๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 15:52:14



Konu Başlığı: İranla ilişkiler
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 15:52:14
İran’la İlişkiler


588. İran İmparatorluğu’nun komşularıyla ilişkileri her zaman için önemini korumuştur. Bir yandan Farslar Arabistan’ın Kuzey, Doğu ve Güney bölgelerini işgal edip kendi sömürgeleri haline getirirken, öte yandan Arap kabileleri de İran topraklarının en ücra köşelerine kadar nüfuz edip, buralarda çok eski dönemlerden itibaren nüfusun önemli bir kesimini oluşturmuşlardır. Eski bir Çince kelime olan “Tâ-şî” (Arap anlamına gelir ve aynı anlamda Farsça’daki Tâzî kelimesinden türemiştir), bize bu bölgeye çok eskiden bir göç yaşandığını anımsatmaktadır. Güney Arabistan’da bir kabile olan Tay’ın aslı bu kelimeye dayanır. Farsça’da, Tâzî “Tay kabilesine mensup olan” anlamına gelir (Rey şehrinde oturanlara Râzî, Merv şehrindekilere Mervezî dendiği gibi). Tay, onca Arap kabilesi içinde bir tek kabileyi temsil ettiği halde, İranlılar Tâzî sözcüğünü Arap ırkının tamamı için kullanıyorlardı; tıpkı “Franklara mensup” anlamındaki “frenk” sözcüğünün eskiden Avrupa’nın neresinde yaşarsa yaşasın bütün Avrupalıları temsil etmesi gibi. Bu Tay kabilesinin bir bölümü Arabistan’ın iç kesimlerinde, yani yarımadanın kuzeyine, Hayber’le Dûmetu’l-Cendel arasındaki bölgeye, en azından Resulullah (AS) zamanında yerleşip kalmıştı. Lahm kabilesinin takındığı tutum ise daha tuhaftır. Önceki bölümlerde gördüğümüz gibi bu kabile, Mute savaşında Herakliyus’a paralı asker sağlayan kabileler arasında bulunuyordu. Aynı Lahm kabilesinin bir başka kolu da Arabistan’ın Kuzey-Doğu bölgesine yerleşip, Hire’de (Hz. İbrahim’in yaşadığı Ur şehri ile bugünkü Kûfe arasında) önemli bir hükümdarlık hanedanı kurmuştu. Bizans ve İranlılar arasında çıkan savaşlar sırasında Lahmîlerin bu çeşitli kolları da kardeş kavgalarına sürüklenmek durumunda kalmışlardır. Durum ne olursa olsun, iki imparatorluk için de aynı sorunlar söz konusuydu: Arabistan’daki komşu göçebe kabilelerin düzenlediği vur-kaç ve yağmalama hareketlerine karşı kendilerini korumak ve aralarındaki sürekli savaşlarda, şayet mümkünse bu kabilelerden devşirilecek insanlarından paralı asker olarak yararlanmak. Daha önce, Décius’un Gassanlılarla ittifak anlaşmasını yenilediğini ve onun haleflerinin de aynı şekilde Duc’umlularla anlaştığını görmüştük. İranlılar ve Irak’taki göçebe Arap kabileleri arasındaki ittifak ilişkileri de aynı tarihlere rastlamaktaydı. İbn Habîb’e göre,688 Lahmîler Hire’deki krallıklarını M. 110 yılında, ilk Sasanî imparatoru Erdeşir’in M. 208’de tahta çıkışından çok önce kurmuşlardı. Erdeşir iktidara geldiğinde de, çok geçmeden, Dicle nehrinin Basra körfezine döküldüğü yer olan ve o zamanlar anlaşıldığı kadarıyla Uman’dan gelen ve Sasanilerin tahta çıktıkları sırada Fırat’ın Batısındaki Hira’ya yerleşecek olan Arap kabilelerin öncüleri durumundaki Arapların egemenliği altında bulunan küçük Mesen krallığını boyunduruğu altına aldı.689 Tansar’ın mektubundaki şu sözler Erdeşir’e mal edilir: Bağlılıklarını sunmaya gelerek bize tam bir itaatte bulunacaklarını belirten hiçbir hükümdarın unvanını elinden almayacağız.690 Muhtemelen Mesen’de uğradıkları bozgun ve aldıkları yardım sözü üzerine, Hireli Lahmîler, İran’la bir bağlılık ittifakı yapmak üzere uzlaşmaya karar verdiler. Mes’ûdî’nin de bize belirttiği gibi,691 Lahmîlerin özerkliğinin kabulü, İranlılara, ihtiyaç duyulduğunda kendilerine meşru bir yardım imkânı ve İran için de bir tampon devlet kurma imkânı sağlayacak bir yarar sağlamıştır. Arabistan’da yetişen hayvanların (örneğin atların) bile bağlılıkları dillere destandır. Bu durumda, Lahmî hanedanının yüzyıllar boyunca İranlı efendilerine karşı gösterdikleri sarsılmaz sadakatle dikkati çekmelerine şaşmamalıyız. Tarihe baktığımızda, bir Lahmî hükümdarının, İranlılar savaşta tamamen yenildikten sonra bile Greklere karşı savaştığını ve İran topraklarını Bizans işgalinden kurtardığını görürüz. Yine dünya tarihinde belki de bir başka benzeri olmayan şu olayı hatırlatalım: İran İmparatoru şehzadelerinden birini doğumundan hemen sonra, müstakbel imparator olarak yetiştirmesi için himayesi altındaki Hire kralının yanına göndermişti. Gerçekten de daha sonra Behram Gûr adlı bu şehzade, gerek bedensel gerekse ruhsal nitelikleriyle imparatorluk başkentinde yetişmiş diğer bütün şehzadelere üstünlüğüyle dikkati çekmiştir. Behram, Hire’de geçirdiği günlerde, Lahmî kralı Nu’mân’ın yaptırdığı ünlü Havarnak sarayında kalmıştı. İmparatorun 421 yılında ölümü üzerine birçok prens tahta çıkma iddiasında bulundu. Ancak Behram başkente girerek, kendisine eşlik eden kudretli Arap ordusunun da yardımıyla, tahtın gerçek sahibinin kendisi olduğunu kabul ettirdi. Bu etkili desteğin yanı sıra, yeni hükümdarın Arap diline olan mükemmel hakimiyeti, İran ile Hire krallıkları arasında dostane ilişkilerin sağlamlaştırılmasında önemli bir rol oynadı. Bugün birçok müzeyi dolduran Sasani dönemine ait sanat eserleri arasında, Behrâm’ın Bedevî giysileri içinde ve bir deveye binmiş olarak gösterildiği parçalara rastlanması bizi şaşırtmamalıdır.692

