๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Tarihi => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 30 Ocak 2010, 22:36:18



Konu Başlığı: Peygamberimiz a.sın Arap Kabilelerine Başvuruşu
Gönderen: Sümeyye üzerinde 30 Ocak 2010, 22:36:18
Peygamberimiz (a.s.)ın Arap Kabilelerine Başvuruşu


Peygamberimiz (a.s.) Taiften Mekke´ye geldikten sonra Kureyş müşrikleri ona karşı büs bütün sert ve katı davranmaya başlayınca,[239] Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a Arap kabilelerine başvurmasını emretti.[240]

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) her yıl hac mevsiminde[241] Ukâz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarına giderdi.[242]

Arapların, Cahiliye devrinde, Mekke çevresinde kurulan ve:

Ukâz,

Mecenne,

Zülmecaz,

diye anılan üç büyük panayırı vardı.[243] Bunlardan Ukâz panayırı, Arap panayırlarının en büyüğü idi.[244] Her yi I Kureyş kabileleri,[245]

Hevazinler,

Gatafanlar,

Eşlemler,

Benî Harisler,

Adaller,

Dişler (Kareler),

Mustalıklar.. hep oraya konariar,[246] her yerin eşrafı orada hazır bulunur,[247]

Kabileler şairlerini orada bulundururlar, karşılıklı şiirler okutturur, övünür, dağılırlardı .[248]

Ukâz; Necd´in yukarısında, Arafat yakı nında.[249] Taife bir, Mekke´ye iki gecelik bir mesafede idi.[250]

Ukâz panayırı Zilkade hilali doğunca kurulur, yirmi gün devam ederdi.[251]

Mecenne panayırı; Merruz-Zahran nahiyesinde, Esfardağı yakınında, Mekke´nin aşağı tarafında olup, Mekke´ye birberid (oniki mil) uzaklıkta idi.[252]

Mecenne panayırı on gün kurulur, Zilhicce hilali görününceye kadar devam ederdi. Oradan ayrılarak Zülmecaz panayırına gidilirdi.[253]

Zülmecaz; Ukâz´ın yakınında,[254] Arafat´ın arkasında olup,[255] Arafat´a uzaklığı bir fersah (oniki bin adım) idi.[256]

Zülmecaz panayın[257] Zilhicce´nin birinci gününden, Ten/iye (Zilhicce´nin sekizinci) gününe kadar,[258] sekiz gün kurulur; sonra, oradan kalkılıp hac için Minaya doğru gidilir.[259] o gün Mina´da bulunulurdu.[260]

Peygamberimiz (a.s.), bu panayırlarda toplanmış bulunan:

1- BenîÂmir b. Sa´saa,

2- Muharib b. Hasafa,

3- Fezâra,

4- Gassan,

5- Mürre,

6- Hanife,

7- Süleym,

8- S.Abs,

9- Benî Nasr,

10- BenîBekkâ´,

11- Kinde,

12- Kelb,

13- Hariseb.Ka´b,

14- Uzre,

15- Hudârime...[261]

gibi Arap kabilelerinin konak yerlerine kadar vanp,[262] onlara kendisini arz ve takdim eder;[263] onları Allah´a,[264] Allah´ın birliğini ikrara,[265] yalnız O´na ibadet etmeye,[266] İslâmiyete[267] davet eder; kendisinin onlara Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini haber verir;[268] kendisini tasdik etmelerini;[269] Rabbinin elçilik vazifelerini açıklayıncaya ve yerine getirinceye kadar[270] kendisine yardım etmelerini;[271] kendisini barındırmalarını[272] ve korumalarını onlardan isterdi.[273]

Dilediğini yerine getirdikleri takdirde kendilerine Cennet verileceğini bildirerek:[274]

"Kureyş müşrikleri beni Rabbimin Kelamını tebliğden men ettiler! Beni alıp kavimlerinin yanına götürecek adam yok mu?" diye sorarlardı.[275]

Fakat, ne yazık ki, onlardan ne davetini kabul edecek,[276] ne kendisini barındıracak,[277] ne de ken disine yardım edecek bir kimse çıkmaz;[278] aksine, kimisi Peygamberimiz (a.s.)a suratını asar, kaba ve kat davranır;[279] kimisi "Onu kendi kavmi daha iyi bilir,"[280] kimisi de, "İçinde bulunduğun cemaatin, kavmin seni daha iyi bilir! Onlar sana ne diye tâbi olmuyor?!" der, Peygamberimiz (a.s.)la tartışmaya kalkardı.

Peygamberimiz (a.s.) da, onlara gereken cevaplan verir ve kendilerini Allah´a imana davet etmeye devam eder, bir yandan da:

"Ey Allah! Sen dilemesen, herhalde, böyle olmazlardı!" diyerek şikâyetlenirdi.[281]

Onlardan kimisi de:

"Bakınız hele! Kavmini bozup dağıtmış olan bir adam bizi ıslah edecek, düzeltecekmiş ha?!" diy erek laf atardı.[282]

Yemen´den veya Mudarlardan, panayırlara gelmek üzere yola çıkacak olan bir kimseye, kavmi veya akrabası gelip:

"Sakın ha! Kureyşîlerin genci seni dininden döndürmesin!" diye uyarıda bulunurlardı.[283]

Hz. Ali derki:

"Yüce Allah Arap kabilelerine kendisini arzetmesini Peygamberi (a.s.)a emrettiği zaman, Resûlullah (a.s.) Minaya gitti.

Ben ve Ebu Bekir de kendisinin yanında bulunuyorduk.[284]

Dönüp dol aşa dolaşa bir meclise vardık ki, o mecliste sükûnet ve ağırbaşlılık vardı.

Bakılınca, yaşlılarında usluluk, şekil ve şemaillerinde güzellik göze çarpıyordu.

Ebu Bekir onların yanlarına varıp selam verdi[285] ve onlara:

´Siz hangi kavimdensiniz?´ diye sordu.

´Biz,´ dediler, ´Şeyban b. Salebe oğullarıyız.´[286]

Ebu Bekir, Resûlûllah (a.s.)a dönüp:

´Babam, anam sana feda olsun!1 dedi ve kavimleri içinde bulunan Mefrûk b. Amr, Hâni´ b. Kabîsa, Müsenna b. Harise, Numan b. Şerik hakkında da:

´Bunlar Şeyban b. Salebe oğullarının izzet ve şeref sahibi kişileridir´ dedi.[287]

Bunlardan, Ebu Bekir´e en yakını da, Mefrûk b. Amr idi.

Mefrûk; yakışıklılığı, dilinin düzgünlüğü ve iki yandan göğsüne dökülen örgülü saçlarıyla, diğerler ine karşı üstünlük arzediyordu.[288]

Ebu Bekir, ona:

´Sizde askerî hazırlık sayısı nasıldır ve kaçtır?´ diye sordu.

Mefrûk:

´Biz binden fazlayız! Bin ise, azlığından dolayı yenilebilecek bir sayı değildir dedi.

Ebu Bekir

´Size sığınanları koruma geleneği nasıldır?1 diye sordu.

Mefrûk:

´Korumaya, olanca gücümüzü sarfetmemiz gerekir. Her kavim için, bir nasip ve saadet vardır´ dedi.

Ebu Bekir

´Düşmanlarınızla aranızda savaş nasıldır?´ diye sordu.

Mefrûk:

´Biz, düşmanla karşılaştığımızda, kızgın olmadıkça, çok sert ve sağlamız. Kızgın iken, düşmanla karşılaşmadıkça da, çok sert ve sağlamız.

Biz atlan evlatlara, silahları da sütlü sağmal develere üstün tutarız.

Yardımı da Allah´tan bekleriz!

Allah bazan bize, bazan da karşımızdakine yardım eder.

Herhalde sen Kureyşli kardeşsin?´ dedi.

Ebu Bekir

´Eğer size bir zâtın Resûlullah olarak kendisini halka arz ve takdim ettiği haberi erişmişse, işte o, şu zâttır!´ diyerek Resûlullahı gösterdi.

Mefrûk:

´Bize bu hususta bazı haberler erişmişti´ dedikten sonra, Resûlullah (a.s.)a dönüp:

´Ey Kureyşî kardeş! Sen insanları nelere davet ediyorsun?´ diye sorunca, Resûlullah (a.s.) gelip yanlarına

oturdu.

Ebu Bekir de, ayağa kalkarak, Resûlullah (a.s.)ı elbisesiyle gölgeledi.

Resûlullah (a.s.), Mefrûk´a:

´Ben sizi Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına, Allah´ın şeriksiz bir olduğuna, benim de Allah´ın Resûlü bulunduğuma şehadet etmeye;

Yüce Allah tarafından bana emrolunan şeyleri yerine getirinceye kadar beni barındırmaya, koru maya;

Bana yardımcı olmaya., davet ediyorum.

Çünkü, Kureyşliler Allah´ın emrine karşı koymuş, Allah´ın Resûlünü yalanlamış, bâtılı tutup haktan yüz çevirmiş bulunuyorlar.

Allah ki, herşeyden müstağnî, her türlü övülmeye lâyık olandır!´ buyurdu.

Mefrûk:

´Ey Kuneyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.), En´am sûresinin:

´De ki: ´Gelin! Üzerinize Rabbinizin neleri haram kıldığını ben okuyayım:

O´na hiçbir şeyi şerik koşmayın!

Babanıza, ananıza iyilikten ayrılmayın!

Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin!

Sizin de, onların da rızkını, Biz vereceğiz.

Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın!

(Meşru) bir hak terettüp etmedikçe, Allah´ın haram kıldığı cana kıymayın!

İşte, Allah size, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti.

Yetimin malına, rüşdüne erişinceye kadar, o en güzel olandan başka bir suretle yaklaşmayın!

Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru tartın!

Biz, bir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz.

Söz söylediğiniz zaman (leh ve aleyhinde söyleyeceğiniz kimse) hısım bile olsa, adaleti gözetin!

Allah´ın ahdini (verdiğiniz sözü) yerine getirin!

İşte, Allah size, iyice düşünesiniz diye, bunları emretti.

Şüphe yok ki, (emrettiğim) bu (yol), benim dosdoğru yol umdur.

O halde, ona uyun!

Başka (aykırı) yollara tâbi olup gitmeyin!

(Aykırı yollar) sizi O´nun (Allah´ın) yolundan ayırır.

İşte, Allah size bunları emretti ki, (kötülüklerden) sakınasınız!" [mealindeki 151-153.] âyetlerini okudu.

Mefrûk:

´Ey Kureyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?

Vallahi, bunlar yeryüzü halkının kelamlarından değildir!

Eğer onların kelamlarından olsaydı, biz onu çok iyi tanırdık´ dedi.

Resûlullah (a.s.), Nahl sûresinin:

´Şüphesiz ki, Allah; adaleti, iyiliği, akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder.

Taşkın kötülüklerden, münkerden (akıl ve şeriatın kötülüğüne hükmettiği şeylerden), zulüm ve tecebbürden nehyeder.

Size (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız!´ [mealindeki 90.] âyetini okuyunca da, Mefrûk:

´Vallahi, ey Kureyşî kardeş! Sen beni ahlâkın en üstünlerine ve amellerin en güzellerine davet ettin!

Seni yalanlayan kavim sana iftira etmiş ve karşı koymuştur!´ dedi.

Hâni´ b. Kabîsa´nın da kendisinin sözüne ve görüşüne katılmasını istercesine:

´Buhârîi´ b. Kabîsa, bizim büyüğümüz ve din işleri başkanımızdır1 dedi.

Bunun üzerine, Hâni´ b. Kabîsa, Resûlullah (a.s.)a:

´Ey Kureyşî kardeş! Söylediklerini dinlemiş ve sözünü doğrulamış bulunuyorum.

Benim görüşüme göre; bizi davet ettiğin şeyin sonucunu iyice düşünmeden bizim için başı ve sonu olmayan bir mecliste dinimizi terkedip senin dinine uymamız, görüşte kayma, sürçme, akılda hafiflik, sonuçta kısa görüşlülük olur!

Görüş kayma ve sürçmesi ise, ancak acele ile birlikte bulunur.

Bununla beraber, arkamızda bulunan kavmimizin gıyabında herhangi bir akit yapmayı da uygun bul muyoruz.

Fakat, şimdi sen de dön git! Biz de dönüp gidelim.

Biz de iyice düşünelim, sen de iyice düşün!1 dedi.

Mefrûk, Müsenna b. Hârise´nin de kendi görüşüne katılmasını istercesine:

´Bu, Müsenna´dır! Bizim büyüğümüz ve savaş işleri başkanımızdır1 dedi.

Bunun üzerine, Müsenna, Resûlullah (a.s.)a:

´Ey Kureyşî kardeş! Ben de, söylediklerini dinlemiş ve güzel bulmuşumdur.

Söylediğin şeyler hoşuma gitmiştir.

Sana tarafımdan verilecek cevap, Hâni1 b. Kabîsa´nın verdiği cevaptır.

Biz iki bulanık su arasında konaklamış bulunuyoruz ki, onlardan biri Yemame, diğeri de Semâve´dir´ dedi.

Resûlullah (a.s.):

´Bu iki su, nelerdir?´ diye sordu.

Müsenna:

´Onlardan birisi, karadan Irak´ın kasabalarına kadar bakan yüksek Arap toprakları, diğeri de Farşların ırmak ağızları ve Kisra´nın ırmaklarıdır.

Kisra; herhangi bir hadise çıkarmayacağımıza, bir hadise çıkarıcıyı barındırmayacağımıza dair biz den ahd almıştır ve orada ancak bu şartla konaklamış bulunuyoruz.

Senin bizi kabule davet ettiğin şu iş ise, hükümdarların hoşuna gitmeyebilir.

Arap beldeleri yakınında işlenen suçtan sahibi bağışlanabilir ve özrü kabul edilebilir, ama Fars beldeleri yakınında işlenen suçta sahibi bağışlanmaz ve özrü kabul edilmez.

Eğer sen Arap beldelerine yakın olan yerde Araplara karşı sana yardım etmemizi istiyorsan, bunu üzerimize alabiliriz dedi.

Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):

´Siz fena bir cevap vermediniz. Doğruyu açıkça dile getirdiniz.

Şüphe yok ki, her tarafından emin olmayan kimseler, Allah´ın dinine yardım etmeye kalkamazlar!´ buyurdu.

Ayağa kalktı. Ebu Bekir´in elinden tutup, onların yanlarından ayrıldı."[289]

Rebia b. Abbâdü´d-Dilî der ki:

"Peygamber (a.s.)ı Zülmecaz panayırında görmüştüm.[290] ´Ey insanlar! ´Lâ ilahe illallah = Al I ah ´ta n başka ilah yok!´ deyiniz de, kurtulunuz!´ buyuruyor;[291] kendisi hangi caddeye girse halk da oraya gidiyor,[292] onun başına toplanıyor.[293] birbiri üzerine yığılıyorlardı. Orada, ne bir kimsenin birşey söylediğini, ne de onun sustuğunu gördüm.[294] O, hep:

´Ey insanlar! ´Lâ ilahe illallah=Allah´tan başka ilah yok! deyiniz de, kurtulunuz!´ buyurup duruyordu.[295]

Akik (şaşı) gözlü,[296] güzel,[297] yumru[298] yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı bir adam da, o ner eye giderse arkasından gidiyor:[299]

´Ey insanlar![300] Bu, sizi aldatıp da, dininizden, baba ve atalarınızın dininden vazgeçirmesin![301] Bu, dinden çıkmış bir yalancıdır!´ diyordu.[302]

´Kimdir bu zât?´ diye sordum.

´Muhammed b. Abdullah´tır. Kendisi, peygamber olduğunu söylüyor´ dediler.

´Ya onun arkasında giden, onu yalanlayan, şu akik (şaşı) gözlü adam da kimdir?´ diye sordum.

´O da, onun amcası Ebu Leheb´dir!´ dediler."[303]

Rebia b. Abbâd, diğer rivayetinde de, şöyle der:

"Ben, yeni yetişmiş bir genç iken, babamla birlikte Mina´da bulunuyordum.

Resûlullah (a.s.) da, Arap kabilelerinin konak yerlerinde durup:

´Ey filan oğulları! Allah´tan başka, tapmış olduğunuz şu putları atarak, Allah´a hiçbir şeyi şerik koş-maksızın ibadet etmenizi; bana inanmanızı; beni doğrulamanızı; Allah tarafından gönderilmiş olduğum vazifeyi açıklayıp yerine getirinceye kadar beni korumanızı size emreden Allah´ın Resûlüyüm ben´ buyu ruyor; arkasında da, akik, şaşı gözlü, güzel yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı, üzerinde Aden işi elbise bulunan bir adam da, Resûlullah (a.s.) sözlerini bitirince:

´Ey filan oğulları! Bu, sizi, ancak Lât ve Uzzâ ile müttefikleriniz Malik b. Ukayş oğullarının cinlerini boynunuzdan soyup atmaya ve kendisinin getirdiği bid´atve dalâletlere sarılmaya davet ediyor! Sakın hâ! Siz ona itaat etmeyin ve onu dinlemeyin!´ diyordu.

´Babacığım! Şu zâtı takip eden kimdir?´ diye sordum.

Babam: ´Bu. onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ b. Abdulmuttalib´dir´ dedi."[304]

Tank b. Abdullahi´l-Muharibî de, bu husustaki bir müşahedesini şöyle anlatır:

"Resûlullah (a.s.)ı Zülmecaz panayırında görmüştüm:

Kendisinin üzerinde kırmızı bir cübbe bulunuyor, en yüksek sesiyle:

´Ey insanlar! ´Lâ ilahe illallah=Allah´tan başka hiçbir ilah yok!´ deyiniz de, kurtulunuz!´ buyurarak sesleniyordu.

Bir adam da, elindeki taşla, onu takip ediyor ve:

´Ey insanlar! Sakın ona itaat etmeyiniz! Çünkü, o yalancıdır!´ diyerek bağırıyordu.

Attığı taşlarla, Resûlullah (a.s.)ın ayak bileklerini kanatmıştı.

Oradakilere, Resûlullah (a.s.) hakkında:

´Kimdir bu zât?1 diye sordum.

´Bu, Abdulmuttalib oğullarından bir gençtir!´ dediler.

´Ya onun ardına düşen ve ona taş atan da kimdir?´ diye sordum.

´O da, onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ´dır!´ dediler."[305]

Peygamberimiz (a.s.), Zülmecaz panayırında:

"Ey insanlar! ´Lâ ilahe illallah=Allah´tan başka hiçbir ilah yok!1 deyiniz de, kurtulunuz!" buyurarak seslendiği sırada bir adamın da Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine toprak saçtığı, ve bakılınca, onun Ebu Cehil olduğu görüldü ki, o da;

"Ey insanlar! Sakın, bu sizi dininiz hakkında aldatmasın!

O, muhakkak, sizin Lât ve Uzzâ´ya tapmayı bırakmanızı istiyordur" diyordu.[306]

Peygamberimiz (a.s.) her hakarete, her işkenceye katlanarak, vazifesini yerine getirmeye çalışmaktan geri durmuyordu.

Müdriku´l-Ezdî der ki:

"Babamla birlikte hac yapıyordum. Mina´ya gelip konaklayınca, bir toplulukla karşılaştım.

Babama:

´Bu cemaat ne için toplanmış?1 diye sordum.

Babam:

´Şu, kavminin dinini terketmiş olan kişi için´ dedi.[307]

Bakınca, Resûlullah (a.s.)ı gördüm:

´Ey insanlar! Lâ ilahe illallah=Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!´ deyiniz de, kurtulunuz!´ buyuruyor-du.

İnsanlardan kimisi onun yüzüne tükürüyor;

Kimisi başına toprak saçıyor;

Kimisi de ona sövüp sayıyordu![308]

Gün yarılanıncaya kadar, bu hal devam etti.

O sırada, göğsü açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kapla geldi.[309] Ağlıyordu.[310]

Resûlullah (a.s.), su kabını alıp sudan içti.

Elini, yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp:

´Kızcağızım![311] Göğsünü başörtünle ört!

Baban hakkında, tuzağa düşürülüp öldürülecek, zillete uğrayacak diye korkma!´ buyurdu.[312]

´Kimdir bu kız?´ diye sorduk.

´Kendisinin kızı, Zeyneb´dir!´ dediler.[313]

Peygamberimiz (a.s.), Kinde´lerin[314] Ukâz panayırındaki[315] konak yerlerine gitti.

Onların seyyid ve ulu kişileri olan Müleyh de, o sırada, onların içlerinde bulunuyordu.[316]

Peygamberimiz (a.s.), onlara:

"Sizler, hangi kavimdensiniz?" diye sordu.

"Ben îAmr b. Muaviye´lerden" dediler.[317]

Arap kabileleri içinde, Kinde´lerden daha mülayimi yoktu.

Peygamberimiz (a.s.), onları yumuşak bulunca, oturup kendileriyle konuştu.[318]

Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen bir peygamber olarak arz ve takdim; kendilerini Allah´a imana davet etti.[319]

"Sizi, bir olan, şeriki olmayan Allah´a imana;

Kendinizi koruduğunuz şeylerden, beni de korumaya davet ediyorum!

Muvaffak olursam, o zaman, siz bana yardıma devam edip etmemekte serbestsiniz!" buyurdu.

Onların hemen hepsi:

"Bundan daha güzel söz olmaz! Amma, biz atalarımızın tapageldiklerine tapmaya devam ede ceğiz!" dediler.

Kinde´lerin en küçük yaşlısı:

"Ey kavmim! Şu zâtın davetini kabule başkaları koşmadan önce, siz koşun! Vallahi, Kitab ehli olan lar (Yahudiler ve Hıristiyanlar), ´Harem´den bir peygamber çıkacaktır! Onun çıkacağı zamanın gölgesi de, düşmüştür!´ diyorlar" dedi.

Kinde´lerin içinde, bir gözü kör bir adam da bulunuyordu.

"Geri durun da, bir de ben konuşayım:

Kavim ve kabilesi onu yurtlarından çıkarmış iken, siz onu barındıracaksınız ki, bu, bütün Araplarla savaşmayı üzerinize almak demektir!

Hayır! Hayır! Olamaz!" dedi.[320]

Peygamberimiz (a.s.)ın teklifini kabulden kaçındılar.[321]

Peygamberimiz (a.s.), onların yanından da üzgün olarak ayrıldı.

Kinde´ler, yurtlarına dönünce, durumu kavimlerine haber verdiler.

Yahudilerden bir adam, onlara:

"Vallahi, siz nasibinizi elde etmekte yanılmışsınız!

Eğer o zâta tâbi olmaya koşsaydınız, Araplara üstün olurdunuz!

Biz, onun sıfatını Kitabımızda yazılı bulmuşuzdur!" dedi ve sıfatlarını anlatmaya başladı.

O anlattıkça, Peygamberimiz (a.s.)ı görmüş olanlar, onun anlattıklarını doğruladılar.

Bundan sonra, Yahudi:

"Biz, onun çıkacağı yerin Mekke, ve hicret edeceği yerin Yesrib (Medine) olacağını da Kitabımızda yazılı bulduk!" dedi.

Kinde´ler, gelecek hac mevsiminde Peygamberimiz (a.s.)la buluşmaya, aralarında karar verdiler. Fakat, o yıl seyyid ve ulu kişileri onları alıkoyduğu için, hiçbirisi, gidip Peygamberimiz (a.s.)la buluşamadı.

Yahudi de, öldü. Ölürken, kendisinin Peygamberimiz (a.s.)ı tasdik ve ona iman ettiği, ağzın dan işitildi.[322]

Yüce Allah, ondan razı olsun!

Peygamberimiz (a.s.); Kelb kabilesinin konak yerlerine uğrayıp, orada, onlardan bir oymak olan Benî Abdullah´ların yanına vardı. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah´a imana davet etti:

"Ey Abdullah oğulları! Bakınız: Yüce Allah, babanıza da pek güzel isim vermiş!" buyurdu.[323] Fakat, Benî Abdullah´lar, Peygamberimiz (a.s.)ın yaptığı tekliflerden hiçbirini kabul etmediler.[324]

İçlerinden bir şeyh ise:

"Şu olgun genç, ne güzel şeye davet ediyor!

Ne yazık ki, kavmi onu uzaklaştırın iş bulunuyor!

O keşke kavmi ile anlaşsaydı! Bütün Araplar kendisine tâbi olurdu" demişti.[325]

Peygamberimiz (a.s.) Benî Hanife kabilesinin konak yerlerine gitti. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah´a imana davet etti.

Ne yazık ki, Peygamberimiz (a.s.)ı, Araplar içinde, Benî Hanife kabilesi kadar çirkin birred ile reddeden olmamıştır.[326]

Peygamberimiz (a.s.), Benî Âmir b. Sa´saa´ların,[327] Ukâz panayırındaki konak yerlerine vardı. Onlara:

"Siz hangi kavimdensiniz?" diye sordu.

"Benî Âmir b. Sa´saa´lardan" dediler.

Peygamberimiz (a.s.):

"BenîÂmirlerin hangi ailesindensiniz?" diye sordu.

"Benî Ka´b b. Rebia´lardan" dediler.[328]

Peygamberimiz (a.s.), onlara kendisini Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah´a imana davet etti.[329]

"Sizde, mün´a [sığınan kimseleri koruma] nasıldır?" diye sordu.

"Bizim tarafımıza ne laf atılabilir, ne de habersiz ateşimizle ısınılabilir!" dediler.

Peygamberimiz (a.s.):

"O halde, ben Allah´ın Resûlüyüm! Sizin yanınıza geldiğimde, Rabbimin elçilik vazifelerini halka ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar beni korur musunuz? İçinizde hiçbir kimseyi zorlamayacağım!" buyurdu.

"Sen, Kureyşlilerden kimlerdensin?" diye sordular.

Peygamberimiz (a.s.):

"Abdulmuttalib oğullarından!" buyurdu.

"Sen Abdi Menaf oğullarından olduğuna göre, onlar neredeler? (Seni ne diye korumuyorlar?!)" dediler.

Peygamberimiz (a.s.):

"Onlar beni yalanlayan ve tardedenlerin ilki oldular!" buyurdu.

Benî Ka´b b. Rebia´l ar:

"Biz, seni ne tard, ne de sana iman ederiz! Şu kadar ki, Rabbinin elçiliğini insanlara ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar seni koruruz!" dediler.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), onların yanına indi. O sırada, Benî Ka´b b. Rebia halkı, pazarda alışverişle uğraşıyorlardı.[330]

Onlardan bir adam ,[331] Beyhara b. Firas[332] çıkageldi:

"Kimdir şu yanınızda gördüğüm ve tanıyamadığım kişi?" diye sordu.

"Muhammed b. Abdullahi´l-Kureyşî´dir!" dediler,

Beyhara:

"Sizin onunla ne işiniz var?" diye sordu.

"O bize kendisinin Resûlullah olduğunu söylüyor ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye kadar, kendisini korumamızı bizden istiyor" dediler.

Beyhara:

"Ona ne cevap verdiniz?" diye sordu.

"Kendisine ´Hoş geldin! Seni yurdumuza götüreceğiz. Kendimizi nelerden korursak, seni de onlar dan koruyacağız´ dedik," dediler.[333]

Beyhara, kendi kendine:

"Vallahi, şu adamı Kureyşîlerden alabilsem, onun sayesinde bütün Arapları yerdim (sömürürdüm!)" diye mırıldandıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:

"Eğer biz sana işin hakkında bey´at edersek, Allah da seni muhaliflerine galip kılarsa, senden sonra işin bizim olur, bize kalır mı?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"İş Allah´a aittir! Allah onu dilediğine verir!" buyurdu.

Beyhara:

"Demek, göğüslerim senin önünde bütün Arapların okuna hedef olacak, Allah seni muzaffer kıldığı zaman iş bizden başkasına geçecek ha?! Senin işin bize gerekmez!" dedikten sonra,[334] kavmine dönüp:

"Şu panayır halkından, yurtlarına birşeyle dönerlerken, sizinkinden daha kötü birşeyle dönen bir kimse bilemiyorum.

Demek, siz bütün halkla savaşmaya başlayacak, kendinizi bütün Arapların tek yaydan oklarına tut turacaksınız ha?!

Onu kendi kavmi sizden daha iyi bilir.

Eğer kavmi onda bir hayır, bir iyilik görmüş olsalardı, onunla herkesten çok mutlu olurlardı.

Siz, kendi kavminin içlerinden sürüp çıkardığı, yalanladığı bir kimseye yakınlık gösteriyor, yardım etmeye, kendisini barındırmaya kalkıyorsunuz.

Ne kötü görüştür sizin görüşünüz!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a dönüp:

"Hemen kalk, kavminin yanına git!

Vallahi, sen şimdi kavmimin yanında olmasaydın, muhakkak senin boynunu vururdum!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) kalkıp devesinin üzerine oturunca,[335] kötü adam Beyhara, devenin böğrünü ansızın dürttü. Deve, sıçrayıp kalkarken, Peygamberimiz (a.s.)ı yere düşürdü!

Mekke´de Müslüman olan kadınlardan Dubâa binti Âmirb. Kurt da, o gün, Benî Âmirlerden olan amcalarının oğullarını ziyaret için gelmişti ve o sırada Benî Âmirlerin yanında bulunuyordu.

Dubâa Hatun Peygamberimiz (a.s.)a yapılan hakareti görür görmez:

"Ey Âmir hanedanı! Gözünüzün önünde şu Allah´ın Resûlüne yapılanı görüp de, içinizden benim için onu koruyacak hiçbir kimse yok mu?!" dedi.

Amcalarının oğullarından üç kişi, hemen kalkıp Beyhara´nın üzerine yürüdüler.[336] Hazn b. Abdullah ile Muaviye b. Ubâde de, Beyhara´ya yardım etti.[337]

Âmir oğullarından her biri, Beyhara ve yardımcılarından birini tutup yere yıktılar. Göğüslerinin üzer ine oturup, yüzlerini tokatladılar.

Allah onlardan razı olsun!

Peygamberimiz (a.s.), kendisini kayıranlar hakkında:

"Ey Allah! Şunlara bereketini ihsan et!"[338]

Beyhara ve yardımcıları aleyhinde de:

"Ey Allah! Onları da rahmetinden uzaklaştır!" diyerek dua etti.

Peygamberimiz (a.s.)ı kayıran üç kişiden ikisi Sehl´in oğulları Gıtrîf (Gatîf)ve Gatafan, birisi de Urve (Uzne) b. Abdullah olup,[339] bunlar sonradan Müslüman oldular ve Allah yolunda şehit olarak öldüler.[340] Ötekiler ise küfür ve şirk üzere ölüp gittiler.[341]

Benî Âmirlerin, çok yaşlı olması dolayısıyla hac mevsimlerine katılamayan ihtiyar bir adamları vardı.

Benî Âmirler, yurtlarına döndükçe, olan bitenleri ona anlatırlardı.

Bu yıl da, hac mevsiminden dönüp yurtlarına geldikleri zaman, ihtiyar adam onlara yine mevsimde olan bitenleri sormuştu.

Benî Âmirler de:

"Kureyşîlerden, Abdulmuttalib oğullarından, yanımıza bir genç gelmişti. Kendisinin peygamber olduğunu söylüyor, işinin üzerinde kendisiyle birlikte durmaya, kendisini korumaya, yurdumuza getirm eye bizi davet ediyordu" dediler.

İhtiyar, hemen ellerini başının üzerine koydu.[342] Sonra da:

"Ey Âmir oğulları! Kaçırılan bu fırsat telâfi edilebilecek mi?!

Ağdan kurtulan, yakalanmaya çalışılan av yakalanabilecek mi?!

Filanın varlığı Kudret Elinde bulunan Allah´a andolsun ki; İsmail oğullarından hiçbirisi şimdiye kadar yalan yere peygamber olduğunu söylememiştir!

Elbette ki, onun söylediği hak ve gerçekti ![343]

Sizin o isabetli görüşünüz o sırada nerede idi?![344]

Siz, herhalde, o sıradaki görüşünüzde hazır bulunmamışsınızdır!" diyerek onları kınadı.[345]

Peygamberimiz (a.s.) Benî Muharib b. Hasafa´ların bulundukları yere kadar gitti.

Onların içinde bulunan yüzyirmi yaşındaki bir şeyhle konuştu.

Onu İslâmiyete, ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye, yerine getirinceye kadar da kendisini korumaya davet etti.

Benî Muharib´lerin şeyhi:

"Ey adam! Senin haberini kendi kavmin daha iyi bilir![346]

Vallahi, seni alıp yurduna götüren bir kimse, şu mevsim halkının götürmediği kötülüğü götürmüş olur!

Sen kendini bizden uzak tut!" dedi.[347]

O sırada Ebu Leheb gelmiş, ihtiyar Muhariblinin söylediklerini dinlemişti.

Onun başına dikilerek:

"Eğer şu mevsim halkının hepsi senin gibi cevap verseydi, o, üzerinde durduğu dini bırakırdı.

Kendisi, dinini bırakmış bir yalancıdır!" dedi.

İhtiyar da:

"Sen, vallahi, onu daha iyi bilirsin:

O senin kardeşinin oğludur ve senin etindendir.

Ey Ebu Uttıe! Belki de onda bir delilik vardır. Bizim yanımızda, bu hastalığı tedavi eden bir adam var!" dedi.

Ebu Leheb ihtiyarın bu sözüne bir cevap vermedi.

Ebu Leheb, Peygamberimiz (a.s.)ı kabilelerden hangi kabilenin yanında görse, hemen orada durup:

"Bu, dinini terketmiş bir yalancıdır!" diyerek bağırmakta idi.

Peygamberimiz (a.s.)ı, yanlarından ayrılırken arkasından taşlamayan bir kabile kalmadı ![348]

Abdullah b. Vâbısatu´l-Absî´nin babasından, babasının da dedesinden rivayetine göre, dedesi demiştir ki:

"Mina´daki konak yerlerimizde bulunduğumuz sırada, Resûlullah (a.s.) bize geldi.

Biz, o sırada, Hayf mescidinin yanındaki Cemretü´l-ûlâ´da konaklamış bulunuyorduk.

Resûlullah (a.s.) devesinin üzerinde, Zeyd b. Harise de terkisinde idi.

Bizi İslâmiyete davet etti, ama vallahi biz onun davetini kabul etmedik!

Davetini kabul etmeyişimiz, bizim için, hiç de hayırlı olmadı.

Halbuki, kendisinin peygamber olarak ortaya çıktığını ve hac mevsimlerinde halkı İslâmiyete davet ettiğini de işitmiş bulunuyorduk.

Başımıza dikilip bizi Müslümanlığa davet edince, kabul etmedik!

O sırada yanımızda bulunan Meysere b. Mesrûku´l-Absî:

´Vallahi, şu zâtı tasdik etmiş, kendisini bindirip yurdumuzun ortasına götürmüş olsak, muhakkak ki, yerinde bir görüş olur.

Vallahi, onun işi muvaffak olacak, ve hatta, her ulaşılacak yere ulaşacaktır!´ dedi.

Abs kavmi, ona:

´Bırak, bizi üstesinden gelemeyeceğimiz birşeyle karşılaştırma!´ dediler.

Resûlullah (a.s.), Meysere hakkında ümide düşüp kendisiyle konuştu.

Meysere:

´Senin sözünden daha güzeli, daha nurlusu yoktur.

Fakat, ne yapayım ki, kavmim bana muhalefet ediyorlar.

Kişi ise, kavmiyle birlikte hareket etmek zorundadır.

Kavmi ona destek ve yardımcı olursa, düşmanlar ondan daha uzak durur, ona hiç yanaşmazlar!´ dedi.

Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.) oradan ayrıldı.

Abs kavmi de, yurtlarına dönmek üzere, konak yerlerinden ayrıldılar.

Meysere, onlara:

´Bizi götürürken, Fedek´e yönelin! Orada Yahudiler vardır.

Onlara bu zâtı bir soralım bakalım?´ dedi.

Yahudilerin yurduna yönelip yanlarına vardılar.

Yahudiler, Benî Abs´lere bir Kitab çıkartıp ortaya koydular. Onda, Resûlullah Al eyhisselamın anıldığı yeri okudular:

´O Peygamber, ümmîdir ve Arabdır. Deveye, merkebe biner, ekmek kırıntılarını yemekle yetinir. Ne uzun, ne de kısa boyludur. Ne kıvırcık, ne de düz saçlıdır. Kendisinin gözlerinde hafif kırmızılık vardır. Teni pembedir.1

[Kitab´dan bunu okuduktan sonra, Yahudiler]:

´Eğer o sizi getirdiği dine davet ederse, onun davetini kabul edin ve onun dinine girin!

Bizler ise, onu kıskanırız ve ona tâbi olmayız.

Onun eliyle, bize, birtakım savaşlarda büyük belalar gelecektir.

Araplardan da, ona tâbi olmayan, onunla çarpışmayan hiç kimse kalmayacaktır!

Siz, ona tâbi olanlardan olun!1 dediler.

Bunun üzerine, Meysere, Benî Abs´lere:

´Ey kavmim! İşte, iş apaçık meydana çıktı!´ dedi.

Benî Abs´ler:

´Önümüzdeki yıl, hac mevsiminde döner, onunla buluşuruz´ dediler, yurtlarına döndüler.

Fakat, Benî Abslerin ileri gelenleri hac mevsiminde buna razı olmadıkları için, onlardan hiçbirisi Resûlullah (a.s.)a tâbi olamadı.

Resûlullah (a.s.), Medine´ye hicret ettikten sonra, Mekke´ye gelerek Veda Haccını yaptığı zaman, Meysere Resûlullah (a.s.)la karşılaştı ve hemen onu tanıdı:

´Yâ Rasûlallah! Vallahi, senin bize geldiğin günden beri, sana tâbi olmayı özlemekten geri dur madım.

Bildiğin gibi, Allah, Müslümanlığımı geciktirmemden başkasına razı olmadı.

O gün benim yanımda bulunmuş olan kimselerin hepsi ölüp gitmiş bulunuyorlar.

Ey Allah´ın Peygamberi! Onların girdikleri yer neresidir?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.):

´Her kim İslâmiyetten başka din üzerinde ölmüş ise, o, ateş (Cehennem) içindedir!´ buyurdu.[349]

Meysere:

´Hamdolsun o Allah´a ki, beni[350] senin sayende ateşten (Cehennemden)[351] kurtardı´ deyip hemen Müslüman oldu. Ve iyi birMüslüman oldu."[352]

Allah ondan razı olsun![353]



[239] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 138.

[240] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 282, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 422, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 142.

[241] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63-64, İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 216, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 36, Taberî, Târîh, c. 2, s. 231.

[242] İbnSa´d, Tabakât, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 322, Ebu Nuaym, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, Hamis, c.1,s. 306, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 153.

[243] Zübeyr b.Bekkâr, Cem hene, c. 1, s. 367-368, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 97, c. 3, s. 15.

[244] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267, Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 142, İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 3, s. 473.

[245] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267, Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 142.

[246] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267.

[247] İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 3, s. 473.

[248] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 142.

[249] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267, Bedrüddin Aynî, Umdetu´l-Kârî, c. 1 0, s. 103.

[250] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 142.

[251] Zübeyr b.Bekkâr, Cem here, c. 1, s. 367, B. Aynî, Umdetu´l-Kârî, c. 10, s. 103, İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 3, s. 473.

[252] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 58-59.

[253] Zübeyr b. Bekkâr, Cemhere, c. 1, s. 368,Bedrüddin Aynî, Umdetu´l-Kârî, c. 10, s. 104, İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 3, s. 473.

[254] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267.

[255] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 4, s. 142.

[256] Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 55.

[257] Zübeyr b. Bekkâr, Cem here, c. 1, s. 368, İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267.

[258] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267.

[259] Zübeyr b.Bekkâr, Cemhere, c. 1, s. 368, B. Aynî, Umdetu´l-Kârî, c. 10, s. 104, İbn Hacer, Fethu´l-Bârî, c. 3, s. 473.

[260] İbn Habib, Kitâbu´l-muhabber, s. 267.

[261] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 216-217, Ebu Nuaym , Delâilü´n-nübüvve, c. 1 , s. 292, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2,s. 56, E bu´l -F i dâ, el -Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 146, Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.

[262] İbn Sa´d, c. 1, s. 216, 217, Ebu Nuaym , c. 1, s. 292, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 11, Diyarbekrî, c. 1,s.3O6.

[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63-64, İbn Sa´d, Tabakât, c. 1,s.216, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Taberî, Târih, c. 2, s.231, Ebu Nuaym , D elâ ilü ´n-n übü we, c. 1, s. 282, Süheylî, Ra vdu´l -ünüf, c. 4, s. 59, E bu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 216, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c.1, s. 152-53, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 282, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c.3, s. 138.

[264] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 63-64, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 216, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Beyhakî,Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 185, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 94, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-Nihâye, c. 3, s. 439.

[265] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1,s.1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c . 3, s. 492, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 186, Ebu´l-Fidâ, c.3, s. 138.

[266] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 64, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu´l-F erec İbn Cevzî, el-Vefâ,c.1, s. 21 5, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 135, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138.

[267] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 67, Ahmed b. Hanbel, 3, s. 492, İbn Esîr, c. 2, s. 94, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. ks.

2, s. 11 .

[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 154.

[269] İbn İshak, İ bn Hişam, c. 2, s. 64, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Kayyım, Zâdü´l-m ead, c. 2, s. 56,Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138, Halebî, c. 2, s. 154.

[270] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, İbn Sa´d, c. 1,s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Kayyım,c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138-139, Heysemî, Mecmau´i-ievâid, c. 6, s. 46.

[271] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 237, Süheylî, Ravdu´l-ünüf, c. 4, s. 59, E bu´l-Ferec, c. 1 ,s. 216, İbn Kayyım , c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 46, İbn Haldun, c. 2, ks.2, s. 11.

[272] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 36, Ebu´l-F erec, c. 1, s. 21 6. İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285,Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 46.

[273] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, İbn Sa´d, c. 1, s. 216, Belâzurî, c. 1, s. 237, Yâkubî, c. 2, s. 36, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu´l-Ferec, c. 1 , s. 216, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 138.

[274] İbn Sa´d, c. 1, s. 21 6, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322. Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 292, Beyhakî, Delâil, c. 2,s. 442, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 59, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 46.

[275] Ebu Nuaym, Delâil, c.1, s. 292, E bu´l-Ferec, c. 1.S.216, İbn Seyyid, c. 1, s. 152, Zehebî, s. 282, Halebî, c. 2, s. 153.

[276] İbn Sa´d, . c1, s. 216, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.

[277] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Beyhakî, c. 2, s. 442, Zehebî, s. 282, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, c. 6, s. 46.

[278] İbn Sa´d, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Beyhakî, c. 2, s. 442, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 282, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, c. 6, s. 46, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.

[279] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 237.

[280] Yâku bf, Târîh, c. 2, s. 36, Ze hebf, Tâ rfhu ´l-islâm, s. 282, E bu´l -Fi dâ, el-Bi dâye ve´n-nih âye, c. 3, s. 140, Diyarbekrf, Hamîs, c.1, s. 306.

[281] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1,s.216, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 56.

[282] Zehebî, s. 282, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 40, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 158.

[283] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 322, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 6624, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 442, Zehebî,s. 298, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c . 6, s.46.

[284] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1 ,s.282, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 422, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye,c. 3, s. 142-1 43, Zürkânî, Mevâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 309-310.

[285] Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 143.

[286] Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1,s. 153, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 143, Halebî, c.2,s. 156.

[287] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 285, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 424, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 251 ,İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 153, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 143, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 156.

[288] Ebu Nuaym, c.1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, İbn Seyyid, c. 1, s. 153, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s.143, Halebî, c. 2, s. 156.

[289] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 285-288, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 424426, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c.5, s. 250-251, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 153-155, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 143-144, Halebî, İ nsânu´l-uyûn,c. 2, s. 156-1 57.

[290] Ahmed b. Hanbel, Müsned,c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c.1, s. 15, Beyhakî, Delâil,c. 2,s. 185, Zehebî, Târîhu´l-islâm ,s. 151, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 22.

[291] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1,s. 15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1,s.15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İ stiâb, c. 2, s. 492, Zehebî, s. 151, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysem f, c. 6, s. 22.

[292] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492.

[293] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.

[294] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Heysemî, c. 6, s. 22.

[295] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15.

[296] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 15, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 492493, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 285, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 22.

[297] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.

[298] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 185, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 41 .

[299] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Beyhakî, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 151, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî,Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 22.

[300] Be yhak f, D el âil ü´n-nübüvve, c. 2, s. 185.

[301] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Beyhakî, c. 2, s. 185, Zehebî, s. 151 , Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 41.

[302] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1 , s. 15, Beyhakî, c. 2, s.1 85, İbn Abdilberr, c. 2, s. 483, Ebu´l-Fidâ,c. 3, s. 41 , Heysemî, c. 6, s. 22.

[303] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 41 .

[304] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 64-65, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492493, Taberî, Târih, c. 2, s. 231-232,Zehebî, Tâ rihu´ l-islâm, s. 285, E bu´l -Fidâ, c. 3, s. 1 38-1 39, Halebî, İ n sânu´ l-uyûn, c. 2, s. 15 4.

[305] Dârekutnî, Sünen, c. 3, s. 44-45, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 182, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 3, s. 71, AJâüddinAli, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 49, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 153-154.

[306] Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 151, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 41 ,Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 21.

[307] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 130, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 450.

[308] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 450.

[309] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 130, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 450.

[310] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 130.

[311] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 450.

[312] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe. c. 5, s. 130, Heysemî, Mecma, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 450.

[313] Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu´l-ummâl, c. 12, s. 450.

[314] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93.

[315] E bu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297.

[316] İbn İshak, İ bn Hişam, c. 2, s. 65, Taberî, c. 2, s. 232, E bu Nuaym , c. 1, s. 297, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu´l-islâm , s. 285, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 139.

[317] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 140.

[318] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297.

[319] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c.2,s. 232, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 285, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 139.

[320] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297.

[321] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 65, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 139.

[322] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297.

[323] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c.2,s. 232, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s.285, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 139, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 154.

[324] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 65, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 238, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî,s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 139, Halebî, c. 2, s. 154.

[325] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 238.

[326] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 2, s. 65-66, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 139, Halebî,c.2,s.155.

[327] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 66, Taberî, c. 232, E bu Nuaym, c. 1, s. 289, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, E bu´l-Fidâ,c.3,s.140.

[328] Ebu Nuaym, Delâil, c.1, s. 289, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 140.

[329] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93.

[330] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 41.

[331] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 39.

[332] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Zehebî, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 139.

[333] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 141.

[334] İ bn İ shak, İ bn H işam, Sîre, c. 2, s. 66, Taberî, Tâ rıh, c. 2, s. 232, Zeheb f, Tâ rfhu´ l-islâm, s. 285-286, Ebu´l-Fidâ, el-Bi dâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 139-140.

[335] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 141.

[336] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 179, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 141, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 353.

[337] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 141.

[338] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 7, s. 179, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye c. 3, s.141, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 353.

[339] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 141.

[340] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, İbn Esîr, c. 7, s. 179, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 141, İbn Hacer, c. 4, s. 353.

[341] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 41.

[342] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 66, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1,s.297, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 140.

[343] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c.1 ,s.297, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Ebu´l-Fidâ, c.3,s. 1 40, Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 154.

[344] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, İbn Esîr, c.2, s. 93, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s.140.

[345] Halebî, İnsânu´l-uyûn, c. 2, s. 154.

[346] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 293.

[347] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 237, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 293.

[348] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 293.

[349] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 293-294, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 145-146.

[350] Ebu Nuaym, Delâil, c.1, s. 294, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 146.

[351] İbn Esîr, Usdu´l-gâbe, c. 5, s. 285.

[352] Ebu Nuaym, Delâil, c.1, s. 294, İbn Esîr, Usdu´l-gâbe. c. 5, s. 285, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 146.

[353] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/154-177.