๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 08:22:45



Konu Başlığı: Muhammed a.s’in hanımları
Gönderen: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 08:22:45
Muhammed (AS)’in Hanımları


1100. (I) Hatice: Mekke’deki Esed kabilesinden Huveylid’in kızıdır. Çalışmamızın birinci cildinde, bu evlilikten ayrıntılı bir biçimde bahsetmiştik. Tarihçilerin çoğunun verdiği bilgiye göre, o sırada 25 yaşında bulunan Muhammed (AS) ile nikâhlanacağı sırada, kendisi 40 yaşında, iki çocuk annesi bir dul idi. 25 yıl boyunca, Hatice’nin vefatına kadar Muhammed (AS), tek kadınla evli kalmıştır. Mutlu bir evlilikleri olmuş ve Muhammed (AS)’in ondan üç oğlu ve dört kızı dünyaya gelmiştir. Oğullar küçük yaşlarda ölmüşler, bunlardan büyük olan el-Kâsım’ın adı babasına künye olarak verilmiştir: (Ebe’l-Kâsım). İlk kızları Zeyneb, Hatice’nin kız kardeşinin oğlu olan yeğeni Ebu’l-Âs ile evlenmiştir. Diğer iki kızı olan Rukayye ve Umm Kulsum, ilerde Halife olacak olan Osman (RA) ile, birincinin evlendikten sonra vefatı üzerine diğerinin nikâhlanması suretiyle evlenmişlerdir. En küçük kızları Fâtıma ise, Ali (RA) ile evlenmiştir; Muhammed (AS)’in soyu, daha çok bu evlilikten dünyaya gelen torunlar aracılığıyla sürüp gitmektedir. İslâm dünyasında Fâtıma’nın soyundan gelenler, her ülkenin âdetine göre, Şerîf, Seyyid veya Habîb sıfatıyla anılırlar.

1101. (II) Sevde: Zem’an’ın kızıdır. Âmir ibn Lu’eyy kabilesinden, Mekkeli bir hanımdır. Daha önceden es-Sukrân’ ibn ‘Amr ile evlenmişti. Rivayete göre önce kendisi İslâm’ı kabul etmiş, bir süre sonra da kocasının İslâm’a geçmesinde önemli rol oynamıştır. Mekke’de Müslümanlar eziyet ve işkencelere tabi tutuldukları sırada, Şükran (anlaşıldığı kadarıyla karısını da yanına alarak) Habeşistan’a sığınmış ve orada Hıristiyan dinine geçmiş,13 kısa bir süre sonra da burada ölmüştür. Hanımı Sevde ise, Müslümanlığını sürekli korumuş ve bu olaydan bir süre sonra da Mekke’ye dönmek zorunda kalmıştır. Bu sırada Hatice yeni vefat etmişti ve Muhammed (AS)’ın bakıma muhtaç çok sayıda küçük çocuğu bulunuyordu. Resulullah (AS), Sevde’nin inancına olan bağlılık ve sadakati son derece etkilenmiş ve ona karşı duyduğu bu takdiri ve verdiği yüksek değeri somut olarak göstermek istemiştir. O sırada, Sevde 50 yaşında bulunuyordu; buna rağmen Muhammed (AS) ona evlenme teklifinde bulundu ve Hicretten önce 3. yıla doğru nikahları kıyıldı. Bu hanım, H. 24 yılında, Ömer (RA)’in halifeliği sırasında vefat etmiştir. Sevde’nin bir erkek kardeşinin yanı sıra bir çok yeğeni pek erken dönemde İslâm’a geçmişler ve İslâm’dan çıkmaktansa hicret etmeyi yeğleyerek başka ülkelere sığınmışlardı. İnancının ateşli bir savunucusu olan Sevde, kendisinin bu özelliğinden dolayı onurlandırıldığını hissediyordu. Bu nedenle de, Resulullah (AS)’ın çocukları ile yakından ilgilenmiş ve onları gerçek anneleri imiş gibi büyütüp yetiştirmiştir.14 Kendisi H. 24 yılında, Ömer (RA)’in halifeliğinin son dönemlerinde vefat etmekle birlikte, Ibn Hacer (bk. Isâbe, “Hanımlar Bölümü,” No. 606) gibi bazı kaynaklar vefat tarihi olarak H. 54 yılını gösterirler. Kendi oturduğu daireyi, bitişik dairede oturan büyük dostu Ayşe’ye vasiyet etmiş (Samhûdî, 2. bs., s. 464) ve böylece Müminlerin Annesi Ayşe, kendi yatak odasının bir bölümünde Resulullah (AS) defnedilmiş olduğu için çok sıkışık durumdaki odasını biraz genişletme imkânı bulmuştur.

1102. (III) Ayşe: Ebû Bekir’in kızıdır. Teym kabilesine mensup olup Mekkelidir. Hicretten önce 2. yılda Muhammed (AS) kendisini nikahladığında henüz 7 yaşında idi. Nikâhtan sonra ebeveynlerinin yanında kaldı ve Medine’de bulunan kocasının yanına, ancak ergenlik dönemine ulaştıktan sonra varabildi. Bu nikâh akdi yapıldığı sırada, ortada İslâm’ın geleceği ve ulaşabileceği hedeflerle ilgili somut bir şey yoktu ve Resulullah (AS), kendisine iman edip bağlanan cemaatiyle ilgili olarak her zamankinden fazla endişe taşımaktaydı. Kendisi, İslâm’ın ilke ve kurallarını lâtif cinsin mensupları arasında anlatıp açıklayacak akıllı ve coşku dolu bir kadına gereksinim duymaktaydı. Ayşe bütün bu niteliklere fazlasıyla sahip kimseydi ve doğrusu pek genç olmasına rağmen bu nitelikleriyle Resulullah (AS)’ın dikkatini üzerine çekmişti. Ayrıca, küçük yaşta olmasına rağmen, kocası Resulullah (AS)’ın görmek istediği her türlü haslet ve güzellikleri benimsemeye elverişli bir yapıya sahipti. Ayşe’nin ilme susamış bir kişiliğe sahip olduğunu ve kendisinin, Resulullah (AS) ile görüşmelerinde sorunların çok derinliklerine indiğini ve ele alınan konuların her yönüyle anlatılıp açıklığa kavuşturulması için uzun tartışmalara girdiğini gösteren çok sayıda hadis mevcuttur (bk. Buhârî, 3/35). O, tüm bu saydığımız özellikleri dışında, Resulullah (AS)’ın en büyük dostu Ebû Bekir’in, henüz evlenmemiş öteki kardeşleri içinde bu işe en uygun tek kızıydı. Öte yandan, nesep (soy) konusuna büyük bir önem veren Arap toplumunda evlilik bağları, iki aile yahut iki kabile arasındaki dayanışmanın sıkı ve sağlam esaslara oturtulmasında büyük bir rol oynuyordu. Ebû Bekir, İslâm’ı ilk kabul eden birkaç kişiden biriydi ve onun imanı o denli sağlam ve ateşli idi ki Resulullah (AS) kendisine Sıddîk (En doğru, en sâdık) şeklinde onurlandırıcı bir lâkap takmıştı. Ebû Bekir, Resulullah (AS)’tan böyle bir nikâh teklifinin geleceğini hiç beklemiyordu ve o sırada kendisi, kızı için bir sözlü (nişanlı) bakınmaktaydı. Ancak Muhammed (AS) kendisine konuyu açınca buna memnun oldu; çünkü, özellikle aklından geçirmekte olduğu damat adayının, “kendisini İslâm’a çevirmeye çalışmamasını” ifade eden sözlerinden dolayı o sırada zaten gururu incinmişti.15 Kısacası, Muhammed (AS)’in Ayşe’ye karşı beslediği ümitler fazlasıyla ve mükemmel bir biçimde gerçekleşmiştir: O, İslâm’ın yetiştirdiği en büyük hukukçu hanımlardan biri olmayı başarmış ve tarih, belagat ve şiir gibi edebiyatla ilgili konularda zevk-i selim sahibi bir kişilik olarak temayüz etmiştir. Medine’de dokuz yıl boyunca Resulullah (AS)’ın en yakın ve en samimi arkadaşı olmuş, bunun sonucu olarak, Muhammed (AS)’in hayatı ile ilgili birçok hadis onun sayesinde bize kadar ulaşabilmiştir. Aynı zamanda o, askerî seferlere de katılmış ve bizzat savaş alanında cesur bir hastabakıcı hemşire olarak görev yapmıştır. Onun hukukî, tıbbî, matematik, edebî, tarihî ve folklorik konulara olan büyük kabiliyeti herkesçe bilinmekteydi. Hattâ sportif bir yönü de vardı. Resulullah (AS) kendisini eğlendirip hoşnut etmek için kimi zaman kırlara çıkarak onunla yarış yaptığı bile olmuştur. H. 57 yılında vefat etmiştir.

1103. (IV) Hafsa: Ömer’in kızıdır. ‘Adî kabilesine mensup olup, Mekkelidir. Daha önce Huneys ibn Huzâfe ile evlenmiş ve İslâm’ın ilk dönemlerinde Müslüman olarak Habeşistan’a hicret etmek durumunda kalmıştır. Kocası H. 3 yılındaki Uhud savaşında vefat edince, Hafsa 22 yaşında iken dul kalmıştır. Daha sonra hilâfet makamına geçecek olan babası ve aynı zamanda Resulullah (AS)’ın en yakın dostlarından biri olan Ömer, kızı Hafsa için Müslümanların en ileri gelenleri arasından bir koca aramaya başlamış, ancak ne Ebû Bekir ve ne de Resulullah (AS)’ın kızı olan zevcesi Rukiyye’yi henüz kaybetmiş bulunan Osman, Ömer’in kendilerine yaptığı bu öneriyi kabul etmemişlerdi. Bu duruma çok üzülen Ömer, içini Resulullah (AS)’a döktü. Resulullah (AS) kendisini teselli edip, Hafsa’ya bizzat talip olduğunu bildirdi. Bu durumu herkes memnuniyetle karşıladı; Ömer de, ne Ebû Bekir’e ne de Osman’a karşı herhangi bir hınç duymamış oldu. Aydın ve okumuş bir aileden çıkmış olan Hafsa, o devirde okumayı ve yazmayı bilen ender hanımlarından biriydi. O da bize, Resulullah (AS)’ın yaptığı veya söylediği şeylerle ilgili çok sayıda hadis nakletmiştir.

1104. (V) Zeyneb: Necidli Huzeyme’nin kızı olup, Mekke’ye sonradan gelip yerleşmiştir. Mensubu bulunduğu ‘Âmir ibn Sa’sa’a kabilesi, o sıralarda Arabistan’ın en güçlü kabilelerinden biriydi. H. 3 yılında bu kabile ile İslâm arasındaki ilişkilerin, İslâm’ı tebliğle gönderilen sahabelerin haince kılıçtan geçirilmesi ve bu olaydan sonra sağ kurtulan bir sahabenin yolda, İslâm’a geçtiklerinden habersiz olduğu için bu kabileye mensup iki Müslümanı yanlışlıkla öldürmesi ile bu ilişkilerin nasıl büsbütün bozulduğunu önceki bölümlerde açıklamıştık. Bu büyük kabile ile İslâm’a olan husumetinin daha uzun süre devam etmesini önleyecek bir şeyler yapılması gerekiyordu. Esasen Resulullah (AS)’ın ailesine mensup biriyle evlenmiş bulunan Zeyneb, ikinci kocası olan ve Bedir savaşında şehit düşen ‘Ubeyde ibn el-Hâris ibn Muttalib’i de kaybetmişti. O sırada yaklaşık 30 yaşlarındaydı. Kendisi, İslâm’dan önceki devirde de merhametli ve iyilik sever bir kimse olduğu için Ummu’l-Mesâkîn (Yoksul ve düşkünlerin annesi) lakabıyla biliniyordu. Dolayısıyla, ülkedeki insanlar üzerinde tartışılmaz bir manevî etki ve nüfuza sahip olsa gerekti. Resulullah (AS), onunla nikahlanmak suretiyle Âmir ibn Sa’sa’a kabilesi ile İslâm arasında belki de bir uzlaşma zemini oluşturmaya çalışıyordu. Ancak bu hanımı üç ay geçmeden vefat etmiştir.

1105. (VI) Ümmü Seleme Hind: Ebû Umeyye ibn el-Mugîre’nin kızıdır. Mahzûm kabilesine mensup olup, Mekkelidir. Allah’ın Kılıcı Hâlid’in yakın akrabasıdır. Tıpkı ilk kocası Ebû Seleme gibi kendisi de daha ilk devirlerde İslâm’ı kabul etmiş idi (Hattâ İbn Hişâm’a göre, Ebû Seleme, İslâm’a ilk giren on kişi arasında yer almaktadır). Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar arasında bu çiftin adına da rastlarız. Daha sonra bunlar Medine’ye giderken yolları üzerinde bulunan Mekke’ye uğramışlar, ancak kocası Mekke’den ayrılırken, akrabaları Ümmü Seleme’nin kocasının yanında gidişini engellemişlerdir. Mekke’de kaldığı süre içerisinde, hem kendi ailesi hem de kocasının ailesine karşı, büyük bir mücadele vermek zorunda kalmıştır. O, her gün Safa tepesi üzerine çıkar ve Kâbe’ye doğru dönerek, kendisini burada tutan akrabalarına öyle beddualar ederdi ki, akrabaları intikam almak için, henüz bebek olan çocuğunun kolunu çıkaracak kadar ileri gitmişlerdir. Onun bu sürekli feryadı nihayet Mekkelileri yumuşatmış ve çıkıp gitmesine izin vermişlerdir. Daha sonra tek başına Medine’ye çıkıp gelmiştir.16 Hicrî 3. yılda Uhud savaşı sırasında kocası şehit düşmüştü. Tekrar elem ve kedere boğulan bu hanımın ağlayıp feryat etmesi bir yıl kadar devam etti. Bunun üzerine Resulullah (AS) kendisine çok acımış ve “ilerlemiş yaşına, birçok çocuğu olmasına” rağmen ona, çok sevdiği kocasının ölüm acısını unutturabilmek için evlenme teklifinde bulunmuştur. Bu hanım H. 61 yılında vefat etmiştir. Kendisi okur-yazarlığı olan şair bir hanımdı.17 Bize Muhammed (AS)’in öğretimi ve ilahi tebliği ile ilgili birçok hadis nakletmiştir. İlk evliliğinden olan kızları arasında Habeşistan’da dünyaya gelen Zeyneb’in, sonradan büyük bir hukukçu olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Bilindiği gibi Hâlid, Uhud savaşına kadar azılı bir İslâm düşmanıydı. Ümmü Seleme’nin Resulullah (AS) ile evlenmesinden sonra ise onun bu düşmanlığı yatışmış, iki yıl sonra da İslâm’ı kabul etmiştir.

1106. (VII) Zeyneb: Cahş’ın kızıdır ve Mekke’ye sonradan gelip yerleşmiştir. Annesi Umeyme, Resulullah (AS)’ın halasıydı. Resulullah (AS)’ın bu evliliği birçok beyhude tartışmaya yol açmıştır. İşin aslının şöyle olma ihtimali vardır:

           (1) Zeyneb (RA), kuzeni Resulullah (AS)’a karşı şefkatli bir sevgi besliyordu ve gizliden gizliye adakta bulunarak, bir gün Resulullah (AS) kendisi ile nikâhlanacak olursa, Allah’a şükranının ifadesi olarak, iki ay devamlı oruç tutmaya yemin etmişti. O kadar çok beklediği bu haberi aldığında, kendisine müjdeyi getiren kimseye, o sırada üzerindeki bütün mücevherleri çıkarıp hediye etmiştir (bkz. Belâzurî, Ensâb, I, § 900, s. 436);

           (2) Resulullah (AS)’ın yaptığı bunca evliliğe rağmen Zeyneb, ümidini asla yitirmeyip, 35 yaşına kadar bakire olarak hayatının sürdürmüş ve o sırada Resulullah (AS)’nın ısrarıyla Zeyd ibn Hârise ile evlenmek zorunda kalmıştır. Tabii ki o, hiçbir kimseye bu gizli adağından bahsetmemiştir;

           (3) Zeyneb Zeyd’den boşandıktan sonra, nihayet Resulullah (AS)’ın kendisiyle evlenmek istediği müjdesini alır almaz, daha bu haberi getiren elçiye cevabını vermeden, hemen kalkıp Allah’a bir şükür namazı kılmıştır, (bkz. İbn ‘Abd el-Berr, İstî’âb, “Zeynep” maddesi). Öte yandan Resulullah (AS), azatlı köleleri kapsayan, geleneksel hukuka dayalı her türlü kısıtlılık halini ortadan kaldırmaya iyice karar vermişti. İşte onun verdiği talimat doğrultusunda Zeyneb, Muhammed (AS)’in azatlı kölesi (mevlâsı) ve evlat edindiği Zeyd ibn Harise ile evlenmişti. Fakat taraflar mutlu olamadılar: Karı-koca birbirine karşı sinirli davranıyor ve karşılıklı acı sözler sarf ediyorlardı. Resulullah (AS)’ın sürekli müdahalesine rağmen Zeyd, boşanmak istiyordu. Bir gün Resulullah (AS), onun ailesine karşı gösterdiği bu tutumu değiştirmek amacıyla bizzat evinde onu ziyarete gitti ise de Zeyd’i evde bulamadı. Zeyneb evdeydi -ve yaklaşık 36 yaşında olmasına rağmen-, safranlı suda yıkanmış elbisesi içinde pek cazibeli bir duruşu vardı; bu görüntü karşısında Resulullah (AS) şöyle söylenmekten kendini alamadı:

           “Gönülleri bir halden diğer bir hale evirip çeviren Allah’ın şânı ne Yücedir!”

           Kanaatimizce Resulullah (AS), kendi özel hayatıyla ilgili eserler bırakmış birçok yazarın da görüşleri doğrultusunda, bu sözlerle şunu kast etmiş olsa gerektir: Daha evvel bir siyahi (zenci) olan ve kendisinden yaşça büyük hanımı Ümmü Eymen ile mutlu bir evlilik hayatı sürdüren Zeyd’in böylesine güzel ve hoş, iyi bir aileden gelen ve pek seçkin bir huy ve kişiliğe sahip bir hanımla uyuşamamış olması çok garibine gitmiştir. Resulullah (AS)’ın bu şekilde söylenmesi, beklenen etkiyi sağlayamamış, hattâ açık seçik olarak verdiği “Allah’tan kork ve zevceni boşama!” talimatına rağmen Zeyd, kısa bir süre sonra nikâh akdini bozmuştur. Bundan birkaç ay sonra Resulullah (AS), Allah’tan, Zeyneb ile evlenmesini emreden bir vahiy aldı. Kur’an’ın bu ayeti ile, evlenme ile ilgili yasaklar konusunda öz oğulla evlatlık oğlu bir tutan örf ve âdetin ıslâh edilip değiştirilmesi amaçlanmaktaydı: Evlat edinilen oğulun boşanmış ya da kocasının vefatı nedeniyle dul kalmış karısının, kayınpederi ile nikâhlanması geleneğe göre yasaktı. Bu örf, toplum üzerinde o kadar derin bir biçimde yer etmişti ki, Müslümanlar arasından bir kimse bile böyle utanç verici bir şey yapmayı aklından geçiremezdi. Zeyneb’in akrabalarının geçirdiği tereddütler bir yana, bizzat Muhammed (AS)’in bile, Kur’an’daki şu ayetler kendisine vahy edildiğinde, bir süre tereddütte kaldığı anlaşılmaktadır:

           Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (Resulüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. Allah’ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber’e herhangi bir vebal yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah’ın âdeti böyle idi. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir. O peygamberler ki Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

1107. Allah’ın kullarına olan rahmet ve sevgisinin bir tecellisi olarak, lütuf ve himayesiyle desteklediği, böylesine yüksek düzeyli, her hareketi güzel bir örnek oluşturan bir insanın tasarrufları sayesinde İslâm, köleler konusunda da önemli yenilikler getirmiştir. Ben şahsen, İslâm dışında hiçbir toplumda azatlı kölelerin oluşturduğu bir hükümdar hanedanına tanık olmadım. Mısır’daki Memluklular, Kuzey Hindistan’daki Gulâmlılar, Güney Hindistan’da Âdil Şâhidler ve Kutb Şâhidler, bakanlık ve komutanlık görevlerinin yanı sıra, hükümdar olarak kendilerini kabul ettirip, imparatorluk hanedanları kuracak kadar ileri giden gerçek azatlı köleler idi. Zeyneb’in bu evliliği H. 3. yıla rastlar; Resulullah (AS)’ın vefatından sonra geride dul olarak bıraktığı hanımları arasında, H. 20 yılında hayata veda eden ilk kişidir. Kendisi, elinden iş gelen ve iyilik sever bir insandı; deri işlemeyi (debbağlığı) ve deriden mamul eşya (maroken) yapımını bilen bir kadındı. Bu yoldan kazandığı parayı, hayır işlerinde sarf ederdi; ufak tefek bir hanımdı (Kastallânî, İrşâd, III, 22; İbn Kesîr, Bidâye, VII, 104; Hâkim, Mustedrek, 4/25, bk. “Zeynep bintu Cahş’ maddesi).

           (VIII) Cuveyriye: Benû’l-Musta’lik kabilesinden el-Hâris’in kızıdır. Daha önce bu kabileden bahsederken belirttiğimiz gibi, Hendek Savaşı ile hemen hemen aynı tarihlerde, Benû’l-Musta’likler İslâm’a karşı savaş hazırlıkları içine girmişlerdi. Bu durumda, Resulullah (AS) onlara karşı, hiç beklemedikleri anda ve çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu yüzlerce esirin alınmasıyla sonuçlanan bir harekat düzenledi. Paralı askerlerden ibaret bu İslâm düşmanı kabileye merhametli davranmak için hiç bir neden yoktu. Köleliği hiç sevmemesine rağmen Resulullah (AS) henüz şu meşhur talimatını açıklamamıştı:

           “Araplara hiç bir şekilde kölelik yoktur.”18

           Bölgenin örf ve adetlerine göre, bu sefere katılmış olan kendi askerleri arasında harp esirlerinin ganimet olarak dağıtılmasını kabul etti. Cuveyriye, yenilgiye uğrayan kabile başkanının kızıydı ve iki askerin hissesine düşmüştü. Bu ikisi, ya aynı kişinin mülkiyetini paylaşmanın uygunsuz olduğunu düşünerek, ya da onun kabile başkanının kızı olması nedeniyle, esir kızı değerinden daha yüksek bir fidyenin ödenmesi halinde serbest bırakmaya karar verdiler. Her ne ise, esir kız, Resulullah (AS)’ın huzuruna girip ona başından geçen felâketi başından sonuna kadar anlattıktan sonra İslâm’a girdiğini beyan etti şu sözlerle kendisinden tekrar özgürlüğünün geri verilmesini rica etti:

           “Ey Allah’ın Elçisi! Ben kabilemin Başkanı el-Hâris’in kızıyım; başıma gelen felâketi ve içine düştüğüm durumu görüyorsun. Özgürlüğümü tekrar elde edebilmem için bana yardım et! Allah da sana yardım edecektir.”19

           Resulullah (AS) ona acıyıp yardım isteğini kabul etti ve kendisi ile nikahlanmasını teklif etti. O da hiç tereddüt etmedi. Bu haber ordu içinde yayılır yayılmaz, hiç bir müslüman asker, bu evlilikten sonra ortaya çıkacak olan akrabalık nedeniyle, Resulullah (AS)’ın hısımı olan birini köle olarak alıkoymak istemedi ve sonunda bütün esir düşenler derhal azat edilip özgürlüklerini elde etmiş oldular. Kabilenin savaştan kaçıp kurtulan erkekleri ise, çok geçmeden Resulullah (AS)’ın huzuruna çıkıp İslâm’a girdiklerini beyan etmeye başladılar. Resulullah (AS) böylece bir taşla iki kuş vurmuş oldu: Köle durumuna düşmüş olan Arapların özgürlüklerine kavuşmaları ve böylece büyük bir kabilenin İslâm’ın saflarına katılmaları. Bu Cuveyriye daha sonraları, kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar ve takvası ile şöhret bulmuştur. Kendisi H. 57 yılında vefat etmiştir. Muhammed (AS)’in hayatıyla ilgili bazı hadisleri de ona borçluyuz.

1109. (IX) Ümmü Habibe: Mekkeli, Benû Umeyye kabilesi’nden Ebû Sufyân’ın kızıdır. İslâm’ın henüz başlangıcında Müslüman olmuş ve kocası ‘Ubeydullah ‘ibn Cahş ile birlikte Habeşistan’a hicret etmiştir. Alkolik bir kimse olan kocası oraya varınca, İslâm’ı terk edip Hıristiyan dinine geçmiş ve kısa bir süre sonra da ölmüştür. Kocasının tüm baskılarına rağmen o, İslâm’a sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Muhtemelen Habeş hükümdarı Necâşî huzuruna Resulullah (AS) tarafından bir elçi gönderilmesinin ardından, bu hanımın İslâm lehine gösterdiği sebat ve cesaret haberi Medine’ye kadar ulaşınca, bundan son derece memnun olan Resulullah (AS), Habeşistan’a özel bir elçi göndererek, eğer o da kabul ederse Ümmü Habibe’nin kendisi ile nikâhını gıyaben (in absentia) kıymasını ve onu da beraberinde alıp Medine’ye getirmesini emretmiştir. Bu, onun İslâm’a olan sıkı bağlılığın bir mükâfatıydı ve hangi Müslüman kadın böyle bir şeyden onur duymazdı ki? Bu olay yaklaşık H. 6 yılında meydana gelmiştir. Biz, onun babası Ebû Süfyân’ın İslâm’a karşı ne kadar azgın bir biçimde mücadele ettiğini de biliyoruz. Bu konuyla ilgili olarak İbn Habib’den şu satırları okuyoruz:

           “Bu olaydan önce Allah, Kur’an’ın şu ayetini (Mümtahine: 60/7) vahy etmişti: “Olur ki Allah, sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir.” Resulullah (AS)’ın, Ebû Sufyân’ın kızı Ümmü Habibe ile nikâhlanması işte bu dostluğun başlangıcı idi. Çünkü Ebû Sufyân’ın bu olaydan sonra Resulullah (AS)’a olan tavırları yumuşamıştır. Ayette geçen dostluğun da bu olması gerekir.”20