589. Hire krallığının Arabistan’ın kendi içindeki tarihine etkisi hiç de az olmamıştır. V. yüzyılda Yemen’de kurulan büyük Kinde krallığı, siyasal alanda sınırlarını Hire’ye komşu olacak kadar genişletmesini bilmiş, bu da iki Arap krallığı arasında kanlı çarpışmalara neden olmuştu.693 Söylentiye göre, Hire krallarından biri olan Nu’man’ın edebiyat alanında hazırlattığı Arapça şiirlerden oluşan bir güldestenin (antoloji) parçaları, Arap edebiyatçıları adına mutlu bir rastlantı sonucu Müslüman halifeler döneminde tekrar ele geçirilmiş ve bu sayede, o zamana kadar meçhul kalmış birçok metin gün ışığına çıkarılmıştır.694 Arap edebiyatının bu Lahmi kralları sayesinde geliştiğini ve aynı zamanda bu kralların Arapların kültür hayatına katkılarını anlatmak için ayrı bir cilt yazılsa yeridir.

590. Mekke bölgesi ile ilgili olarak, Taif şehrinin surlarının, hadislerdeki bilgilere göre,695 eşraftan birinin isteği üzerine İmparator tarafından gönderilen ve onun teveccühünü kazanmış İranlı bir mühendis tarafından yaptırıldığını söyleyebiliriz. Mekke’de müzik ve tıp biliminin yanı sıra yazı sanatı da varlığını Hire şehrine borçludur. Hire kralları, ticaret malı göndermek suretiyle Mekke bölgesindeki fuarlara, özellikle de Ukaz’a düzenli olarak katılırlardı. 590 yılında el-Berrâd bölgesinden transit geçiş sırasında bu malların yağmalanması tarihte meşhurdur. Bu olay, malın naklinden ve korunmasından sorumlu kabile ile yağmacıların mensup olduğu kabile arasında Ficâr savaşının çıkmasına yol açmıştır. Bu savaş, Arap hükümdara ait malların yağmalanmasından üç yıl sonraya rastlar.696

591. İran’ın resmî dini, ateşe tapanların dini olan Mecusilik idi. 485-528 yılları arasında hüküm süren İmparator Kubaz, Mezdekçiliği benimsemiş ve bu yeni dine geçmek istemeyenlere büyük işkenceler uygulamıştı. Bu anlayışa göre kadın ortak bir mal gibi kabul ediliyordu. Arap tarihçileri, Mezdek’in bir gün imparatorluk sarayında krala hitaben şöyle dediğini naklederler:

        “Senin karın olan kraliçe de sadece sana ait değildir; O, erkek cinsinin tamamına aittir.”

