> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İslam,Tasavvuf,Hayat > İslam Nedir
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslam Nedir  (Okunma Sayısı 1041 defa)
26 Haziran 2010, 19:05:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 26 Haziran 2010, 19:05:09 »



İSLÂM NEDİR?


Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves salâtü ves selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ ve senedinâ ve tâci ruusinâ ve üsvetünel haseneti muhammedinil mustafâ...


Çok muhterem misafirlerimiz, değerli, muhterem kardeşlerim!.. Allah-u Teâlâ Hazretlerinin selâmı, ihsânı, ikrâmı dünyada, ahirette üzerinize olsun...

Onun seçkin kulu Muhammed-i Mustafâsı, Habîb-i Edîbine sonsuz salât ü selâmlarımızı, tahiyyat ve ihtiramlarımızı arz ederim.

Çok büyük, çok önemli, çok hayâtî, çok tatlı bir konu üzerinde konuşmak istiyorum: Genel olarak inanç ve inançların en üstünü olan İslâm; İslâm'ın özellikleri, bize emrettikleri, bizim müslüman olarak yapmamız gereken konular üzerinde...


En önemli konu din konusudur. Çünkü, öteki konuların hepsi sadece dünya ile ilgilidir. Hattâ dünyanın bir bölümüyle ilgilidir. Meselâ tabiatla ilgilidir, meselâ sıhhatle ilgilidir. Ama din, hem dünya hem ahiretle ilgilidir.

Dünya küçücüktür ama, fezâ sonsuzdur, uçsuz bucaksızdır. Aralarında sonsuz büyüklük farkı vardır. Dünya ile ahiret de öyledir. O bakımdan insanın ahiretini düşünen, bahis konusu eden bir mesele elbette, en büyük meseledir. Çünkü sonsuz büyük bir istikbâli ilgilendiriyor.


Bu konu insanlığın müşterek konusudur. Her toplumda bir inanç sisteminin teşekkül etmiş olduğunu dinler tarihinden biliyoruz. Çeşitli şekillerde tasnif edilebilen dinler mevcut... Önce ilâhî dinler ve ilâhî olmayan dinler diye haklı ve büyük bir ayırım yapabiliriz. Bu inançlar incelendiği zaman, insanların çok çeşitli şeylere kalblerini bağladıklarını, inandıklarını ve bize göre, Yirminci Yüzyıl'ın insanına göre garib gelecek inanışların içinde olduklarını görebiliriz.

Meselâ, öküze tapmışlar. Bize komik geliyor, gülüyoruz. Mısırlılar tapmış, Hintliler hâlen tapıyor.

Güneşe tapmışlar. Eski İranlılar tapmış, hâlen Japonlar tapıyor. Şu teknolojide bu kadar ileri gitmiş olan Japonlar... İmparatorları Güneş'in oğluymuş. Gülmeli mi, ağlamalı mı, acımalı mı, teessüf mü etmeli?.. İnsanlık namına, ilim namına, teknoloji namına, Yirminci Yüzyıl namına insan hayret ediyor.

Televizyonda seyretmiştim; kobra yılanlarına tapınanlar var... Tapınakları var, kapısının iki tarafında ensesini şişirmiş kobra yılanları... Tarlalardan kobra yılanlarını topluyorlar, tapınıyorlar. Halbuki yılda bilmem kaç bin tane insan onların sokmasıyla ölüyor.

Hititlilerde ve Hindistan'da tenâsül aletine bile tapmışlar.

Bunların ötesinde kahramanlarını putlaştıranlar, elleriyle yaptıkları ağaçlara, taşlara, dağlara tapanlar, çeşitli yıldızlara tapanlar var...


Demek ki, her toplulukta bir inanç sistemi var ama, mühim olan inancının vasfı, kalitesi... Var bir inancı, iyi, güzel, inanıyorlar diyemiyoruz; inancın kalitesi önemli oluyor. Her şeyde böyle...

Meselâ, Yirminci Yüzyıl'ın insanı aklı sever, tebcil eder, beğenir, alkışlar. Akıl hürmet gören bir varlık... Fakat, dünya üzerinde ne kadar insan varsa her birinin aklı var ama, her birinin hareketi güzel hareket değil...