           Ebû Sufyân’ın İslâm’a karşı içinde hissettiği sıcaklık ve yakınlığı gösteren şu küçük olayı sizlere hatırlatalım: Mekkeliler Hudeybiye anlaşmasının hükümlerini çiğnemişlerdi. Ebû Süfyân bunun doğuracağı sonuçlardan endişe duyarak, durumu düzeltmek amacıyla Medine’ye çıkageldi. Önce, kızının, yani Resulullah (AS)’ın hanımı olan Ümmü Habibe’nin yanına vardı. Küçücük odasında, yerdeki tek sergi, Resulullah (AS)’ın yatağı idi. Ümmü Habibe bunu derhal dürüp kaldırdı. Babası:

           “Niçin böyle yaptın?”

           diye sorunca, ona şöyle cevap verdi:

           “Bu Allah’ın Resulünün yatağıdır. Sen ise bir putperestsin ve buna oturamayacak kadar necîssin, pissin.”

           Ebû Süfyân ise şu cümleleri homurdandı:

           “Kızcağızım! Sen bizi terk ettiğinden beri ne kadar değişip bozulmuşsun.”

           Ve daha fazla bir şey söylemeden evini terk etti. Ümmü Habibe, H. 59 yılında vefat etmiştir. Hadis derlemelerinde, onun rivayetiyle gelen bir çok hadis bulunmaktadır.

1110. (X) Safiye: Huyey’in kızıdır. Hayberli Yahudi bir hanımdır. Kastallânî’ye göre (İrşâd, VI, 368) onun adı aslında Zeyneb idi; evlendikten sonra Resulullah (AS) bunu Safiye olarak değiştirmiştir. H. 7 yılında birkaç günlük bir direnişten sonra, bölge insanları ile Medine’deki Müslümanlar arasında patlak veren ve Hayber’in fethiyle sonuçlanan olayları esasen biliyoruz. Safiye genç ve dul bir hanımdı. Muhammed (AS), “mağlûplarla uzlaşma ve anlaşma” şeklindeki değişmez politikasının bir neticesi olarak onu kendisine nikâhladı. Birçok kaynağın ifadesine göre21 olay şu şekilde gelişti: Resulullah (AS), yeni hanımıyla ilk tanıştığı gece, onun yanağında mor bir leke gördü. Ne olduğunu sorunca, Safiye şöyle cevap verdi:

           “Bir süre önce rüyamda ayın yerinden kalkıp göğsümün üzerine düştüğünü gördüm; bunu kocama anlattığımda, o: ‘Sen şu Medine kralı ile evlenmek istiyorsun,” dedi. Ben ise o sırada senin hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ve tutup suratıma müthiş bir tokat indirdi; işte bunun izi hâlâ devam ediyor.”

           Düğün gecesi Resulullah (AS), onun kabilesinin uğradığı zarar ve kayıplar konusunda onu teselli etmiş ve kendisini Hayberlilerle savaşmaya iten nedenleri ona açıklamaya çalışarak, bu durumda, olayların sorumluluğunun tamamen onlara ait olduğunu anlatmıştır.22 Safiye, H. 50 yılında vefat etmiştir. Ölüm döşeğinde iken, mallarının üçte birini Yahudi dinine bağlanmakta ısrar eden yeğenine vasiyet etti. Bazı Müslüman sahabeler bu vasiyetin yerine getirilmesine karşı çıkmışlar, ancak Muhammed (AS)’in hanımı Ayşe, araya girerek vasiyet yapılanın lehine taraf tutmuştur.23 İbn Sa’d’ın verdiği bilgiye göre,24 Safiye annesi tarafından Yahudi Kurayza kabilesine mensuptu. Nesâ’î’ye göre ise,25 Safiye’nin pişirdiği yemekler, Resulullah (AS)’ın aile bireyleri (Ehl-i Beyt) arasında pek beğenilirdi. Bu hanımı da, Muhammed (AS) hakkında bir miktar hadis rivayet etmiştir.

1111. (XI) Meymûne: ‘Âmir ibn Sa’sa’a kabilesinden Hâris’in kızıdır. Yukarda (V) numara altında gösterdiğimiz Huzeyme kızı ve Resulullah (AS)’ın beşinci hanımı olan Zeyneb’in üvey kardeşidir. Resulullah (AS) H. 7 yılında Mekke’ye umre yapmak üzere gelip de kendisini nikâhladığında, Meymûne 36 yaşında dul bir kadındı. Bu evliliğin nedenlerinden sadece ikisini biliyoruz:

           1. Meymûne’nin, hepsi de çeşitli kabilelerin ileri gelen kimseleriyle evlenmiş 8 kız kardeşi vardı; öyle ki, İbn Habîbe göre,26 “(Meymûne’nin annesi olan) Hind’in sahip olduğu kadar soylu damadı olan hiç bir Arap kadını yoktu.”

           2. Resulullah (AS)’ın İslâm ile Mekke arasındaki ilişkilerde bir uzlaşma, bir yumuşama meydana getirmek için çare ve yollar aradığı varsayımı daha akla yatkın gözükmektedir. Kendisi Hudeybiye anlaşmasının koşulları çerçevesinde Mekke’ye gelmişti ve burada üç geceden fazla kalmaması gerekiyordu. Gerçekten de, Müslümanların burada kalacaklarını tahmin ederek şehri tamamen boşaltmış bulunan Mekkelilerden bir elçi gelip ondan şehri terk etmelerini istedi. Resulullah (AS) bu elçiye şöyle söyledi:

           “Şayet bizim burada daha fazla kalmamıza izin versen bunun sana ne zararı olur ki? Ben daha yeni evlendim. Büyük bir şölen düzenleyeceğim ve sizin hepinizi bu düğün yemeğine davet ediyorum.”27

           Şayet Mekkeliler bu düğün davetini reddetmişlerse, bunun kabahati, düşmanları ile anlaşıp uzlaşmak için hiç bir fırsatı kaçırmayan Muhammed (AS)’in üzerine atılamaz. Meymûne H. 51 yılında vefat etmiş ve o da kocası Resulullah (AS)’ın hayatıyla ilgili çok sayıda hadis nakletmiştir.

1112. Muhammed (AS)’in nikâhlandığı hanımları bunlardan ibarettir. Yukarıda da gördüğümüz gibi, aralarından ikisi zaten ölmüştü. Onun aynı anda nikâhlı olduğu eşlerinin sayısı, on bir evlilik yapmış olmasına rağmen dokuzu aşmaz. Evvelce evlendiği kimselerden bahsederken esasen işaret ettiğimiz gibi, kendisine özgü nedenlerden dolayı, bu nikâhlardan beklenen karı-koca ilişkileri gibi normal evlilik hayatının yaşanmadığı bir kısmını burada tekrar ele almayacağız. Bununla birlikte şunu hatırlatalım ki, bu gibi durumlarda bile Muhammed (AS)’in asıl hedefi, çevresinde Arap Yarımadası’nın dört bir köşesine dağılmış olan çeşitli kabilelerin dostluklarından bir halka meydana getirmekti.

1113. Muhammed (AS)’in ayrıca iki cariyesi olmuştur. Bunlardan bahsetmeden önce, başka bir sorunu çözmeye çalışalım: Kur’an’a göre,28 bir Müslümanın nikâhı altına alabileceği kadın sayısı en çok dörttür. Resulullah (AS) asla kendisini, toplumda yürürlüğe koyduğu dini hükümlerin dışında saymamıştır. Öyleyse niçin bu konuda kendisini daha serbest hissetmiştir? Acaba onun böyle yapması ilâhî vahye dayanan bir imtiyazdan, bir istisnaî durumdan mı kaynaklanıyordu? Kur’an bu konuya hiç değinmez. Resulullah (AS)’ın kendi ağzından nakledilmiş hadisler de, bildiğim kadarıyla bu konuya hiçbir açıklık getirmemektedirler. Geriye bir ihtimal kalıyor: Zevcelerin sayısını sınırlayan ilâhî hüküm, kendisinin sonuncu nikâhı kıymasından sonraki bir dönemde nazil olmuş olabilir. Kaynaklarda tespit ettiğimiz olaylar bu varsayımı doğrulamaktadır. Yukarıda, Sakîf kabilesinden Gaylân’ın, Resulullah (AS)’dan, on hanımından sadece dördünü nikâhı altında tutması emrini aldığına işaret etmiştik. Bu olay yaklaşık H. 8-9 yıllarına rastlar. Az önce de gördüğümüz gibi Resulullah (AS)’ın gerçekleştirdiği nikâhların en sonuncusu ise H. 7 yılında akdedilmiştir. Peki öyleyse niçin Resulullah (AS) da bu sınırlayıcı ayet indiğinde, evli bulunduğu bu dokuz hanımdan beşini boşamamıştır? İbn Sa’d ve İbn Habîb,29 diğer bazı yazarlar, bu konu hakkında bize gayet açık ve anlaşılır bir biçimde; Buhârî (bk. Tefsir adlı eseri, Ahzâb: 33/28-51. ayetlerin açıklandığı kısımlar) ise, üstü kapalı ancak yeterince anlaşılır bir üslupla bizleri bilgilendirmektedirler. Bunların ifadesine göre, Resulullah (AS), hanımlarından her birine, nikâh akdini bozucu kararı kendilerinin almalarını teklif etmiş ve onlara geçimlerini temin edecek imkânlar sunmuştur. Ancak bu hanımlardan hiç biri buna razı olmamıştır ki böyle bir davranış, esasen bütün Müslüman hanımlar için gayet doğaldır. Kur’an bir çırpıda ikilemin üstesinden gelmiştir:30 Resulullah (AS), bundan böyle bu dokuz hanımından ancak dördü ile karı-koca ilişkilerini sürdürecektir. Resulullah (AS)’ın hanımlarının hepsi, bu fiilî ayrılık durumunda bile, hukukî bakımdan onun eşi olarak kalmayı tercih etmişlerdir. Bu arada şunu hatırlatalım ki, bu şekilde fiilî bir ayrılığa maruz kalan eşleri arasında en gençleri olan Safiye ve Cuveyriye de bulunmaktadır. Yine hatırlatalım ki, Kur’an’a göre, Resulullah (AS)’ın bütün hanımları, Müslümanların anneleri durumundaydılar. Buna göre, bir Müslüman, ister dul isterse boşanmış olsun, bu hanımlarla nikâhlanmayı asla düşünmemesi gerekir; zira “böyle bir şey, Allah katında çirkin ve yakışıksız” olacaktır.31 Muhammed (AS), hanımlarına mümkün olan her türlü serbestliği tanımış, onlar da kendi seçimlerini yapmışlardır. Bu konuda bizim söyleyebileceğimiz hiçbir şey olamaz.

1114. Muhammed (AS)’ın evlendiği hanımlar konusuna, biraz karmaşık bir durumu da göstererek son verelim: Daha önce, Allah’ın Resulullah (AS)’a sayısız kadınla evlenme yetkisi verdiği bir ayetten söz etmiştik.32 Aynı şekilde, çok kadınla evli bir erkeğin hanımlarının sayısını dört ile sınırlayan ayeti de zikretmiştik.33 Şimdi burada bir başka ayete göndermede bulunalım:

           “Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah herşeyi gözetler.” (Ahzâb: 33/52)

1115.  Bu ayetin vahyedildiği tarih tam olarak bilinmemekle birlikte, Mukâtil’in34 bu konudaki görüşü oldukça kesindir: Ona göre, Resulullah (AS)’ın o sırada dokuz hanımı bulunuyordu. Daha önceki sayfalarda, Resulullah (AS)’ın Yemenli yahut Kelb kabilesinden bir hanımla nikâhlandığı ve bu hanımın Medine’ye varamadan vefat ettiğine dair bir olaya işaret etmiştik. Şayet bu anlatım gerçek ise, yukarıdaki satırlarda söz ettiğimiz ayet ile bunu bağdaştırmak çok zor olacaktır. Acaba bu hanım, söz konusu ayetin vahy edilmesinden önce yapılan nişan töreni sırasında henüz küçük mü idi ?


13 I. Husrev (Husrev Anuşirvân (Ölümsüz Ruhlu Husrev), ö. 579 (Çev. Notu)

14 Fil: 105/5.

15 Mémorial de Sainte Hélène, C. III, 183. Desvergers’den naklen, L’Arabie, s. 131/not.

16 Sebe’: 34/44 vd.

17 Bk. Encyclopaedia de l’Islam, “Şe’m” maddesi.

18 İbrâhim: 14/40.

19 Bk.“Mélanges Massignon adlı eserdeki “el-İlâf” adlı makaleme bakınız: C. II, 293-311; ayrıca bu kitabın 1584-1611 nolu paragraflarındaki “Ekonomi” bölümü.

20 Aristote, Politika, I. kitap, 7. bölüm.

21 el-Ya’kûbî, Tarih, II, 47; İbn Habîb, Muhabbar, s. 360; Taberî, I, 1031.

22 El-Mes’ûdî (Tenbîh, s. 241-242) bu durumu farklı biçimde açıklamakta ve, beklenen bu savaşın arefesinde, Bekr ibn Vâil ve arkadaşlarından oluşan bir birlik Hac için Mekke’ye geldiğinde, Resulullah (AS)’ın kendilerini İslâm’a davet ettiğini belirtmektedir; Bu insanlar, “eğer Allah İranlılara karşı bize zaferi kolaylaştırırsa, biz de senin dinini kabul ederiz” dediler. O zaman Resulullah (AS) da onlar için dua etti. Sonra onların İranlılara karşı zafer kazandıkları haberini alınca, Resulullah (AS) şöyle buyurdu: “İşte bu, Arapların İranlıların adaletiyle tanıştığı ilk gün; ve (Allah) benim duam hürmetine onlara yardım etti.”

23 Bk. İbn Habib, Muhabbar, s. 265-266; Marzûki, el-Ezmine ve’l-Emkine, II, 163; Ya’kûbi, I, 313-314.

24 İbn Hişâm, Sîre, s. 66.

25 Kureyş: 106/ I-4.

26 Buharî’ye göre (60: 11), Fir’avn Hacer’i Sâre’nin hizmetine vermişti. Ayrıca bk. Tevrat/Tekvîn’de (16: 1) “Mısır’lı hizmetçi kadın” deyimi geçmektedir. Buradan, onun bir cariye olduğu sonucu çıkarılmamalıdır: tam tersine, zira, ünlü Haham Salomon b. Isaac de Troyes’nın (1040-1105) Tevrat şerhinde (Tekvin, 16: 1) şu satırları okuyoruz:

   
    “(Agar) Firavun’un kızı idi. Sâre’nin lehine gelişen mucizevi olayları gördüğü zaman, Firavun şöyle dedi: Kızım için, bir başka evde ev sahibesi olmaktansa (İbrahim’in) şu evinde hizmetçi olması daha iyidir.” (İbranice’den çeviri yapan M. G. Vajda’ya şükran borçluyum. Ayrıca, Hacer’in, köle olsa bile, İbrahim’e değil de Sâre’ye ait olduğunu belirtmek gerekir. Talmut hukukuna göre, İbrahim (AS)’in yapabileceği tek şey, “sahibesi” Sâre’nin izniyle onunla evlenmekti, onu odalık olarak almak değil. Kutsal Kitap’ta, Sâre’nin onu hediye ettiğinden söz edilmemekte, ama “onu karısı olmak üzere verdi” denmektedir. (Tekvin; 16/3)

27 Acaba Mendel’in kalıtım yasasına göre mi Abdu’l-Muttalib’in gümüşe çalan sarı saçları vardı? (Bk. 66 no’lu paragraf)

28 Neseb-i Kureyş, s. 254.

29 Ummehâtu’n-Nebî, Bağdad, 1952.

30 Örneğin, Ebû Nu’aym, Delâ’ilu’n-Nübüvve, 20. bölüm

31 Taberî, Târîh, I, 1129.

32 İbn Hanbel, Müsned, IV, 206.

33 İbn Hişâm, s. 125; Taberî, II, 35.

34 İbn Hişâm, s. 257-258.