        İşin garibi, bu sözlerin hiç biri bir skandala yol açmamıştır. İmparatorun yeni dini uygulamadaki gayretkeşliği siyasal tutumuna da yansımış, bu arada Araplara karşı tavırları da değişmiştir. Sadık bilinen dostları, böylesi bir özgür hayatı kabul etmek istemedikleri için kovulmuşlardır. Kubâz öldüğünde yerine geçen oğlu Enûşirvân (528-575), babasının izlediği siyasi anlayışı ters yüz etmiş ve bu kez de Mezdek’in yandaşları takibata uğratılarak yeni ve acımasız zulümler sürdürülmüştür. Hatta Hire krallığına, önceki İran İmparatoru tarafından Mezdek dinine girmediği için tahttan uzaklaştırılan kral Münzir’i tekrar oturtmuştur. Araplar genel olarak bu hükümdardan memnun kalmışlar ve bunun göstergesi olarak kendisine “Adil” lakabını vermişlerdir. Ancak Enuşirvan’dan sonra Hire tahtına çıkan halefleri acıklı bir akıbete uğramışlardır. İmparator Pervîz, kızını imparatorluk haremine göndermesi için Hire kralına baskı yapmış, bunu reddetmesi üzerine, durumu açıklaması için kendisini başkente çağrılmıştır. Numan kendisini nasıl bir akıbetin beklediğini bildiği için, dostlarının kendisine emanet ettiği birçok eşyayı, asıl sahiplerine geri vermeleri için kendi arkadaşlarına bırakmış, daha sonra ailesini çölde uzak bir yerlere göndererek, başının vurulacağını bile bile İmparatorun huzuruna çıkmıştır. Öfke içindeki İmparator Lahmî hanedanlığının geçersizliğini ilan edip, Hire’ye İranlı valiler yerleştirdi. Daha sonra, zavallı Numan’ın bıraktığı emanetleri kendisine teslim etmeleri için Numan’ın arkadaşlarına baskı yaptı. Bu, Araplık onurunun kabul edemeyeceği bir şeydi. Bu kabileleri cezalandırıp hadlerini bildirmek için İran’dan güçlü bir ordu yola çıktı. Ancak bu kez Takdir-i İlahi İranlılara bir ders vermek istedi: Zukar gölü kıyılarında yapılan kanlı savaşta İran ordusu birçok askerini yitirip, bozguna uğrayarak geri çekildi. Daha önceki bölümlerde, bütün Arabistan’ın bu “ulusal” zafer karşısında ne denli sevince boğulduğunu ve Resulullah (AS)’ın bu zaferi kendisi sayesinde Araplara verilen ilahi bir lütuf olarak yorumladığını görmüştük.697 Zukar’da bir avuç bedevî tarafından İran ordusunun bozguna uğratıldığı sırada, Türk hükümdarı Tung Yabgu (hük. 619-630), Zeki Velidi Togan’ın698 verdiği bilgiye göre, Rey ve İsfahan şehirlerini İranlıların elinden almış, daha sonra da Herakliyus’la işbirliği yaparak, 623 yılında İran’ın ağır bir yenilgiye uğramasında rol oynamıştır. Zukar savaşı da, Ya’kubî’nin ifadesine göre699 ertesi yıl (624 yılı Temmuzunda) meydana gelmiştir. Durum ne olursa olsun, İran örf ve adetleri genellikle Muhammed (AS)’ın hoşuna gitmiyor ve kendisi, daha önce Bizanslılar konusunda belirttiğimiz gibi, Hıristiyanları Mecusilere tercih ediyordu (bk. § 554). Resulullah (AS) işi daha da ileri götürdü. Müslümanların Hıristiyan ve Yahudi kadınlarıyla evlenmelerine izin verdiği halde, Mecusi dinine mensup kadınlarla evlenmelerini yasakladı. Bunun nedeni her halde Mecusilerin Huvezvagdas kanununa göre aile içi (kendi oğul ve kızlarıyla) evliliği mubah saymalarıydı. Kan ve nesep temizliğine büyük bir önem veren Araplar ise bu uygulamayı ahlaksızca buluyorlardı. Arap edebiyatında yakın akraba ile cinsel ilişkiyi (dayzan) yeren çok sayıda şiir vardır. Cyrène şehrinde bulunan ve malların ve kadınların ortak kullanımı konusuna değinen Grekçe bir kitabede, bu uygulamanın Zadarès ve Pisagor tarafından tavsiye edildiği ifade edilmektedir. Eserinde bu kitabeden alıntı yapan Christensen,700 Zaradès’in kimliğini tartışmaya açar ve burada söz konusu olan kişinin Zerdüşt değil, Mezdek olduğu sonucuna varır.

592. Lahmî hanedanından bize, onların sahip olduğu takdire şayan dini hoşgörü konusunda birçok iz kalmıştır. Gerçekten, Doğu İran’da olduğu kadar Batı Roma’da da zulüm ve işkencenin egemen olduğu bir anda, onlarla ilgili olarak şu satırları okuruz:

        “Maruz kaldıkları onca zulüm ve işkenceye rağmen… Manehîler Hire krallarından biri olan Amr ibn Adî tarafından himaye ediliyorlardı.”701

        İran, Zerdüşt dinindendi. Ancak biz, kaynaklarda Perviz tarafından öldürülen son Hire hükümdarı III. Nu’man’ın Hıristiyanlığı kabul ettiğini okumaktayız.702 Bu da, İran’ın himayesi altında olmalarına rağmen, bu Arapların sergiledikleri mükemmel bağımsızlık anlayışını ortaya koymaktadır.

593. Rothstein’in703 ifadesine göre, İran İmparatorunun sarayında, aynı zamanda tercümanlık yapan ve dolayısıyla maaşı Hireli Araplarca ödenen, Arap işlerinden sorumlu bir sekreter (buna elçi de denebilir) bulunmaktaydı.

594. Bazı tarihi kaynaklarda, Resulullah (AS)’ın Lahmî hanedanından Ziyâd ibn Cahûr’a gönderdiği mektubun bazı parçalarına rastlamaktayız.704 Burada, tıpkı Habrûn’un Dâre’li Temîm’e in eventum (istisnaî) olarak tanıdığı meşhur ihsan ve imtiyazda olduğu gibi, daha çok Lahmî hanedanının Bizans topraklarında oturan bir kolu söz konusudur.705 Doğrudan Hire krallarına yazılmış bir mektup yoktur. Buna da şaşmamak gerekir. Zira Lahmî hanedanı, Resulullah (AS)’ın H. 7 yılında yabancı hükümdarlara elçi heyetleri göndermeye başlamasından yirmi yıl kadar önce lağvedilmişti. Hire krallığının bulunduğu bölgeye gelince; burası İslam’ın henüz nüfuz etmeye başladığı Bekr ibn Va’il gibi kabilelerle İslam topraklarından ayrılmıştı.

İran İmparatoruna Yazılan Mektup

595. Mekkeli Abdullah ibn Huzâfeti’s-Sahmî birçok kez İran’a gitmişti.706 Muhammed (AS), görünüşe bakılırsa, İran İmparatoruna hitaben yazdığı mektubu Doğu Arabistan’daki bir İran valisi aracılığıyla ulaştırması için, onu görevlendirmişti. Bütün kaynakların ittifakla söylediğine göre, mektup alıcısına ulaşınca, İmparator mektubun kendisine okunmasını emretmiş, ancak daha okuma işlemi bitmeden tercümanı durdurup, mektubun başındaki hitap kısmını kendi imparatorluk şanına uygun bulmayarak öfkeye kapılmış ve mektubu yırtmıştır. Söz konusu mektubun tam metni, Arapça kaynaklara dayanarak aşağıda sunulmuştur:

        “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın adıyla başlarım!

        Allah’ın Elçisi Muhammed’den İranlıların Başbuğu Kisrâ’ya:

        Allah’ın selamı, hakikat yolundan giden, Allah’a ve O’nun Elçisine inanan, Allah’tan başka tanrı olmadığına, O’nun Tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed’in O’nun Kulu ve Elçisi olduğuna şehadet edip bunu kabul edenin üzerine olsun! Ben seni tam bir İslam daveti ile (İslam’a) çağırıyorum. Zira ben, can taşıyan herkesi uyarmak ve Allah’ın inanmayanlar hakkındaki sözünü gerçekleştirmek üzere Allah’ın tüm insanlara gönderdiği bir elçiyim. Öyleyse (İslam’a) tabi ol ki esenliğe kavuşasın; ama reddedersen, o zaman Mecusilerin günahı senin üzerine olacaktır.”707

596. Resulullah (AS), mektubuna hakaret edildiği haberini alınca, şöyle demekle yetinmişti:

        “Allah da onun hükümdarlığını başına geçirip helak etsin!”

597. Olay bu kadarla bitmiş görünüyor. Ancak diğer anlatımlarda, örneğin mektubun gönderildiği kişi ile ilgili başka ayrıntılara da rastlıyoruz. Kaynaklarda İran İmparatoru Perviz’den söz edilmektedir. Ebû Hilâl el-Askerî, mektup metnine bu ismi sokan tek yazardır. Büyük bir olasılıkla, onun şerh olarak yazdığı bilgiler, kitabı çoğaltanlarca yanlışlıkla ana metne dahil edilmiştir. İsim konusunda kesin bir bilgi yoktur. 38 yıllık bir hükümdarlıktan sonra, Perviz yaklaşık bu dönemlerde (627-628) bir suikaste kurban gitmişti. O dönemde yaşamış İranlı bir tarihçi bulunmadığı gibi, olayların kronolojisi hakkında yazarlar arasında da bir görüş birliği yoktur. Bizans tarihçisi Théophane,708 İmparator Herakliyus’un savaş meydanından oğluna gönderdiği bir mektuba dayanarak, Ninova’da uğradığı ağır yenilgiyle zaten yıkılan İran İmparatorunun, öz oğlu tarafından 27 Şubat 628 de öldürüldüğünü nakleder. Arap yazarlar da kendi açılarından Arabistan’da yankılandığı şekliyle haberi bize ulaştırmaktadırlar.

598. a) İbn Hişâm’ın709 Zuhrî’den naklettiği gibi değil de, Taberî’nin710 İbn İshak ve Yezid ibn Habib’e dayanarak verdiği bilgiye göre öfkeye kapılan Perviz, Yemen’deki valisine bir mektup yazmış ve Peygamber’i derhal İmparatorluk sarayına davet etmesi için özel görevliler göndermesini emretmişti. Bu görevliler Medine’ye gelip valinin mektubunu ilettiklerinde, Muhammed (AS) ertesi gün cevaplayacağına söz verdi. Ertesi gün de şu cevabı verdi:

        “Bu gece benim Rabbim senin efendini oğlu prens Şiruye aracılığıyla öldürttü.”

        Özel görevliler o günün tarihini not edip Yemen’e döndüler. Suikast haberi kendilerine ulaşıp da Resulullah (AS)’ın gaipten verdiği haberin doğru olduğu anlaşılınca, vali Bâzan ve çevresindekiler İslam’ı kabul ettiler.

599. El-İbşeyhî’nin verdiği bilgiler doğruysa, İran İmparatoru bu arada Resulullah (AS) nezdinde gönderdiği elçi heyetinin içinde, kendisine Peygamberin bir resmini çizip getirmesi için bir ressam ve Peygamber’in geleceği hakkında bilgi vermesi için keşfi kuvvetli bir kâhin görevlendirmişti.711

600. b) Taberî, bir başka kaynağa dayanarak bize şu bilgiyi vermektedir:

        “Ve sonunda Allah, Kisrâ’nın da canını aldı. Resulullah (AS)’a Hudeybiye Anlaşmasının yapıldığı gün gelen bu haber, O’nu ve arkadaşlarını çok sevindirdi.” 712

        Bu arada, Arapça kaynakların ittifakla bildirdiğine göre, Resulullah (AS)’ın bu mektubu Hudeybiye Anlaşmasından sonra ve Medine’ye döndüğü zaman gönderdiğini de hatırlatalım.

601. c) Ebû Nu’aym’ın verdiği bilgi ise biraz farklıdır:

        “İranlılar, Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı aynı gün Bizanslılara yenilmişlerdi. Ve bunun haberi kendisine ulaştığında çok sevindi.”713

        Yine hatırlatmak gerekir ki, on yıl kadar önce İranlılar Bizans’a karşı büyük bir zafer elde ettiklerinde, Resulullah (AS), Kur’an’da da okuduğumuz gibi, durumun “on yıla varmadan” tersine döneceğini önceden haber vermişti. Onun istisnai olarak belli ettiği sevinç, Allah’ın bu vaadinin gerçekleşmesinden ileri geliyordu.

602. d) Vâkıdî,714 İran’da meydana gelen suikast haberini Resulullah (AS)’ın mucizevi bir şekilde öğrenmesinden söz eden anlatımı şu ifadelerle daha da netleştirir:

        “Oğulun babayı öldürmesi olayı H. 7 yılının 10 Cumâde’l-Ûlâ (5. ay) Salı günü gecesini altı saat geçe meydana geldi.”

603. e, f) Hudeybiye Anlaşması’nın genel tarihi sıralamaya göre, H. 6 yılının onbirinci ayında ( Zu’l-Kade) meydana geldiğini, ancak bu konuda tam bir görüş birliğinin bulunmadığını belirtelim. Ancak burada şu iki önemli kaynağı zikretmekte yarar vardır: Harun Reşit Sarayının büyük hukukçusu Ebû Yûsuf’a göre,715 Resulullah (AS) Hudeybiye’ye gitmek üzere Medine’den 9. kameri ay olan Ramazan’da ayrılmıştı. Yine, büyük bir tarihçi ve hadis bilgini olan İbn Kesîr de716 bu olayı onbirinci kamerî aya oturtarak, şöyle ekler:

        “Urve, anlaşmanın Şevval ayında (10. ay) olduğunu söylüyor. Bu ise Urve adına çok tuhaf bir durumdur.”

604. Bu çelişkileri gidermek için, Arap kaynaklarında Ebnâ şeklinde geçen ve Yemen’e gelip yerleşmiş olan İranlıların durumunun o dönemde oldukça nazik ve eğreti olduğunu hatırlatmak gerekir. H. 2 yılında meydana gelen olayların da bize gösterdiği gibi, ülkenin yerlileri bu yabancıları hiç sevmiyorlardı.717 İran’daki merkezî iktidarı sarsan Ninova bozgunu bunların eğretiliğini daha da artırmış olmalıdır. Yemenlilerin kendilerine karşı bir kılıçtan geçirme girişiminde bulunacakları beklentisi içindeki Ebnâlar ve özellikle de Bâzan valisi, Muhammed (AS)’ın Yemen’e karşı bir askerî sefer düzenlemesine gerek kalmadan İslam’ı kabul ettiler. Öyle anlaşılıyor ki İslam’ı yeni kabul edenler arasından biri, Müslüman oluşlarının gerçek nedenini gizlemek için, Yemen’deki İran karşıtı kışkırtmalara karşı Muhammed (AS)’ın desteğini sağlamak üzere bu mucize olayını halk arasında yaymıştı. Gerçekten de Muhammed (AS), Bâzan’ın Yemen’de İslam valisi olarak görevde kalmasını sağlamakla kalmamış, aynı zamanda, Bâzan’ın ölümünden sonra oğlu Şehr’i onun halefi olarak aynı makama tayin etmiştir.

605. İmparatorun bir suikaste kurban gitmesi mülkî idare bakımından çok önemli bir olaydı ve yeni imparator kuşkusuz derhal bütün eyaletlere elçiler gönderip, iktidara kendisinin çıktığı haberini yaymıştı. Yemen’deki valilerin yanı sıra Arabistan’daki diğer İran sömürgeleri suikast haberini Mekkelilerden önce öğrenmişlerdi. Hudeybiye’deki Müslüman ordusunun da bundan hiç haberi olmamıştı. Taberî Te’rîh adlı yıllığında bu mucizeye de yer vermekte, ama bu arada Resulullah (AS)’ın Hudeybiye’ye geldiği yolunda bir ifadeye de yer vermektedir ki bu, mucizenin tarihinde bir karışıklığa yol açmaktadır.. Ancak yazar, Tefsir adlı eserinde, kendi tercihi doğrultusunda sadece (600 b) paragrafında belirtilen anlatıma yer verir.

606. Haberin Hudeybiye’ye ulaşması, Herakliyus’un oğluna yazdığı ve baba katli olayını 27 Şubat 628 (H. 6 yılının 10. ayı ortaları) olarak gösteren mektubuyla örtüşmektedir. Yukarıda kendisinden alıntı yaptığımız Ebû Yûsuf’a göre, Muhammed (AS) Medine’den Hudeybiye’ye 9. ayda hareket etmişti. Resulullah (AS)’ın yakın akrabası ve Arap dilinde eser veren ilk tarihçilerden biri olan Urve’ye göre, anlaşma 10. ayda imzalanmıştı. Medine ile Hudeybiye arası yürüyerek en az oniki günlük uzaklıktadır ve anlaşma imzalanmadan önce uzun görüşmeler cereyan etmiştir. Bu durumda Ebû Yûsuf ile Urve’nin ifadeleri arasında bir çelişki yok demektir. Resulullah (AS) Medine’den 9. ayda ayrılmış, 10. ayda da Hudeybiye’de anlaşmayı imzalamıştır. Belki de Resulullah (AS), baba katili Şiruye’nin adını kasıtlı olarak belirtmemişti.

607. Geriye tek bir güçlük kalıyor: Genel olarak tarihçilere göre, anlaşma 11. ayda cereyan etmişti. Bu durum sadece Mekke ve Medine’de kullanılmakta olan iki ayrı takvim arasındaki farktan ileri gelmektedir. Ayların adları aynıdır, ancak Mekke takviminde nesiy uygulaması vardır. Oysa Resulullah (AS)’ın (yani Medinelilerin) kullandığı takvim tamamen kamerîdir. Mekke ile ilişkilerden söz ederken, Resulullah (AS)’ın Mekke’deki nesiy uygulamasını H. 10 yılında kaldırdığına işaret etmiştik. Gerçekten de o yıl, her iki takvimin ay sayıları ve yıl başlangıçları aynı zamana denk geliyordu. Bu verilerden yola çıkarak, Hudeybiye Anlaşması’nın imzalandığı H. 6 yılında, Mekke ve Medine’deki takvim düzenleri arasında iki aylık bir fark olduğu görülmektedir: Mekkelilerin 11. ayı, nesiy uygulamayan Medinelilerce ancak 9. ay olarak kabul görecektir. Ebû Yûsuf ve Urve’nin dayandıkları kaynak nesiy uygulanmayan takvimi, diğer tarihçiler ise Mekke takvimini esas almaktadırlar.

608. Vâkıdî’ye gelince; önceki bölümde H. 6 yılında meydana gelen olaylar konusunda onun eserinde altı aylık bir fark bulunduğundan bahsetmiştik. Bu durumu, H. 6’dan nesy’in kaldırıldığı H. 10 yılına kadar geçen sürede ortaya çıkan iki aylık farkı, ya da ilk hicret olayıyla Resulullah (AS)’ın sonuncu kişi olarak hicreti arasındaki toplam süreyi göz önünde bulundurarak açıklayabiliriz. Ancak Vâkıdî’de karışık bir durum vardır; çünkü olayları bazen birine, bazen de diğerine göre tarihlendirmektedir.

609. “İran İmparatorunun, oğlu tarafından öldürülmesiyle ilgili haberin Resulullah (AS)’a Hudeybiye Anlaşması’nın imzalandığı gün geldiğini belirten” Taberî ile “Ninova bozgununun Hudeybiye Anlaşmasıyla aynı gün meydana geldiğini söyleyen” Ebû Nu’aym arasındaki farka çok önem vermemek gerekir. Herhalde Ebû Nu’aym’ın naklettiği metinde “…haberin ulaştığı” şeklinde birkaç kelime eksik olsa gerektir. Bunun dışında her iki anlatım da birbirini doğrulamaktadır ve mucize olayından her ikisinde de söz edilmemektedir.

610. Bununla birlikte, İslam’ı tebliğ davetinin bu şekilde büsbütün reddedilmesi, Medine ile Medâyin (Ctésiphon) arasındaki doğrudan ilişkilerin bir süre kesilmesine neden oldu. Resulullah (AS)’ın Arabistan’da bulunan Bahreyn, Uman, Yemen gibi İran sömürgelerinin yönetici başkanlarına hitaben gönderdiği tebliğ mektupları o kadar büyük bir başarı sağladı ki, bu bölgeler İran’dan ayrılarak, bundan böyle İslam Devleti’nin eyaletleri haline geldiler. İlerde de göreceğimiz gibi, tüm bunlar birkaç haftalık bir süre içinde meydana geldi. İran’ın başkentinde durum son derece karışıktı. Baba katili Şiruye ancak sekiz ay hüküm sürebildi. Sonraki dört buçuk yıllık süre içinde, çoğunluğu bir öncekini öldürtmek suretiyle en az sekiz hükümdar art arda Medâyin’de tahta çıktı. Bu hükümdarlar arasında, erkeklerden daha akıllı bir siyaset izliyor görünümünü veren kadınlar bile vardı. Bunlardan biri olan Bûran Duht, çok kısa bir süre hüküm sürmesine rağmen, Arap tehlikesini sezmiş ve Medine ile ilişkileri düzeltmeye çalışmıştır. Büyük hadis bilgini Tirmizî,718 İranlı bir kraliçenin Resulullah (AS)’a hediyeler gönderdiğinden, onun da kabul ettiğinden bahseder. Taberî719 daha açık konuşarak, hediyeleri gönderenin Bûrân Duht olduğunu belirtir. Ancak bu kadın da çok geçmeden tahttan uzaklaştırılmış, dolayısıyla yumuşama süreci çok kısa sürmüştür.

611. Öyle görünüyor ki, masum Hîre kralının İran İmparatoru tarafından idamı ve ardından bu imparatorun Zukar’da Araplarca bozguna uğratılması, İran ile Kuzey Arabistan bedevileri arasındaki düşmanca ilişkilerin ortadan kalkmasına yetmemiş, aksine misilleme saldırıları, baskın ve yağmalamalar her iki tarafın zihinlerini karıştırmaya devam etmiştir.720 Bu bölgede yaşayan Arap kabileleri, doğal olarak o sıralarda kendi aralarında en büyük gücü oluşturan İslam’ın cazibesine kendilerini kaptırmışlardır. Muhammed (AS), İran İmparatoruna davet mektubunu gönderdikten sonra ancak dört yıl hayatta kalabilmiş, ama bu süre içinde İslam, bir zamanlar İran himaye ve egemenliğindeki bölgelerde kendi nüfuz ve hükümranlığını kabul ettirmiştir. Böylece İslam Devleti, bu bölgelerde ok atıp kılıç kullanmaya gerek kalmadan yayılıp yerleşmiştir.


688 Muhabber, s.458-61.

689 Christensen, Sassanides, s. 87.

690 A.g.e., s. 101.

691 Tenbîh, s. 186.

692 Christensen, s. 274 vd.

693 Muhabber, s. 369.

694 Lisân, bk. “Tı-Nûn-Cim” maddesi.

695 Isfahanî, Egânî, XII, 48-49.

696 Ayrıntılar için bk. Muhabber, s. 195-196.

697 Makrızî, İmtâ’, (Köprülü elyazması), s. 1665; Ya’kubî, II, 47.

698 Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1946, I, 70-71.

699 II, 48.

700 Christensen, s. 339. “Sherwood Fox, Passages in Greek and Latin Literatures relating to Zoroastre and Zoroastrism”den naklen. J. Cama Or. Inst. Nº 14, s. 118.

701 Schaeder, Gnomon, 9, s. 344 vd. Christensen’den naklen: s. 200-201. Amr ibn Adî ve onun Hâlid’e bağlılığı hk. bk. Vesâ’ik, Nº 290.

702 Christensen, s. 452.

703 Dynastie der Lachmiden, s. 130.

704 Vesâ’ik, Nº 42.

705 A.e., Nº 43-45. (Darîler de Lahmîlerin bir koludur).

706 Suheylî, II, 253.

707 Vesâ’ik, Nº 53.

708 Théophane, Gerland’dan naklen, Persische Feldzüge d. K. Heraklius, ilgili bölüm.

709 İbn Hişâm, s. 46.

710 Taberî, I, 1572-4

711 İbşeyhî, Mustatraf, II, 102 (böl. 60)

712 Taberî, Tarih, I, 1009; a.y., Tefsir, XXI, 14.

713 Ebû Nu’aym, Delâ’il, s. 124.

714 İbn Sa’d, I/11, s. 16.

715 Ebû Yûsuf, Harâc, (Bulak baskısı), s. 28.

716 İbn Kesîr, Bidâye, IV, 164.

717 Taberî, I, 1990.

718 Tirmizî, “Kabûlü’l-Hedâyâ” Bölümü.

719 Taberî, I, 2163.

720 Gerçekten, Resulullah (AS)’in vefatından kısa bir süre sonra Bahreyn (bugünkü el-Ahsâ) İran istilasına uğramış, Cuvâsâ (bugünkü el-Hufûf) da aynı kuvvetlerce kuşatma altına alınmıştı. Halife Ebû Bekir, Abdu’l-Kays kabilesini (bk. § 667 vd.) oluşturan bu gayretli Müslümanların yardımına koşmak zorunda kaldı. Bölgesel savunma savaşı olarak başlayan harekât yıldırım hızıyla yayılarak, Sasani İmparatorluğunu İslam Devleti’nin sıradan bir eyaleti olmasıyla sonuçlanan topyekün bir savaşa dönüştü.