Büyüklerimiz onun için, aklın makbul olanını akl-ı selim diye isimlendirmişler. Her aklı makbul saymıyoruz, makbul de değil... Hani Nasreddin Hoca'nın fıkrasıyla söylemek gerekirse: "Soğanla yoğurt yemeyi ben buldum ama, ben de beğenmedim." demiş. Yâni, insan bir şeyler bulabilir, bir şeyler yapabilir ama, güzel mi, değil mi?..

Sonra zevk var... "Zevkler ve renkler tartışılmaz." diyoruz ama, yine bir de zevk-i selim var... Olgun bir sanatkârın zevki ile, ilkokuldaki bir çocuğun veya henüz çırak durumundaki bir insanın zevki muhakkak farklı...

His var, hiss-i selim var... Demek ki, inanç var, inancın da tabiî kalitesi güzel olanı, selim olanı önemli...


İşte biz elhamdü lillâh, dinler tarihini ve muhtelif dinleri incelediğimiz zaman; hattâ hürmet ettiğimiz, taklid ettiğimiz, imrendiğimiz, özendiğimiz milletlerin dinlerini, meselâ Amerikalıları, İngilizleri, Avrupalıları, Japonları incelediğimiz zaman, onların dinlerinde o kadar mantıklı olmadıklarını görüyoruz. Maalesef güleceğimiz gibi, bizim gibi bir terbiye almış milletin kabul etmeyeceği garip ve çocuksu, ayıplanacak, kınanacak inançların içinde olduklarını görüyoruz.

Ben askerlik yaparken, bir general beni makamına çağırmıştı. Kendi birliğinde çalışan bir asteğmen olarak değil de, İlâhiyat Fakültesi'nden doçentlik payesini almış bir kimse olarak, lâyık olmadığım iltifatı gösterdi.

Oturttu karşısına, sordu bana:

"--Hocam çok merak ediyorum, bu Türkler bu İslâm dinine niçin girmişler?" dedi.

Baktım paşa hazretleri müteessif... Niye müslüman olduğumuzu anlayamıyor ve teessüf ediyor buna... Öyle bir edâ ile söyledi. Yâni, demek istedi ki: "Ne olurdu hristiyan olsaydık. Ne güzel, işte Batı'da görüyoruz; içki içiyorlar, kadın erkek münasebetlerinde daireleri, meşrebleri, havsalaları son derece geniş..." gibi böyle bir his içinde... "Nerden de bulmuşlar bu müslümanlığı?.. Bula bula müslümanlığı mı bulmuşlar?.." demek gibi söyledi.

Ben de dedim ki:

"--Bizim ecdadımız müslümanlığı sosyal ve coğrafî şartlar dolayısıyla tesadüfen karşılaştıkları bir inanca girmek tarzında benimsemediler. O zaman mevcut bütün inançları tanıyıp, tadıp tercih ederek girdiler."


Bir kere Tibet'i biliyorlardı, Dalay Lama'ları ve sâireyi biliyorlardı. Brahmanizmi, budizmi biliyorlardı. Çin'de hakimiyet sürmüşlerdi, onların inançlarına vakıf idiler.

Kendilerinin şamanizmi, atalarından kalma bir din olarak mâlûmlarıydı. Hazar Denizi'nin, Karadeniz'in kuzeyinde hristiyanlığı görmüşlerdi. Kodekus Komanikus gibi çok eski devirlerden kalma metinler elimizde... Bir kısım kabileler hristiyan olmuş; hattâ şimdi Gagavuzlar, onlardan kalıntı diye gazetelerde bahis konusu ediliyorlar.

Hazar Türkleri yahudiliğe girmişler. Yahudileri görmüşler, tanımışlar, tâbî olmuşlar. Bütün bunların hepsini denedikten sonra, devletler milletler yöneten mâkul bir yönetici kadro olarak İslâm'ı beğendiler, İslâm'ı seçtiler.

Çünkü, hayata en iyi intibak eden din İslâm... Çünkü, devleti yönetmekte en olumlu hükümlere sahib olan din İslâm... Çünkü, toplumun içindeki insanların birbirleri ile münasebetlerini en iyi düzenleyen İslâm... Çünkü, toplumun yapısı olan aileleri ve ailelerin temel taşı olan fertleri bedenen sıhhatli yapan İslâm... Rûhen güçlü ve kuvvetli yapan İslâm...


Tabii, asker olduğu için bir de ona, "Askerlik bakımından da İslâm'dan daha güzel bir din bulamazsınız!" dedim. "Askerlik mesleğini bir mübarek, mukaddes meslek haline getiren İslâm... Nöbeti bir ibadet haline getiren İslâm... Allah yolunda, başkalarının sınırların arkasında huzur içinde yaşaması için, canından geçmeyi bir ideal olarak insanlara aşılayan İslâmdır, paşam!.. Bunları hangi dinde bulacaksınız?.. Bulamazdınız ki, bulamazsınız ki..." dedim.

Ben sözü o tarafa getirince, bizim alay komutanı da Roma'da ateşemiliterlik yapmış:

"--Tamam paşam, ben de Roma'da bulundum. Onlarda hiç akla mantığa uygun bir taraf da yoktur." dedi.

Paşa hazretleri çok takdir etmiş anlaşılan, ben emekli olduktan sonra hâlâ bana bayramlarda tebrik gönderirdi. Verdiğim cevaptan memnun olmuş yâni... İşin gerçeği de budur.


Bizin ecdâdımız, büyüklerimiz bu dini sosyal bir takım hadiselerin sürüklemesi sonucunda, rüzgârın önündeki yaprak misali; "Eh ne yapalım, bizim de kısmetimiz buymuş. İşte bu inanç da bizim olsun!" diye seçmediler.

Her zaman yoklama ve irdeleme, kontrol ve tenkid süzgeçleri, mantık ve muhakemeleri çalıştı; İslâm'a daha çok aşık olarak daha sıkı bağlandılar.


Meselâ, Hindistan'a gittiler. Hindistan'da dörtyüz kadar mezheb var; onların hepsini gördüler, onları yönettiler. Onların hepsini bir noktaya getirmek için çalıştılar.

İran'a hakim oldular, İrandaki şiilerle sünnîlerin arasındaki ihtilâfı halletmek için hakem rolünde oldular. Tarafları karşılarına getirdiler, münazara yaptırdılar. Hangisi haklıysa tabî olunsun diye, devamlı bir ilmî araştırma, tenkid ve basîret üzere bu dine sarıldılar ve severek bağlandılar.

Zaten severek bağlanılmayan bir dine insanoğlu asırlarca böyle, bu kadar fedâkârca hizmet etmez. Bu kadar baskı, bu kadar düşmana rağmen bu kadar fedâkârca bağlanmaz.


Bizim dinimiz ebedî saadeti sağlamak için gerekli kaideleri veriyor. O bakımdan dindar olmak menfaatimize... Ferdî sıhhatimizi, bedenî temizliğimizi, her gün yıkanmamızı, haftada bir yıkanmamızı, tırnaklarımızı kesmemizi, dişlerimizi fırçalamamızı, basit detaya kadar inerek temizliğimizi, sıhhatimizi korumayı sağlayan; aile yuvasına büyük kutsallık veren, anneye büyük değer veren, babaya büyük pâye veren ve ona itaat etmeyi çok sevaplı olarak gösteren İslâm....

O halde aile saadeti için, fert saadeti için, toplumun intizamı ve saadeti için hep faydalı... Ama bütün bunlara rağmen biz dine, materyalist bir gözle menfaat açısından bakarak bağlanamayız. Biz ahiret bezirgânı, tüccarı değiliz. Allah'ın emri olduğu için, Allah'ın emri hak olduğu için ona bağlıyız. Yâni, materyalist bir yaklaşımla: "Din insanlara faydalıdır. İnsanın ruh sağlığını sağlıyor, beden sağlığını sağlıyor. O halde dine destek verelim, insanlar sağlıklı olsun. Toplum da bundan faydalansın." Bunlar yan ürün bizim için...

Biz Allah'ın varlığını birliğini, muhakememizle, vicdanımızla bulduğumuz için dindarız. Allah'ın emirlerine Allah'ın emri olduğu için bağlıyız. Ama onun arkasından sayısız faydalar hasıl oluyor. Fayda da olsa, zarar da olsa, (Fil mekrahi vel menşati) hoşumuza giden durumda da, hoşumuza gitmeyen halde de Allah'a itaat edecek bir ruh seviyesine yükselmiş bir milletiz.

...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslam Nedir
« Posted on: 29 Mart 2024, 10:50:14 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslam Nedir rüya tabiri,İslam Nedir mekke canlı, İslam Nedir kabe canlı yayın, İslam Nedir Üç boyutlu kuran oku İslam Nedir kuran ı kerim, İslam Nedir peygamber kıssaları,İslam Nedir ilitam ders soruları, İslam Nedirönlisans arapça,
Logged
26 Haziran 2010, 19:05:39
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 26 Haziran 2010, 19:05:39 »

Sonra:

(İnnallàha yühibbü izâ amile ehadekümül amele en yutkınehû) "Allah bir işi yaptığınız zaman, onu mükemmel bir tarzda ortaya koymanızı sever. Rahmet eder öyle yapan insana..." diyor Peygamber Efendimiz...

Bu müslümanın kaliteye önem vermesine teşviktir. Güzellik duygusu var, bir şeyi kaliteli yapma emri var İslâm'da... Yaptığı şeyin en güzelini yapacak. Kılıcı en keskin olacak, çinisi en güzel çini olacak. Camisi en güzel abide olacak, asırlar boyu devam edecek. Bozulmayacak, solmayacak, dâimî olacak, güzel olacak... Yaptığı şeyi güzel yapmak, başarmak ve en üstün derecede, en kaliteli olarak başarmak fikri vardır.


Sonra, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği maddî ve mânevî temizlik esastır İslâm'da... Avrupalıların hiç yıkanmayıp da senede bir sadece pamukla silindiğini, vaftiz suyunun tesiri kaçmasın diye yıkanmaktan kaçındığını biliyoruz. Versay Sarayı'nda yüznumaranın olmadığını biliyoruz.

Ama, müslümanların yaptığı her ibadethânenin yanında bir hamamı da vardır. Medresesi vardır, aşevi vardır, hamamı vardır, sıcak ve soğuk suyu vardır, bedava yıkanma imkânı vardır.


Onaltıncı Yüzyıl'da Osmanlıları ziyaret eden Hollandalı sefir Baron de Büsbek diyor ki: "Yâ bu adamlar hasta olacaklar. Çıpıl çıpıl balık gibi boyna yıkanıyorlar. Bu kadar da yıkanmak olur mu?" diyor. Yâni hamamda müslümanların bol bol yıkanmasını yadırgıyor.

Biz her gün beş defa yıkanırız. Abdülhamid Han cennetmekân, her sabah havlusunu alır, hamamda yıkanmasını yapar, öyle giyinirmiş. İmkânı olan böyle yapardı. Ama yapamayan hiç olmazsa haftada bir giderdi, hamamda bir güzel yıkanırdı. Tertemiz bohçasını alır, kadınlar erkekler çoluk çocuğu ile yıkanırlardı. Haftada bir mutlaka bir temizlik olurdu.

Öyle bir senede, derinin üzerinde kir tabaka haline gelsin, zırh haline gelsin, kaplumbağa derisi gibi olsun; İslâm'da böyle bir şey yok, temizlik var... Maddî temizlik ve mânevî temizlik var...

Tırnak kesmek, bıyıkların fazlasını kesmek, koltuk altlarını temizlemek, her türlü temizlik... Mekânda temizlik... Meselâ, üstünüz temiz olmazsa, namazınız olmuyor. Hadesten taharet, necâsetten taharet şarttır, namazın farzlarındandır. Günde beş defa kıldığınız namaz, temiz olmazsanız kabul olmayacağı için temiz olmak zorundasınız. İslâm böyle bir şeye bağlamıştır. Temizlik lafta değildir.

Zâtenİslâm'ın hiç bir emri lafta değildir. İslâm'ın en mühim özelliklerinden birisi, söylediği her sözü pratik bir çareye bağlamış olmasıdır. İslâm'ın en güzel tarafı, sözü nazarî bir nasihat halinde bırakmaması, mutlaka pratik bir işe bağlamasıdır.


Meselâ, Allah'ı unutmayın emri;

(Velâ tekûnû kellezîne nesullàh) "Sakın Allah'ı unutan o gàfil insanlar gibi olmayın!" Unutmamak için, günde beş vakit namaz vardır.

--Hocam, bir defa olsa yetmez mi?..

Yetmez, unutursun Allah'ı; beş defa olacak!.. Ondan beş defadır. Sonra zikir vardır.

(İnnemel mü'minûne ihvetün) "Bütün müslümanlar kardeştir." Pratik nasıl kardeş olacağız?.. Senede bir defa hacta toplanıyorsunuz. Hem de müslümanların en zenginleri, en sıhhatlileri toplanıyor. Tabiî seleksiyonla seçilmiş olanları, en kalitelileri geliyor ve orda İslâm için konuşmak imkânı doğuyor.

