> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Çeşitli Konularda Eserler > İslama Göre Dost ve Düşman > Mekke döneminde velâ ve berâ
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mekke döneminde velâ ve berâ  (Okunma Sayısı 1060 defa)
29 Eylül 2010, 12:34:04
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 29 Eylül 2010, 12:34:04 »



5. BÖLÜM

MEKKE DÖNEMİNDE VELA ve BERA (ALLAH İÇİN DOSTLUK VE DÜŞMANLIK)


Beşeriyet tarihinin sayfalarım incelerken, önceki bölümde gerçe ten konuya dair çok parlak örnekler vermiştik. Bu örnekler peygamberlerden, Rasûllerden ve salih kullardan oluşmakta idi.

Bu bölümde ise, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a)'in sireti çerçevesinde Velâ ve Berâ' nasıl uygulanmıştı, bunu ele alacak ve bun­dan söz edeceğiz. Bunları anlatırken de iki vahye, yani Kitap ve sün­nete dayanarak konuyu inceleyeceğiz. Bu arada siyer ve meğazî kay­naklarına da başvuracağız tabii.

Biz bu konuda, âyetlerin Mekki ve Medenî taksimatına dayana­rak meseleyi inceledik. Biz de, İslâm alimlerinin tefsir kitaplarında ve Kur'ân ilimleriyle ilgili eserlerde yaygın olan duruma göre, âyetleri ele alış tarzlarına uygun olarak meseleyi ele alıp değerlendirdik, islâm alim­leri hicretten önce inen âyetleri Mekkî âyetler olarak değerlendirmiş­ler ve hicretten sonra inen âyetleri de Medenî âyetler diye adlandır­mışlardır.[229]

Çt Biz daha önce kitabımızın giriş ve hazırlık bölümünde değinmiş­tik. Demiştik ki, müslümanın: "La ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah" diye söylediği andan itibaren, vahdaniyette yani bir tek oluşta, ulûhiyette ve Rabûbiyette Allah (c.c)'i bir olarak tanımasıdır. Zira O, her şeyden münezzehtir. Bu kelimeyi söyleyen kişi aynı za­manda, Allah (c.c) dışında herhangi bir ma'bûda veya itaat olunan bir varlığa kulluktan, onlardan korkmaktan, onlara boyun eğmekten, itaatten, onlara dostluktan tümüyle uzaklaşmış ve onlarla her türlü ilgisini kesmiş kimse demektir. Müslüman her halükarda sadece Al­lah'ı sever. O'na ta'zimde bulunur, O'nun dişındakileri reddeder.

Bilindiği gibi Hz. Muhammed (s.a) Efendimize ilk inen vahiy, Hıra mağarasında şu ifadelerle inmişti:

"Yaratan Rabbinin adıyla (besmeleyle) oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku (ve öğren!) İnsana bilmediklerini öğ­reten ve kalemle yazdıran Rabbin vermesi bol olandır/' (Alak, 96/1-5).

Daha sonra şu âyet nazil olmuştur. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Ey bürünüp sarınan (Rasûlüm)!) Kalk ve (insanları) uyar." (Müddessir, 74/1-2).                                                   

Hz. Mustafa Efendimiz gizli olarak insanları İslama davette bu­lundu. Ancak kendisiyle birlikte olanlar, (müslüman olanlar) pek az sayıda idiler. Bunların başında Ebû Bekîr Sıddîk (r.a), Hz. Ali b. Ebû Talib, peygamberimizin hanımı Huveylid, kızı Hz. Hatice idi. Hz. Pey­gamber (s.a), ashabının kalbine Allah sevgisini, Rasûlünün sevgisini ekmeye başladı. Hepsinin bu esas üzere toplanıp bir araya gelmelerini istedi. Sevgide ihlas ve samimiyet, mü'minlere yardım, kâfirlere, müş-riklere, küfre ve şirke karşı da buğzetmelerini ve bunda samimi olma­larını istedi. Zira tevhid kelimesi olan "La ilahe illallah Muhamme-dün Rasûlullah" kelimesinin manâ ve kavramı bu idi, bu şekilde iman etmek bu kelimenin ayrılmaz bir vasfıdır.

Artık burada yepyeni bir bağ ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu bağ mü'minlerin ruhlarında var olan akide ve inanç bağıdır. Artık şu husus kesinleşmekte idi. İnsanlar arasındaki gerçek bağ, akide bağı­dır. Bu, öyle bir bağdır ki mü'minin kalbi huzurla buna yatmakta ve bunda mutluluğu duymakta idi. Bu yeni tohumun gelişmesiyle birlik­te cahiliyenin cahili asabiyet ağacı da kurumaya başlıyordu. Artık tüm cahili rabıtalar ve bağlar çürüyüp kopmakta idi. Bundan böyle bu bağ­lara bakış açısı değişti, bunlar artık önemsenmiyor, giderek küçümse-niyordu. Allah ve Rasûlüne iman edenlerin ruhları ve kalbleri üzerin­de artık bu eski bağların bir önemi kalmıyor, hatta bu önemsizlik ha­disesi inanan kitlenin gönlünde giderek büyüyordu.

 
İlk Birleşmeler Ve En Doğru Adım                            
 

Hz. Muhammed Mustafa (s.a) Efendimiz, bu yeni dinin esasları­nı kendisine iman edenlere telkin etmek için Dâru'l-Erkâm'ı seçti. Ger­çekten bu naşı, ilk önderleri ve liderleri bir arada toplayan, buluşma meclisleri oluyordu. Bu öyle bir meclis idi ki, buradan Allah'ı anmak ve Tevhid inancını yeryüzüne yaymanın ışıkları yayılmaya başladı.

Göreceksin, acaba o günkü müslümanların durumu nasıldı? Bu müslümanlar şehadet kelimesini söyledikten sonra durum ne oldu? Bu soruyu Üstad Seyyid Kutub merhum şöyle cevaplamaktadır: "Doğrusu müslümanların ve İslamın Mekke'de ne bir şeriatleri ne de bir devletleri vardı. Ancak onlar Mekke'de şehadet kelimesini söylüyorlar, komutanlıklarını ve liderliklerini Muhammed (s.a)'in ko­mutasına teslim ediyorlardı, hiç vakit geçirmeksizin ona teslim olmakta idiler. Anında dostlukla ve adlarına yetki kullanımını İslam cemaati­ne ve İslam toplumuna devrediyorlardı. Adam müslüman olur olmaz, geçmişte üzerinde var olan tüm cahili esas ve prensiplerin hepsini bir çırpıda silib atıyordu, yepyeni bir döneme başlıyordu. O cahiliye dö­neminde yaşamakta olduğu tüm hayatı ve yaşantıyı da bırakıyordu, o hayattan büsbütün ilişiğini kesiyordu. O, cahiliye hayatı boyunca alışageldiği her şeyin önünde şüphe duyarak, bunlardan müthiş bir şe­kilde korkup çekinerek uzaklaşıyordu."

"Artık ortada şuurlu bir ayrılış vardı. Müslüman geçmişindeki cahiliye hayatıyla, müslüman olduktan sonraki yeni hayatı öylesine kavramıştı ki, eskiyle hiç bir bağı olmayacak şekilde her türlü bağı kesip atıyordu. Os böyle bir uzlet içerisinde yetişıi. Çevresindeki cahili top­lumla olan ilişkilerde ve onlarla olan sosyal münasebetlerinde İslamın öngördüğü ayrılış kesinlikle göz önünde tutularak sürdürülürdü."

"O, kesin olarak cahili olan toplumla ilişkisini kesti. Aynı kesin­likle de İslam cemiyetine, cemaatine bağlandı. Hatta ticaret hayatı açı­sından ve günlük muameleler bakımından bir takım münasebetleri mec­buren sürdürse de, İslamî noktada kesinlikle taviz vermiyor, müslü-manlardan ayrılmıyordu."

"Müslüman şu hususu çok iyi bilmeli. İslam şuuru ile uzlet,-dü§-mandan ayrılmak ayrı bir şeydir, günlük muameleler ise başka şeylerdir. Bunların birbirleriyle karıştırılmaması gerekir." "Müslüman şirk inancını sırtından silkip atınca ve Tevhid akidesine girince, cahili ta­savvur ve düşüncenin yerini İslamî tasavvur ve düşünce alınca, her türlü cahili bağları bırakıp, onlara duyduğu dostluğu terkedince, bu husus­ta herhangi bir aile, soy, yakınlık ve kabilecilik düşüncesinden soyut­lanınca rahatsızlıklar doğmaya başladı. Müslümanlar bu ve benzeri bağlara hiç önem vermeyip bunları sadece îslamın öngördüğü haki­kat ve gerçek çerçevesinde ele alınca, Kureyş ileri gelenlerini huzursuz eden bu hal olmakta idi."

"Artık müslümanların bir araya gelip güç oluşturmaları, bunları rahatsız etmeye başlamıştı. Kur'ân, huzurlarını kaçırmıştı. Halbuki da­ha önce de Mekke'de Hanif ^ininden olanlar vardı. Ancak müşrikler bunlara karşı hiç de ses çıkarmıyorlardı. Bunlar da müşrikler gibi inan­mıyorlardı, ibadetleri müşriklerden farklı idi. Bir tek Allah'ın Ulûhiyyetine inanıyorlardı. Her türlü dini merasimlerini ve ibadetlerini bir tek Allah'a yapıyorlardı. Fakat Hamilerin bu hali Tağut'un pek umu­runda değildi, önemsemiyorlardı. Aynı zamanda bu hanifler de müş­riklerle bir arada yaşamaktan pek huzursuz olmamakta idiler. Arala­rında bir çekişme de olmuyordu. Tıpkı günümüzdeki bazı dini kurum ve kuruluşların yaptıkları gibi. Çünkü bunlar gerçek anlamda İslamın ne olduğunu ne öğrenmişler, ne de idrakine varabilmişlerdir."

"Ancak İslâm, şehadet kelimesini ifade ile meydana gelen bir ha­reket idi. Bundan sonra cahili toplumdan tümüyle arınmak, cahilî her tür düşünceyi bırakmak, cahilî değerleri bir kenara itmekle işe başlı­yordu. Evet İslâm, cahilî her türlü bağlardan koparak, cahilî hakimi­yete ve yasalara bağlılığı bir kenara iterek tümüyle şehadet kelimesi­nin gösterdiği doğrultuda harekete geçmeyi öngörüyordu. Aynı zaman­da İslâmî davete ve bağlara dostluk göstermeyi, velayeti müslümanlara vermeyi gerektiren bir akideydi bu. Bu öyle bir davetti ki, gerçek yaşamda İslâmin tahakkukunu istiyordu. İşte bu yüzden Kureyş'ten bir topluluk Ve cemaat değişik yollarla ve değişik vasıtalarla bu dave­te karşı koymaya kalkıştılar.[230]

"Mü'minler Allah sevgisi ve Rasûlünün muhabbeti üzerinde bir araya geliyorlardı. Böylece onların bir araya gelip buluşmaları, ger­çekten içten gelen bir buluşma idi. Zira her biri Allah'a ve Rasûlüne geliyor ve alacaklarını O'ndan alıyorlardı. Onun gösterdiği hidayet ve yoldan gidiyorlardı, hep ona yöneliyorlardi. Böylece her biri din kar­deşine karşı yepyeni bir duyguyla, Allah için kardeşlik duygusuyla bağ­lanıyordu. Bu öyle bir sevgi ve bağlılık yumağı idi ki, aynı kabileden ve aynı soydan olmamalarına aralarında herhangi bir kan bağı da ol­mamasına rağmen kalbten gelen samimi bir kardeşlikle insanları bir­birine yaklaştırıyordu. Çünkü bu duygu akideye ve imana dayanıyor­du."[231]

Kur'ân-ı Kerîm, olaylar ve hadiselere göre Allah (c.c), dilediği sü­rece inmeye devam ediyordu. Ümmetin İslam akidesi üzerine eğitil­mesini amaçlıyordu. Müslümanların yükümlülükleri ve sorumluluk­ları çoğaldıkça Velâ ve Bera yani Allah için dostluk ve Allah için karşı koyma da o oranda artıyordu. Kur'ân-ı Kerim getirdiği akideyi sunar­ken kimi zaman darb'ı meseller ve örnekler verme yolunu da seçmiş­tir. Nitekim şöyle bir söz vardır. Söz, verilen örnekle açıklığa kavu­şur. Şurası bilinen bir gerçektir ki, Allah Kelamı gayet açıktır. Ancak örnekler ve darbı mesellerin getirilmesi, insanda bir tür düşünme can­lılığı doğurur, olaylar karşısında ibret alır. Böylece gidilen hatalı yol­dan dönülerek, dosdoğru yol...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mekke döneminde velâ ve berâ
« Posted on: 24 Nisan 2024, 11:12:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mekke döneminde velâ ve berâ rüya tabiri,Mekke döneminde velâ ve berâ mekke canlı, Mekke döneminde velâ ve berâ kabe canlı yayın, Mekke döneminde velâ ve berâ Üç boyutlu kuran oku Mekke döneminde velâ ve berâ kuran ı kerim, Mekke döneminde velâ ve berâ peygamber kıssaları,Mekke döneminde velâ ve berâ ilitam ders soruları, Mekke döneminde velâ ve berâönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes