๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:01:16



Konu Başlığı: Herakliyusa gönderilen mektubun aslı
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:01:16
Herakliyus’a Gönderilen Mektubun Aslı


574. Resulullah (AS)’ın H. 6 yılında Herakliyus’a hangi koşullarda mektup yazdığını görmüştük.

575. Doğubilimciler arasında Goldziher,655 İslam kaynaklarının bu konuyla ilgili anlattıklarında hiçbir tuhaflık bulmadığını söyler.

576. Buhl656 ise bunu efsanevî bulduğunu söyler. Zira İslam kaynaklarının verdiği bilgilere göre, Muhammed (AS)’ın elçileri, İsa’nın havarileri örneğinde olduğu gibi mucizevi olarak, görevlendirildikleri ülkelerin dilini konuşabilme yeteneğine sahiptiler. Ancak, Danimarkalı bu yazar, belki de İbn Sa’d’de rastladığı657 eksik bir metine dayandığı için böyle yanlış bir kanıya varmıştır. Tam metinde658 ise gerçekten bir gün çevresindeki sahabelerin, Resulullah (AS)’a yabancı hükümdarlara elçiler göndermeyi önerdikleri, kendisinin ise basiretli bir insan olarak, onlara önce İsa’nın havarilerinin başından geçenleri, onların tereddütlerini ve mucizevî bir biçimde yabancı dilleri öğrenmiş olduklarını anlattığından bahsedilir.659 Daha sonra Resulullah (AS) elçilerini seçmiş ve her ülke için orayı daha önceden ziyaret etmiş, o yöreyi bilen birini tercih etmiştir. Kelb kabilesinden Dihye, mektubu Busrâ (Filistin) valisine götürmekle görevlendirilmişti. Ama bir rastlantı sonucu o sırada Kudüs’te bulunan Herakliyus, bu elçi ile bizzat buluşma imkânı bulmuştur.

577. Caetani’nin660 ortaya koyduğu itirazlar daha bilimsel bir görüntüye sahiptir. Şöyle ki:

578. a) “Kaynaklar, elçinin H. 6 yılı sonlarına doğru gönderildiğini belirtirler; yine onlara göre bu elçi, aynı yılın ortalarında dönüş yolunda iken Arap kabilelerince soyulmuştur. Burada açıkça bir tarih uyuşmazlığı vardır.” Kaynakların tamamı, elçilerin gönderilmesi olayının Hudeybiye dönüşünde (H. 6 yılının Zu’l-hicce’si ya da H. 7 yılının Muharrem ayı) gerçekleştiğinde mutabıktır. Dihye’nin eşyalarının yağmalanmasının ve misilleme olayının H. 6 yılının 6. ayında olduğunu söyleyen sadece Vakıdî’dir.661 Onun bu yanlışı nasıl yaptığı anlaşılıyor: Kendisi, bu tarihlendirmeyi yaparken, Mekke ve dolayısıyla Arap takviminde Hac mevsimi nedeniyle uygulanan ve H. 6 yılında iki aylık bir farkın ortaya çıkmasına neden olan Nesiy’i dikkate almamıştır.662 Ayrıca yazar, olayları kimi kez Müslümanların ilk kez Mekke’den Medine’ye hicretine dayandırarak, çoğu kez de bizzat Resulullah (AS)’ın hicret tarihini esas alarak tarihlendirmektedir ki bu da üç ila dört aylık bir zaman farkına yol açmaktadır: İşte böylece her iki hicret olayını birbirinden ayırt etmeme gibi küçük bir dikkat hatasından ortaya çıkan “olayların tarihini ileri atarak” tarihlendirme, daha önce Zeynî Dahlân ve diğerlerince de ortaya konulduğu gibi, bu yanlış tarihlendirmeyi açıklar niteliktedir. Olay başka kaynaklarca da bilinmektedir ve bunlardan sadece birinde görülen bir tarih hatası, konu ile ilgili tüm anlatımların reddedilmesi için haklı bir neden olmasa gerekir. Kaynakta geçen “dönüş yolu üzerinde” ifadesine gelince, İbn İshâk,663 ayrıntıya girmeksizin bunu “Cuzâm kabilesinden bazı kimseler”e dayandırmaktadır. Olayı anlatan kimse, elçinin gidiş yolu üzerinde mi, yoksa dönüş yolu üzerinde mi olduğunu bilemiyor olabilir. Aynı şekilde bu kişi, olayı naklederken, “yurîdu Kaysar  (İmparatora doğru giderken)” şeklindeki yazıyı “min indi Kaysar

