๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 10 Ocak 2011, 15:10:22



Konu Başlığı: Toprağa verme ve hilâfet sorunu
Gönderen: Hadice üzerinde 10 Ocak 2011, 15:10:22
Toprağa Verme ve Hilâfet Sorunu


1918. Resulullah (AS)’ın vefatı, Medine’deki İslâm toplumu için çeşitli sorunların ortaya çıkmasına yol açmıştı. Çünkü bu topluluk, ilk ve son kez ilâhi bir Elçiyi kaybetme durumu ile karşı karşıya idi.

Toprağa Verme Meselesi

1919. Cenaze nereye gömülmeli? Kabri nasıl kazmalı? Naaşı Mekke tarzına göre çıplak olarak mı, yoksa Medine tarzına göre giysileriyle birlikte mi gasletmeli? vs.: Bütün bu sorular arasında, Muhammed (AS)’in “Peygamberlerin son nefeslerini verdikleri yere gömüldükleri” şeklinde bir hadis söylediği hatırlandı. Biri Mekkeli, diğeri Medineli olmak üzere iki mezar kazıcısı çağrıldı. Ve işin bunlardan hangisi önce gelirse ona havale edilmesi kararlaştırıldı. İlk gelen Medineli oldu. Naaşın üzerinden giysilerin çıkarılmamasına karar verildi: Sonuçta giysileriyle birlikte gasledilip, daha sonra naaşın gömülebilmesi için bu giysiler çıkarılıp, onların yerine birçok kefen beziyle sarıldı. Cenaze töreni düzenlenmedi. Naaş, Muhammed (AS)’in son nefesini verdiği odada kaldı ve kadın-erkek şehrin sakinleri iki gün iki gece cenazeyi selamlamak ve arkasından dua etmek üzere bu odaya bölükler halinde girip çıktılar. Sonra, aynı odada toprağa verildi.

1920. Bu arada insanları yatıştırma sorunu ortaya çıktı. Resulullah (AS)’ın vefat ettiği haberi yayılır yayılmaz, şehirde büyük bir galeyan oldu, herkes mevtanın evinin yanındaki Mescid’e geldi. Kimileri ağlıyor, bazıları o an için çılgına dönüyorlar ve her biri değişik şekillerde üzüntüsünü dile getiriyordu. Toplumun önde gelen kişilerinden Ömer, Resulullah (AS)’ın “öldüğünü” söyleyen herkese kızmaya başladı; Kılıcını çekip, şöyle söyledi: “Kim Resulullah’ın öldüğünü zannediyorsa, onun boynunu vururum. Vallahi o kesinlikle ölmedi, sadece, Musa’nın gidişi gibi, bir süre sonra tekrar ümmeti arasına dönmek ve Kıyamet Gününe kadar onlara rehberlik etmek üzere ALLAH’ın katına vardı.”

1921. Şehir dışına çıkmış olan Ebû Bekir de kısa bir süre sonra çıkageldi ve hemen Resulullah (AS)’ın yatak odasına girdi; Yüzünün örtüsünü açarak saygıyla öptü ve şu sözleri söyledi:

           Anam-babam sana feda olsun; ALLAH’ın sana yazmış olduğu ölümü artık bir kere tattın, bundan sonra onu bir daha asla tatmayacaksın.”

           Daha sonra Mescide gitti; orada Ömer’in halka hitap edip kılıcıyla onları tehdit ettiğini görünce, şöyle söyledi:

           “Sakin ol Ömer!”

           Ama o hiç onu dinlemedi. Ebû Bekir cemaatin ortasına doğru ilerledi ve bir konuşma yapmaya başladı. Herkes onun sözlerine kulak kesilmişti ve Ömer de sakinleşmek zorunda kaldı.

1922. Ebû Bekir, her zaman olduğu gibi ALLAH’a hamd ü senadan sonra şöyle dedi:

           “Ey insanlar! Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki o gerçekten ölmüştür; ama kim ALLAH’a kulluk ediyorsa, ALLAH Diri (Hayy)’dir ve asla ölmez.”

           (Daha sonra sözlerini Kur’an’ın şu ayetlerini okuyarak sürdürdü:

           “Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, ALLAH’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. ALLAH şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Âl-i İmrân: 3/144)

           Ömer üzüntü ve kederinden yere çöktü kaldı ve her yerden feryat sesleri duyulmaya başladı. Muhammed (AS)’in sadık dostu ve kayınpederi, güçlü şahsiyet Ebû Bekir, bütün cemaati kendi etrafında topladı ve şehirdeki önemli ve acil her sorun için kendisine danışılmaya başlandı.

Hilâfet Sorunu736


1923. Bir Devletin, merkezî bir teşkilâttan mahrum kalması düşünülemez. Defin işlemlerine başlanmadan önce bile, Ensar’dan bazıları, bu konu hakkında kafa yordular ve yakın arkadaşlarını, bu işin üstesinden gelmeye davet ettiler. Kuşkusuz bunlar bizzat kendilerini halifeliğe lâyık görüyorlardı. Toplantıya katılanların sayısı oldukça sınırlı idi. Ama kendilerini önceden Ebû Bekir lehine hazırlayan Ensar’dan bazıları, gelip ona bu toplantıdan bahsettiler ve daha fazla geç kalıp da bir oldu bittiyle karşılaşmamak için, bu sorunla ilgilenmesini kendisinden rica ettiler.

1924. İlk Halifenin seçilmesi ile ilgili anlatımlar İbn Hişâm ve Vâkıdî’de (Kitâbu’r-Ridde, Bankipore el yazması) yer almaktadır. Vâkıdî eserinde daha fazla ayrıntıya girmiştir. Onun bu konuda verdiği bilgiler kısaca şöyledir:

1925. Ebû Bekir, Resulullah’ın evinden çıkıp Mescid’e geldi ve oradakilere şu kelimelerle hitap etti:

1926. Ey insanlar! Kim ALLAH’a kulluk ve ibâdet ediyorsa (bilsin ki) O, daima Hayy (Diri)’dır; O’nun için ölüm yoktur. Ancak Muhammed’e tapa kimse bilsin ki o gerçekten ölmüş bulunuyor. ALLAH, vaktiyle Muhammed’e Kur’ân’da şöyle söylemişti: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler”(Zümer: 39/30). Ve yine: “Biz senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı ölümü tadacaktır..”(Enbiyâ: 21/34-35) Ayrıca: “Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, ALLAH’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. ALLAH şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Âl-i İmrân: 3/144) Bilmiş olun ki hakikaten Muhammed kendi yoluna gitti. Bu durumda onun emr (komuta, yönetme erki)’inde herhangi birinin onun yerine geçmesi kaçınılmazdır. İyi düşünüp taşının ve sonra ne düşündüğünüzü söyleyin. ALLAH size merhamet etsin!”

1927. Mecliste bulunan bütün topluluklar ona: “Peki, yarın bunu düşüneceğiz, İnşaallah” dediler. Sonra herkes dağıldı.

1928. Ertesi gün Mekkeli Muhacirlerin bir kısmı Ebû Bekir’in yanına geldiler; Medineli Ensar’ın bir kısmı da, bugünkü Suriye kapısının hemen yakınında, Mescid-i Nebevî’nin kuzey- batısındaki Benû Sâ’idelerin toplantı salonunda (sakîfe) bulunan Hazrecli Sa’d ibn ‘Ubâde’ye yöneldiler. Ali ise, çevresine ez-Zubeyr ibn Avvâm da olmak üzere, Benû Hâşim’e mensup bazı üyeleri toplayarak, üzgün bir şekilde kendi evinde kaldı. Bütün Medine halkı, Muhâcirlerin ve Ensarın ne söyleyeceklerini dinlemek üzere dışarı çıkmıştı. Benû Sâ’idelerin Sakîfe’sinde toplanmış olan Ensar’ın arasından ilk sözü Evsli Huzeyme ibn Sâbit aldı ve şöyle dedi:

           “Ey Ensar! Şayet siz önceliği Mekkeli Kureyşlilere verirseniz, bu iş (hilâfet), Kıyamet Gününe kadar onlar üzerinde kalacaktır. ALLAH, kendi Kitabında sizi Ensar (yardımcılar) olarak adlandırdı (Tevbe: 100, 117); hem Resulullah da sizin aranızda iken vefat etmiştir. Öyle ise, Kureyşlilerin kendisinden çekinecekleri ve Ensar’ın da güvenle kabul edecekleri birini seçiniz.”

1929. Hazrec kabilesinden olan Ensar grubu şu cevabı verdi:

           “Haklısın! Biz kendi başkanımız Sa’d ibn Ubâde’yi seçiyoruz!”

1930. Muhâcirlerden bazıları da orada idiler; ama henüz şaşkınlıklarını üzerlerinden atamamışken, bu kez Ensardan Evsli Useyd ibn Hudeyr ayağa kalkarak şöyle konuştu:

           “Ey Ensar! ALLAH sizi Ensar (yardımcılar) diye adlandırarak, sizin yurdunuzu bir sığınak kılıp Resulullah’ın vefatını da sizin aranızda takdir ederek, size nimetini bol bol vermiş oldu. Şimdi bu emr (yönetme) işini ALLAH’ın takdirine bırakın. Bu emr, sizden çok Kureyşlilere aittir. Öyleyse siz sadece onların tercih edecekleri kimseyi tercih edin ve onların uzaklaşacakları kimseden de uzaklaşın.”

1931. Bazıları ayağa fırlayıp ona hakaretler yağdırdılar ve onu susturmaya çalıştılar. O zaman, Hazrecli Beşîr ibn Sa’d şu hatırlatmayı yaptı:

           “Ey Ensar! Siz Kureyşlilere bağlısınız, Kureyşliler de size bağlıdır. Eğer iddianızda haklı iseniz, buna kimse karşı çıkmayacaktır. Eğer siz, “Biz (Resulullah’ı) bağrımıza bastık ve ona yardım ettik” diyorsanız, gerçekte ALLAH, Kureyşlilere daha iyisini bağışlayıp nasip etmiştir. Öyleyse siz “ALLAH’ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve kavimlerini helâk yurduna süren kimseler (İbrahim: 14/28) gibi olmayın.”

1932. Daha sonra Evs’li Uveym ibn Sâ’ide ayağa kalkarak şunları söyledi:

           “Ey Ensar! Sizler İslâm’ı savunan ilk kimseler olmuştunuz; şimdi bu davaya inanlarla savaşan ilk insanlar da siz olmayın. Hilâfet ancak peygamberlik görevi kimler arasından gelmişse onlara aittir. Öyleyse Hılâfet’i ALLAH’ın peygamberlik görevini verdiği kimselere bırakınız; hem, İbrahim Peygamber de bir duasında bunu kastediyordu” (bk. Bakara: 2/128-129; İbrahim AS, bu âyette ALLAH’ın Mekke’de kendi soyundan bir peygamber çıkarması için dua etmektedir).

1933. O zaman, aslen Bali kabilesinden ve Evs kabilesinin mevlâsı konumundaki Ma’n ibn ‘Adî ayağa kalktı ve şöyle dedi:

           Ey Ensar! Kureyşlileri devre dışı bırakarak, Emr’in size ait olduğunu düşünüyorsanız, sizin tarafınızdan seçilecek kimseye biat edebilmeleri için bundan onları da haberdar edin. Ama bu Emr Kureyşlilere ait ise ve sizin bu olayın dışında kalmanız gerekiyorsa, o zaman bu işi onlara bırakın. Zira ALLAH’a yemin ederim ki Resulullah, Ebû Bekir’i kendi yerine cemaate namaz kıldırması için imam tayin etmeden vefat etmedi; böylece biz, Resulullah’ın, dinin direğini teşkil eden namazda bize imamlık yapması için onu seçtiğini öğrenmiş olduk.”

1934. Ensar bu şekilde tartışırken, Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde, yanlarında Muhacirlerden bir topluluk olduğu halde oraya geldiler. Hepsi yerlerini alıp oturdular ve bir süre hiçbir şey söylemediler. Daha sonra Hazrec’li Sâbit ibn Kays ayağa kalktı ve şöyle konuştu:

           “Ey Muhâcirler! Sizler de bizim gibi biliyorsunuz ki ALLAH, Muhammed’i kendi Resulü olarak göndermiştir; kendisi başlangıçta (insanların) işkence ve karşı koymalarına rağmen, ALLAH ona her türlü şiddet hareketinden kaçınmasını emrettiği için, Mekke’de kaldı. Daha sonra onun Hicret etmesine ve savaşmasına izin verdi. Biz onun yardımcıları ve sığınağı olduk. Sonra siz geldiniz ve biz elimizdekileri sizinle paylaştık. İmdi İslâm’ın gerçek kudret ve kuvveti biziz ve ALLAH Kuran’da bizden bahsediyor: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri muhtaç durumda olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler…” (Haşr: 59/9) Diğerleri gibi, bu ayeti de kimse inkâr edemez. Öte yandan sizler, bizim şeref ve itibarımız hakkında Resulullah’ın söylemiş olduğu bütün güzel sözleri biliyorsunuz. O artık bu dünyadan göç etti ve hiç kimseyi açıkça kendi yerine Halife olarak tayin etmedi; ama, ümmetinin ALLAH’ın Kitabına ve Resulünün Sünnetine sık sıkıya sarılmalarını kesinlikle emretti. İnsanlar bu emirlere tutundukları sürece yanlış ve batıl üzerinde bir araya gelmeyeceklerdir. Bizler ALLAH’ın yardımcıları olduğumuza göre, halkı idare etmek de ancak bize düşer. Ey Muhâcirler! bu konudaki düşünceniz nedir? Ve’s-Selâmu Aleyküm.”

1935. Bunun üzerine Ebû Bekir ayağa kalkarak, şöyle cevap verdi:

           “Ey Sabit! Senin halkın (Ensar) tamamen senin anlattığın gibidir; kimse bunun aksini söyleyemez. Bizlere (Muhâcirlere) gelince; ALLAH bizim hakkımızda da vahiy göndermiştir. (Haşr: 59/8): “(ALLAH’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, ALLAH’tan bir lütuf ve rıza dileyen, ALLAH’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.” (Haşr: 59/8); ve ALLAH size Kur’ân’da (Tevbe: 9/119), “Ey îman edenler! ALLAH’dan korkun ve sadıklarla beraber olun” diyerek, “sadıkları” izlemenizi emretmektedir. Öte yandan, çok iyi bilirsiniz ki, Araplar bu Emr işini ancak kendi aralarında en ünlü ve şerefli kabile olarak gördükleri Kureyşliler için kabul edeceklerdir. Ve aynı zamanda İbrahim (AS)’in duasında (Bakara: 2/129) kastettiği kimseler de bunlardır. Öyleyse ben bu ikisinden birini sizler için seçiyorum: Ömer ve Ebû ‘Ubeyde. Bu ikisinden birine biat ediniz.”

           “Kendisinde dikkate değer ve modern bir avukat ruhu sezilen Sâbit ibn Kays, ayağa kalkarak şu soruyu yöneltti:

“Ey Muhacirler! Ebû Bekir’in dediği şey konusunda hemfikir misiniz?

“Onlar:

“Evet hemfikiriz.”

Deyince, Sabit:

“Sizin Ebû Bekir’e, Resulullah (AS)’a karşı geldiği gibi bir suçlamada bulunmamanız gerekirdi.”

Onlar:

“Nasıl yani?”

           Sabit:

           “Siz, Resulullah (AS)’ın Ebû Bekir’i namazları kıldırmak üzere görevlendirdiğini ve bunu sadece onu kendisine Halife olarak tayin ettiğini göstermek için yaptığını söylememiş miydiniz? Oysa Ebû Bekir Halifelik seçiminden çekilerek ve “ben sizin için şu ikisinden, yani Ömer ve Ebû Ubeyde’nin birini seçtim” diyerek, Resulullah’a karşı gelmiştir. Siz nasıl olur da, bizzat Resulullah tarafından tercih edilip seçilmiş olan kimsenin (Ebû Bekir’in) göstermiş olduğu şu kimselere (Ömer ve Ebû Ubeyde’ye) tâbi olursunuz? Ey Muhâcirler! Resulullah (AS)’ın Ebû Bekir’i Halifesi olarak tâyin ettiğine tanıklık ettiğiniz halde başkasını seçerseniz, ola ki siz de ALLAH’a itaatsizlik etmiş olursunuz.”

           “Muhacirler, ilk Müslümanların kendi kabileleri içinden çıktığına dikkat çekerken, Ensarın büyük meziyetlerini de asla inkâr etmediler. Şöyle dediler: “Hepimizin ortaklaşa aldığımız bir karara göre, şayet başkan Muhacirler arasından seçilirse, bakanlar da Ensardan olacaktır; biz onlar hazır olmadıkça ve onlarla istişare etmedikçe hiçbir karar almayacağız.”

           “Hazrecli el-Hubâb ibn el-Munzir bir uzlaşma önerisinde bulunmak üzere ayağa kalktı. O da, Ensarın Emr konusunda, herkesten daha çok hakkı olduğunu vurguladıktan sonra, şu öneride bulundu: “Şayet bu insanlar (Muhacirler) bizim dediklerimizi kabul etmek istemiyorlarsa, o zaman bir Emîr (emr’i kendi elinde tutan) bizden, bir Emîr de onlardan olsun!”

           “Ancak yeğenlerinden ikisi, Useyd ibn Hudeyr ve Beşîr ibn Sa’d, bir tek şehirde birbirlerine muhalefet eden iki Emîr şeklindeki bu bölücü öneriyi reddetmek için ayağa fırladılar.”

           “El-Hubâb ibn el-Munzir, sadece Ensarın çıkarlarını gözetmek durumunda olduğunu ve şayet bunlar kendi önerisini beğenmemişlerse onu geri çekeceğini, ayrıca önerisinin abartılacak bir yanı olmadığını söyleyerek özür diledi.

           “Bu konuşmayı, Ömer ile el-Hubâb arasında geçen ve daha sonra şair Hassân ibn Sâbit’in de katıldığı kısa ama hararetli bir tartışma izledi. Kargaşa giderek büyüyordu, fiziksel şiddete başvurulmasından bile endişe ediliyordu. Bu durumda Mâ’n ibn Adiyy yeniden söz aldı ve onun etkileyici kişiliği sayesinde ortalık yatışmış oldu. O şöyle diyordu:

           “Ey Muhacirler! ALLAH’a yemin ederim ki, bizim için yeryüzünde sizden daha aziz kimse yoktur. Bizim endişemiz sadece, kendisine tabi olunacak kimsenin Muhammed ümmeti arasında adaleti gözetip gözetmeyeceğidir. O, bu konu ile ilgili olarak: “İdareciler Kureyş’tendir,” buyurmuştu. O halde halifenin de onlar arasından seçilmesi gerekir. (İbn Hişâm’ın naklettiğine göre, Resulullah (AS)’ın o sırada Ensar arasında da çok iyi bilinen bu hadisini bu görüşmeler sırasında ilk kez hatırlatan Ebû Bekir olmuştu).

           “Daha sonra Beşîr ibn Sa’d söz alarak, o ana kadar kimsenin dikkat etmemiş olduğu Resulullah (AS)’ın bu hadisinin hatırlatılmasına görünüşe bakılırsa çok şaşırmış şöyle haykırmıştı:

           “Elbette! ALLAH’a yemin ederim ki, biz gerçekten Resulullah (AS)’ın bunu söylediğini işitmiştik; ve ben, bu Emr’in kendisinden sonra Kureyşlilere kalacağını çok iyi anlamıştım. ALLAH’a yemin ederim ki artık bu Emr işini onlarla tartışmayı (ALLAH) bana göstermez. Ey Ensar! ALLAH’tan korkunuz ve artık bu işi onlarla tartışmayınız!

           “Sonra Ebû Bekir yeniden söz alarak Beşîr ibn Sa’d’e övgüler yağdıran bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:

           “Ben bu Emr’e aday değilim ve size sırasıyla Ömer ya da Ebû ‘Ubeyde’yi öneriyorum.”

           “Her ikisi de bu öneriyi reddettiler ve onun (Ebû Bekir’in) Muhâcirlerin en hayırlısı ve Resulullah (AS)’ın sığındığı mağarada (bk. Tevbe: 9/40) ona eşlik eden tek kimse olduğunu ve vakit namazlarını kıldırmak için kendi yerini almak üzere bizzat Resulullah (AS) tarafından görevlendirilen biri olduğu için Ebû Bekir’in seçilmesinin gerektiğini söylediler. Daha sonra Ebû Bekir’den, kendisine biat edilmek üzere elini uzatmasını istediler.

           “Beşîr ibn Sa’d yeniden fırlayıp şöyle haykırdı:

           “ALLAH aşkına sizden rica ediyorum! Benden önce kimse Ebû Bekir’e biat etmesin!..

           Ve gerçekten, ilk biat eden o oldu.”

1936. Düş kırıklığına uğrayan bazı müfritler, hala karşılıklı olarak acı ve sitemli sözler söylemeyi sürdürüyorlardı. Ama, Ensar da dahil bütün orada hazır bulunanlar, biatlerinin simgesi olmak üzere, sırayla Ebû Bekir’in elini sıktılar.

1937. Hazreçlilerin adayı olan ve o sırada oldukça rahatsız olan Sa’d ibn ‘Ubâde ise kolay kolay razı olacağa benzemiyordu. Ancak Ebû Bekir’in güttüğü siyaset herkesi yatıştırdı. Zira o, kimseyi halifeliğini kabul etmek için zorlamamış ve taraf ya da hasım olarak görmeksizin herkese bilinçli bir adalet uygulamıştı; ve kendi kabile mensupları bile Sa’d’i yalnız bıraktılar.

1938. Resulullah (AS)’ın ailesi Benû Hâşim ve Ali ile de bazı zorluklar ortaya çıkmıştı. Medinelilerin hemen tamamından biat aldıktan sonra, Ebû Bekir, Ali’yi de getirtti. Ali, kendisi görüşünün alınmaması ve bir oldu bitti ile karşı karşıya bırakılmaktan duyduğu hoşnutsuzluğunu dile getirdi. Özellikle şu ifadeyi kullandı:

           “Sizler Muhâcirler olarak, bu Emr konusunda, Muhammed’in kendi aranızdan çıktığını ve Ebû Bekir’in de ona yakın olduğunu söyleyerek Ensar’a galip geldiniz; oysa ben, Resulullah’ın ailesi (Ehl-i Beyt) olarak kendisine herkesten daha yakın olduğum konusundaki delilleri size defalarca tekrarlamaktayım.”

1939.  Bunun üzerine (Muhacirlerden) Ebû Ubeyde ve (Ensardan) Beşîr ibn Sa’d, Ali’yi yatıştırmaya çalışarak, onun Muhammed’in halifeliğine kendi lehinde liyakat iddiasında bulunduğundan haberleri olmadığını söylediler. Ve kendisini, esasen herkesin kabul ettiği şeyi onun da kabul etmesi için iknaya çalıştılar. Ebû Bekir de şöyle dedi:

           “Ey Ali! Keşke ben, senin bu Emr konusunda bana itiraz ettiğini bilseydim! Ben, ne bunun ardından koştum, ne de istedim. Şimdi herkes biat etti. Eğer sen de aynı şekilde hareket edersen, senden beklediğim şey(i yapmış olursun). Aksine, hemen biat etmek istemiyor ve biraz düşünmeyi arzu ediyorsan, seni zorlayacak değilim. Sana hak veriyorum, selâmetle evine dön!”

           Ali evine döndü. Akşam olduğunda, (Buhârî gibi, bk. 85/3/1) diğer kaynakların da ifade ettiğine göre, Resulullah (AS)’ın kızı ve Ali’nin hanımı Fâtıma, Ebû Bekir’in huzuruna gelerek, Resulullah’ın terekesini ve özellikle Fedek bölgesindeki araziyi miras olarak istedi. Ebû Bekir kendisine, Resulullah’ın “Biz peygamberler, miras olarak bir şey bırakmayız” şeklindeki bir hadisini hatırlattı. Ona, tıpkı Resulullah’ın hayattayken yaptığı gibi, Peygamber’in aile bireylerinin masraflarını karşılamaya devam edeceğine dair güvence verdi. Fâtıma, bu işten pek memnun olmadı ise de artık Ebû Bekir’e fazla bir şey söylemedi. Ali, Resulullah (AS)’ın kızı olan hanımına saygısından ötürü, Ebû Bekir’e biat etme işini bir süre askıya aldı; ancak İslâm Devletinin o günkü sorunları hakkında kendisiyle işbirliğini sürdürmeye devam etti. Birkaç ay sonra Fâtıma’nın son nefesini vermesi üzerine, Ali de herkesin huzurunda Ebû Bekir’e biat etti.

1940. Bu konuyu, seçildikten hemen sonra Ebû Bekir’in yapmış olduğu, ilk Müslümanlardaki egemenlik anlayışını ve Ebû Bekir’in izlediği genel siyasetin temellerini ortaya koyan hutbesi ile bitirelim. Medine’de oturanların çoğunluğunun yardım ve desteğini aldıktan sonra, Ebû Bekir toplanmaları için onları Mescid’e çağırdı; burada Ömer söz alıp, önceki günkü davranışından ötürü (Resulullah öldüğünü söyleyen kimseleri ölümle tehdit etmişti) özür diledi, Ebû Bekir’in meziyetlerini hatırlattı ve kendisine yeniden biat edilmesini istedi. Herkes memnuniyetle bu isteği yerine getirdi. Daha sonra Ebû Bekir söz aldı.

1941. Kendisi ilk olarak, her zamanki gibi ALLAH’a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

           “Ey insanlar! Aranızdan en iyiniz olmadığım halde, sizin Başkanınız olarak seçilmiş bulunuyorum. Öyleyse, eğer iyi ve güzel davranırsam bana yardım ediniz, şayet kötü davranacak olursam beni düzeltiniz. Gerçekte doğruluk, güven ve emniyettir; yalan ise güven ve itimadın kötüye kullanılmasıdır. Bu durumda, içinizden zayıf olan (zulme uğramış) kimse, ben onun adına hakkını alıncaya kadar, benim nazarımda güçlüdür; ve sizin içinizde (zulüm yapan) güçlü kimse ise, başkasının hakkını ondan geri alıncaya kadar benim gözümde zayıftır. İnşaallah. Şimdi beni dikkatle dinleyin! ALLAH uğrunda mücadele etmeyi ihmal eden hiçbir toplum yoktur ki ALLAH onları hakir ve zelil bir duruma düşürmemiş olsun; bir toplumda ahlâksızlık yaygınlaşmaya görsün! ALLAH muhakkak onların hepsini kuşatacak bir bela ve musibet verecektir. Ben ALLAH’a ve O’nun Resulüne itaat ettiğim sürece siz de bana itaat ediniz. Ne zaman ki ALLAH’a ve O’nun Resulüne isyanda bulunurum, o zaman artık bana kesinlikle itaat etmeniz gerekmez. Haydi şimdi namaza kalkın ki ALLAH da size Rahmeti ile karşılık versin!”

1942. Ebû Bekir cemaate namazı kıldırdıktan sonra evine döndü (bk. İbn Hişâm, s. 1017, Belazuri, Ensâb, I, § 1196). Bu konuyla ilgili iki önemli olayı hatırlatalım: a) Belâzurî’ye göre (Ensâb, I, 587, § 1189): “Genel olarak herkesin kendisine bağlılık yemininde bulunup biat etmesinden sonra, Halife Ebû Bekir, ertesi günden itibaren üç gün peşpeşe (Medine şehrini kapsayan) şu ilânda bulundu:

           “Sizleri, ettiğiniz biat yeminlerinde serbest bırakıyorum. Hilâfet makamı için bir başkasını seçip ona biat edebilirsiniz.”

           Tabii kimse bu çağrıya uymadı. b) El-Hâkim’e göre (bk. Mustedrek, III, 66): “Ebû Bekir biatler edildikten sonra bir konuşma yapmak için ayağa kalktı ve önce herkesten özür dileyerek şöyle dedi:

           “ALLAH’a yemin ederim ki, benim şu Hilâfet makamında asla gözüm olmamıştır: Ne gündüz, ne gece, bunu asla arzu etmedim ve bu işin bana verilmesi için gizli ya da açıktan ALLAH’a dua etmedim. Ancak (şayet bu görevi kabul etmediğim takdirde) toplumda fitne ve kargaşa) çıkmasından endişe ettim. Bundan böyle, Halifelik görevi üzerimde olduğu sürece bana asla rahat ve huzur yoktur. Bana yöneltilen bu görevi yerine getirebilmem için, ALLAH’ın bana bağışladığı güç ve imkânlar dışında, hiç bir güç ve imkân bulunmamaktadır. Bugün benim yerime bu işi daha iyi yerine getirebilecek birinin görevlendirilmesini isterdim.”

1943. Böylece ALLAH’ın lûtfu ve yardımı sayesinde, Resulullah (AS) için büyük anlam ifade eden bazı dilek ve temenniler gerçekleşmiş oldu.

1944. Gerçekten de o şöyle bir açıklamada bulunmuştu:

           “Biz, kamuya ait bir görevi, ona talip olan kimselere vermeyiz.”737

           Resulullah (AS)’la çok yakın ilişkileri olan ve İslâm öğretisini en güzel bir şekilde temsil eden şahsiyetlerin, asgarî düzeyde de olsa parlaklıklarından bir şey yitirmemeleri gerekirdi. Daha önce de gördüğümüz gibi, sahabenin önde gelenlerinden bazıları, Halifeliği kendileri için istemişler, bir kısmı ise asla böyle bir şeyi arzu etmemişlerdi.

1945. Resulullah (AS), aynı zamanda bütün ırklar arasında mükemmel bir eşitlik bulunduğunu açıklayarak, bireyler arasındaki yegâne üstünlüğün ise sadece takva konusunda söz konusu olabileceğini açıklamıştı.738 En yetenekli kimselerden biri olsa bile, halifeliğe Resulullah (AS)’ın yakın bir akrabasının seçilmesi, yerleştirilmeye çalışılan bu yeni anlayışa gölge düşürecekti. Şunu hatırlatalım ki, Ebû Bekir, kuşkusuz Kureyşlilere mensup olmakla birlikte, kabilesi olan Benû Teym, Kusay’ın soyundan gelmediği için onlara soğuk duran, hatta Kureyş’in pek itibar etmediği739 bir aileye mensup idi. Daha sonraları Müslümanlar, kölelikten yeni azât edilmiş ve Mısır’da Memluk, Hindistan’da Gulâmân gibi hanedanların kurucusu olan hükümdarlara en küçük bir tereddüt göstermeksizin itaat etmişlerdir. Resulullah (AS) gerçekçi biri idi ve sürekli olarak yenilenmeyi tercih ediyordu. Belâzurî’ye göre740 Resulullah (AS), Medine’den askeri seferler amacıyla 25 kez çıkmış ve sürekli aynı kişi olmamak üzere, yokluğu boyunca kendi yerine bir naip görevlendirmişti. Bunlar arasında, aslen Güney Arabistanlı olan Medine’deki Hazreçliler, Evsliler, Mekkeliler, Gıfârlılar, henüz azat edilmiş köleler ve hattâ âmâlar bulunmaktaydı. Resulullah (AS)’ın akrabalarından geçici olarak ona vekâlet edenlere ise oldukça enderdir. Kölelerden (Kuzey Arabistan’ın) Kelb kabilesine mensup azatlı Zeyd ibn Harise’yi sayabiliriz. Âmâ bir sahabe olan İbn Ümmü Mektûm ise, bu göreve oldukça geç bir dönemde, yani H. 10. yılın sonlarına doğru, Resulullah (AS)’ın vefatından sadece üç ay önce tayin edilmişti. Biz, Resulullah’ın: “Başkanlar Kureyş’tendir” şeklindeki meşhur hadisini hangi amaçla ve kimler için söylediğini bilmiyoruz. Ancak, bu hadisin kapsamının, bizzat Resulullah (AS)’ın yukarıda açıklamaya çalıştığımız uygulamasına uygun olarak, oldukça sınırlı olması gerekir. Ömer’in kendi Halifeliği sırasında sık sık tekrarladığı şu sözü, bizim bu düşüncemizi pekiştirmektedir:

           “Eğer Huzeyfe’nin azatlı kölesi Salim hayatta olsaydı, Halifem olarak onu tayin etmekte hiç tereddüt etmezdim.”

           (Bilindiği gibi, soyağacı bilinmemekle birlikte, Salim, Kureyş’den birisi değildi).741 Resulullah (AS), ne kendi yerine geçecek olan Halife’nin seçilmesi için gereken ön koşulları, ne de kendisinden sonra uygulanacak yönetim yapısının (monarşi, cumhuriyet vs.) şeklini açıkça belirtmek istememiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Resulullah (AS), uygulanacak rejimin belirlenmesini kasıtlı olarak ve isteyerek toplumun tercihine bırakmıştır; eğer bundan farklı davranmış olsaydı, belki de Müslümanlar, siyasal ve toplumsal koşullar rejim değişikliği gerektirdiğinde zaman zaman sıkıntıya düşeceklerdi. Resulullah, Müslümanların üstün yeteneklerine tamamen güveniyordu ve nitekim şöyle buyurmuştu:

           “Sizler şu dünya işlerini daha iyi bilirsiniz!”

1946. İlk Müslüman olanların Peygamberlerinin vefatı sırasında göstermiş oldukları tutum ve davranışlar, bundan böyle İslâm idealini gerçekleştirmek için izlenmeye değer bir örnek oluşturmuştur. ALLAH onların hepsinden razı olsun!

1947. Bu eseri tamamlamamızı nasip eden ALLAH’a sonsuz hamd ve senalar olsun.

 
737 Ebû Dâvûd, 23: 2; Buhârî, 37¨1, Nº 2 vd.

738 Hucurât: 49/ 13.

739 Bir şair, bu kabile hakkında alay yollu şöyle söylemekteydi: “İşler özellikle Teymlerin yokken karara bağlanır; onlar orada bulunsalar bile, onların görüşleri alınmaz,” (bk. Mecelletu’l-Hac, Mekke 1378 H., XII, 10, s. 605).

740 Ensâb, I, § 648-767.

741 Bk. “The Notion of Khilafat and its Modern Application”, Journal of Pakistan Historical Society, C. 4, 1956, s. 278-284.






Bibliyografya

Abdu’r-Razzâk ibn Hemmâm, el-Musannef (11 cilt) Beyrut 1970 (10. cildin ikinci yarısında ve 11. cildin tamamında Ma’mer ibn Râşid’in eseri yer almaktadır)

Agânî (bk. Isfehânî)

Alî, A. H. ve Vidyarethi, Muhammed in Parsi, Hindu and Buddhist Literature, Hindistan

Alî Dede (öl. 1007), Muharâtu’l-Evâ’il, Kahire, 1300

Aliyyu’l-Kârî (öl. 1014), Mirkât Şerhi’l-Miskât, Kahire, 1309

Alî el-Muttaki (öl. 975), Kenzu’l-Ummâl, Haydarabad, 1311. Atıflar cilt ve hadis sırasına göredir.

el-Aynî (öl. 855), Ummedu’l-Kâri’ fi Şerhi’l-Buhâri, Kahire

el-Azrakî (öl. 219), Ahbâru Mekke, Leipzig, 1855

el-Bağdâdî (öl. 1093), Hızânetu’l-Edeb, Kahire

Becker, C. H., Papyri Schott-Reinhardt

el-Bekrî (öl. 487) Mu’cem Mâ’sta’cem, Kahire

el-Belâzurî (öl. 279), Ensâbu’l-Eşraf (el yazması: İstanbul Reisülküttâb Ktp., 2 cilt) 1. cilt yayınlanmıştır, Kahire, 1959

el-Belâzuri (öl. 279), Ensâbu’l-Eşraf (el yazması: İstanbul Reisûlküttâb, tercümeleri vardır)

el-Belhî Ebû Zeyd, (bk. Mutahhar ibn Tâhir)

Benveniste, Les mages dans l’ancien Iran, Paris, 1938

el-Beyhakî, Delâ’ilu’n-Nübüvve (el yazması: İstanbul, Köprülü Ktp. No: 285, 286, C. l, 2, 4; Topkapı Sarayı Ktp. tek nüsha)

el-Beyhakî (öl 458), es-Sunenu’l-Kubrâ, Haydarabad, 1344 (10 cilt)

el-Bîrûnî (öl. 440), el-Cemâhir fi Ma’rifeti’l-Cevâhir, Haydarabad, 1355

Biachere, R., Coran, Paris 1949-51 ve 1957

Bréhier, L., Les Institutions de l’Empire Byzantin, Paris, 1949

Brehier, L., Vie et Mort de Byzance, Paris, 1948

Bretschneider, E., On the Knowledge possessed by the Ancient Chinese of the Arabs, Londra, 1871

Broomhall, Marshall, Islam in China

el-Buhârî, Abdu’l-Aziz {öl. 730), Keşfu’l-Esrar Şerhu Pezdevî, Kahire

el-Buhârî (imâm) (öl. 256) es-Sahîh (Atıflar, Kitap ve Bab sayısına göredir)

el-Buhârî (imâm) (öl. 256) Tarîhu’l-Kebîr, Haydarabad, 1360 v.d.

Buhl, K, Das Leben Mohammeds, Leipzig, 1930

Caetani, L., Annali dell’Islam, Milano, 1905

el-Câhiz (öl. 255), el-Beyân ve’t-Tebyîn, Kahire

el-Câhiz (öl. 255), Fadl Hâşim âlâ Abd Şems (Sendûbî baskısında Rasâ’il de yer almaktadır), Kahire. 1352

el-Câhiz (öl. 255), er-Risâletu’I-Osmâniyye (el yazması, İstanbul, Köprülü Ktp.) Kahire

el-Cahşiyârî (bk. el-Cihşiyârî)

Cantineau, J., Inventaire des inscriptions de Palymre, Beyrut 1931 Casanova, Mohamed et la fin du monde, Paris, 1911

Christensen, L’Iran sous les Sassanides, Paris, 1936

el-Cihşiyârî (öl. 331), Kitâbu’l-Vuzerâ, Viyana, 1926

Code Justinien (İmparator)

Dahlân, Ahmed Zeynî (öl. 1304), es-Sîretu’l-Muhammediyye ve’l-Âsâru’n-Nebeviyye, Kahire, 1293 (2 cilt)

ed-Dârimî (öl. 255), Sünen (atıflar, Kitab ve Bâb sırasına göredir)

de Goeje, Mémoire sur la conquête de la Syrie, Leyden, 1900 (II. bs.) Desvergers, N., L’Arabie, Paris, 1847

Dictionnaire de la Bible (F. Vigouroux yay.), Paris, 1912 (4 cilt) Dictionnaire d’Histoire et de Geographie ecclésiastiques, Paris

ed-Dihlevî (bk. Veliyyullah)

ed-Diyarbekrî (öl. 990), Tarîhu’l-Hamîs, Kahire, 1289

Dorman, H.G., Towards Understanding Islam, Newyork, 1948

 

Ebû Dâvûd es-Sicistânî (Öl. 275 H.) Sünen (Atıflar Kitap ve Bâb sırasına göredir)

Ebû Hayyân (öl. 745), Tefsir Bahri’l-Muhit (8 cilt), Kahire, 1328

Ebû Nu’aym (Öl. 430), Delâilu’n-Nubuvve, Haydârabad, 1320

Ebû Ubeyd el-Kâsım ibn Sellâm (öl. 224), el-Emvâl, Kahire, 1353 (Hadislere atıflar paragraf sayısına göredir)

Ebû Ya’lâ el-Ferrâ (öl. 458), el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, Kahire, 1357

Ebû Yûsuf (öl. 182), Kitâbu’l-Harâc, Kahire, 1302 (Fransızcaya çev.: Fagnan)

Emval (bk. Ebû Ubeyd)

Encyclopaedia Britannica

 

el-Fâkıhî (öl. 272), el-Muntakâ fî Ahbâr Ummu’l-Kurâ, Leipzig, 1859

el-Fâsî (öl. 832), Şifâu’l-Ğarâm fi Ahbâri’l-Beledi’l-Harâm, Leipzig

el-Fetâvî el-Hindiyye (yahut el-Âlemgîriyye), Kahire

 

Gaudfroy-Demombynes, Mahomet, Paris, 1957

Gerland, E., Die persische Feldzüge des Kaisers Heraklius, Leipzig

Glaser, E., Zwei Inschriften (Vorderasiatiche Gesell., 1897 birlikte yayınlanmıştır)

Goeje, de (bk. de Goeje)

Goldziher, I., Die orientalischen Religionen (Kultur der Gegenward)

el-Ğuzûlî (öl. 815), Metâliu’l-Budûr, Kahire, 1299-1300 (2 cilt)

el-Hâkim, el-Mustedrek, Haydârabad/Dekkan, 1334-42 (4 cilt)

el-Halebî (öl. 1044), İnsânu’l-Uyûn fî Sîreti’l-Emîn el-Me’mûn, Kahire

el-Hamdânî (öl. 334), Sıfat Cezîreti’l-Arab, Leyden, 1884

Hamidullah, M. (1326 doğ.), Corpus des Documents, Paris, 1935

Hamidullah, M., Documents sur la Diplomatie musulmane à l’époque du Prophète et des Khalifes Orthodoxes, Paris, 1935

Hamidullah, M., Hz. Peygamberin Savaşları

Hamidullah, M., Muslim Conduct of State (İslâmda Devlet İdaresi, İstanbul) Lahore, 1973 (VI. neşir)

Hamidullah, M., The Prophet’s Establishing a State and his Succession, Haydarabad/Dekkan, 1986

Hamidullah, M., Six Originaux des Lettres Diplomatique du Prophete de l’IsIam, Paris, 1985

Hamidullah, M., Hz. Peygamber’in Altı Orijinal Diplomatik Mektubu (çev. Mehmet Yazgan, İstanbul 1990)

Hamidullah, M., el-Vesâ’iku’s-Siyâsiyye, Beyrut 1969 (III. bs.)

Hassân ibn Sabit, Dîvân, Leyden, 1910

el-Hatîbu’l-Bağdâdî (öl. 463), Takyîdu’l-ilm, Dimaşk

Hemmâm ibn Munebbih (öl. 101), Sahîfe li Ebî Hureyre, Dimaşk, 1372 (İngilizce çev.Haydarabad 1961)

Heyd, W., Histoire Du Commerce Du Levant Au Moyen-Age, Leipzig, 1885-6

Hitti, Ph. K., History of the Arabs, (Salih Tuğ çevirisi, İstanbul 1980-81) Londra, 1951

İbn Abdi’l-Berr (öl. 463), el-İsti’âb, Haydarabad, 1309(Atıflar biyografi sırasına göredir)

İbn Abdi’l-Hakem (öl. 257), Futûh Mısr, Leyden, 1922

İbn Abd Rabbih (öl. 327), el-lkdu’l-Ferid, Kahire, 1293 (3 cilt)

İbn Asâkir (öl. 571), Tarîh Dimaşk, Dimaşk, 1371 ve d. (ayrıca 1. bs.)

İbnu’l-Cevzî (öl. 497), el-Muctebâ mine’l-Muctenâ (el yazması, İstanbul Ayasofya No. 3395; Kahire nüshasından fotokopisi)

İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’1-Mustafâ, Kahire, 1386/1966

İbn Dureyd (öl. 321), el-İştikâk, Leyden, 1853

İbn Ebî Dâvûd (öl. 316), Kitâbu’l-Mesâhif, Leyden, 1937

İbn Ebî Usaybi’a (öl. 668), Uyûnu’l-Enbâ’ fi Tabakâti’l-Etıbbâ (Fransızca çev.: Sanguinetti)

İbn Ebî Zerr (öl. 726), el-Enîsu’l-Mutrib bi’r-Ravdi’l-Kırtâs, Fas (Fes) 1301

İbnu’l-Esîr, İzzu’d-Dîn (öl. 630), el-Kâmil, Leyden, 1862-76

İbnu’l-Esîr, İzzu’d-Din (öl. 630), Usdu’l-Gâbe, Kahire, 1280

İbnu’l-Esîr, Mecdu’d-Dîn (öl. 606). en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadis, Kahire

İbn Fadlullah (bk. Umarî)

İbnu’l-Ferrâ (öl. ykl. 426), Rusulu’l-Mulûk, Kahire, 1366

İbn Habîb, el-Bağdâdî (öl. 245), el-Muhabbar, Haydarabad, 1361

İbn Habîb (öl. 245), Muhtasar Cemhereti’l-Ensâb (el yazması, İstanbul Râgıb Paşa Ktp., No. 999)

İbn Habib (öl. 245), el-Munammak, Haydarabad-Dekkan, 1964

İbn Habîb (öl. 245), Nekâ’id Cerîr ve’l-Ferazdak, Leyden

İbn Habîb (öl. 245), Ummuhâtu’n-Nebî, Bağdad, 1950

İbn Hacer el-Askalânî (öl. 852), Fethu’l-Bâri’. Kahire

İbn Hacer el-Askalânî (öl. 852), el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahâbe, Kalküta, 1856

İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye (4 cilt), Kuveyt, 1393/1973

İbn Hacer el-Askalânî (öl. 852), Tehzîbu’t-Tehzib, Haydarabad, 1348 (atıflar, biyografik sıraya göredir)

İbn Hanbel (öl. 241), Musned, Kahire, 1313, Kahire, 1368 (yeni baskıda atıflar, Hadis numarasına göredir)

İbn Hazm (öl. 456), Cevâmiu’s-Sîre, Kahire 1956

İbn Hişâm (öl. 218), Sîret Resûlillah, Göttingen, 1858-60 (İngilizce’ye çevrildi)

İbn Hişâm (öl. 218), Kitâbu’t-Tîcân, Haydarabad, 1347

İbnu’l-Kelbî (öl. 204), Cemheretu’l-Ensâb (I. cilt el yazması: British Museum Ad. 23297, II. cilt, Escurial No. 1698 ve benim kütüphanemde bulunan bir fotokopi nüsha)

İbnu’l-Kelbî (öl. 204), Kitâbu’l-Asnâm, Kahire (İngilizce’ye çevrildi)

İbn Kesîr (öl. 774), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Kahire, 1351

İbn Kesîr (öl. 774), el-Fusûl fi Sîreti’r-Resûl (el yazması: İstanbul Ayasofya Ktp., No. 3369)

İbn Kesîr (öl. 774), Tefsir, Kahire, 1373

İbn Kayyım el-Cevziyye (Öl. 751), Ahkâmu’z-Zimme, Dimaşk, 1961 (2 cilt)

Ibn Kayyım (öl. 751), el-Furûsiyye, Kahire

İbn Kayyım (öl. 751), İ’lâmu’l-Muvakki’in, Kahire

Ibn Kayyım (öl. 751), el-Turuku’l-Hukmiyye, Kahire

Ibn Kudâne, el-İstibsâr fî Neseb’is-Sahâbe min’el-Ensâr

İbn Kutayba (öb. 276), el-Envâ’, Haydarabad, 1377

Ibn Kutayba (öl. 276), Ma’ârif, Göttingen, 1850

Ibn Kutayba (öl. 276), Uyûnu’l-Ahbâr, Kahire, 1925

Ibn Mâce (öl. 275), Sünen (atıflar Kitap ve Bâb sırasına göredir)

İbn Manzûr (öl. 711), Lisânu’-Arab, Kahire (atıflar kelime köklerine göre yapılmıştır)

İbn Mücavir (öl. ykl. 626), el-Mustabsar (Paris’teki bir el yazması ve Leyden neşri)

İbn Ruşd (Öl. 520), Bidayetu’l-Muctehid, Kahire

İbn Sa’d (öl. 230), Tabakât, Leyden, 1904-12

İbn Seyyidu’n-Nâs (öl. 734), Uyûnu’l-Âsâr, Kahire, 1356

İbn Sîde (öl. 457), Muhassas, Kahire, 1316-21

İbn Şebbe (öl. 262), Tarihu’l-Medîneti’l’Munevvere, 4 cilt, Medine (?), 1399 vd.

İbn Tiktaka (öl. 702), el-Fahri, Gotha 1860 {Fransızca çevirisi: E. Amar)

İbn Tulun (öl. 953), Î’lâmu’s-Sâ’ilîn’an Kütüb Seyyidi’l-Murselîn, Dimaşk, 1348

el-İbşeyhî (öl. ykl. 850), el-Mustatraf fî Kull Fen Mustazraf (Fransızca çevirisi, Rat, G.), Kahire

İncil (Matta, Markos, Luka ve Yuhanna; atıflar Bâb ve cümle sayısına göredir)

el-Isbehânî, Ebû’l-Ferec (öl. 356), el-Ağânî, Kahire, 1285

Islamic Culture (Dergi), Haydarabad-Dekkan (Hindistan işgalindeki Haydarabad)

Islamic Quarterly (Dergi), Londra

Islamic Review (Dergi), Woking (İngiltere)

el-İşbîlî (bk. Selâm)

JA (Journal Asiatique) Dergisi, Paris

Jeffery, A., Material for the History of the Text of the Qur’an, Leyden

JRAS (Journal Royal Asiatic Society) Dergisi, Londra

Kahle, P., The Age of the Scrolls el-Kalkaşandî (öl. 821), Subhu’l-A’şâ, Kahire

el-Kâsânî (öl. 597), Beda’iu’s-Sanâ’i’, Kahire

el-Kastallânî {öl. 923), İrşadu’s-Sâri, Şerh u’1-Buhârî, Kahire 1267 el-Kastallânî (öl. 923), el-Mevâhibu’l-Ledûniyye, Kahire, 1281

el-Kazvînî {öl. 682), Âsâru’l-Bilâd, Göttingen, 1848-49

Keldânî, D.B., Muhammad in the Bible, Hindistan Kenzu’l-Ummâl, (bk. Alî el-Muttakî)

Keramet Ali, es-Sîretu’l-Muhammediyye, Bombay (Hindistan)

el-Kettânî, Abdu’l-Hayy, et-Terâtibu’l-îdâriyyeNizâmu’l-Hükûmet’in-Nebeviyye, Rabat 1346-9 (2 cilt)

Khadduri, Majid (Haddûrî, Mâcid), War and Peace in Islam

el-Kıftî (öl. 646), Ahbâru’l-Hukemâ

el-Kindî (öl. 350), Kitâbu’l-Vulât ve Kitâbu’l-Kudat, Leyden, 1912

Krückman, O, Neue babylonische Recht und Verwaltungstexte

Kudâmet ibn Ca’fer (öl. 310), Kitâbu’l-Harâc (el yazması, İstanbul Köprülü Ktp., No.1076)

el-Kummî, Nizâmu’d-Dîn (öl. H. 4. ?), Tefsiru Garâ’ibi’l-Kur’ân, Kahire (Taberî’nin Tefsir’ine Haşiye)

Kur’ân-ı Kerîm (Sûreler numara ile değil de, kendi isimleriyle verilmiş, daha sonra ayet numaraları verilmiştir. Çeviride, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca hazırlanan meal esas alınmıştır (çev.))

Kürd Ali, M., el-İdâretu’l-İslâmiyye

 

Lammens, H., L’Arabie ocddentale, Roma, 1914

Lammens, H., Les Bétyles

Laramens, H., La Mecque à la veille de l’Hégire, Beyrut, 1924

Lammens, H., La cité arabe de Tâ’if à la veille de l’Hégire, Beyrut, 1922

Lisân (bk. İbn Manzûr)

 

el-Ma’beri, Zeynu’d-Dîn (öl. 987), Tuhfetu’l-Mücahidin fi ba’z Ahbâri’l-Purluğâliyyîn, Lizbon 1897 (İngiltere, Rowlandson)

el-Makkarî (öl. 1041), Nefhu’t-Tib, Londra, 1840-43

el-Makrîzî (öl. 845), el-Haber ani’l Beşer (el yazması: İstanbul Ayasofya, No. 3362-66)

el-Makrîzî (öl. 845), Hitat, Kahire, 1270 (2 cilt)

el-Makrîzî (öl. 845), İmtâu’l-Esmâ, Kahire, 1941 (l cilt)

Mâlik (İmâm) (öl. 179), el-Muvattâ’ (Atıflar Kitap ve Bâb sırasına göredir.

Ma’mer ibn Râşid, el-Câmi (yukarda geçen Abdu’r-Rezzâk ibn Hemmâm’ın kitabına ek olarak basılmıştır)

el-Matarî (öl. 741), El-Ta’rîf Bimâ Ensetu’l-Hucre Min Ma’âlim Dâri’l-Hicre (el yazması:Medine Şeyhülislâm Arif Hikmet Ktp.)

el-Mâverdi (öl. 450), el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, Bonn, 1953 (Fransızca çevirisi: Fagnan)

el-Mavsilî, Ömer (öl. ykl. 557), Vesîletu’l-Mute’abbidin (el yazması: Bankipor)

Mebsût (bk. Sarahsî)

Melanges Levi della Vida (Studia Orientalistici), Roma, 1956

Melanges Massignon, Beyrut, 1956 vd.

Melanges Muhammed Chafi’ (Armağan İlmî), Lahor, 1955

Menâzir Ahsen Gîlânî, Tadwîn-e-Hadis (Orduca), Karaçi

el-Merzûkî (öl. 453), el-Ezmine ve’l-Emkine, Haydarabad, 1332

el-Mes’ûdi (öl. 326), Murûcu’z-Zeheb, Paris, 1871-76 (Fransızca çevirisi: Barbier de Meynard)

el-Mes’ûdî (öl. 326), et-Tenbih v’el-işrâf, Leyden, 1894 (Fransızca çevirisi: Carra de Vaux)

Miles, George C., “Early Islamic Inscriptions near Tâ’if in the Hijaz” Journal of Near Eastern Studies, C. V (1948), s. 236-42

Moberg. C.A., The Book of the Himyarites, Lund, 1924

Moberg, C.A., en-Nesî’ Lund, 1931

Muhabbar (bk. İbn Habîb)

Muhâdaratu’l-Evâ’il (bk. Ali Dede)

Muhassas (bk. İbn Sîde)

Mukatil (öl. 150), Tefsir (el yazması, İstanbul,. Hamidiye Ktp.) Munammak (bk. İbn Habîb)

Murtaza el-Hindî ez-Zebîdî (öl. 1205), Tâcu’l-Arûs, Kahire

Mus’ab ez-Zubeyrî (öl. 236), Neseb Kureyş, Kahire, 1953

Müslim (İmâm) (öl. 261), Sahih (atıflar Kitap ve Hadis sırasına göredir)

Mutahhar ibn Tâbir (öl. ykl, 355) (yahut Ebû Zeyd el-Belhî), el-Bed’ ve’t-Te’rih, Paris

Nedvî (bk. Süleyman)

en-Nesâ’î (303), Sünen (atıflar Kitap ve Bâb sırasına göredir)

Nicéphore de Constantinople, De rebus post Maundum gestis

Nöldeke, Th., Geschichte des Qorans, Göttingen, 1860

Nöldeke-Schwally, Geschichte des Qorans, Leipzig, 1909

Nys, E., Origines du droit des gens, Brüksel, 1894

Olinder, The Kings of Kında of the Family of Akil al-Murar, Lund 1927

RAAD (Revue de l’Académie Arabe de Damas), Mecelle

Râgıbu’l-Isfehânî (öl. 502), Muhâdarâtu’l-Udebâ, Kahire

Rahmetullâh, İzhâru’l-Hak, Kahire, 1315 (Fransızca çevirisi var)

er-Râmhurmuzî, el-Hasan ibn Abd’ir-Rahmân (öl. 360 ?), el-Muhdisu’l-Fâsıl, Beyrut, 1972

er-Reşid, el-Kâdi, ez-Zehâ’ir ve’t-Tuhaf, Kuveyt 1959 Reşid Rızâ, Tefsîru’l-Menâr, Kahire

Rothstein, G., Die Dynastie der Lahmiden, Halle, 1898

RSO (Rivista degli Studi Orientali) Dergi, Roma

es-Safadî (öl. 764), el-Vâfî bi’l-Vefeyât, İstanbul

Salomon Ben Isaac de Troyes, Commentaire du Pentateuque (İbranice)

es-Samhûdî, Vefâu’l-Vefâ fî Ahbâr Dâri’l-Mustafâ (2 cilt). Beyrut 1955, 1975 (II. bs.)

Schwally (bk. Nöldeke)

Sellâmu’l-İşbîlî (öl. 544), ez-Zehâ’ir ve’l-A’lak fî Âdâbi’n-Nufûs ve Mekârimi’l-Ahlâk, Kahire, 1298

es-Sarahsî (öl. 483), el-Mebsût, Kahire, (30 cilt)

es-Serahsî, Şemsu’l-E’imme (öl. 483), Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir (4 cilt) Haydarabad 1335-6 (Kahire baskısı tamamlanmamıştır)

Sezgin, Fuat, “Hadis musannefâtının mebde’i ve Ma’mar b. Râşid’in Câmi’i” Türkiyat Mecmuası, C. XII (1955), s. 115-34, İstanbul Speiler, J., “Die Schreiben Muharrimeds an die Stamme Arabiens und die Gesandten’ an ihn”, MSOS, 1916/11, Berlin

Sprenger, A., Das Leben und die Lehre des Mohammed, Berlin, 1861 (3 cilt)

es-Suheylî (öl. 581), er-Ravdu’l-Unuf, Kahire, 1332

Süleyman, Kâdî Muhammed, Rahmeten li’l-Âlemîn (Orduca), Amritsar ve Lahore (3 cilt)

Süleyman Nedvî, Arbön ki Jahzrânî (Orduca)

Süleyman Nedvî, Sîretu’n-Nebî, A’zamgrah U.P/Hindistan

es-Suyûtî (öl. 911), Cem’u’l-Cevâmî’ (M. Hamidullah’ın kütüphanesinde bulunan el yazması)

es-Suyûtî (öl. 911), Husnu’l-Muhâdara, Kahire, 1299

es-Suyûtî, Ref Şe’ni’l-Hubşân (el yazması: Bursa Kurşunlu Ktp.)

eş-Şe’mî (öl. 942), es-Sîre ya da Subulu’l-Hudâ (Mekke el yazması)

Şerhu’l-Mevâki fi’l-Akâ’id

eş-Şevkânî (öl. 1250), Fethu’l-Kadir, Kahire, 1349

et-Taberânî (öl. 360), el-Mu’cemu’l-Kebir (el yazması: İstanbul Topkapı Sarayı Ktp.)

et-Taberi (öl. 310), Tefsir, Kahire

et-Taberi (öl. 310), Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mulûk, Leyden 1897 v.d.

Tâcu’l-Arûs (bk. Murtaza el-Hindi)

Tevrat (Türkçe çeviride Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin yayını esas alınmıştır),

Theophane, Chroniques

et-Tirmizi (öl. 279), Cami’ (ya da Sünen) (atıflar Kitap ve Bâb sırasına göredir)

Togan, Z.V. (öl. 279), Umûmî Türk Tarihine Giriş, İstanbul

Tyan, E., L’Organisation Judiciaire en Pays d’Islam, Lyon

 

Umaru’l-Mavsılî (bk. Mavsılî)

el-Umarî, İbn Fadli’llâh (öl. 749), Mesâliku’l-Ebsâr, Kahire

el-Umarî, İbn Fadli’llâh (öl. 749), et-Ta’rif bi’l-Mustalahi’ş-Şerif, Kahire

 

el-Vâhidî (öl. 468), Esbâbu’n-Nuzûl, Kahire

el-Vâkıdî (öl- 207), el-Meğâzî

el-Vâkıdî (öl. 207), er-Ridde (el yazması: Bankipor ve özel kütüphanemdeki nüsha)

Veliyyullâh ed-Dihlevi (öl. 1176), Huccetullahi’l-Bâliğa, Kahire, 1323

Vesâ’ik (bk. Hamidullah)

Vidyarathi, Abdu’l-Hak (bk. Ali, ayrıca Vidjarathi)

 

Watt, W.M., Muhammed at Mecca, 1953

Watt, W.M., Muhammad at Medina, 1956

Weil, G., Mohammed der Prophet, Stutgart, 1843

Wellhausen. J., Ein Gemeinwesen ohne Obrigkeit

Wellhausen, J., Skizzen und Vorarbeiten

Wensinck, Mohammed en de Joden te Medina, Leyden, 1908

Wüstenfeld, Genealogische Tabellen

 

Yahyâ ibn Âdem el-Kureşî (öl. 203), Haraç, Kahire

el-Ya’kûbî (öl. 284), Tarih, Leyden, 1883

Yakut (öl. 626), Mu’cemu’l-Buldân (şehir adlarına göre alfabetik sıralama)

ZDMG (Zeitschrift der deutschen morgenlandischen Geselischaft) Berlin

ez-Zehebî (öl. 748), Tarîhu’l-İslâm, Kahire, 1367 ve d.

Zeki Velidi (bk. Togan)

ez-Zeylâ’î (öl. 762), Nasbu’r-Râye fî Ehâdisi’l-Hidâye

Zonaras, Epitomae Historiarum

Zubeyr ibn Bekkâr (öl. 256) Neseb Kureyş (İstanbul-Köprülü ve Oxford Kütüphanelerindeki eksik el yazmaları ve özel kütüphanemdeki mikrofilimler), Kahire neşri de eksiktir.

ez-Zurkânî (öl. 1122), Şerh Mevâhibu’l-Ledüniyye, Kahire


 

Ek Bibliyografya

 

 

 

 

 

 

Hamidullah, M., Le pélerinage, Paris.

Pourquoi jeûner ?, Geneve et Paris.

Problèmes constitutionnels aux premiers temps de l’Islam, Paris

1988.

Le Prophete en tant qu’éducateur, derleme Paris, 1987. Sahîfah Hammâm ibn Munabbih, (Fransızca’ya çev. Tocheport), Paris 1979. Traditions islamiques, (Buhari’nin Fransızca çevirisi), Paris 1981.

Traduction française du Saint Coran. (Kur’an-ı Kerim’in Fransızca çevirisi) Paris 1959 ; 15. bs.; gözden geçirilmiş baskısı 1988 (New York).

Les ambassades du Prophète et du calife Abu Bakr auprès de l’empereur Heraclius et le livre byzantin de la prediction des destinées et  l’ambassade du Prophete en Chine, Folia Orientalia, Cracovie, c. 2, 1961 ; yeni baskısı: Connaissance de l’Islam, Paris, N° 7, 1981.

A Letter of the Prophet in the Musnad Script, adressed to theYemenite Chiefs, Hamdard Islamicus, Karachi, V/3, 1982.

El-Vesâ’iku’s-Siyâsiyye li’l ‘ahd an-nebevî ve’l-Hilâfeti’r-Reşîde, Kahire, 1941; 6. bs. Beyrut, 1987.

“Hallu’t-Tasavvurâtu’l-ukûbe ba’de kabûli’t-tevbe”, Hidâyah dergisi, Tunus, XI/3, Ocak-Şubat 1984.

Mescidu’l-Aksâ ve’l-Mescidu’l-Aksâ, Hidaye dergisi, X/5, 1983. Kur’an-ı Kerim’in Tarihi, İstanbul, 1965.

Ahd-é nabawî men nizami hükümrânî, Delhi 1946 ; 3. bs., Karachi, 1981.

Rasûl-e Akram ki siyâsî zindagi, Lahore 1950, 3. bs. Karachi, 1980.

Rûmî awr Islamî idâra-e ghulâmî, Hayderabad-Deccan, 1930.

Khutbât-é Bahâwalpûr, Bahawalpore, 1981, 3. bs. Islamabad,