๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 11:44:48



Konu Başlığı: Resulullah a.s ın özel hayatı
Gönderen: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 11:44:48
Resulullah (AS)’ın Özel Hayatı


1076. Çalışmamızın buraya kadar olan kısmında, Araplar arasından çıkmış bir peygamber olarak Muhammed (AS)’in toplum içindeki hal ve hareketlerinden genel anlamda bahsetmiş ve cemiyet insanı olarak sahip olduğu özellikleri gözler önüne sermiş bulunuyoruz. Artık kitabımızın bundan sonraki sayfalarını rahatlıkla onun kişisel hayatıyla ilgili farklı konulara tahsis edebiliriz: ne yiyip içtiği, nasıl giyindiği, çevresindeki arkadaşları ve kendisini ziyarete gelen insanlarla nasıl ve neler konuştuğu vb. gibi. Bu konuda elimizde bol miktarda malzeme mevcut olup, klasik yazarlar bu konularda ciltler dolusu eser kaleme almışlardır. Ancak, Resulullah (AS)’ın hayatıyla ilgili dikkatimizi çekmesi gereken en temel konu, onun aile hayatıdır.

1077. Muhammed (AS)’den şöyle bir hadis nakledilir:

           “Şu dünya hayatından bana kadınlar ve güzel koku hoş gösterildi; bununla beraber, namaz kılmak gözümün nûru (gönlümün neş’esi)’dur.”1

           Bu söz, İslâm Peygamberinin kişiliğini ortaya koyması bakımından oldukça dikkat çekicidir. Bu hadis bir yandan insanın elinin altında bulunan tüm nimetlerde bir âhenk sağlayarak hem ruhu ve hem de bedeni kapsamakta, öte yandan bize, Muhammed (AS)’in kendisine tâbi olup onun yolundan giden müminlere, orta halli bir insan için uygulanabilecek, hayata dair geçerli bir örnek verme kaygısı taşıdığını göstermektedir. Öyle görünüyor ki, Allah’ın Elçisi olan bir kimse, vasat bir insan için asla geçerli bir örnek oluşturmayacak olan, tamamen zühd ve takvaya dayalı insanüstü bir hayat sürmek gerektiği görüşünü hiçbir zaman savunmamıştır. Bu nedenle, Resulullah (AS) Muhammed (AS):

           “Düşmanınızı seviniz!”

           demediği gibi, böyle yapanlara da karşı çıkmamakta; ancak:

           “(Düşmanınıza), onun size vermiş olduğu zarar kadar (daha fazla değil) bir zarar veriniz; aksi halde, bağışlayacak olursanız., Allah size bunun mükâfatını verecektir,”

           buyurmaktadır. Bu tavsiye, Kur’an’da bir çok kez yinelenmektedir. Başka bir ifadeyle, Resulullah (AS), gerek toplum hayatında gerekse manevî hayatında dosdoğru olan bir insan için gerekli “asgarî davranış” biçimini göstermekte, ancak, eğer istiyor ve elinden geliyorsa iyilik istikametinde gerekli asgarî davranış sınırını aşmaya çalışmayı bireyin kendisine bırakmaktadır. Kur’an’da da geçen aşağıdaki dua, İslâm düşüncesinin insan davranışlarıyla ilgili en belirgin özelliklerini mükemmel bir biçimde özetleyerek bize sunmaktadır:

           “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da güzellik ve iyilik ver, Öteki Dünyada da iyilik ve güzellik ver! Ve bizi Cehennem azabından koru!”2

           Muhammed (AS) bütün hayatı boyunca bizzat bu gerçeğin ideal bir örneği olmak, öğrettiği ve başkalarının da yapmasını istediği şeylerin yaşanan bir örneğini ortaya koymak istiyordu. Onun her hareket ve davranışı, her sözü İslâm toplumu için hukukî bir kural olduğundan, Resulullah (AS), istese bile, kendiliğinden daha fazla kural koyamazdı. Kur’an’ın bu konudaki görüşü gayet açık ve nettir:

           “Andolsun ki Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için güzel bir örnektir.”3

           Bu ilâhî buyruk, istisnasız bütün Müslümanları kapsamaktadır; şayet Muhammed (AS) beşerî alemde hoş ve güzel olan şeyleri hor görüp küçümseyerek, bunlardan uzak bir melek hayatı sürdürmeyi tercih etseydi, Kur’an’daki bu buyruğun hiçbir hükmü kalmazdı.

1078. Muhammed (AS)’in özel hayatıyla ilgili en hassas konu, hiç kuşku yok ki onun çok kadınla evlenmiş olmasıdır. Bu sorunun çok farklı boyutları vardır.

1079. Müslümanlar için izlenmesi gereken örneğin, evlenmemiş bir bekârın hayatı olduğu kabul edilemez: Böyle bir hayat, insan neslinin sonu olacağı gibi, bu, insanın doğasına da aykırıdır. İslâm, kadınların çok erkekle evlenmesini (polyandrie) yasaklamıştır; ve bildiğimiz kadarıyla Resulullah (AS) zamanındaki Arabistan’da böyle bir âdet yoktu. Muhammed (AS) çok sayıda hanımla evlenmiş ve aşağıda göreceğimiz gibi, bazı koşullarda, Müslümanların çok kadınla evlenmelerine izin vermiştir. Bekâr kalmak yasaklanmamıştır; ancak her türlü zina, fuhuş ve eşcinsellik kesinlikle yasaklanmıştır. Tek hanımla evliliğe (monogami) gelince: Kur’an, karı-koca ilişkilerinde gözetilmesi gereken adalete daha uygun olduğunu beyan ederek, bunu açıkça teşvik etmektedir. Ne var ki çok kadınla evlilik, sadece yapılmasına izin verilen (mübah) bir şeydir. Acaba İslâm’da durum niçin böyle olmuştur? Şimdi bunu daha yakından görmeye çalışalım:

1080. Canlıların biyolojik yapısı bu sorunu çözümleyecek gibi görünmemektedir. İnsanlardan çok farklı yapıdaki bitkileri bir kenara koyarsak, hattâ hayvanlar âleminde bile bu konuda benzer ve tekdüze bir kural bulunmadığını görürüz. Bütün hayvan türleri arasında, içinde bulundukları koşullar bakımından büyük farklılıklar göze çarpar. Bunlar arasında, hiç bir kural gözetmeyen serbest bir cinsel hayat sürenler olduğu gibi, çok dişi ile veya tek dişi ile hayatlarını sürdürenler de vardır. Kuşlar aleminde bile tekdüze bir cinsel hayata rastlayamayız. İnsan fizyolojisine en yakın çeşitli maymun cinsleri de bu bağlamda olağanüstü çeşitliliğe sahiptirler.

1081. Muhtemelen doğa koşulları, canlıların sürdürdüğü yaşam biçimleri üzerinde etkili olmaktadır. Nitekim, söylentiye göre her doğumda biri kız, diğeri erkek ikiz çocukları dünyaya gelen Âdem ve Havva çifti, insan soyunun devamı için şayet bir batında doğan ikiz kardeşlerin kendi aralarında evlenmelerine imkân tanısalardı, insan nesli, sürekli olarak biri kız diğeri erkek ikiz çocuklar dünyaya getirmek durumunda olacaktı. Yine büyük bir olasılıkla, böyle bir durum, ilk çiftin soyundan türeyecek olan kuşaklarda her türlü zihinsel gelişmeyi engelleyecekti.4 Kısacası, biyolojik yapıyla ilgili özelliklerin incelenmesi, bize bu sorunla ilgili makul çözümler sunmaktan yoksun gibi gözükmektedir.

1082. Tarih boyunca hemen bütün devirlerde, en azından toplumun bazı sınıflarına mensup insanlar arasında çok kadınla evliliğin (poligami) uygulandığı görülür. Kendilerine kutsal kitap gönderilen toplumlarda, İbrahim, Musa, Davut, Süleyman başta olmak üzere bütün peygamberlerin, poligam bir evlilik hayatı sürdükleri anlaşılmaktadır. Matta İncili’nde (25: 112) geçen “on karılı koca” hikâyesi pek meşhurdur. Aralarında Martin Luther’in de bulunduğu, Hıristiyanlık üzerine araştırma yapan uzmanların bir bölümü, bu hikâyeyi esas alarak, İsa (AS)’nın hiçbir zaman çokeşliliği yasaklamadığı sonucunu çıkarmışlardır (bk. Dictionnaire de la Bible, “Polygamie” maddesi).

1083. Toplumsal yaklaşımlar bu konuda daha belirleyici gibi gözükmektedir. Eski Yunan ve Romanın da içinde bulunduğu Antik dönemde meydana gelen savaşlarda, her zaman ve her yerde kadınlara erkeklerden daha çok saygı gösterilmiştir. Üstelik ganimetler, ele geçirilen mal ve eşyayla birlikte, büyük çoğunluğunu kadınların oluşturduğu esirlerden meydana geliyordu. Bu durum doğal olarak nikâhsız birliktelik (cariyelik) ve çokeşlilik ile sonuçlanıyordu. Nedenler ortadan kaldırıldığında sonuçlar da kendiliğinden yok olacaktır. Toplama kampları ya da zorunlu çalıştırma biçimleri altında ulusallaştırılmış ya da kamusal kölelik uygulaması halen varlığını sürdürmekle birlikte, Allah’a şükürler olsun ki çokeşlilik veya cariyeliği doğuran nedenlerden biri olan özel kölelik sistemi, bugün artık fiilen ortadan kalkmıştır. Savaşlar günümüzde de vardır. Ancak kullanılan modern silâhlar iki farklı cins arasında ayrım gözetmemekte, öte yandan kadınlara düzenli asker olarak ordu saflarında sıkça rastlanmaktadır. Bu ise, her iki cins arasında sayı farkını ortaya çıkaran ikinci nedenin de kaybolup gitmekte olduğu anlamına gelmektedir. Çokeşliliğin sürüp gitmesindeki en büyük etken olan servet dağılımındaki eşitsizlik, artık kapitalist ülkelerde bile yürürlüğe konan toplumsal yasalar sayesinde bugün azalmaya yüz tutmuştur. Başka bir deyişle, suiistimal kaynakları, en azından günümüz dünyasının büyük bir bölümünde azalma eğilimi göstermektedir.

1084. Ancak şu kadarı var ki, kimi durumlarda birden fazla kadınla evlenme zorunluluğu, ideal bir toplum oluşturuncaya dek varlığını sürdürecektir. Burada, zevcenin müzmin ve devamlı bir hastalığa yakalanması gibi anormal durum ve koşulları kastediyoruz: Bu durumda onu boşayıp aile dışına atmak, ikinci bir hanımın eve getirilmesinden daha acıklı durumlara yol açacaktır. Bunun dışında, insanın öngörülerini aşan birçok durum daha söz konusu olabilir.

1085. Muhammed (AS)’in ortaya koyduğu İslâm hukukunda kadın, nikâh akdi ile hayatını bir erkekle birleştirmeye razı olurken, erkeğinkiyle eşit bireysel bir özgürlük ve bağımsızlığa sahiptir. Bu durumda, nikâh akdi yapılırken çokeşli bir evliliğe razı olup olmaması tamamen o kadına bağlıdır. Muhammed (AS), evliliği, her türlü koşula imkân veren, tarafların karşılıklı serbest irâde ve rızâlarıyla gerçekleşecek normal bir hukuksal işlem haline getirmiştir. Kendisine evlenme önerisinde bulunulan kadın, evinde zaten başka bir kadın olan bir erkeğin bu önerisini reddetme hakkına sahip olmakla kalmayıp, nikâh kıyıldığı sırada nişanlısına, gayet haklı olarak, evlilikleri boyunca sadece kendisi ile nikâhlı kalacağı ya da boşanma hakkını kadının kendisine ya da bir hakeme bırakması koşulunu ya da bir başka şartı öne sürebilir. Aynı zamanda kadın, bu ayrıcalıkların hiçbirini istememe hakkına da sahiptir. Böylece, Müslüman kadının, sadece tek evliliğe dayalı bir aile hayatı sürmekten başka seçeneği olmayan Batılı hemcinsinden daha fazla haklara sahip kılındığı görülmektedir. Unutmamak gerekir ki, bireysel tabiatlar ve olanaklar birbirinden çok farklıdır: erkek ya da kadın olsun, her iki tarafın da karşılıklı olarak birbirlerinin kişiliğini ömürleri boyunca tamamlayıp eksikliklerini giderebilecekleri ideal bir sevgi kurumu olan evlilik, ancak pek az kimsenin gerçekleştirebileceği bir ideal olarak varlığını daima sürdürecek, insanların çoğunluğu ise bu idealin pek azını hayata geçirebilecektir. İslâm her alandaki kanun ve kurallarını, normal bir insanı göz önünde bulundurarak ortaya koymuş ve bu konuda gerçekçi bir esneklik payı bırakmıştır.

1086. Muhammed (AS)’in ümmetine şöyle bir öğüdü vardır:

           “Nikâha rağbet ediniz ve çoğalınız! Ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla öbür ümmetlere karşı iftihar edeceğim.”5

           Bu hadisten edindiğim izlenime göre, Resulullah (AS) evlenmeyi, İslâm’ın yeryüzünde daha çabuk yayılmasını sağlayacak barışçı bir yöntem olarak görmekteydi. Demokratik Hükümet biçimlerinde nüfus sayısı her şeyden daha önemlidir; özellikle çoğunluğu oluşturan gayrı müslimlerin böyle çokeşlilik uygulamasından kaçındığı toplumlarda. Ancak körü körüne uygulanacak bir “çokeşlilik” hiç de arzu edilen bir şey değildir. Çünkü her şeyden önce çokeşlilik, hiç bir zaman dinin insanlara zorunlu olarak emrettiği bir şey değil, sadece belli koşullarda izin verilen bir imkândır. Bundan başka evlilik, karşılıklı anlaşmaya dayalı hukuksal bir sözleşme olduğu için, çokeşlilik erkeğin tek taraflı olarak dayatacağı bir uygulama olamaz: Kadının da kendi arzu ve iradesiyle, kendisiyle eşit haklara sahip diğer eşlerle birlikte ortak evliliğe razı olması gerekir. Ve nihayet İslâm, herhangi bir kadınla evlilik bağı kurulmasına da izin vermemektedir. Müslüman bir erkeğin, Ehli Kitap dışında, Allah’a inanmayan (ateist), putperest, müşrik ya da monoteist kadınlarla nikahlanması yasaklanmıştır (bk. Mâide: 5/5). Bu arada, Müslüman bir kadının da hiçbir gayrı müslim erkekle evlenmesine izin verilmediğini hatırlatalım. (Bakara suresinin 221. ayeti müşrik erkeklerle nikahlanmayı yasaklarken, Mümtehine suresinin 10. ayeti daha da ileri giderek, hangi dinden olursa olsun bütün gayrı müslim erkeklerin bu hükme dahil olduğunu belirtmektedir.)

1087. Biz şimdi asıl konumuz olan Muhammed (AS)’in hayatına dönelim. Resulullah (AS)’ın şahsen çokeşli bir hayat sürmesinin çok daha başka nedenleri olduğunu belirtmek uygun olacaktır. Bilindiği gibi İslâm, Resulullah (AS)’ın hayatı boyunca tedricen şekillenip olgunluğa kavuşmuştur: Kendisi, getirdiği reformları kademe kademe yürürlüğe sokmuştur. Oysa putperestliğin yanı sıra çokeşlilik de Arabistan’da olağan şeylerdi. Resulullah (AS), dini yayma faaliyetine, inanış ve akideleri öğreterek başlamıştı. Kur’an’da çokeşlilikle ilgili ortaya çıkan kısıtlamalar, onun hayatının son yıllarına rastlar. Kur’an, İslâm toplumunun bu yönü ile de ilgilenmeye başladığı sırada, biraz sonra ortaya koyacağımız nedenlerden ötürü, kendisi esasen çok hanımla evli bulunuyordu. Bu durumda, bütün insanları kapsayacak mutlak ve kesin bir tekevlilik kuralının getirilmesinde bazı güçlüklerle karşılaşılabilirdi. Öte yandan Kur’an, şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:

           “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri onların analarıdır (…) Sizin Allah’ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla câiz olamaz…”6

           Bu durumda, yani çokeşliliği kısıtlayan ayetler indikten sonra Resulullah (AS)’ın kendi zevcelerini boşaması, onun adına bir zulüm ve gaddarlık olurdu.

1088. Tekeşlilik kuralının kesin bir biçimde gündelik hayatta uygulanmaya başlaması, İslâm adına çokeşlilik imkânının sağlayacağı yararları bir çırpıda silip atmak demek olurdu. Zira, az önce de belirttiğimiz gibi, çokeşlilik, Muhammed (AS) döneminde bütün Arabistan’da oldukça yaygın ve herkesçe benimsenen olağan bir yaşam biçimiydi; özellikle çokeşliliğe dayanan evlilik ilişkileri, farklı insan grupları arasında dostluk ve ittifak bağlarının güçlendirilmesi için en etkili araç ve yöntemlerden birini oluşturmaktaydı. Kur’an’da buna işaret eden birçok ayet vardır. Hatta tarihî kaynaklarda geçen kayıtlar da bu konuda görüş birliği içindedirler. Henüz gelişme dönemindeki İslâm, olabilecek her türlü desteğe muhtaçtı; ve İslâm toplumunun bu konuya duyduğu aşırı ilgisi dolayısıyla da Resulullah (AS)’ın kendi şahsında bir çok özveride bulunması gerekiyordu.

1089. Yine hatırlatalım ki, Resulullah (AS), kadınlarla ilgili bir takım İslâmî kural ve uygulamalar konusunda yine kadınlardan yardım almak durumundaydı. Kadınların gündelik hayatla ilgili olarak öyle farklı sorunları vardır ki, bir hanım bunlar hakkında gerekli bilgiyi utanma duygusuna kapılmaksızın bir erkeğe sorarak öğrenemez. Ve bu yüzden, Resulullah (AS)’ın hanımları, bir bakıma ülkedeki Müslüman kadınların hukuk danışmanları görevini üstlenmişlerdi. Şayet Resulullah (AS) geride çok sayıda dul hanım bırakmış olsaydı, bu hanım müfessirler ve danışmanlar, bir tek kalıncaya dek daha uzun süre müminler topluluğunda en büyük yetkililer olarak aynı görevlerini yerine getirebileceklerdi. Kur’an, aşağıda meali verilen ayetlerde onlara şu görevleri yüklemektedir:

           Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah’a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski Cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”(Ahzâb: 33/28-34)

1090. Öte yandan, meselenin insanî yönünü de ihmal etmemek gerekir. Zaman zaman İslâmî hedef ve gayeler uğruna övülmeye değer hizmetlerde bulunan bazı Müslümanların mükâfatlandırılmaları gerekiyordu. Acaba o devirde hangi Müslüman kadın, yanında başka kadınların da olacağını bildiği halde, Allah’ın elçisi olan bir peygamberin karısı olmayı istemezdi! Konu ile ilgili olarak aynı surenin müteakip ayetlerinde bu düşüncenin yansımasını görmekteyiz:

           “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık).” (Ahzâb: 33/50)

           Ayette geçen “kendisini peygambere hibe eden bir kadın” cümlesinden de anlaşıldığı gibi, Peygamber’e hayranlık duygusuyla bağlı birçok kadın vardı. Resulullah (AS) kendilerinden bu bağlamda yararlanmamakla birlikte, İbn Habîb’in Muhabbar adlı eserinde işaret ettiği Ummu Şerîk ve Buhârî’nin Sahîh’inde (67: 33) geçen diğer müslüman kadınlar, buna örnektir. Ebû Sufyân’ın kızlarından birinin başından bu konuyla ilgili çok dikkate değer bir olay geçmiştir: Bir gün Resulullah (AS)’ın eşlerinden Ummu Habîbe, (hiç şüphesiz kız kardeşinin ısrarı üzerine) Resulullah (AS)’a:

           “Kız kardeşimle de nikahlanmak istemez miydin?”

           diye sorunca o:

           “Bunu sen mi arzu ediyorsun?”

           diye sormuş, Ummu Habîbe de:

           “Ben senin tek hanımın değilim. Yeryüzündeki bütün kadınlar içinde en çok kız kardeşimle birlikte seninle müşterek yaşamayı tercih ederdim” (bk. Buhari, 67/27)

           cevabını vermiştir. Muhakkak ki Kur’an iki kız kardeşin aynı koca ile nikâhlanmasını kesinlikle yasaklamaktadır (Nisâ: 4/23); ancak biz Resulullah (AS)’ın eşi Ummu Habîbe ile olan bu konuşmayı naklederken, sadece bütün kadınların çokeşliliği mutlaka reddetmediğini göstermek istedik.

1091. Netice itibarıyla çokeşlilik, ta Antik dönemden beri, özellikle büyük bir direnç gösterdikten sonra bir ülkenin ele geçirilip istilâ edilmesi durumunda, saldırgan savaşçıların öfke ve saldırganlığını dolaylı olarak yatıştırmak amacıyla, gayet akıllıca ve takdir edilecek bir gelenek olarak sürdürülmüştür. Böylece galip gelen tarafın başkanının yenilgiye uğrayan taraftan bir prensesle ya da ileri gelen bir kadınla evlenmesi, iki hasım taraf arasında bir köprü kurulmasına vesile olmuş ve en yüksek düzeyde etkili müdahale ve arabuluculuk imkânları ortaya çıkarmıştır. Bu tür evliliklerin hiç bir derin anlam taşımadığı gibi bir önyargıya varılmaması gerekir.

1092. Bu arada, hangi dinden olursa olsun bütün beşerî topluluklarda erkeklik yeteneği çok güçlü bazı kimselerin bulunduğunu da belirtmeliyim. Hamilelik ya da doğan çocukların henüz pek küçük bulundukları bir sırada durum gereği birkaç ay hanımlarından ayrı kalmaları gerektiğinde, bu tip erkekleri kendilerine yakışan bir iffet ve namusluluk içinde tutabilmek imkânı, katı biçimde uygulanan tekeşlilikten ziyade, çokeşli bir evliliğin meşru olması durumunda daha fazla mevcuttur. Kaldı ki çokeşliliğe izin veren toplumlarda bile, bu yetkiyi kullanıp çok kadınla evlilik bağı kuran kimselerin yüzdesi pek düşüktür; geri kalan kesim hayatlarını tek kadınla evli olarak sürdürürler.

1093. Belki benim bu görüşüme karşı birileri çıkıp, nefsine hakim olmanın sağlam bir kişiliğin göstergesi olduğunu söyleyip ve bir Allah Elçisinden beklenen şeyin, sıradan insanlara bu imkândan yararlanma fırsatı vermekle beraber, bu “nefsine hakim olma” örneğini kendi şahsında yaşaması gerektiğini öne sürebilir. Ancak, bana göre bu sözleri Muhammed (AS)’e olduğu kadar, daha önce gelmiş geçmiş peygamber ve resullere de yöneltmek gerekir. Ben, “kâmil insan” ile “kemâle ermemiş” insan arasında kesin bir ayrım yapıyorum. Kanaatimce, bedenlerinin maddi ihtiyaçlarını göz ardı ederek dünya hayatının cazibelerinden tamamen sıyrılmış ve sadece kendi rûhî-mânevi âlemlerine dalarak, böylece Allah’ın insana bağışladığı bir takım yetenekleri kaybetmiş olan bütün herkes, artık insanlıktan çıkıp melek mertebesine ulaşmış kimselerdir. Yaratılışları gereği melekler kötülük yapma yeteneğinden arındırıldığı gibi, şeytanların da iyilik yapma gibi bir meziyetleri yoktur. İnsanı her iki yetenekle de donatarak yaratan ve ona akıl ve irâde gibi yetenekler bağışlayan Allah’ın bundan beklediği özel bir amacı olmalıdır. Şayet insan sadece melek veya sadece şeytan tabiatına sahip olursa, Allah’ın insanları meleklerden ve şeytanlardan ayrı yaratılışa sahip kılmaktaki amacı, yani O’nun bahşettiği bedensel ve manevî bütün kabiliyetlerden insanın yararlanması gerçekleşmemiş olacaktır. Zühd ve takva hayatı yaşayanlara büyük bir saygı duyuyorum. Ancak bu insanlar benim idealim olan düşünce tarzını temsil etmemektedir. Allah’ın Elçileri, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan vasat insana, onun en kolay şekilde yaşayabileceği, en uygun yaşayış örneğini sunmak zorundadırlar. Muhammed (AS) ise bunların hepsinden daha fazla, maddî (dünyevî) ve mânevî (rûhî) her iki gücü birden kendisinde toplamış bir Elçi idi; Kendisi hem bir zâhid hem de bir hükümdardı. O kendisini iki yönün her çeşit aşırılıklarından korumasını bilmişti. Ne dünya hayatını reddedip terk etti, ne de bu dünya hayatının içinde kaybolup gitti. Ramazan ayı dışında da sık sık oruç tutar ve sahabelerinin hepsinden daha fazla, gece uyanıp saatlerce teheccüt namazı kılardı. Tüm bunlara rağmen o, kendisine özgü nedenlerden dolayı çok kadınla evlilik hayatı yaşadı.

1094. Genel anlamdaki bu birkaç gözlem ve tespitten sonra, her ne kadar aşırı şüpheciler için pek bir anlam ifade etmese de, iffet ve namus timsali bir insan olan Muhammed (AS)’in ilgi çekeceğini ümit ettiğimiz veciz bir hadisini zikretmek istiyoruz. Şöyle buyuruyor:

           “Benim kadınlara ihtiyacım yok.”7

           O bu hadis ile, evlendiği kadınları sadece aşk duygusu ve şehvet düşkünlüğü ile değil, tamamen başka nedenlerden dolayı nikahladığını ifade etmek istiyordu. İlâhi tebliğ ile görevlendirildikten sonra, ömründe ilk kez ikinci bir hanımla evlenmeyi düşündüğünde 53 yaşına varmıştı. Burada söz konusu olan kimse, birazdan göreceğimiz gibi, Ebû Bekir’in kızı Â’işe’dir.

1095. Kısacası, çok kadınla evlenmeyi Muhammed (AS) icat etmediği gibi, bunu dışardan kendi toplumuna sokan da kendisi değildi. O yalnızca kendisinden önceki Peygamberlerin yolundan yürümekle kalmayıp, aynı zamanda hiçbir sınır gözetmeyen çokeşlilik kavramına ve uygulamasına bir takım sınırlar getiren ilk Resul olmuştur. Kur’an bu konu ile ilgili olarak şöyle söylemektedir:

           “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız, beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

           Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz. Bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız, Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ: 4/3, 129)

1096. Ayette yer alan “yetimlere adalet ve doğrulukla davranamama ihtimaline karşı çok kadınla evlenme” önerisiyle gündeme getirilen muhakeme yöntemi, bazı açıklamalar yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla burada anlatılmak istenen şu olsa gerektir: “Sorumluluğunuz altında yetim bir takım çocuklar bulunuyor ve siz de bekârsanız ya da bir tek kadınla evli olsanız bile o, evin ve çocukların bakımı ile idaresine yetişemiyorsa, bu halde sizin ikinci, üçüncü veya dördüncü bir hanımlar nikâhlanmanızda şer’î hukuka göre bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak bu çokevlilikte, nikâh altına alınan eşler arasında, bir eşitlik ve adalet sağlanamayacağından korkuluyorsa, bu durumda bir tek kadını nikâhlamakla yetinmek gerekir. Çok kadınla evli bulunan bir erkeğin aile yükünü hafifletmek amacıyla, cariyeler edinmesine de izin verilmiştir.”

1097. Burada söz konusu edilen eşitsizlikten kastedilen, hiç de eşler arasındaki sevgi ve evlilik ilişkileriyle ilgili eşitsizlik ve adaletsizlik gibi gözükmemektedir. Zira bazı durumlarda çokeşliliğe açıkça izin vermekle birlikte, Kur’an, şu noktayı özellikle vurgular:

           “Allah, hiç bir erkeğin göğsüne iki kalp yerleştirmemiştir.”8

           Şüphesiz diğer ayetlerde olduğu gibi, Kur’an (Nisâ: 4/3), çok kadınla evliliğin mübah sayılabileceği diğer noktalara değinmemekte, sadece en geçerli duruma işaret etmektedir. Diğer durumlarla ilgili olarak, Resulullah (AS)’ın yaşantısını dikkatle incelememiz gerekecektir. O, sahabelerine, maddî bakımdan eşleri arasında adil davranmaları ve onlara eşit miktarda zaman ayırmaları koşuluyla aynı anda dörde kadar kadınla nikâhlanabilmelerine imkân tanıyordu. Tekeşlilik her zaman arzu edilen bir şey olmuş, çokeşliliğe ise yargı makamlarının gözetiminde ancak belli koşullar altında izin verilmiştir. Ben buradan, Kur’an’ın, evliliğe rıza gösterme hususunda kadın tarafına erkekle aynı hakları vermek suretiyle çokeşliliği yürürlükten kaldırdığı -ya da en azından yürürlükten kaldırma imkânını verdiği- anlamını çıkarıyorum: Kadın, nikâh akdi sırasında ya da sonradan, eğer ilk hanımı olacaksa erkeğin daha sonra bir başka kadınla evlenmemesini şart koşar ve bu durum nikâh akdinde açıkça beyan edilirse, veya erkek daha önceden bir ya da daha fazla kadınla evli olduğu için bu hanım kuma olmak istemediğini belirterek evlenmeyi reddederse, çokeşlilik de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İslâm, çok kadınla evliliği bazı durumlarda hoşgörü ile karşılamakta birlikte, onu asla ebediyete kadar sürdürüp toplumda yaygın hale getirmeyi istememektedir.

1098. Bu giriş bölümü ile ilgili olarak son bir söz daha söylemek istiyoruz: Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı gibi, dört kadınla nikâhlanmak İslâm hukuku çerçevesinde meşrû sayılmıştır. Muhammed (AS)’in hayatıyla ilgili kaynakların belirttiğine göre, o bu sayıyı en üst sınır olarak anlıyor, hatta dörtten fazla hanımla evli bulunan sahabelerin bunlardan boşanmalarını emrediyordu.9 Sakîf kabilesinden Gaylân, İslâm’ı kabul ettiğinde on hanımı vardı: Resulullah (AS) ona, bunlar arasından dördünü seçmesini, kalan diğer altısından ayrılması talimatını vermiştir.10

1099. Şu husus üzerinde de önemle durmak gerekir ki Muhammed (AS), farklı türden konular üzerine aynı hassasiyetle gitme eğilimine karşı çıkmıştır: Örneğin Allah’a ortak koşma ile alkollü içki içmeyi bir tutmamıştır. İçki içmek de kumar oynamaya göre daha çok cezaya lâyık görülmüştür. Giyim tarzı, saç şekli vb. hususlarda erkeklerin kendilerini kadınlara benzetmelerinin yasaklanışı da, kumar vb. talih oyunları ile aynı değerde tutulmamıştır. O, kesinlikle emretmeksizin ya da hepsini istisnasız zorunlu hale getirmeden, birçok talimat bırakmıştır ve böylece, değişik devirlerde yaşayan veya farklı entelektüel birikimleri olan ya da değişik sosyal çevrelere mensup bağlılarına, bireysel ihtiyaçları doğrultusunda hareket etme imkânı tanımıştır. Bu esneklik, aile hukuku ile ilgili konularda da en az öncekiler kadar göze çarpar. Çeşitli nedenlerden ötürü çok kadınla evliliğin, İslâma yeni giren kimselere yasaklanamayacağı gayet açıktı. Dinî ve toplumsal hayatın diğer birçok alanlarında olduğu gibi, çok kadınla evliliğin sürdürüldüğü bir yuvada bulunması gereken tutum ve davranışlar konusunda, Muhammed (AS)’in bizzat kendi şahsından örnekler vermesi gerekiyordu. Muhammed (AS) sık sık şöyle söylerdi:

           “Sizin en hayırlılarınız, eşlerine karşı en iyi tutum ve davranış içinde olanlarınızdır.”11

            Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve önceki din önderlerinin öğretilerinde de pek yaygın olan, zayıf ve korumaya muhtaç kadın cinsinin aşağılanmasına ve hor görülmesine asla izin vermemiştir. O, kadın güzelliğine hayran idi. Bu cins-i lâtif’ten gelecek düşünce, öğüt ve önerilere fazla itibar etmemekle birlikte, onları toplum içinde incitip aşağılanacak bir duruma da düşürmüyordu. Yaratılış ve fiziksel bünyeden kaynaklanan eksiklik ve kusurları göz önünde bulundurmakla birlikte, her iki cins arasında eşitliği meşru bir hale getiriyordu.


DİPNOTLAR

 

1 Bakara: 2/201.

2 İspanya’nın bir bölümü H. 27 (M. 647) yılında Halife Osman tarafından fethedilmişti. Bk. Taberî, I, 2817; Belazurî, Fütûh, s. 408. Daha geniş bilgi için, bk. “Halife Osman dönemi H. 27 yılında Endülüs’ün Fethi” konulu Arapça makalemiz, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi (İstanbul Üniversitesi), VII/1-2, 1978.

3 History of the Arabs, s. 8: “Islam, too, in its original form is the logical perfection of Semitic religion.”

4 Müsned, IV, 206.

5 Muhabbar, s. 265.

6  Bk. Encyclopaedia Britannica, “Çin” maddesi.

7 Cem’u’-l-Cevâmi’ adlı eserindeki bu hadisi, Suyutî, şu müelliflere dayanarak nakleder: İbn Abd’il-Berr, el-’İlm; Beyhakî, Şu’betu’l-îmân; İbn ‘Adî, el-Kâmil; el-Ukaylî, ed-Du’afâ’.

* Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçerek hayatını sürdürdüğü inancı. (Çev.)

8 Bk. Encyclopaedia Britannica, “Hindistan” maddesi.

9 Bk. a.g.e., “Türkistan” maddesi.

10 Origines du droit international (Uluslararası Hukukun Kökenleri) Bruxelles, 1894. 3. bölüm. sb 44 vd.

11 Rûm: 30/ 2-5.



Konu Başlığı: Ynt: Resulullah a.s ın özel hayatı
Gönderen: Ceren üzerinde 11 Nisan 2016, 05:26:35
Esselamu aleykum.Peygamber efendimiz ozel yaşamında allahin istedgi ölçüde yasamis dini butun bir sekilde ibadetlerini yapmis guzel ahlaki ile herkese ornek olmustur.Gerek hanimalrina karsi tutumu gerekse insanlarla hitabi ile bizlere ornek olmustur.Rabbim bizleri hayatiniza yon verirken peygamber efendimizi ornek alan ve onun yolunda giden kullardan eylesin inşallah....