> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hayatını Anlatan Eserler > İslam Peygamberi > Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı  (Okunma Sayısı 783 defa)
12 Ocak 2011, 13:25:29
Hadice
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5.945


« : 12 Ocak 2011, 13:25:29 »



Muhammed (AS)’in İlk Dönemlerdeki Devlet Anlayışı


1351. Şayet Muhammed (AS), manevî olduğu kadar dünyevî alanda da tasarladığı reform hareketini sürdürebilmek için, bir başka devlet başkanının danışmanı rolüyle yetinmiş olsaydı, toplumun gerçek çıkarları ve yararları yönünde hareket etmiş olmazdı. O, bir Devlet’i kurup örgütlemenin yanı sıra, din eğitiminin ve hükümet otoritesinin de bizzat kendi elinde olması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre Devlet (ya da Hükümdarlık), asla bir amaç olmayıp, asıl gayeye ulaşmak için sadece bir araç idi.

1352. Bir hükümdarlık yetkisini tevarüs etmek şöyle dursun, Muhammed (AS), hiçbir zaman hükümdarlık altında bir araya gelmemiş olan bir ülkede Devlet örgütleyen ilk kişi olmuştur. Biz, Mekke’ye getirmiş olduğu yenilikleri ele almadan önce, Muhammed (AS)’in doğumundan önceki yıllarda Mekke’deki durumu inceleyelim; zira o bu şehirde doğmuş ve 63 yıllık ömrünün 53 senesini burada geçirmiştir.

İlk Durumlar

1353. Arapça kaynaklardaki yaygın bilgilere göre, Mekke şehrini ilk tesis eden İbrahim (AS)’dir. Kendisi, burada konumuzu aştığı için dile getirmeyi uygun bulmadığımız bazı nedenlerden dolayı, hanımlarından biri olan Hâcer’den ayrılmak istemiş ve onu, yeni doğmuş yavrusu İsmail ile birlikte, bir gün gelip Mekke şehrinin kurulacağı ve o sırada kimsenin yaşamadığı bir yere getirip tek başlarına bırakmıştı. Onları tamamen terk etmiş değildi; nitekim Suriye’den birçok defa onları ziyaret için gelmiştir. Başlangıçta Hâcer ve İsmâîl vadinin tek sakinleri idi. Bir süre sonra, su aramaya çıkan bazı kâşifler buradan geçerken, Amâliklere mensup Cürhüm kabilesinin bir kolu olan kendi kabileleri adına, Zemzem suyu kaynağının yakınlarına yerleşmek için Hâcer’den izin istediler.232 Bu insanlar, o sırada Mekke ile Filistin arasındaki bölgenin tamamını işgalleri altında bulunduran Amâlika’lılara mensup idiler.233

1354. Yine bu ziyaretlerinden biri sırasında, İsmâil henüz pek genç bir çocuk iken, İbrahim (AS) Kâ’be’yi inşâ etmiş ve bu yapıyı Tek Tanrı dinine (Vahdâniyet) adamıştır. Kur’ân, bu Ev’in (Beytullah) dünyada bu türden, yani Tek Tanrı ilkesine dayanan ilk mâbet olduğunu beyan etmektedir.234 Binanın yapımında babası ile beraber çalışıp ona yardım eden İsmâil, bu mabedin baş hizmetkârı olmuş ve dolayısıyla bu küçük yerleşim biriminin “hükümdarı” durumuna gelmişti. İbrahim (AS)’in getirdiği dinin şehrin civarında yayılmış olması ve onun inşa ettiği Kâ’be’yi hac amacıyla ziyaret etmenin de, daha sonraki yüzyıllarda putperestlikle ilgili birçok hurafe karıştırılmış olsa da, Arap Yarımadası’nda giderek daha çok sayıda kabileyi kendine çekerek İslâm’ın zuhuruna kadar devam etmiş olması gerekir. Her ne kadar Kur’an bu konuda daha başka örnekler vermekte ise de, biz bu kadar bir ayrıntıyla yetineceğiz.

1355. Hadisler aracılığıyla gelen anlatımlara göre, İsmâil (AS) Cürhüm’lü bir hanımla evlenmiş ve bu çiftten doğan çocukları zamanı gelince kasabanın başkanı olmuştur. Daha sonra, niçin ve nasıl olduğu bilinmemekle birlikte, başkanlık görevleri tamamen Cürhümlülerin eline geçmiştir.

1356. İbn Hişâm’a göre,235 Mekke’ye gelen ilk Arap aileleri olan Cürhümlülerle Katûrâlar yakın akraba idiler. Cürhümlülerin başkanı, daha sonra kızını İsmâil’e eş olarak vermiş olan Mudâd ibn ‘Amr, Katûrâ’nın başkanı ise es-Sumeyda’ idi. İşin ilginç tarafı, her iki aile şehirde iktidarı paylaşmışlardı: Mudâd, şehrin yukarı kesimini (Mâ’lât), Sumeyda’ ise, aşağı kesimini (Mesfele) ele geçirmişti. (Yabancılardan) herhangi bir kimse, bu bölümlerden birine ya da diğerine girdiğinde, ticaret malları üzerinden yüzde on (öşür) gümrük vergisini ilgili bölümün başkanına ödemek zorunda idi. Daha sonra, bu iki aile anlaşamayıp kendi aralarında savaşa tutuşarak, zamanla yok olup gittiler.

1357. İsmâil’in oğlu Nâbit’ten sonra, başkanlık makamına (muhtemelen yukarıda adı geçen aynı isimli kişinin torunu) Mudâd ibn ‘Amr geçti.236 Rivayete göre,237 Mudâd ibn ‘Amr zamanında, Mekke halkıyla Huzâ’alılar arasında bir savaş cereyan etmişti. Huzâ’alılar Yemen’den ayrılmışlardı ve yerleşecek bir yurt arıyorlardı. Önce kısa bir süre için, keşif birlikleri kendilerine uygun bir yer buluncaya kadar, Mekke’de kalmak için izin istediler. Cürhümlülerin bu isteği reddetmesi üzerine, sorunu kılıçla çözdüler. İsmâil’in soyundan gelen aileler bu ihtilafta tarafsız kaldılar; Bunun karşılığı olarak da, bu savaştan galip çıkan Huzâ’alılar, bu ülkede onların kalmaya devam etmelerine izin verdiler Bu anlaşmazlıkta Mudâd da şahsen tarafsız kalmıştı. İbn Hişâm’ın açıkça beyan ettiğine göre238 bu Mudâd, İsmâil zamanındaki Mudâd değildir. Ancak, kendisinin yenilen Cürhümlülerle olan akrabalığı nedeniyle, Huzâ’alılar onun Mekke’de kalma isteğini reddetmişlerdir. Mudâd’ın oğlu el-Hâris, buradan ayrılmadan önce Kâ’be’nin kutsal taşı olan Haceru’l-Esved’i Mekke’de bir yere saklamayı başarmış ve kabilesiyle birlikte Mekke’den ayrılmıştır (Belazurî’ye göre239, Huzâ’alıların sınır dışı ettiği bu kabile Cürhümlüler değil, Iyâdlılardır). El-Hâris’in kutsal taşı sakladığını fark eden Huzâ’alı bir kadın, (sonradan) bu taşı ele geçirmiş ve bu sayede Huzâ’a kabilesi, buradaki İsmâilîlerin kabul ve rızası ile mabedin başkanlığını ele geçirmişlerdir.

1358. Huzâ’alıların bu ülkede egemenliklerini sürdürüp mabedin sahibi olmayı sürdürdükleri ve içlerinden ‘Amr ibn Luhay adlı birinin Mekke’ye putperestliği sokması240 gibi bilgiler dışında, bu olayı takip eden yüzyıllarda ne olup bittiği hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Mabedin sahibi olmak, o yüzyılda aynı zamanda siyâsî başkan olmak anlamına da geliyordu.

1359. Huzâ’alıların egemenliği uzun süre devam etmiştir.241 Daha sonra, İsmâil’in soyundan gelen biri yeniden Kâ’be’ye başkan olmuştur. Bu kimse, Resulullah (AS)’ın beşinci kuşaktan dedesi Kusay idi. Kendisi, (Huleyl ibn Hubşiyye’nin kızı) Huzâ’alı Hubbâ ile evlenmişti. Bir gün kayınbiraderi sarhoş iken, ondan Kâ’be’nin anahtarlarını satın aldı (bu konuda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır). Aradan bir süre geçip de Huleyl vefat edince, oğulları bu yüce görev nedeniyle Kusay’la tartıştılar. Ancak, Kuzey Arabistan’daki büyük Kudâ’a kabilesinin başkanı olan üvey kardeşinin de desteğiyle, Kusay, silâh zoruyla her türlü muhalefete karşı çıkıp onları alt etmeyi başarmıştır. O dönemden sonraki yüzyıllar daha az karanlıktır.

1360. Bu arada hemen işaret edelim ki, Arapça kaynaklara göre242 Büyük İskender (MÖ. 356-323) de Mekke’deki Kâ’be’yi ziyaret etmişti. Araplar kendisine Zu’l-Karneyn (iki boynuzu olan) adını vermişlerdir. Konuyla ilgili çeşitli açıklama ve yorumlar arasında en kabul edilebilir görüneni şudur: İskender tekeye (erkek keçiye) tapıyordu ki bunun simgesi de bu iki boynuz idi. Aynı dönemlerde kullanılmakta olan “çift boynuzla süslü şapka (bikorn),” bugün dahi Makedonya’da tamamen kaybolmuş değildir. Romalı tarihçiler, Yemen’de Necrân’ı istilâ eden General Aelius Gallus’un (M.Ö. 24) askerî seferinden ve kendisinin Mekke’ye girmek istediği halde buraya ulaşamadığından bahsederler. İmparator Neron (ölm. M. 68) zamanına kadar, Romalılar bir çok kez buralara kadar gelmişler, ancak her defasında başarısız olmuşlardır. Onları bu kadar uzak yerlere doğru çeken şey, muhtemelen güzel kokulu bitkiler (baharat) diyarı olan Yemen’in ticâret yollarına hâkim olma arzusu idi. Arapça kaynaklar, Bizans imparatorlarının da Kusay döneminde etki alanlarını Arabistan’a yayma girişimlerinden söz ederler. Gerçekten, İbn Kuteybe’nin bize rivayet ettiğine göre,243 Kâ’be’nin kontrolü konusunda Kusay’ın Huzâ’alılarla ihtilafa düşmesi üzerine, İmparator, Kusay’a yardım etmişti. Olaylar gerçekten bu şekilde gelişmiş ve söz konusu yardım doğrudan İmparator eliyle ya da Suriye hâkiminin aracılığıyla olmuşsa bile, bu olayın I. Theodose (379-359) veya onun oğlu Arcadios’un (395-408 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru) hükümdarlığı sırasında meydana gelmiş olması gerekir. O dönemde Bizans’ın Mekke’de ne denli etkili olduğu bilinmemektedir. Ancak şunu belirtelim ki, aynı Kusay’ın torunu Haşim, İmparatordan Suriye’ye ticâret kervanı göndermeye izin veren bir ferman almıştı; kendisi bu seferlerinden biri sırasında, Filistin’de (Gazze) iken vefat etmiştir. İki kuşak sonra yeniden Bizans’ın bir arabuluculuğu söz konusu olacaktır: Mekkeli Osmân ibn Huveyris244 Suriye’ye giderek, burada Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kanaatimizce, İmparator Justinien’den, bir taçla birlikte kendisini Mekke’nin kıralı tayin eden ve Mekkelilerin onun bu yüksek rütbesini tanımalarını ve ona bir vergi ödemelerini isteyen, Devlet mührü taşıyan çeşitli fermanlar almıştı. Günlük tarih yazarlarının (vakanüvislerin) söylediklerine bakılırsa Osman, Mekke’ye İmparatorun altın varakla mühürlü mektubunu getirmiş ve hemşehrileriyle genel bir toplantı yaparak durumu kendilerine bildirmişti. O sırada çok şanslı bir konumdaydı; zira Mekkeliler, ticarî ilişkileri bakımından Suriye ve Mısır’da hüküm süren ve Habeşistan üzerinde bile büyük bir saygınlığı olan Bizans İmparatoru’na büyük ölçüde bağlı idiler. Ancak Mekkeliler, bu tür mülahazalara boyun eğmeyecek kadar gururlu ve kibirli idiler: Nitekim, bizzat Osman’ın amcası mecliste ayağa kalkarak, “Mekkeli özgür hemşehrilerinin bir kıralın hükümdarlığına asla boyun eğmeyeceklerini” söyledi. O, alaycı konuşmasında o denli ileri gitti ki, sonunda İmparatorun fermanı oybirliğiyle reddedildi. Ümitleri boşa çıkan ve gururu incinen Osman, son nefesini vermek üzere Suriye’ye döndü. Onun talebi üzerine, Bizanslılar Mekke’den Suriye’ye gelen tüccarları hapse atmaya başladılar. İran’la savaşa girilmesi, büyük reis Osman’ın ölümü gibi olaylar, Mekkelilerin Suriye’ye giriş yasağını çabucak unutturdu. Bizans’la ilgili son bir olay: Benû Âmir245 adlı Medineli keşiş, Resulullah ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı
« Posted on: 29 Mart 2024, 10:00:40 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı rüya tabiri,Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı mekke canlı, Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı kabe canlı yayın, Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı Üç boyutlu kuran oku Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı kuran ı kerim, Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı peygamber kıssaları,Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışı ilitam ders soruları, Muhammed a.s in ilk dönemlerdeki devlet anlayışıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes