๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:45:34



Konu Başlığı: Mekke ve medine’nin birleştirilmesi
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:45:34
Mekke ve Medine’nin Birleştirilmesi
.
430. Hudeybiye’den Medine’ye dönerken, suçluların iadesiyle ilgili olan ve önemli sonuçlara yol açan bir başka olay meydana geldi: Mekke’de işkence altında tutulan Ebû Busayr adlı bir sahabe hapisten kaçarak, yolda Resulullah (AS)’a yetişmişti. Mekkelilerden iki kişi derhal kaçağın geri verilmesi isteğiyle karargâha geldiler. Resulullah (AS) onların bu isteğini kabul etti. Ebû Busayr geri götürülürken yolda hile ile iki muhafızdan birinin kılıcını kaptı ve kafasını kopardı. Bu arada diğer muhafız kaçıp Muhammed (AS)’ın yanına sığınmıştı. Arkasından Ebû Busayr da karargâha çıkageldi. Ancak Resulullah (AS)’ın sözüne sadık kalarak kendisine yine sığınma hakkı tanımayacağını gören Ebû Busayr İslâm ordugâhını terk edip gitti. Mekkeli muhafız ise başından geçen felaketi anlatmak üzere Mekke’ye dönmek zorunda kaldı. Muhammed (AS) sahabelerine şöyle dedi:

        “Ne gözü pek bir insan! Etrafında birkaç arkadaşı daha olsaydı (kim bilir neler yapardı)!”

        Ebû Busayr, İslam toprakları dışında, kervan yolu üzerinde bulunan, Bedir yakınında Zu’l-Merve’deki el-Is ormanına sığındı ve bu bölgeden geçen Mekke kervanlarını yağmalamaya başladı. Bu yeni saldırı haberleri Mekkelilerin çeşitli heyecanlara kapılmasına yol açıyordu. Zira müşrikler bu durumdan nasıl kurtulacaklarını bilemezken, aksine Mekke’de zulüm ve işkence altında tutulan Müslümanlar, Ebû Busayr’ın yanında bir araya gelerek intikam alma yoluna başvurdular. Söylentiye göre Ebû Busayr’ın çevresinde kısa bir sürede Mekkeli Müslümanlardan oluşan bir çete toplanmıştı. Bunların verdiği zararın boyutları o denli büyüktü ki, çok geçmeden Mekkeli resmî bir heyet, Hudeybiye’de imzalanan anlaşmadaki suçluların iadesiyle ilgili maddenin kaldırılması ve Resulullah (AS)’ın Ebû Busayr ve arkadaşlarını Medine’ye kendi yanına alması için görüşmelerde bulunmak üzere Medine’ye geldi. Ve öyle de yapıldı.468

431. Anlaşmanın imzalanmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra Resulullah (AS), kararlaştırıldığı gibi, sahabeleriyle birlikte Mekke’yi ziyaret etme amacıyla yola çıktı. Belirlenmiş takvim dışında Ka’be’yi ziyaret etmeye “Küçük Hac” (Umre) adı verilir. Mekkeliler, Müslümanların bu ziyareti sırasında şehirlerini boşaltarak çevredeki dağlara yerleştiler. Resulullah (AS) gibi kurallara fazla bağlı kalmayan ve sadece maddî çıkarları düşünen bir siyasî başkan için, önceden kararlaştırılmış bir süreyi uzatarak bu bir tür “işgal”i sürdürmek kadar kolay bir şey olamazdı. Birincisi, oldukça güçlü bir ordu ile gelmişti; Mekkeliler tüm mal mülklerini evlerinde bırakıp gitmişlerdi; böyle bir işgalden sonra karşı saldırıda bulunulması halinde, Müslümanlar kendilerini Mekkelilerin hücumuna karşı daha kolay savunabilirlerdi. Fakat Muhammed (AS) dünya malına ve insanların maddî alemlerine hükmetme gibi bir ihtiras peşinde koşmuyordu. O, gönülleri kazanma ve örf ve adetleri değiştirme gibi ilahî bir görevle gelmişti. Kimse Mekkelilerin bomboş evlerine ilişmedi. Şehir halkının duygularını incitecek hiçbir kışkırtma da olmadı. Hatta Muhammed (AS) onlarla daha dostça ilişkiler kurmaya çalıştı. Gerçekten de, önceden kararlaştırılan üç günlük sürenin sonunda, Mekkelilerden oluşan küçük bir heyet şehre gelerek, Müslümanların artık bölgeyi terk etmelerini istedi. Muhammed (AS) onları saygı ile karşılayıp itibar gösterdi ve bütün Mekkelilerin davetli olarak katılacakları bir şölen vermeyi önerdi. Reddedilmesi üzerine Resulullah (AS) de Mekke’yi terk etti.469

432. Bütün bu olup bitenler Mekkelilerin kafalarını çok karıştırmış olmalıdır. Mekke’deki süvari birliğinin kalıtsal komutanı ve Müslümanların Uhud’daki ilk başarılı hareketten sonra bozguna uğramalarının tek sorumlusu olan Hâlid ibn Velîd, çok geçmeden İslam’ı kabul etmek üzere kendi istek ve iradesiyle Medine’ye geldi. Muhammed (AS) bu durumdan o kadar memnun oldu ki, kendisine “Allah’ın Kılıcı” (Seyfullah) şeref unvanını verdi. Gerçekten Hâlid ibn Velîd dünyanın en büyük askerî dehalarından biri olarak kabul edilmektedir. Diğer bir Mekkeli başkan olan Amr ibnu’l-As da aynı günlerde İslam’a katılmıştır. O da daha sonra Mısır’ı fethetmiş ve Arapların çıkardığı en büyük diplomatlardan biri olmuştur.470

433. İslam dini hızla yayılıyor ama İslam Devleti’nin karşılaştığı sıkıntı ve kaygılar da giderek artıyordu. Bizans’ın himayesindeki küçük bir devlet başkanı Resulullah (AS)’ın elçisini öldürtmüş ve o sıralarda Medine ile Bizans arasındaki ilişkiler iyice gerginleşmişti. Tam bu sıralarda, Mekke ile ilişkiler iyice kopma noktasına geldi.

434. Hatırlanacağı gibi Benû Bekr ve Huzâ’a kabileleri, birincisi Kureyşlilerin ikincisi Müslümanların yanında olmak üzere, Hudeybiye anlaşmasının tarafları arasında yer almışlardı. Bu iki topluluk arasında İslam’dan çok öncelere dayanan kin ve düşmanlık sık sık çatışmalara yol açmaktaydı. Belazurî’nin naklettiğine göre,471 bir gün bir Huzâ’alı, Benû Bekr kabilesinden birinin Muhammed (AS) hakkında hakarete varan sözler söylediğini duyunca, dayanamayıp üzerine atıldı ve Bekrî’yi yaraladı. Bunun üzerine bu iki kabile arasında gerçek bir savaş patlak verdi. Birkaç gün sonra, Huzâ’a kabilesinden bir heyetin Medine’ye gelerek, Resulullah (AS)’ın huzurunda yalvarıp yakardığını görüyoruz. Heyet başkanının bu konu ile ilgili olarak yazıp okuduğu şiirden birkaç dizeyi aşağıda veriyoruz:472

        “Allahım! Muhammed’in (hatırlaması için) yalvarıyorum

        Babamızla babası arasındaki ittifakı…

        Bize yardım et ki Allah da sana kılavuzluk etsin

        Ve Allah’a tapanları hatırla, yardıma gelecek olan…

        Gerçekten Kureyşliler anlaşmayı bozdular…

        Onlar bize Vetîr’de bir gece baskını düzenlediler,

        Ve bizi diz üstü ya da secde halinde iken öldürdüler.”

435. Şiirin son dizesi, İslam’ın bu bölgeye en azından kısmen girmiş olduğunu göstermektedir. 6. dize Mekkelilerin sadece Bekrîlere silah sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda bu öldürme hareketine fiilen katıldığına gönderme yapmaktadır. Bizans himayesindeki Gassanlılardan gelebilecek bir istila tehdidi Medineli Müslümanlar üzerinde ağırlığını hissettiriyordu ki böyle bir zamanda Mekke ile bir çatışma eğiliminde olmaları düşünülemez. Zaten bu olaydan birkaç gün sonra Mekkelilerin suçlu oldukları iyice anlaşılmış ve Ebû Sufyân, Hudeybiye anlaşmasını yenilemek amacıyla473 Medine’ye gelmiştir.474 O, barış anlaşmasının ihlal edilmesinden hiç söz etmemiş, sadece Hudeybiye anlaşması sırasında Mekke’de bulunmadığı iddiasında bulunmuştur. Bunun üzerine Resulullah (AS), Ebû Sufyân’ın gelişiyle ileri sürülen suçlamanın teyit edilmesi üzerine, zarara uğrayanlara yardım edileceği sözünü vererek Huzâ’alıları geri göndermiştir.

436. Ebû Sufyân’ın özellikle üzerinde durduğu konu, kızının Muhammed (AS) ile evli olması idi. Mekke’den gelir gelmez doğruca onun evine vardı. Kızı Umm Habîbe, küçücük odalarında oturmak için tek uygun yer olan yatak odalarındaki Resulullah (AS)’ın döşeğini toplayıp kaldırdı. Babası bunun nedenini sorduğunda, şöyle cevap verdi:

        “Sen bir müşriksin, saygı değer Resulullah’ın yatağını kirletmemen gerekir.”

        Öfkelenen Ebû Sufyân şöyle mırıldandı:

        “Kızcağızım, sen ne kadar fenâ olmuşsun!”

        Daha sonra Resulullah’ı görmek için mescide gitti. Resulullah (AS) kendisine şöyle dedi:

        “Şayet siz bir şeyi değiştirmediyseniz, bu konuda bizden endişelenmenizi gerektirecek bir şey yok demektir.”

        Ebû Sufyân, herkesin artık ne yapacağını şaşırdığı Mekke’ye geri döndü. Her zaman yapmış olduğu gibi Resulullah (AS), tam bir gizlilik içerisinde hazırlıklara girişti: her türlü yolculuğu yasakladı ve hiç kimse artık Medine bölgesi dışına çıkamaz oldu.475 Ne yöne gidileceğini belirtmeksizin, Medine halkına sefer hazırlığı yapmaları çağrısında bulundu; bu arada Eslem, Gıfâr ve diğer müttefik kabileler nezdinde haberciler göndererek, askerî bir sefer için hazır olmalarını istedi ve Medine’de toplanmak yerine, bulundukları yerde beklemelerini söyledi.

437. Kısa bir süre önce Müslümanlar, Bizanslılar karşısında yaptıkları Mute savaşında yenilgiye uğramışlardı. Medine’nin doğusunda yaşayan Benû Suleymlerin kin ve düşmanlıkları çok miktarda kan dökülmesine neden olmuştu. Bu durumda Ebû Bekir’in, Resulullah (AS)’ın karısı olan kızı Ayşe’ye kocasının niyet ve düşüncesinin ne olduğunu sorması üzerine, onun:

        “Bilmiyorum… Belki Benû Suleym düşünülüyordur, belki Sakifler, belki de Hevâzinliler”,476

        şeklinde karşılık vermesi bizi şaşırtmamalıdır. Hâtib ibn Ebî Balta’a adında safdilli bir Müslüman, dostluklarını kazanmak için Mekkelilere bir mektup yazması gerektiğini düşünmüştü. Mektup ele geçti, ancak Resulullah (AS) onun saflığını öğrenince kendisini bağışladı.477

438. Hazırlıkların tamamlanması üzerine478 Resulullah (AS) Medine’den ayrıldı. Yol üzerinde, çıkardıkları birliklerin asıl kuvvetlere katılmasıyla sayıları artacak olan çeşitli müttefik kabilelere uğradı. Bu durum kendisini dairesel bir yol izlemeye zorlamış ve hatta ordunun gerçek hedefi ile ilgili belirsizliği artırmıştı.479 Ama aslında Resulullah’ın da istediği bu idi. Mekke’nin etrafını kuşatan dağların arkasında karargâhını kurmaya karar verdiğinde, askerlerinin sayısı çoktan on bini bulmuştu. Bunun üzerine her savaşçının birer meşale yakmasını emretti. Mekkeliler Muhammed (AS)’ın hareketleri hakkında hiçbir kesin bilgiye sahip değillerdi; bununla birlikte her an bir saldırı olabileceğinden kuşkulanmaktaydılar. Ebû Sufyân her zamanki gibi durumu bizzat yerinde görmek için şehirden çıkıp bir tepeye tırmandı; Medine yönüne baktığında on bin kadar ateşin yakıldığını görünce, yemeklerini hazırlamakta olan on binlerce asker olduğunu sandı. Karşılaştığı Müslüman bir gözcü, bir genel af çıkarması ricasında bulunmak için onu Resulullah (AS)’ın huzuruna çıkmaya ikna etti. Mekkeliler üzerinde psikolojik olarak daha da etkili olmak için, Muhammed (AS), Ebû Sufyân’ı karargâhında alıkoydu ve son bölüğün de dağ geçidinden geçip İslam Ordusu’nun şehre dört bir yandan girmeye başladığı ertesi sabaha kadar, gitmesine izin vermedi.

439. Mekke tam bir kargaşa içinde idi. Zira kimse o ana dek hiçbir şeyden kuşkulanmamıştı: En yüce başkan Ebû Sufyân esrarengiz bir biçimde ortadan “kaybolmuştu”; ve güçlü Müslüman birlikleri şehrin çevresindeki yolları çoktan tutmuş ve kent merkezine doğru ilerliyorlardı. Müslüman haberciler her yerde şu duyuruyu okuyorlardı:

        “Kendi evine kapanan ya da silahlarını teslim eden veya Ka’be’nin avlusuna sığınan yahut da Ebû Sufyân’ın evine giren herkes emniyettedir.”

        Bu duyurudaki son seçeneğin, psikolojik savaş açısından, düşman içindeki karışıklığı artırmak ve zihinleri bulandırmak gibi bir yararı da vardı: Çünkü halk, “Acaba Ebû Sufyân da mı bize ihanet etti? Yoksa o da mı İslam’ı kabul etti?” diye sormaya başlamıştı. Kentin tamamen ele geçirilmesinden sonra, Ebû Sufyân da tekrar şehre girdi ve hemşehrilerini, herhangi bir direnişin yararsız olduğu konusunda ikna etti. Böylece Mekkeliler savaşmaksızın boyun eğmeye razı oldular. Hâlid ibn Velîd’in komutasındakiler dışında Müslüman birliklerin tamamı hiçbir direnişle karşılaşmadan şehre girdiler. Kendisi bir askerî birliğin başında yürüyerek kendi kabilesinin semtinden geçtiği sırada, orada bulunan ve Mekke süvari birliğinin komutan vekili olan yeğeni İkrime ibn Ebî Cehl, bilinmeyen bir nedenle Hâlid’i durdurmak istedi. Çıkan çatışmada biri kadın olmak üzere birçok insan öldü. Durumdan haberdar olan Resulullah (AS) derhal çatışmanın durdurulmasını emretmiş ve özellikle kadın, çocuk ve savaşla ilgisi olmayan kimselerin kanlarını dökmeye son verilmesi talimatını vermiştir.480

440. Muhammed (AS), Huzâ’alıların Bekrîlerden intikam almalarına izin vermiş, ancak aşırı gidildiğini görünce derhal olaya el koyarak, genel af ilan etmiştir.481

441. Resulullah (AS) Ka’be’nin avlusuna büyük bir saygı huşu içerisinde girdi. Yaptığı ilk şey, hiç kuşku yok ki, Beytullah’ı çeviren putları oradan kaldırıp atmak oldu. Daha sonra, Ka’benin duvarları üzerindeki resimleri silmesi için birini binanın içine gönderdi. Buhârî’ye göre bu resimler melekleri ve fal okları açan İbrâhim ve İsmâil peygamberleri göstermekteydi.482 Aralarında Meryem’in de resmi vardı.483 Azrakî, Resulullah (AS)’ın Ka’be’nin içine bizzat girdiğini ve “ellerimin altında bulunanın dışında” diyerek, tüm fresklerin silinmesini emretmiştir. Tam o sırada ellerinin altında, çocuk İsa ile birlikte Meryem’in resmi vardı.484 Makrızî ise tam aksini belirterek, Resulullah (AS)’ın gönderdiği görevli kişinin, öteki tüm freskleri sildikten sonra İbrâhim’in resmini de duvardan yok ettiğini söyler.485 Ancak bu resmin silinmesini de Resulullah (AS) emretmiştir. Çünkü tek tanrı anlayışının hiçbir resim ya da puta ihtiyacı yoktur.

442. Bütün kent halkı, Resulullah (AS)’ın namazdan sonra bir hutbe okuyacağı Ka’be avlusunda toplandı. Muhammed (AS), hicretten önce onüç, hicretten sonra da sekiz yıl olmak üzere 21 yıl boyunca, kendisini ve bağlılarını kovup şehirden çıkarmış ve mallarını gasp etmiş olan, diğer birçok sahabesini ölüme götürecek kadar zulüm ve eziyet eden, sığındığı Medine’yi istila eden, giriştiği yenilik hareketlerini boğup yok etmek için akla gelen hiçbir yolu göz ardı etmemiş olan, ve nihayet, görkemli bir şekilde imzaladıkları Hudeybiye anlaşmasını çiğneyen bu kentin insanlarından haksız yere çok çekmişti. Ve işte bunca zulüm görmüş olan kişi şehre bir fatih olarak, muzaffer bir eda ile girmekteydi. Artık bu insanların kılıçtan geçirilmesini emretmesine, tüm mal ve servetlerini savaş ganimeti haline getirmesine ya da düşmanlarını köle veya cariye yapmasına hiçbir şey engel olamazdı. Ama her ne kadar o da diğerleri gibi bir insan idiyse de, Allah’ın Elçisi olarak asıl görevi “ilâhi tebliğ” idi ve kendisinden sonraki inananların genel davranış biçimlerini sonsuza dek belirleyecek tarzda bir tutum izlemesi gerekiyordu.

443. Resulullah (AS) görkemli bir biçimde kente girdiği sırada, haberciler de onun önünden koşarak, halka barış ve güvenlik içinde olacaklarını ilan ediyorlardı. Onun kente girişini izleyenler, onun, kendini beğenmişlik taslamak yerine, alçakgönüllülük ve Allah’a hamdın bir göstergesi olarak, biniti (dişi bir deve ?) üzerinde sürekli secdeye kapandığını görüyorlardı. Bu arada bir Müslüman, kendisine, daha önceden sahip olduğu eski evine gidip yerleşmesini önermiş, ama o, postliminum hakkının486 bu tür mallara uygulanamayacağını söyleyerek bunu reddetmiştir; (Hicret’ten sonra, konutu işgal edilmişti). Ka’be’nin avlusunda kıldığı namazdan sonra, düşmanlarına ve eski hemşehrilerine dönerek, onlara:

        “Şimdi benden ne bekliyorsunuz?”

        diye sordu. Onlar ise, başlarını utançtan yere eğerek:

        “Sen, soyu yüce bir babanın oğlu, soylu bir kimsesin!”

        karşılığını verdiler. Bunun üzerine, bir Allah Elçisi’nden beklenen şu sözler onun mübarek ağzından döküldü:

        “Bugün sizden hiçbiriniz aşağılanmayacaksınız; Haydi şimdi gidin, hepiniz serbestsiniz!”487

444. Bu sözlerin uyandırdığı psikolojik etkiye bir örnek verelim: Namazdan önce, Bilâl-i Habeşî her zamanki gibi ezan okumuştu; ama bu kez bu işi Ka’be’nin damına çıkarak yaptı. İzleyiciler arasında bulunan ve Ebû Sufyân’ın yakın akrabası, Umeyye soyundan Attâb ibn Asîd, öfkeye kapılarak şöyle dedi:

        “Allah’a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa bu kepazeliği görmüyor!”

        Bir süre sonra Resulullah (AS) bir genel af ilan edince, aynı Attâb, bu kez kendiliğinden gelerek derhal İslam’a geçmiştir. Buna karşılık Resulullah (AS) onu bağışlamakla kalmamış, aynı zamanda, zaten yürütmekte olduğu Mekke valiliğine getirmiştir (Başvurduğumuz kaynaklardan bazıları, Muhammed (AS)’ın ona günde bir dirhem maaş bağladığını, bazıları ise bu miktarın yılda 40 ukiye, yani 1600 dirhem olduğunu naklederler).488 Bu arada, İslam’ı kabul eden sadece Attâb olmamıştır: Birkaç gün sonra Muhammed (AS) Huneyn seferine çıkarken, iki bin Mekkeli daha kendi istekleriyle onun askerî kuvvetine katılmışlardır. Valinin görevi sadece imam olarak cemaat namazlarını kıldırmak değil, aynı zamanda halkın eğitim ve öğretim işleriyle de ilgilenmekti. Resulullah (AS), bu son görevinde kendisine yardımcı olmak üzere Ebû Musa el-Eş’arî ve Mu’âz ibn Cebel’i görevlendirmiştir. Bu bilgiler Makrızî tarafından nakledilmektedir (bk. İmtâ’, I, 432).

445. Şurası bir gerçektir ki, Mekke’ye girişi sırasında Muhammed (AS), belirlenen on kadar kişinin, her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, derhal öldürülmeleri emrini vermişti. Burada söz konusu olan, savaş suçlularıydı ki zaten geçerli yasalara göre de suçlu idiler. Ne zaman ki bu arananlardan birinin tutuklandığı ve aynı zamanda pişmanlık duyarak İslam’a geçtiği haberi Resulullah (AS)’a gelse, onun affedilmesine rıza göstermiştir. Ancak, kendisine danışılmadan yerine getirilen üç idam olayı vardır ki, bunun Fatih’in cömertlik ve bağışlayıcılığına gölge düşürmemesi gerekir.489

446. İkrime örneğini tekrar anımsayalım: Kendisi, Uhud Savaşı’nda Mekke süvari birliklerine komuta eden iki kişiden biri idi; aynı zamanda, Resulullah (AS)’ın Mekke’ye barış ve güven içinde girmesine karşı çıkan tek insandı. O, bu durum karşısında Fâtih’in affediciliğinden hiçbir umudu olmadığı için, kaçıp Habeşistan’a sığınmak istedi. Karısı, genel affın çıkması üzerine Muhammed (AS)’ın huzuruna gelip kocasının bağışlanmasını istedi. Resulullah (AS) bu isteği hiç tereddütsüz kabul etti. Kadın, birkaç günlük takipten sonra, Yemen limanında bir gemiye binmek üzereyken kocasına yetişti. İkrime, daha sonra Ebû Bekir’in halifeliği döneminde yapılacak olan Ridde savaşlarındaki başarılarıyla kendini gösterecektir.490

447. Genel af çıkarılmasının ertesi günü, Huzeyl kabilesinden bir müşrik, Mekke’de eski bir kan davası nedeniyle öldürülmüştü. Resulullah (AS) katili şiddetle azarlayıp, kan diyeti olarak kurbanın ailesine o günün koşullarında 100 deve tutarında bir tazminat ödemeye mahkûm etti.491

448. Azılı bir İslam düşmanı olan Safvân ibn Umeyye, Resulullah (AS)’ın huzuruna gelmiş ve ona:

        “Öğrendiğime göre benim için bir af çıkarmışsın,”

        dediğinde, Resulullah (AS) “Evet” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Safvân:

        “Ama ben İslam’a girmek istemiyorum; bana düşünmek için iki ay süre ver.”

        Resulullah (AS) cevap olarak:

        “Sana dört ay veriyorum.”492

        dedi. Muhammed (AS), Ka’be’nin bağış hazinesinde 70.000 ons tutarında altın bulmuş ama onlara elini sürmemiştir.493

449. Bu ve benzeri tavır ve davranışların bir yumuşama ve uzlaşma ortamı oluşturmuş olması gerekir. Birkaç gün sonra, Huneyn Seferi’ne çıkılırken, aynı Safvân Resulullah (AS)’a tam donanımlı 100 zırhlı gömlek ödünç vermiştir. “Resulullah (AS) Safvân’dan 50.000, Abdullah ibn Rebi’a’dan 40.000 ve Huveytib ibn Abde’l-Uzza’dan da 40.000 dirhem borç almış ve İslamî amaçlarla aldığı bu borçları kendilerine Huneyn’den sonra geri vermiştir.” “Huneyn Savaşı’ndan sonra Safvân, ganimet olarak ele geçirilen çok sayıda koyunun kendisine Resulullah (AS) tarafından hediye edildiğini görünce çok duygulanmış ve aynı gün İslam’ı kabul etmiştir.”494

450. O halde, iki yıl sonra Resulullah (AS) vefat ettiği ve Arabistan’ın bazı bölgelerinde İslâmî çizgiden kopmalar meydana geldiği sırada, Mekke’nin İslam’ın en güvenli ve sağlam dayanak noktalarından biri olarak kalması ve Yarımada’da düzen ve asayişin sağlanmasında önemli bir rol oynaması bizi hiç de şaşırtmamalıdır.

451. Mekke’nin Fethi H. 8 yılının Ramazan ayına rastlar. Daha önce de gördüğümüz gibi, Resulullah (AS), Mekke’nin yönetimini İslam’a hemen o sırada girmiş bir Mekkeliye teslim edip, fethi güvence altına almak için geride bir tek Medineli asker bile bırakmaksızın, birkaç hafta sonra Medine’ye döndü. İki ay sonra Mekke’de o yılki Hac mevsimi başladı. Bu sırada, aynı mabedin ziyaretçileri arasında, her biri kendi kurallarına göre Hac görevini yerine getiren çok sayıda Müslüman ve müşrik aday bulunmaktaydı.


468 A.g.e., s. 751 vd.

469 A.g.e., s. 788-91.

470 A.g.e., s. 716-18. Bu zatla ilgili olarak, “Marwân ibn al-Hakam et ‘Amr ibn al-’As, Victimes de fausses accusations?” (Mervan ibnu’l-Hakem ve Amr ibnu’l-As, Sahte Suçlama Kurbanları) (Türk Kültürü Araştırmaları, Dr. Emel Esin’e Armağan, C. XXIV/I, 1986, s. 63-71) adlı Fransızca makaleme bakınız

471 Belazurî, I, § 740.

472 İbn Hişâm, s. 806.

473 Makrızî (I,358) açık ve net bir ifade ile, Ebû Sufyân’ın Hudeybiye anlaşması sırasında Mekke’de bulunmadığını söylemektedir. Bu, aksine Ebû Sufyân’ın da orada olduğunu ve barış görüşmeleri için Osman’ı Resulullah (AS)’in elçisi olarak kabul ettiğini nakleden İbn Hişâm’ın (s. 745) anlatımından daha gerçekçidir.

474 İbn Hişâm, s. 807.

475 Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 131 (2. bs, s. 253).

476 Makrızî, I, 361.

477 İbn Hişâm, s. 809.

478 Bk. Hz. Peygamber’in Savaşları adlı eserim (157-177).

479 Resulullah (AS), belki de kan dökülmesini önlemek için Mekke’yi şaşırtmak istiyordu. Bu nedenle Medine’den her türlü çıkışı yasaklamıştı. Yine bu nedenle, hazırlıkları süren askerî seferin hedefi konusunda tam bir gizlilik sağlamıştı. Öyle ki, sahabenin en önde gelenleri bile, Mekke’nin banliyösü durumundaki Mar ez-Zahran’a gelinceye kadar, nereye gidildiğini bilmiyorlardı (bk. Taberî, I, 1630). Ayrıca, taşradan katılacak güçlerle ne şekilde buluşulacağı da gizli tutulmaktaydı. Her ne kadar Vâkıdî (Megâzî, bk. “Mekke’nin Fethi” bölümü) “Suleymlerden devşirilen kuvvetlerin Medine’ye gelmesini istedi” şeklinde farklı bir ifade kullanmışsa da, biz sadece taşradan gelen kabile başkanlarının çağırıldığını ve onların her birine, gönüllülerden oluşan askerî kıtalarıyla hazır durumda beklemelerini, Resulullah (AS)’in bu kabilelerden her birini kendi bölgelerinden alacağını söyleyen el-Yakûbî’nin anlatımını tercih ediyoruz.. Özetle söylemek gerekirse, Resulullah (AS) kuzey, güney, doğu, batı, vs. şeklinde sürekli yön değiştirerek zikzaklı bir yol izlemiş, yöneldiği her bölgeden, onlara nereye gidildiğini söylemeksizin, gönüllü birliklerini alarak kendi asıl kuvvetlerine katmıştır. Bu arada, Medine’nin kuzey-batısında bulunan Batnu İdam’a düzenlenen sefer ise, Mekkelilerin önceden bir şey öğrenmelerini ve savaş hazırlığı yapmalarını engellemek için düzenlenmiş, belirsizliği artıran bir hareketten başka bir şey değildi. Bu durumda İbn Hacer’in (Metâlib, Nº 4361) Musedded’den aktardığı şu olay hiç de gerçeğe uygun görünmemektedir: “Resulullah (AS) Kureyşlilere bir mektup yazarak, onların ya Benû Bekr (Ehâbiş) ile yaptıkları ittifakı bozmalarını, ya da Huzâ’alılar arasında döktükleri kanın diyetini ödemelerini, aksi takdirde kendilerine savaş açacağını bildirdi. Onlar ise bu istekleri reddedip, savaşı kabul etmiş oldular.”

480 Sarahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, I, 125;Taberî, I, 1637; İbn Hanbel, IV, 178.

481 İbn Hanbel, II, 179 (Nº 6681).

482 Buhârî 60/8, Nº 3, 4. İbrâhim ve İsmâil peygamberleri temsil eden resimlerin İslam-öncesi freskler (duvar resimleri) üzerinde bulunması, Mekkelilerin onları Kur’an’ın vahyedilmesinden çok önceleri tanıdıklarını ve onları kendi saygı değer ataları ve dinlerinin kurucuları olarak kabul ettiklerini kanıtlamaktadır. (bk. İbn Hişâm, s. 143, 821-22).

483 Buhârî, 60: 8, Nº 3-4.

484 Azrakî, Ahbâru Mekke, s. 113.

485 Makrızî, I, 385.

486 Devletler hukukunda, savaşta ganimet olarak ele geçirilen malların, savaş sonrasında önceki hak sahiplerine geri verilmesini öngören kural. (Çev.)

487 İbn Hişâm, s. 821.

488 Suheylî, II, 276; Kettânî, Terâtîb, I, 264; İbn Hişâm, s. 887.

489 İbn Hişâm, s. 818 vd.

490 A.g.e., s. 819.

491 A.g.e., s. 823-24.

492 A.g.e., s. 826.

493 Azrakî, s. 170-171

494 Belazurî, I, § 758.