Camide cemaatle namaz, o da bir toplanma şeklidir. Cuma günleri toplanma... İslâm işi pratiğe bağlamıştır.

Temiz olun!.. Temizliği de abdeste bağlamıştır, gusle bağlamıştır. Mutlaka yıkanacak, çaresi yok... Onun için temizlik dinidir İslâm, nezâfet dinidir. Temizlik dinin yarısıdır.

Avrupa böyle değildi. Avrupa bugün yıkanıyor ama, bu İslâm'ın tesiridir; daha önce yoktu. Avrupa'daki bütün değişiklikler İslâm'la olmuştur. Rönasans İslâm'ı gördükten sonra olmuştur, İslâmî ilimlerle olmuştur. Reform İslâm'la karşılaştıktan sonra olmuştur. Kiliseye itirazlar, İslâm'ı tanıyanlar tarafından yapılmıştır. Bilimsel gelişmeler İslâm'ın tanınmasından sonra olmuştur.

Dr. Sigrid Hunke, "Batı Üzerine Doğan Allah'ın Güneşi" diye İslâm'ın bilim bakımından Batı'yı nasıl uyardığını, nasıl motive ettiğini, nasıl faydalı olduğunu kitabında anlatıyor. Türkçeye tercümeleri var...


İslâm ilme çok büyük değer verir, alime çok büyük paye verir. Peygamberlerin halifeleri devlet başkanları değildir, alimlerdir.


(El'ulemâü veresetül enbiyâi ve hulefâir rusûl) Alimler rasullerin halifeleridirler, peygamberlerin varisleridirler." Çünkü her şey ilimle olur. Bugün biz bir şey yapmak istediğimiz zaman mütehassısına gidiyoruz. Onun için önder, ilim adamıdır.


Adalete çok önem verir.

(El'adlü esâsül mülk) Mülk apartman demek değildir, bağ bahçe demek değildir; egemenlik demektir, hakimiyet demektir. "Hakim olmanın, devlet olmanın, yönetici olmanın temeli adalettir." diyor İslâm...

Adil olacaksın! Kime karşı?.. Padişahın aleyhine bile olsa... Nitekim İstanbul'un ilk kadısı, Kadıköy kendisinin mülkü olan, Kadıköy'e ismini veren Hızır Çelebi, --İMÇ'nin olduğu bulvarın yanında kabri vardır-- Fatih Sultan Mehmed'i mahkum etmiştir.

Kimin karşısında?.. Rum mimarın davacı olması üzerine, Rum mimarı haklı çıkarmıştır, İstanbulun fatihi Sultan Muhammed Cennetmekân'ı mahkûm etmiştir. Hızır Çelebi böyle hakimdir.

Neden?.. İslâm'da esas olan adalettir.Hakim devlet başkanından filân korkmaz. Kimden korkar?.. Allah'tan korkar. Neyi yapar?.. Allah'ın emrini yapar, adaleti icrâ eder.

(Velev ala enfüsekim evil vâlideyni vel akrabîn) "Kendinizin aleyhinde bile olsa, annenizin babanızın bile aleyhinde olsa, akrabalarınızın bile aleyhine olsa, adaletle hükmedin, adaletten ayrılmayın!.." diyor İslâm...

Onun için, kişi kendi aleyhinde şahitlik yapar: "Ben hatâ ettim, kabahat benim, benim mahkûm olmam lâzım!" der. İslâm böyledir.


Bir meşhur İslâm kadısının, Kadı Şüreyh'in huzuruna muhakeme için iki kişi geliyor. Bakıyor ki birisi zünnar bağlamış, gayrimüslim; ötekisi müslüman... "Ah müslüman kazansa..." diye içinden bir temenni geçiyor. Ama, dinliyor, bakıyor ki, müslüman haksız gayrimüslim haklı... Gayrimüslime haklı olduğunu beyan ediyor, onun lehine karar veriyor, gönderiyor.

Fakat ömrünün sonuna kadar gözyaşı dökmüş, tevbe ve istiğfar etmiş, "Niye benim kalbim muhakeme olmadan bir tarafa meyletti; ben ne biçim hakimim?" diye...

Adalet anlayışı budur İslâm'da... Onun için, evrensel dindir. Bütün milletlerin sevgi ve saygı göstermesi gereken bir dindir.


İslâm'da sevgi ve saygı temeldir, müslüman müslümanı sever.

(Eşiddâü alel küffâri ruhamâü beynehüm) Merhametlidir, şefkatlidir, sabırlıdır. Komşusuna karşı, arkadaşına karşı...

Bugün öyle misaller okudum ki, Ebûbekr-i Sıddîk yalvarıyor, "Hatâ ettim, beni affet!" diye... Aşere-i mübeşşereden cennetlik bir kimse... Öyle bir sevgi, öyle bir muhabbet vardır. Müslümanın müslüman ile münasebetleri o kadar candan olmuştur.


Arap seyyahı İbn-i Batûta Denizli'ye gelmiş. Arapça biliyor, Türkçe bilmiyor. Onüçüncü Yüzyıl... Tam bizim Anadolu'nun yeni fethedildiği, beyliklerinin olduğu zamanlar, pırıl pırıl ahâli... Kendisinin develeri var, binekleri var... Aldığı hediyelerin, malların yüklendiği bir kervanla beraber Denizli'ye geliyor.

Palabıyıklı, şalvarlı, silahlı bir adam atının dizginini yakalıyor. Bir şeyler söylüyor, anlamıyor. Tam onun ne dediğini anlamak için uğraşırken, bir başka palabıyıklı, silahlı biri geliyor. O da dizginin öbür tarafından tutuyor. Birbirleriyle biraz münakaşa ediyorlar.

Adamın aklı başından gidiyor. Atını tutanlar silahlı... Arkasında malları var... Mal canın yongası... "Eyvah canım gidecek, malım gidecek!" diye korkuyor.


Ama sonradan anlaşılıyor ki, ilk tutan şahıs:

"--Efendim siz herhalde yabancısınız, kılğınızdan kıyafetinizden belli... bize misafir olun!" diye yakalamış, onu anlatmaya çalışıyormuş.

Ötekisi de diyormuş ki:Ê

"--Yâhu, ayıp değil mi? Bu mahalle bim mahalle, bunu bizim misafir etmemiz lâzım! Sen öbür mahallenin ferdi olarak nasıl olur da bunu misafir edersin?" diyormuş, münakaşa buymuş.

O da diyormuş ki:

"--Ne yapayım, ilkönce ben gördüm. Önce görenin olur misafir..."

Tanrı misafiri diye tanımadığı insana karşı sevgi... Hayvana karşı, leyleğe karşı, serçeye karşı, kuşa karşı... Hizmetçiye karşı...

Vakıf yapılmış, yıkadığı tabağı kıran hizmetçiye yardım etmek için, tabağın bedeli ödensin diye vakıf yapmışlar. Kanadı kırık leyleklerin tedavi görmesi için vakıf yapmışlar.

İnsanları seven, insanlardan bütün çevreye, bütün mahlûkata yayılan bir sevgi... İslâm bu...


Leydi Montegü, kocası elçi... Sanıyorum Onsekizinci Yüzyıl'da İstanbul'a gelmiş, Osmanlılarla tanışmış. Tabii, kendisinin siyasi bir görevi var... Mektup yazıyor. Leydi Montegü'nün Mektupları diye de tercümesi yapılmış, Türkçesi de var...

İngiltere'deki bir arkadaşına:

"--Kardeşim, ben buraya gelmeden önce Osmanlıların haremini zindan ve hapishane gibi sanıyordum, hayalimde öyle canlandırıyordum. Meğerse harem ne kadar tatlı, ne kadar renkli, ne kadar zevkli, ne kadar hoş bir yermiş."

Her evin bir haremi var, sarayın da, başka yerlerin de... Haremlik selâmlık deniliyor. "Ben eskiden kadınları kafeslerin arkasında esir, zindan gibi baskı altında sanıyordum. Hiç öyle değil; son derece çelebi, son derece kibar insanlar..." diyor.

Fatma Sultan diye birisiyle tanışmışlar, çok sevmiş, hayran kalmış. İngiliz espirisi, ona demiş ki:

"--Hanımefendi, çok güzelsiniz! O kadar güzelsiniz ki, --gelen de kadın, burdaki şahıs da kadın-- İngiltere'de olsaydınız, erkekler etrafınızda pervane gibi dönerlerdi." demiş.

Bizim hanımefendi bu söze şöyle bir irkilmiş. Bu İngiliz zevki, müslüman zevki değil ama, misafiri... Gayet sakin bir şekilde:[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes