> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İslam,Tasavvuf,Hayat > Tasavvuf ve Hayat
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tasavvuf ve Hayat  (Okunma Sayısı 1386 defa)
26 Haziran 2010, 18:52:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 26 Haziran 2010, 18:52:53 »



TASAVVUF VE HAYAT

Çok değerli kardeşlerim!..

Değerli dinleyiciler; beyefendiler, hanımefendiler!..

Bu konferansı teklif ettiği için tertip heyetine, Yeşilay kolunu çalıştıran kardeşlerimize ve dinlemeye teşrif ettiğiniz için sizlere teşekkür ediyorum.

Benim için gerçekten heyecanlandırıcı bir şeref... Boğaziçi Üniversitesi'ni ve değerli hocalarını, değerli öğrencilerini gözümde saygıyla büyütüyorum, gönlümde onlara karşı saygı duyuyorum. Ciddî bir ilim müessesesi olarak görüyorum.


Bendeniz bir ilâhiyatçıyım, ama edebiyatçı bir ilâhiyatçıyım. Yâni İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldum. Ankara İlâhiyat Fakültesi'nde de Türk-İslâm Edebiyatı benim dalım olduğu için, biraz ilâhiyatçı, biraz edebiyatçıyım. Elbette yetişme tarzı ve çalışma sahası, alanı belli olan bir insanın, kendi sahası ile ilgili konularda faydalı olması mümkün olur. Ben de Tasavvuf ve Hayat üzerinde bildiğim bazı şeyleri, bazı önemli noktaları vurgulayarak size anlatmağa çalışacağım.

"Niye Tasavvuf ve Hayat konusunu seçtiniz?" denilirse; önce, ben bu konularla ilgiliyim onun için... Sonra, bu konular canlı, ilgi duyulan, sevilen konular... Belki bu konulara benim kadar yakın olmayan bazı kimseler, benim ağzımdan konunun anlatılmasını ilginç bulabilirler.


Hayat, hepimizin büyük bir titizlikle koruduğu bir varlık... Hayatı iyi değerlendirmeğe çalışıyoruz ve her yerde başarılı olmağa gayret ediyoruz. Hayat, bir müddet yaşama, bir ömür çizgisi... Bu çizginin boyu insanlarda farklı olabilir. Ama nihayet, çizgi... Bir şairin dediği gibi:


Kıvrılır, uzar; fakat, daire olmaz bu hat!..


Hat, çizgi demek. Yâni, ne kadar kıvrılsa, ne kadar uzasa, daire olmadığı için devamlı değil... Sonlu ve fanî bir çizgi yaşam çizgisi...

İnsanoğlu düşünen bir varlık olduğu için, çok da meraklı bir varlık olduğundan, denizlerin dibine iniyor, fezaya gidiyor, yerin altını üstünü araştırıyor... Bu arada kendisinin doğumundan öncesini de merak ediyor. Doğumdan önce nerdeydik?.. Vefattan sonra nereye gideceğiz diye merak ediyor. İranlı bir şairin Farsça bir mısrası hatırımda...

Biliyorsunuz elyazması kitapları kıymetlidir. Her birisi çünkü, başlı başına önem taşır. Ama, umumiyetle biz kütüphanelerde araştırma yaparken, yazısı eski, kâğıdı eski, gerçekten antika güzel bir eser bulduğumuz zaman hayran oluruz, çok seviniriz. Hattâ bu Konya'daki İzzet Koyunoğlu Müzesi'ni tesis eden zât şöyle derdi:

"--Ben böyle kitaplara meraklı olduğum için, Anadolu'dan bana çuvalla kitap getirirdi satıcılar... Ben o çuvalı açarken, evlendiği hanımın duvağını açan bir damat kadar heyecanlanırdım." derdi.

Bu çuvalın içinden, bu yazma eserlerin içinden ne çıkacak?.. Kutadgu Bilig gibi bir şey mi çıkacak?.. Divân-ı Lügatit Türk gibi dünyada ender olan bir eser mi çıkacak?.. Hiç belli olmaz.

Şâir bu hayatı böyle bir kitaba benzetiyor. Diyor ki:


Evvel ü âhiri in köhne kitâb melhûdest
"Bu kitabın başı da, sonu da kopmuştur."


Hakikaten eski kitapların başı sonu kopuk olur umumiyetle... Hem de, en önemli kısımlarıdır. Çünkü, baş sayfalarda müellifin ismi vardır, kitabın ismi vardır. Bir de içindekiler kısmı olabilir. İlk sayfası koptu mu, siz onun müellifini bulmak için çok ciddî araştırmalar yapmak zorunda kalırsınız. Sonu da çok mühimdir; çünkü, ketebe kaydı, fenâ kaydı denen kısımlar olur en sonunda... Yâni bunu, yazar hangi tarihte yazmış, hangi kâtip ne zaman kopyesini çıkartmış, nerede yazılmış gibi bilgiler vardır. Başı ve sonu çok mühimdir. Fakat, cildi koptu mu, ilk sayfalar koptu mu, bir yazma eserin müellifini, yazarını bulmak çok zor olur. Başı böyle koptuğu zaman, çok üzülürüz biz...

İşte buna benzetiyor hayatı, o İran'lı şâir... Başı ve sonu kopmuş bir köhne kitap... Köhne, eski... Başı da bilinmiyor, bazı insanlar tarafından... Sonu da bilinmiyor, bir çok insan tarafından... Ama biz biliyoruz. Kendi inancımızdan aldığımız bir takım haberlerle, biz biliyoruz.


Bu hayatın nasıl geçirilmesi gerektiği üzerinde de, hayatın mahiyetinde olduğu gibi çeşitli görüşler vardır. Felsefeler vardır, düşünceler vardır. Hayatı sürdürme yolları çok farklı... İnsanları görüyorsunuz, arkadaşlarınıza da bakabilirsiniz, hayatı nasıl sürüyorlar diye... Çevrenizde de görebilirsiniz. Çünkü burası zengin, çeşitli fikirdeki insanların geldiği bir üniversite...

Ama ben burda şu noktayı çok önemli görüyorum ki, bizim komşu vardı. Biz yardımcı olduk, bahçeli güzel bir villa tuttu, girdi içine... İnşaat mühendisi kendisi, ama elektrik çalışmıyor. Sonunda ben gittim, elektriğini bağladım, çalışır hale getirdim; ilk taşındığı zaman...

Benim kendi evime de ilk gittiğim zaman Ankara'da; elektrikçi kasden sabotajlar yapmış. Yâni artı kutupla eksi kutbu bir yerlerde birbirine bağlamış. Sigortayı takar takmaz gümbürtüyle yüzünüze patlıyor, korkuyorsunuz. Balkonun elektriğini apliğin içinden geçirmiş, şöyle yapmış, böyle yapmış... On onbeş tane sabotaj yapmış oraya ki, buraya giren insan bana muhtaç olsun diye... Bir de kooperatifin evlerinin olduğu mahalleye elektrikçi dükkânı açmış. Geçimini ordan sağlayacak. Bütün evlerde on tane, onbeş tane arıza var. Tabii oraya giren düzeltecek. Ben bunu anlayınca dedim ki:

"--Özellikle seni çağırmayacağım ve bu işi kendim yapacağım!"

Merdivenlerde lamba tertibatı vardır, üstten açarsınız, alttan kapatırsınız; alttan açarsınız, üstten kapatırsınız. Oturdum, bu nasıl olur diye düşündüm, onları çözdüm. Kendi evimin elektrik işini kendim hallettim.


Değerli gençler, sevgili ve muhterem dinleyenler! Biraz bu elektrik işine benzetiyorum bu hayatı ben... Herkes bir çeşit hayat tarzı sürüyor. Sistemini kurmuş, tesisatını yapmış ama, düğmeyi çevirdiğiniz zaman lamba yanmıyorsa, siz aydınlanmıyorsanız, yanlışsa bağlantı; kıymeti yok!.. Hayat felsefeleri çok, yaşam tarzları farklı ama, sistem olarak hangisi doğru, bunu mutlaka iyi tesbit etmek zorundayız.

Bir genç hatırıma geliyor. Eskiler boyu "dal" gibi olmuş derlerdi. Burdaki dal sözü, ağaç dalı değil. Alfabenin harflerinden bir dal vardır, böyle eğri... Boyu dal gibi olmuş demek, boyu iki büklüm olmuş demek... Yaşını soruyorsunuz, 32 yaş... Boyuna bakıyorsunuz, dal harfi gibi iki kat olmuş, öyle geziyor. Yerde bir şey arıyormuş gibi... Neden?.. Yanlış bir hayat tarzı sürmüş. Gençliğini telef etmiş. İfnâ etmiş kendi vücudunu... Artık telâfisi mümkün olmayan bir noktaya da gelmiş. O vücudun ondan sonra tekrar onarılması mümkün olmuyor.

O bakımdan tesisatın doğru bağlanması, hayatın doğru anlaşılması ve doğru yaşanması, elektriğin yanmasını ve ortalığın ışıklanmasını esas olarak görüyorum. Yanlış bir yaşam tarzının telâfisi mümkün değildir. Çünkü deney kendi yaşamının üzerinde yapılıyor. O bittikten sonra, artık ikinci bir hayat verilmiyor insana...


Bu hayatın tabii çok kompleks meseleleri var... Bileşik, karmaşık muammâları, esrârengiz tarafları var... Harikaları var, insanları hayrete sevkeden tarafları var...Vakit olsa, onlar üzerinde de konuşabilirim.

İşte bu hayatın nasıl başladığı, nasıl biteceği, "Evveli ne?.. Sonrası ne? Ortası ne ve ortasında insanın nasıl hareket etmesi lâzım gelir?" sorularını cevabını çeşitli akıllar vermiştir, çeşitli filozoflar vermiştir, düşünen insanlar vermiştir. Bir takım sosyal kurumlar, müsseseler vermiştir.

Din de bu soruları cevaplandıran bir müessese, bir kurum... Hem de bu soruların cevabını kendisi üreterek, kendisi düşünerek bulmuyor. Mâverâdan, transandantal, öteki, bizim görmediğimiz öbür taraflardan haberler getirerek buluyor. O zaman o kıymetli... Yâni, havanda su döğmek değil, kendi içimizde, kendi zihnimizde mevcut malzemeyi evirip çevirip bir şeyler düşünmek değil de, dışarıdan bir haber ile, bunların çözümlerini, soruların cevaplarını getiriyor.


Tasavvuf da dinin özge, farklı bir yaşam şekli... Dinî bir hayat var, dindarâne bir hayat var... Dine dindarâne bir bağla bağlı olmayan, veya inanmayan, ateist, münkir veya inançsız, tamamen her şeyi reddeden insanlar olabiliyor. Dindar insanların içinde de bir tasavvufî meşrep, tasavvufî tarz, özge bir yaşam biçimi, düşünce biçimi var...

Bu bizim için çok önemli ve biz dindar ve mutasavvıf bir milletiz. Kültürümüz tasavvufla yoğrulmuştur. Her şeyimizde mimarîmizde, konuşmamızda, edebiyatımızda, örfümüzde, adetimizde tasavvufun tesiri vardır.


Osmanlı mutasavvıftır, tüm münevverleriyle, hattâ padişahlarıyla... Padişahlar derviştir. Halbuki, derviş kelimesi padişah kelimesinin zıddı gibidir. Birisi zengin birisi fakir... Derviş fakir demek, kapı kapı dolaşıp bir şey isteyen insan demek Farsça'da... Ama padişah derviştir. Osmanlı padişahları birisine bağlanmış, tasavvufa girmiş ve derviş olmuştur. Tasavvufî hayatı, eğitimi görmüştür.

Alimler öyledir, halk öyledir, esnaf öyledir. Esnafın ticârî hayatında tasavvufî bir neş'e vardır. Esnaf teşkilâtları, fütüvvet teşkilâtları tasavvufî yapıdadır.

Asker öyledir. Yeniçeri ocağı tasavvufî bir hava içindedir ve Hacı Bektâş-ı Velî'nin makamı vardır. Yeniçerilerin piri Hacı Bektâş-ı Velî'dir.

Osmanlı şeyhülislâmlarından hepsi hürmet görmüşler, ama bir tanesi padişah tarafından azledilmiş; Çivizâde filânca efendi... Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'ye ve mutasavvıflara karşı fikirler taşıdığı için... Yâni, tasavvufa karşı diye şeyhülislâmı makamında tutmamışlar.


Şairimiz mutasavvıftır. Şiirini anlamak için mutlaka tasavvufu bilmek lâzımdır. Birbirimize hitab ederiz, "Eyvallah!" deriz, "Erenler" deriz, "Cânım!" deriz; bunların hepsi tasavvufî terimdir. Ya Mevlevî tarikatından girmiştir, ya Bektâşî tarikatından girmiştir ama, dilimiz, yaşayışımız, düşüncemiz, insanlara bakış tarzımız tasavvufîdir.

Biz öyl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tasavvuf ve Hayat
« Posted on: 20 Nisan 2024, 02:45:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tasavvuf ve Hayat rüya tabiri,Tasavvuf ve Hayat mekke canlı, Tasavvuf ve Hayat kabe canlı yayın, Tasavvuf ve Hayat Üç boyutlu kuran oku Tasavvuf ve Hayat kuran ı kerim, Tasavvuf ve Hayat peygamber kıssaları,Tasavvuf ve Hayat ilitam ders soruları, Tasavvuf ve Hayatönlisans arapça,
Logged
26 Haziran 2010, 19:00:44
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 26 Haziran 2010, 19:00:44 »

Bu zamanın insanı ne yapacak?.. Peygamber Efendimiz var iken, bir müslümanın Peygamber Efendimiz'e bağlanması gerektiğini hepimiz kabul ediyoruz, itiraz duygusu gelmiyor içimizden... Peygamber Efendimiz'den sonra ne olacak?..

Ne olduğuna bir bakalım: Peygamber Efendimiz'den sonra Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e bağlanılmıştır. Ondan sonra, Hulefâ-yı Râşidîn'e bağlanılmıştır. Ondan sonra, bir zorbalık devri gelmiştir. Zorla, Medine-i Münevvere'nin mescidinin kapılarında silâhlı askerlerin durup, "İlle Emevî hükümdarına bey'at edeceksiniz! Etmezseniz kafanızı keserim!.." diye zorbalıkla, zorla tâbî kılma... Tabii, bu esas bey'at değildir.

Bu bakımdan, alimler ile yöneticiler arasında zaman zaman çeşitli ihtilâflar çıkmıştır. Haccâc-ı Zâlim Mekke-i Mükerreme'yi muhasara edip, Abdullah ibn-i Zübeyr'i şehid etmiştir. Yezid ibn-i Muâviye zamanında, Peygamber Efendimiz'in torunu Hazret-i Hüseyin Irak'a çağrılmışken, çoluk çocuğu ile beraber katliama uğratılmıştır.

Tabii, o zaman onlara yapılan bey'at, sağlam, hakîkî ve kalbi rahatlatan bir bey'at olmuyor. O zamandan itibâren evliyâullaha, din alimlerine bey'at etmişlerdir ve edilmesi gerekir.


Soru:

--Said-i Nursî (Rh.A), devrin tasavvuf devri değil de imanı muhafaza ve kurtarma devri olduğunu müteaddit defalar zikretmiş; bunu yorumlar mısınız?


--Said-i Nursî merhûmun, bizim Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn Hazretleri'ne üstadım dediğinin şahitleri var: Samsun'da Mustafa Bağışlayıcı, Eskişehir'de Abdülvahabı'n babası... Bizzat Said-i Nursî'yle görüşüp anlattıkları şeyler var...

Meselâ, Gümüşhâne'lidir söylediğim şahıs... "Nerelisin evlât?" demiş Said-i Nursî merhum kendisine... "Gümüşhâneliyim!" deyince, "Hocamın memleketindensin..." diyerek açıkça Gümüşhâneli Hocamız'a bağlı olduğunu söylemiş.

Benim hocam Mehmed Zâhid-i Bursevî'ye de, bir muhakemesi olduğu zaman gelmiş olduğunu hocam bana nakletmişti. "Hocam ben de Evrâd-ı Bahâiyye'yi --Bahâeddîn-i Nakşıbend Hazretleri'nin evradını-- okuyorum." dediğini; "Bana dua edin, bugün mahkememiz var!" dediğini söylüyorlar.

Ayrıca Mustafa Bağışlayıcı'nın da, bağlı olduğuna dair hatıraları var... Kendisinin tasavvufa bağlılığı vardır; bir... İkincisi imanı kurtarma ve muhafaza, ma'rifetullah'a ermek, mü'min-i kâmil olmak, zâten tasavvufun işidir.

O bakımdan ya bu sözü söylemedi üstâd; ya da söylediyse, "Şu sırada böyle bir şeyhe bağlanmayın da, benim tavsiyelerimi tutun! Çok acil bir durum içindeyiz. Şu risâleleri okuyun, yazın; böyle bir çalışma yapalım!" demiş olabilir.


Soru:

--Tasavvufun modernizasyondan etkilenmesi ne derecededir? Sizin tasavvufu modern dünyaya adapte ettiğiniz söyleniyor; bu ne derecede doğrudur?


--Tasavvufta modernizasyonu diye bir şey sezmiyorum ben, tasavvufun içinde... Tasavvufun kendisi ter ü tâzedir, bayatlamamıştır, bozuk değildir ki, modernizasyonu olsun.

Yalnız, biz daha ziyâde Nakşî, Kadirî, Çeştî, Sühreverdî, Kübrevî Tarikatları yoluyla gelmiş bir an'aneye bağlıyız. Bizim yolumuzda, Kur'an-ı Kerim'e ve sünnet-i seniyyeye bağlılık çok önemlidir. Biz tasavvuf içinde sünnet-i seniyyeye bağlılığı etkili hale getirmeye çalışıyoruz. Bid'atlere karşı, sünnet-i seniyye'ye gelmeye yönelik çalışmalara önem veriyoruz.

Bazıları da bizi bu yönden suçluyor. Meselâ, Hürriyet Gazetesi'nin çıkardığı tarikatlar ve tasavvufla ilgili küçük bir kitap var; herhalde Yaşar Nûrî Öztürk yazmış. Orda Bektâşîliği medhediyor: "Güzeldir, kadın erkek bir aradadır. İçki hususunda ve sâirede de müsamahası vardır... Mevlevîlik güzeldir, mûsikîye müsaade etmiştir. Dönüyorlar, bir çeşit dans yapıyorlar. Raks vs. câiz gibi oluyor. Ney var, çalgı var..." filân diye. Ama bizim Nakşîliğe biraz çatmış: "Bunlar yobazdır, gericidir. İnkılaplara karşı çıkan falan şahıs, filânca şahıs bunlardandır." gibi sözler söylüyor.

Onların da bir çeşit şahitliğidir bu sözleri ki, biz sünnet-i seniyyeye uygun hareket etmek istiyoruz. Yapmak istediğimiz budur. Yoksa, İslâm'dan gayri bir tesiri tasavvufun içine getirmekten, modernizasyon veya reform adı altında böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırız. Biz Rasûlüllah'ın (SAS) hayatının ana esaslarına göre yaşamayı istiyoruz, onu uygun görüyoruz. Kur'an'a göre yaşamayı uygun görüyoruz.


Soru:

--Tasavvufta Yunan ve Hint etkisi hakkında ne dersiniz?


--Felsefî tasavvufta, işin sözünün edilmesinde, kitaplarda yazılmasında bunlardan bahsediliyor. Olabilir. Hindistan'daki bazı tarikatler, Türkistan'daki bazı tarikatlar şamanizmden, brahmanizmden, budizmden etkilenmiş olabilirler. Başka yerlerdeki bazı tarikatlar hristiyanlardan filân bazı etkiler almış olabilirler, mümkündür. Ama bunlar meövziîdir, münferit olaylar tarzındadır.

Almışsa bile mahzuru olmayan şeyleri almıştır. Çünkü o da tepeden tırnağa batıl değildir. Belki hristiyanlığın aslî tarafındandır, veya yahudiliğin aslî tarafındandır. İnsanlara şefkattir veya nefsi terbiye etmek için bir metoddur. Metod kullanılabilir. İlim Çin'de bile olsa alınacağı için, nefsin terbiyesi için bir metod belki kullanılmış olabilir. Bizde yoktur. Bizim yürüdüğümüz yolda, biz hadis-i şerife uygun, Kur'an-ı Kerim'e uygun olan şeyi yapmağa, onun dışındaki şeyleri yapmamağa ve böyle bir etki varsa onu ayıklamağa çalışıyoruz.

Bu Hint etkisi meselâ Kalenderîlik'te vardır. Kalenderîler dört şeyi kesiyor: Saçı kesiyor, cascavlak kalıyor. Kaşı kesiyor, bıyığı kesiyor, sakalı kesiyor. Diyorlar ki: "İşte bu Kalenderîler Hindistan'dan etkilenmiş, ordan gelmiş." Olabilir. Peygamber Efendimiz'in böyle bir şey yapması yok... O halde bir etkilenme olabilir.

Alevî-Bektâşî gruplarının içinde tırnak uzatmak, saçı, bıyığı uzatmak görülüyor. Adetâ bir tasavvufî bir şey verilmiş ona... İlle kâsenin içine girecek, içerken yüzecek filân diye... Bunlar tabii İslâmî görünmüyor. Belki, şamanizmden gelmiş bazı şeyler...

Veya giyim kıyafette boynuna bağladığı bir takım şangur şungur malzeme ve sâire bazı şamanist etkileri anlatır. Ama bunlar küçük, mevziî olaylar...


Soru:

--Bir alimimiz, "Bu zaman tarikat zamanı değil, hakîkat zamanıdır." demiş; ne dersiniz?


--Tarikat, bir eğitim sonunda hakîkate ulaştırıyor insanı... İnsan nefsini yeniyor, iradesini kontrol ediyor, Allah'ın sevdiği işleri yapıyor; Allah'ın sevgili kulu oluyor, hakîkate ulaşıyor, ermiş kimse oluyor. Tarikattir yolu onun, başka türlü olmuyor o...

Kitap okumakla olsaydı, Allah gökten kitabı indirirdi, "Okuyun bunu!" derdi. Böyle olmuyor. Sohbet yoluyla oluyor.

Peygamber Efendimiz gelmiş, 23 senede insanları İslâm'ın hakîkatlerine alıştırmış ve eğitmiştir. Eğitim yoluyla olduğu için kitap yoluyla, okumak yoluyla olmaz! Eğitimin içinde kitap olabilir ama, mutlaka bir eğiticinin olması şarttır ve öyle olmuş.

Sonra bazı insanları öğretebilirsiniz, şunu oku, şunu ezberle filân diyebilirsiniz ama; fiilen göstererek şunu şöyle yap demek, çok yaygın bir eğitim tarzıdır. Çırak usta yetiştirme usûlüdür. Gayet kolaydır. Görerek ve uygulamalıdır. Tasavvuf bunu yapıyor. Onun için, böyle olması şarttır.


Soru:

--"Günümüz toplumu tarikata uygun değildir. Bir yere kapanıp zikir yapmaktansa, dışarda insanlara İslâm için hizmet yapmak gereklidir. Bunun için tarikat gereksizdir." deniliyor. Ne dersiniz?


--"Günümüz toplumu tarikata uygun değildir." diyemiyoruz. Olaylar da öyle göstermiyor. Amerika'lı bile, yahudi bile, Fransız, İngiliz, Alman bile müslüman olup tarikata girebiliyor. Hattâ Abdülkadir Es-Sûfî'nin Londra yakınında ayrı bir yer aldığı, ayrı okullar açtığı, helâl gıda satılan ayrı bir süpermarket açtığı, İslâmî bir topluluk meydana getirmeğe çalıştığını biliyoruz.

Toplum tarikata uygun değilse, İslâm'a uygun değilse; o zaman, müslüman olan insan topluma uymuyor, toplum içinde kendi varlığını sürdürmeğe çalışıyor. Biz de öyle yapıyoruz. Biz de Türkiye'deki çevre içinde, ortam içinde, çeşitli gayr-i İslâmî tesirlerin karşısında hanımlar giyim bakımından; erkekler sakal, namaz vs. konularda herkes, "Öz inancıma uygun yaşayayım!" diye bir direnç gösteriyor. İnsan ille topluma tâbî olmuyor, bazan da topluma karşı çıkarak, direnç göstererek bazı haksızlıkları engellemeğe çalışıyor.

O bakımdan, toplum tarikata uygun değilse, tarikat da gerekli bir eğitimi --iç eğitimi, ahlâk eğitimi-- veriyorsa; o zaman, toplumun ihtiyacı var buna... Toplumun değişmesi lâzım!.. Bu inadından vazgeçsin, şu ahlâk eğitimi yapılsın da, hayâlî ihracatlar, arsızlıklar, yüzsüzlükler vs. bitsin!.. Ahlâk toplum için gerekli olduğu için, ahlâk eğitiminin yapılması gerekli olduğuna göre, bu taraftan da bakabiliriz bu konuya...


"Bir yere kapanıp zikir yapmak" sözüyle tarikata bir sataşma oluyor. Bir iddia, bir kötüleme oluyor. Tarikat sanıldığı gibi böyle değildir. Belki, böyle yapanlar hristiyan rahiblerdir. İslâm'dan önceki mistikler böyle yapmışlar. Uludağ'a çekilmiş, --onun için keşiş dağı denmiş-- orda ibadet etmiş. Mağaraya çekilmişler veya Niğde Aksaray'daki peribacalarının olduğu yerlerde, vs. böyle dünyayı terkederek, târik-i dünya olarak, ruhbanlıkla evlenmeyerek, ibadetle meşgul olmuşlar.

İslâm böyle değildir. İslâm'da mutasavvıfların hepsi bir meslek sahibidir. Meselâ, okuyun Tezkiretül Evliyâ'yı: Ya attârdır, ya kassâbdır, ya nessâcdır, dokumacıdır... Çünkü, elinin emeğiyle kazanmak sevap olduğundan çalışmışlardır. İbadetini çalışırken yapmışlardır. Çalışıp da sevap kazanmayı düşünmüşlerdir. Çalışıp kazandıklarıyla hayır yapmayı düşünmüşlerdir.


İslâm tasavvufunda böyle bir kenara çekilip de, toplumdan kaçmak yoktur. Bazı zamanlar yapılan bir halvet var; o da eğitim içindir. Hiç bir kimse üniversitenin son sınıfına gelmiş bir öğrenci, tam proje devresinde evinden üç gün dışarı çıkmad...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes