๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 15:47:52



Konu Başlığı: Peygamber a.s mın kisrâ’ya gönderdiği mektubun aslı
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 15:47:52
Peygamber (AS)’ın Kisrâ’ya Gönderdiği Mektubun Aslı


Mektubun Ortaya Çıkış Öyküsü


612. Resulullah (AS)’ın yazdığı mektup asıllarından son zamanlarda ortaya çıkarılanlardan biri de İran İmparatoru Kisrâ’ya gönderilendir. Olayın nasıl geliştiğini birlikte görelim: 1963 yılı Mayıs ayının ikinci haftası başlarında İstanbul’da bulunduğum sırada, haber ajansları, sanırım Beyrut’ta yayınlanan el-Mesâ gazetesindeki bir habere -kanaatimce, bir ifşaata- dayanarak, Sayın Henri Pharaon’un (Lübnan’ın dış işleri eski bakanı) koleksiyonları arasında, Resulullah (AS)’ın kendi çağdaşı olan İran İmparatoruna onu İslam’a davet için göndermiş olduğu mektubun aslının bulunduğunu açıkladılar. Bundan birkaç ay önce Paris Milli Kütüphanesi (Bibliothèque Nationale), bu mektubun aslının bir fotoğrafını inceleme ve istişare amacıyla temin etmiş, ben de Sayın Georges Vajda’nın yakın dostluğu sayesinde bu fotoğrafı görmüştüm.

613. Resulullah (AS)’ın Kisra ile yazışmasının tarihçesini anlatmak üzere basının721 birçok ayrıntılı makale yayınlandığı Türkiye’nin yanı sıra, tüm dünya bu mektup olayıyla yakından ilgilenmişti. Bir süre sonra, yine Beyrut’ta çıkan günlük el-Hayât gazetesi haberin yeterince ayrıntısıyla birlikte, belgenin resminin tıpkıbasımını üç sütun halinde yayınladı (27.12.1382, H. 22.5.1963, Nº 5242, s. 1-7). Ünlü bilim adamı Dr. Salâhuddin el-Munecced’e ait olan Arapça makale şu başlığı taşıyordu: “Resulullah Muhammed ibn Abdullah’ın (AS) İranlıların kralı İbravîz’e gönderdiği mektup.”

614. Sayın Munecced ilerde bu konuyu daha teknik olarak, yani hat sanatı (paleografi) yönünden bir kez daha ele alacağına söz vermişti. (Ancak kendisinin daha sonra Arapça hat sanatıyla ilgili yayınladığı eserinde, söz konusu mektupla ilgili özel durumlar ele alınmamıştır.)

615. Burada büyük bir memnuniyetle şunu belirteyim ki, 1964 yılında kendisini Beyrut’ta ziyaretimiz sırasında, Sayın Henri Pharaon bizi evine kabul ederek, söz konusu değerli belgeyi incelememize imkan tanımıştı. Yine büyük bir kadirşinaslık örneği sergileyerek belgenin 40x30 cm ebadında büyük boy iki harika fotoğrafını temin etmiş; yeni bir incelemeye girişmemiz için tüm imkânları seferber ederek bizi teşvik etmişti. Daha sonra hazırladığımız makale Rivista degli Studi Orieintali’de (Roma, C. 40, 1965, s. 57-69, 4 adet resimle birlikte) çıktığında, onu iktibas yoluyla Lübnan basınında da yayınlamıştı. Çok mütehassis olduğum bu olay, aynı zamanda benim için bir şerefti.

Belgenin Yüzyıllar Sonra Günümüzde Tekrar Ortaya Çıkışı

616. Medine’den Medayin’e gönderilişinden itibaren geçen yaklaşık ondört yüzyıllık sürede bu mektup aslının başından neler geçtiği hakkında henüz fazla bir şey bilmiyoruz. Ancak, günlük el-Hayat gazetesinin yukarıda adı geçen sayısındaki makaleye göre, mektubun bugünkü sahibinin babası, Birinci Dünya Savaşı sonunda bu belgeyi 150 liraya (herhalde Osmanlı altını) satın almıştır. Ya değerini bilmediği için, ya da –kendisi bir Hıristiyan olduğundan- bu tarihî ve Müslümanlarca pek kıymetli parçanın mahiyetini ifşa etmemek için, onun oğlu ve liyakatli mirasçısı Sayın Henri Pharaon bu belgenin gerçek değerini bilmez görünüyordu. Ancak 1962 yılının Kasım ayı sonlarına doğru H. Pharaon, söz konusu belgeyi deşifre etmesi için Sayın Munecced’e teslim etmiştir.

