:08:55 2. KISIM Velâ ve Bera'nın gerekleri Konunun tâ başında da söz etmiştik; demiştik1 ki, “Velâ"mn temeli sevgidir. Bera'mn aslı da buğzdur. Dolayısıyla insanların işleyegeldikleri veya yaptıklarfşeyler ya bu sevginin doğruluğunu veya yalan oluşunu te-yid eder. Yahut Bera'yı destekler veya onun bu konudaki iddiasını tümüyle iptal edip ortadan kaldırır. Esas itibariyle İslâm düşüncesinde sevgi temel bir unsurdur. Bunun delili ise Rabbimizin aşağıdaki âyetleridir. Rabbim buyuruyor ki: "İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır." (Meryem, 19/96). Bir diğer âyette ise şöyle buyuruyor: "Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever." (Hûd, U/90). Yine Rabbim buyuruyor: "O (tevbe edenleri) çok bağışlayan, (itaat edenleri) serendir." (Bürûc, 85/14). Başka bir âyette ise şöyle buyuruluyor: "Ve iman edenler ise Allah'ı daha çok severler." (Bakara, 2/165). Yine Rabbim şöyle buyuruyor: "(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmrân, 3/31). Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, İslâm düşüncesi, ulûhiyet gerçeği ile ubudiyet gerçeğini birbirinden ayırıp pek açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yoksa Allah ile kulları arasındaki bu derin sevgi çağrısı, kuru kuruya bir çağrı değildin Bu davet, Allah ile kullan arasında öyle sağlam bir irtibat, bir alâka, tesis etmiştir ki, özünde rahmet (merhamet) vardır, adalet vardır, derin sevgi vardır. Yoksa Allah düşmanlarının ileri sürdükleri gibi, kul ile Rabbi arasındaki alâka ve ilgi, kuru ve zorlayıcı bir alâka ve ilgi değildir. Kahırdan ve zorlamadan doğan bir ilgi, herhangi bir azaptan ve bir cezalandırmadan meydana gelen bir ilgi ve alâka değildir. Kupkuru ve sonunda ilginin kesilmesine varan bir alâka hiç değildir. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Ağızlarından çıkan bu söz (bir kelime olarak) ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar." (Kehf, 18/5). Allah (cc.)'m kullarından bir kuluna olan sevgisi, öyle bir şeydir ki, onun değerini herhangi bir kimse idrak edip kavrayamaz. Ancak yüce Allah (cc.)'i (takdis ve tenzih ederiz), Rabbimİn kendisini kendisi nasıl tanıtmış ve Rasûlü de nasıl vasıflandırmış ise, o şekilde tanıyanlar bu sevginin, ne olduğunu idrak edip kavrayabilirler. Aksi takdirde kimse gerçeği anlayamaz. Kişi bu sıfatları hislerinde, nefsinde ve şuurunda duyacak ki anla-yabilsin. Aynı zamanda, kulun Rabbini sevmesi de, o kul için bir nimettir. Fakat bunu da, ancak tadanlar duyabilir, idrak edebilir. Mademki Allah'ın kullarından bir kulunu sevmesi, gerçekten pek büyük ve önemli bir iştir, pek değerli ve üstün bir fazilettir. Öyleyse Allah'ın kulunu kendisini sevmeye hidayet eylemesi de, Allah'ın kuluna olan bir in'amı ve ikramıdır. Hakikaten kulun, bu güzel ve önemli zevki tadması, esas itibariyle pek büyük bir in'am ve ikramdır.[1] Allah'ın mümin kullarına en büyük nimeti, sevgiyi aralarında en muazzam bir bağ yapmasıdır. Bu, gerçekten o kadar tatlı bir yerdir ki, su içmek için herkes, topluca oraya gelir. Her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah, daha sonra bu sevgiyi bir kavim ve. millet ve onlara bağlı olanlar için, güçlü bir yol kılmıştır. Nitekim bunun böyle olduğunu Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu ifadeleri ortaya koymaktadır: "Kişi sevdiğiyle beraberdir."[2] Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un rivayetine göre demiştir ki, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın yanına bir adam geldi ve şöyle dedi: — Ey Allah'ın Rasûlü! Henüz kendilerine katılmamış (ve aralarına girmemiş) olduğu bir kavmi (milleti ve toplumu), bir zümreyi seven bir kimse hakkında ne buyurursunuz? Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdular: "Kişi sevdiğiyle beraberdir."[3] Yine Hz. Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, adamın biri Rasûlüllah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyamet ne-zaman kopacak?" diye sorar. Rasûlüllah (s.a.s.) da: "Onun için ne hazırlık yaptın?" buyurur. Adam: "Ben kıyamet için fazla bir namaz, oruç ve zekât hazırlamadım. Ancak ben Allah'ı ve Rasûlünü seviyorum" der. Rasûlüllah (s.a.s.) da: "Sen sevdiklerinle beraber olacaksın" buyurur."[4] Ancak, burada mutlaka zikretmemiz gereken bir husus vardır ki, o da bu sevginin basit manada ve dilde olan bir sevgi olmadığıdır. Bahsi geçen kişinin yaptığı sevgi çirkin ve iğrenç fiillerle çelişen kuru bîr sevgi değildir. Veya meselenin özünden habersiz bazı tasavvufçuların ileri sürdükleri gibi, safsatadan oluşan bir sevgi de değildir. Bu sevgi şunların... şunların... ve şunlann dillerine doladıkları gibi de değildir. Bu sevgi öyle bir sevgidir ki, kalbten gelir fiil ve davranışlarla ortaya konulur böylece varlığı isbatlanır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Ne sizin kuruntularınız, ne de ehl-i kitabın kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'dan başka bir dost da, yardımcı da bulamaz." (Nisâ, 4/123) Bir diğer ayette ise şöyle buyuruluyor: "(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve" günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmrân, 3/31) Hasan diyor ki: "Sen 'Kişi sevdiğiyle beraberdir' sözünü söyleyerek tendini aldatma. Zira bir kavmi veya milleti seven, onların izlerine ye yolarına tabi olur. Kişi iyilerin yolunda yürümedikçe onlardan kabul edilmez, onların yollarından gittiği, onların sünnet ve kanunlarını uyguladığı iürece onlardan kabul edilir. Sen akşam ve sabah onların yolunda.olacakım, onlarla bir ve beraber olmak için can atacaksın, izledikleri yolu, tabi oldukları düzeni takip edeceksin ki, onlardan olmuş olasın. Amel bakımından eksiklerin olabilir. Ama işin başı, senin istikamet üzere olman, doğru yoldan ayrılmamandır. İşte sevgini ancak böylece kanıtlayabilirsin. Meselâ, sen yahudileri ve.hır istivan lan, red ehlini, heva ve hevesleri-nm peşinden giden kimseleri görmez misin? Hepsi peygamberlerini sev-iiklerini söylüyorlar, fakat onlarla beraber değiller. Onların istediklerini yapmıyorlar. Çünkü söz ve davranışlarıyla peygamberlere muhalefet ediyorlar. Başka başka yollan izliyorlar. Bu gidiş ise onları ateşe, cehennem ateşine, götürmektedir.[5] Sevgi, yani muhabbet dört kısımdır:[6] 1- Şirke dayalı olan muhabbet ve sevgi. Yüce Allah (c.c.) bunlar hakkında şöyle buyuruyor: "İnsanlardan bazıları, Allah'tan başkasını (putları, Allah dışında değer verdikleri şeyleri, tağutları) Allah'a (hâşâ) denk ilahlar edinenler (Allah ile aynı ölçüde tutanlar) vardır. Onları, tıpkı Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise Allah'ı daha çok severler. Keşke zulmedenler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden an-I ay a bil s el erdi. O zama.n (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. (Kötülere) uyanlar şöyle derler: 'Âh, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!' Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar." (Bakara, 2/165-166-167) 2- Batıl ve batıl ehlini sevmek, Hakk'a ve hak ehline de buğzetmek. Bu da münafıkların özelliğidir. 3- Tabii (doğal) sevgi ve muhabbet: Böyle bir muhabbet veya sevgi, mala ve çocuklara karşı olan sevgidir ki, insanı Allah'a itaatten alıkoymadığı, haramları işlemeye yardımcı olmadığı sürece mubah kabul edilen bir sevgidir. 4- Tevhid ehlini sevmek ve şirk ehline de buğzetmekle ilgili olan sevgi ve muhabbet. İşte bu manadaki bir sevgi, iman bağlarının ve kulpunun en sağlamıdır. Böyie bir sevgiyi esas alan kul, Allah'a karşı en büyük ibadeti yapmış olur. îmanın en sağlam kulpu olan bu sevgi, Rasûlüllah.(s.a.v.) tarafından da aynı şekilde ifade edilmiştir: "İmanın en sağlam kulpu (bağı ve ipi) Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir”[7] Zira insanı Allah'ı sevmeye ve O'nun dostluğunu kazanmaya götüren şey, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in O'ndan getirmiş olduğu şeriatına bağlanmak ve buna tâbi olmaktır. Bu yolun dışındaki bir yoldan velayet» sevgi ve dostluk iddiasında bulunmak, yalandan başka bir kuru iddiadan öte 'birşey değildir. Bu tıpkı şuna benzer. Müşrikler, Allah'dan başkasına takınarak Allah'a yaklaştıklarını söylerler. Nitekim Rabbim onlar için şöyle buyurur: "Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz." (Zümer, 39/3) Yine tıpkı yahudi ve hıristiyanlardan hikâye edile geleni söylemiş gibi olmaktadırlar. Çünkü onlar şöyle diyorlardı: "Biz Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz." (Maide, 5/18) Halbuki bütün bu ifadelerine rağmen, bu kimseler, peygamberleri yalanlamaya devam ediyor ve bunda ısrarlı davranıyorlar ve her türlü haramı ve yasağı işlerlerken, farzları da terkediyorlar.[8] Ne zaman kalb, Allah'ın azametiyle muhabbetiyle dolarsa, o zaman kalpte mevcut, diğer şeyler tamamen yok olur. Böyle bir sevgi nefsinden, heva ve isteklerinden, arzularından bir şey bırakmaz, orada sadece Allah'ın isteyip murad ettiği şey kalır. Kalbte tam anlamıyla bir tevhid gerçekleşirse, artık böyle bir kalpte Allah'dan başkası için sevgiye yer kalmaz. Allah'ın istemediği ve hoşlanmadığı şeylere de artık yer yoktur. İşte bir kimse böyle olursa, artık onun bütün organları Allah'a itaate yönelir. Bilindiği gibi günahlar, Allah (c.c.)'ın sevip hoşlanmadığı şeyleri sevmekten veya Allah'ın sevip hoşlandığı şeyleri istememek ve hoşlanmamaktan doğar. Bu ise kişinin nefsi arzu ve isteklerini Allah'ın sevgisine takdim etmek ve Allah'a olan korkunun önüne bunu geçirmekle olur.[9] İbn Teymiyye merhum yüce Allah'a olan sevginin ve lezzetin azametini şöyle tasvir ediyor ve diyor ki: "Doğrusu dünyada bir cennet vardır ki, o cennete giremeyen, ahiret cennetine giremez” Bazıları da şöyle söylemişlerdir: "Dünya sakinleri (miskinleri), dünyadaki en güzel şeyi tadmadan çıkıp gittiler. Bunlara: "Dünyadaki en güzel şey nedir?" diye sorulması üzerine, şu cevabı verdiler: "Allah sevgisi, onunla ünsiyet elde etmek, hep O'na kavuşmayı özlemek, O'na yönelmek ve O'ndan başka tüm şeylerden yüz çevirmek."[10] Allah için buğzetme meselesine gelince, bu, Allah için sevmek konusu ile o kadar içiçedir ki, birinin diğerinden ayrılması mümkün değildir. Çünkü seven kimse, sevdiğinin (sevgilisinin) sevdiklerini de sever, sevgilisinin sevmeyip buğzettiklerini ise sevmez, buğzeder. Yine seven kimse, sevgilisinin dostluk kurduğu ve yanında yer aldığı kimselerle dostluk kurar ve onların yanında yer alır. Aynı zamanda kime düşmanlıkta bulunuyorsa, o da ona düşmanlıkta bulunur. Kısaca onun hoşlandığından hoşlanır, onun buğzettiklerine de buğzeder. Onun emrettiklerini emreder, onun nen-yettiklerini de yasaklar. Çünkü o bütün bu konularda onunla uyum içerisindedir ve ona muvafakat eder. Şurası da bilinen bir gerçektir ki, bir kimse vacip olan sevgi ve muhabbetle Allah'ı severse, o kimsenin, mutlaka Allah düşmanlarına buğzetmesi gerekir. Aynı zamanda o kimse bunlarla cihadın da gerekli olduğunu bilir, severek ve isteyerek cihad yapar. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanla n sever." (Saf, 61/4)[11] Allah (c.c), kendisinin onları ve onların da kendisini sevdiği kullarını şöylece tanıtıyor: "Müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu..." (Maide, 5/54) Yani bu kimseler müminlere şefkat kanatlarını gererler, onlara yumuşak davranırlar; kâfirlere karşı ise daha onurlu, şiddetli ve onlara karşı sert bir şekilde muamelede bulunurlar. Zira onlar Allah'ın sevdiklerini sevmektedirler, dolayısıyla bunlara karşı şefkat, merhamet ve yumuşaklıkla muamelede bulunuyorlar. Allah'a düşmanlıkta bulunan Allah düşmanlarına da buğzediyorîar, onlara karşı en ağır, en şiddetli ve en onurlu bir muameleyle muamelede bulunuyorlar. Nitekim yüce Allah (cc.) şöyle buyuruyor: ' 'Kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler:* (Fetih, 48/29) Yine Rabbim şöyle buyuruyor: “(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar).” (Maide, 5/54)[12] Allah düşmanlarına karşı mümin buğzedecektir ve müminler onlara karşı cihadda bulunacaklardır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın." (Tevbc, 9/14) İşte buradan itibaren el-Velâ ve el-Bera'nın gerekleri nelerdir, göreceğiz. Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı. O halde nedir bu hak? [1] Fî Zilâl, 2/9I8-9İ9. [2] Buharı, Edeb, 96/192. [3] Buharı, Edeb, 96/193, Müslim, Birr, 2639, 2640 [4] Buharı, Edeb, 96/195. [5] el-Hükmü'l-Cedîr bi! İzaâ, İbn Recep, 133. Thk.M.Hamid el-Faki. "Kıyametin yakın olduğu bir dönemde kılıçla (peygamber) olarak gönderildim" hadisinden. (Ah-med, 2/50-92) [6] Muhammed b. AbduKahhab, Mecmuatu't-Tevhîd, 17. [7] Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebû Şeybe, (vh. 235), el-îman, 45. Thk. Elbâ-nî. Diyor ki, Taberânî bu hadisi îbn Mesud'dan merfu olarak "el-Kebîr'inde" zikretmiştir. Hasen bir hadistir. Müsned, 4/286. [8] İbn Recep, Camiul Ulül ve'I-Hikem, 316. [9] agk., 320. [10] Medaricu’s-Salikîn, 1/454. [11] et-Tuhfetu'1-Irakiyye, 64-65. [12] Camiul Ulûm ve'l-Hikem, 317. Konu Başlığı: Ynt: Velâ ve berânın gerekleri Gönderen: Ekvan üzerinde 08 Ekim 2010, 04:32:49 ALLAH razı olsun guzel paylasımınız ıcın
. |