617. Sayın Munecced’in ifadesine göre, belge, bir çerçeveye (itâr) oturtulan ve yeşil bir kumaş parçası722 üzerine yapıştırılmış bir rakk (parşömen) üzerine yazılmıştır. Kumaşın rengi zamanla solmuş, dokusu da yıpranmıştır. Bütün bu kısımlar camdan bir çerçeve içinde korunduğundan, parşömen oraya yapışıp kalmıştır. Sayın Munecced şöyle devam etmektedir:

a) Parşömen malzeme eski ve yumuşak, koyu kahve renginde, sayfa kenarları kararmış durumdadır. Boyu 28 cm., eni ise 21,5 cm.dir.

b) Belgenin boyu enine göre daha uzun, üst kısmı da alt kısmından daha geniştir.

c) Belge 15 satırdan oluşmakta ve her satır, parşömen üzerindeki metne bağlı olarak 2,5 ila 21,5 cm. arasında değişmektedir.

d) Yazıların en altında, 3 cm. çapında dairevi bir mühür izi bulunmaktadır.

e) Yukarıdan aşağıya doğru akmış su izleri göze çarpmaktadır. Bunlar bazı yerlerde harf ya da kelimelerin silinmesine neden olurken, bazı yerlerde de mürekkebin rengini açmıştır. Orta ve sağ tarafa doğru görülen ve herhalde Rasul kelimesinin R harfi dışında mühürdeki bütün harfler silinmiştir.

f) Belgenin yırtılmaya çalışıldığı söylenebilir. Gerçekten, yırtık 3. satırın başından başlayıp yatay bir şekilde devam etmekte, daha sonra dikey olarak 10. satıra kadar inmektedir. Bu haliyle yırtık izi ters dönmüş bir L harfini andırmaktadır.

g) Bu yırtık, daha yakın bir zamanda ve parşömeninkinden farklı deriden ince bir iplikle dikilmiştir.

h) Elimizde mevcut olan ve İslamî dönemin Arap yazısıyla ilgili en eski örnekleri arasında öncelikle Medine’deki Sal tepesinin grafit kayaları üzerindeki duvar yazıları vardır. H. 4 yılına ait bu yazılar arasında Ebû Bekir, Ömer ve Ali’nin adlarına rastlanmaktadır.723

618. Sayın Munecced tarafından belge ile ilgili olarak sağlanan bilgilerin temeli bundan ibarettir. Önceki bölümde metnin gönderilmesine yol açan neden ve koşullardan söz etmiştik. Burada sadece asıl belgenin içeriğiyle yetineceğiz.

619. İlkin belge üzerinde çözüp ortaya koyduğumuz kadarıyla metni verip, daha sonra bu metni eserlerine alarak muhafaza eden İslam tarihçilerinin varyantlarını göstereceğiz. Bu amaçla satırları numaralandırıp, belgenin okuma ve incelemesini kolaylaştırmak için harflerin noktalarını ekliyoruz:

           
           
 

II. Bölüm

 

620. Önceki bölümde mektubun çevirisini vermiştik. Ancak, pek önemli olmasalar da, bazı varyantlara724 işaret etmek durumundayız:

        1-2. satırlar: “Besmele” bölümü sadece Taberî, Halebî ve Ya’kûbî’deki kayıtlarda yer almaktadır.

        2-3. satırlar: Kaynakların hepsinde “Muhammed Rasûlullah” ifadesi yer alırken, sadece Ebû Nu’aym’da bu “Muhammed Rasûlullah, en-Nebiyyu’l-Azîm” şeklindedir. Yukarıda verdiğimiz metinde ise “Muhammedun Abdillah ve Rasûlih” biçimindedir.

        3. satır: “Kisrâ Ebrevîz” şekli sadece Askerî’de yer almaktadır. Elimizdeki asıl metin ise diğer kaynaklar gibi Kisrâ’nın adını vermemektedir.

        8. satır: Orijinal metindeki “seni davet ederim” cümlesi diğer kaynaklarda “ve seni davet ederim” şeklindedir. Yine Halebî ile birlikte bu belgede yer alan bidu’âye  sözcüğü diğer kaynaklarda bidu’â olarak geçmektedir. Her iki kelime de “…davetiyle” anlamına gelmektedir.

        13. satır: Bu metinde “İslâm’ı kabul et” anlamındaki , diğer kaynaklarda “O halde İslam’a gir ” olarak geçmektedir. Yine elimizdeki belgede “eğer ondan yüz çevirecek olursan” anlamındaki, diğer kaynaklarda “eğer yüz çevirecek olursan” şeklindedir. Kalkaşandî’de ise “eğer sırtını dönecek olursan” anlamında bir cümle vardır.

        13-14. satır: “Bu durumda kuşkusuz, Mecusilerin günahı da senin üzerine olacaktır” anlamına gelen  ifadesi, Taberî’de “Hiç kuşkusuz, Mecusilerin günahı senin üzerinde toplanacaktır” şeklinde; Ya’kûbî’de ise “O halde gerçekten Mecusilerin günahları senin üzerinde toplanacaktır” şeklindedir.

621. Mektubun özünde ve içeriğinde hiçbir değişikliğe yol açmayan bu varyantlar, eski hadis bilgini ve tarihçilerin, metni tam bir sadakatle kelimesi kelimesine aktarmak yerine, kimi kez sadece anlamın nakline izin verdiklerini kanıtlamaktadır. Bu yaklaşım, eski klasik yazarlarda oldukça yaygındır.

622. Mühürden geriye kalan izle ilgili olarak, Sayın Munecced’e göre sadece ikinci satırdaki R harfi görülmektedir.. Oysa bize göre asıl mektuptakinin yanı sıra, belge sahibinin lütfedip bize sağladığı fotoğraf üzerinde de, çok belirsiz de olsa (Resûl) sözcüğünün yer aldığı ikinci satırın tamamı görülebilmektedir. Mührün tam metni tarihçilerce de doğrulanmaktadır. Eserlerinde bu mührün metnini ya aynen verirler, ya da bunun “Kelime-i Tevhid”i içerdiğini söylemekle yetinirler.

623. Bu durumda her şey tam bir uyum içinde gözüküyor. Peki ama bu belgenin kendisi gerçek midir? Bunu önce paleografi (yazı okuma bilimi) yönünden inceleyelim. Ama öncelikle, bu asıl belgede şimdi kullanılan noktalama işaretlerinin bulunmadığını belirtelim. Bilindiği gibi bu işaretler Resulullah (AS)’den çok sonraki dönemlerde kullanılıp yaygınlaşmıştır. Üzerinde bu noktaların bulunmayışı onun eskiliğine bir kanıttır. Ancak gözlerden kaçan bazı özellikler de vardır.

        a) Arap yazısının bir özelliği olarak kelimenin sonunda kullanılması gereken büyük harf yerine küçük harfler kullanılmıştır. Örneğin, 3-4. satırlarda  yerine  ; 10. satırda  yerine; 12. satırda  yerine; 14-15. satırlarda  yerine

        b) Kelime ortasındaki yuvarlak H  harfi, fotoğrafta görüldüğü gibi T’ye benzer bir şekilde yazılmıştır. Bunun için, fotoğrafın 4-5. satırındaki  ve 6. satırdaki  kelimelerine bakınız. H  harfine böyle T şeklinde sonraki dönemlerde rastlanmaz. Ancak şunu belirtmeliyim ki, bu harfin ortada t ya da v şeklinde yazılışına elimizde Resulullah (AS)’a ait olan tüm diğer orijinal mektuplarda rastlamaktayız. Örneğin, Mukavkıs’a gönderilen mektubun 3. satırındaki ÈbN_« ve 11. satırdaki (biraz soluk olsa da) kelimeleri gibi. Aynı şekilde, Münzir’e gönderilen mektubun 3. satırındaki  ve 6. satırdaki  ve  kelimeleri, 8. satırdaki  9. satırdaki  (kalem sürçmesi nedeniyle  yerine böyle yazılmış) ve. Ve nihayet Necâşî’ye gönderilen mektubun 4. satırındaki  6. satırındaki  7. satırındaki  ve 17. satırındaki  kelimelerinde de aynı T harfi görülmektedir.(Bk. § 587/2).

        Bu arada, mektupları yazan katiplerin muhtemelen farklı kişiler olduğunu da belirtelim. Zira kaynaklarda, bütün bu mektupların aynı gün kaleme alınıp gönderildiği belirtilmektedir. Resulullah (AS), Hayber’e düzenlediği sefere çıkmakta acele ediyordu. Bu işi çabuklaştırmak için aynı anda beş ayrı katipten yararlanmış olabilirdi.

        c) H harfinin kelime sonundaki biçimi üzerinde de durulmaya değer: 6, 7 ve 8. satırlarda  ve  şeklinde yazılması gereken kelimeler  ve  olarak görülmektedir.

        d) 13. satırda  ve  kelimelerinde iki kez geçen F harfi, sanki bunların bir başka katibin elinden çıktığı izlenimini vermektedir. 10. satırdaki  kelimesinin F harfi için de aynı şeyi söyleyeceğim. Acaba bu durum, daha sonraki dönemlerde su ile temas sonucunda metin üzerinde oluşan silintiyi ya da mürekkebin solukluğunu telafi için belge üzerinde yapılan bir rötuştan mı kaynaklanmaktadır? Belgenin görünüşü bende bu izlenimi bırakmamakla birlikte, inceleme sırasında elimde teknik bir imkân da yoktu. Ayrıca, Paris Milli Kütüphanesi’nin, belgeyi elinde bulundurduğu süre içinde, belgelerin ömrünü yaklaşık olarak tayin eden kızıl ötesi ya da mor ötesi ışınlara tabi tutup tutmadığını da bilmiyorum. Bu konu benim alanıma girmediğinden, işi uzmanlarına bırakıyorum.

Sonuç

624. Bu değerli belgenin tarihçesi ve onu yüzyıllardır kimler tarafından muhafaza edildiği hakkında belki bir gün daha fazla bilgi sahibi olunacaktır. Ancak bugün için sahip olduğumuz bilgiler, yani yırtık izi, mühür izi, belgenin büyük bir bölümünde göze çarpan eski yazı özellikleri ve klasik İslam tarihçilerinin eserlerinde verdikleri metinlere uygunluğu, bizi en azından şimdilik bunun aslına uygun ve gerçek bir belge olduğu kanısına götürmektedir.

625. Kuşkusuz, yukarıda söz ettiğimiz tuhaf yazıların yanı sıra, Resulullah (AS)’ın yazdığı 5 mektuptan 3’ünün Şam’da bulunmuş olması gibi bazı rahatsız edici durumlar da yok değildir. Kisrâ’ya gönderilen elimizdeki bu mektup da aslında Şam’da satın alınmıştır; Münzir’e gönderilen mektup da, Alman ZDMG muhabiri haberi öğrendiğinde, Şam’da bulunuyordu. (Bu arada, halen Kuvatlî ailesinin elinde bulunan ve aynı muhataba, yani Münzir’e yazılmış orijinal bir mektubun da Şam’da bulunduğundan bahsetmedik. Ancak, müteveffa Sayın Reich/Rice’nin bana verdiği belgenin fotoğrafında, orijinal metnin satır aralarında modern Arap yazısı ile bir transkripsiyon göze çarpmaktadır. ZDMG muhabirinin belgeyi yayınlarken sonradan eklenen bu yazıları silip silmediğini bilmiyorum; aynı şekilde, Necâşî’ye gönderilen mektup da, JRAS dergisindeki meslektaşın makalesinde açıkladığı gibi, Şam’da bulunmuştur. Asıl konunun dışında kalsa da bu durum insanın kafasını karıştırmaktadır.

626. Bununla birlikte bu belgeler yakın zamanda yapılmış bir sahtecilik eserine benzememektedir. Hatırlatmak gerekirse, Fleischer gibi bir bilim adamı bile el-Münzir’e gönderilen mektubun içeriğini çözüp aydınlatamamıştı. Yazarın ZDMG’deki makalesine göre, mektubun metni hiçbir tarihî kaynakta bulunmamaktaydı. Peki bu durumda konu hakkında fazla bilgisi olmayan bir sahtekâr nasıl olup da bu mektubun metnini önce bulup, sonra da oldukça eski bir yazı tarzı ile yazarak ortaya çıkaracaktı?

627. Mizaç ve eğilimlere göre bu belgeler karşısında duyulan ilk izlenim ya da tepkiler birbirinden çok farklıdır. Ancak, insanlar birbirinden oldukça farklı ve tarafsız araştırmalardan elde edilen sonuçlar üzerinde genellikle ittifak ederler. Ümit ediyoruz ki bu birkaç mütevazı satır, kendi değerli bilgilerini de katarak, henüz aydınlatılamamış bazı karanlık noktaları açıklamak üzere diğer bilim adamlarını gayrete getirecektir.