         (İmparatorun yanından gelirken)” diye okumuş olabilir, ki el yazmalarında her ikisi de güçlükle okunmaktadır. Biz ikinci varsayımı tercih ediyoruz. Zira hangi biçimi olursa olsun basılı metin bize bir fikir vermemektedir: “min ind kaysar sâhib er-Rûm hîn ba’ashâ Resulullah (slm) ileyhi” (Romalıların başkanı İmparatorun huzurundan, Resulullah’ın gönderdiği elçi dönerken). “İmparator’a doğru giderken” şeklinde bir okuyuş, metnin bağlamına daha uygun düşmektedir. Arapça metindeki “min ‘ind” ifadesi, tam bir satır yukarıda yer almaktadır ki, bu da yazıyı çoğaltan kişinin (müstensihin) yanıldığını göstermektedir. Dikkat çeken bir başka ayrıntı da, İbn İshâk’a göre,664 Dihye’nin eşyalarının yağmalanmasıdır. Oysa, tarihî romancı niteliği taşıyan Vâkıdî,665 rivayetteki bu eşyaları “İmparator’un hediyesi” olarak değiştirmiştir. Ne olursa olsun, bütün kaynaklar, o bölgede İslam’ı kabul eden kabilelerin Dihye’nin yardımına koştuğunu ve ona ait eşyaları bulup ele geçirdiklerini, elçinin de öfkeli ve kızgın bir biçimde Medine’ye döndüğünü naklederler. Bunun üzerine Resulullah (AS), bu kabileleri cezalandırmak için Zeyd ibn Hârise komutasında bir askerî birliği yola çıkarmıştır. Vâkıdî’ye göre,666 Dihye de, muhtemelen eşyalarını teşhis etmek için bu sefere katılmıştır. Yağmanın yapıldığı yer olan Hismâ, Medine’ye sekiz günlük mesafede yer almaktadır.667 Ancak bölge halkının Resulullah (AS) nezdinde gönderdiği ve kendisinden, Zeyd’inki de dahil, bir misillemede bulunulmamasını ricaya gelen heyet, bu mesafeyi üç günde kat etmiştir.668 O zaman Resulullah (AS), işi halletmesi için buraya damadı Ali’yi göndermiştir. Resulullah (AS) Hayber kuşatmasını için, İbn İshâk’a669 göre H. 7 yılının ilk ayı olan Muharrem sonlarına doğru, Vâkıdî’nin670 verdiği bilgiye göre ise Cumâde’l-ûlâ (beşinci ay)da yola çıkmıştır. Her iki durumda da, Zeyd ve Ali’nin, Resulullah (AS) büyük Hayber seferine çıkmadan önce, Hismâ’dan Medine’ye dönmelerine yetecek kadar zaman kalıyordu ki, bu sefere gerçekten Ali ve Dihye,671 her ikisi de katılmışlardır. Dihye’nin, elçilik görevini tamamladıktan sonra Hayber’den Suriye’ye geçmiş olması daha makul görünmektedir.

579. b) “Dihye İmparator’a Kutsal Haç töreni dönüşünde Kudüs’te rastlamıştı. Bu tören, Müslüman tarihçilerin öne sürdüğü gibi H. 7 başlarında değil de, 629 yılının başlarında (H. 7 sonları) yapılmıştır.” Ancak bu itirazın bir değeri yoktur; zira Müslüman tarihçiler buluşmanın tarihini değil, sadece elçinin hareket ettiği tarihi belirtmektedirler. Yukarıda da gördüğümüz gibi, Dihye’nin de bizzat katıldığı Hayber Seferi, en erken H. 7 yılının birinci ayı sonlarına doğru (Vâkıdî’ye göre ise Cumâde’l-ûlâ’de) vuku bulmuştu. Dihye daha sonra Resulullah (AS)’ın mektubunu bölge valisine teslim etmek üzere Busrâ’ya gitmek zorunda kalmıştır. İşte bu vali,672 o sırada Emèse’de bulunan ve dini amaçlarla Kudüs’e doğru yola çıkmış bulunan İmparator’a mektubu ulaştırmıştır. Fransız Büyük Ansiklopedisi’ne göre “her zaman kesin bilgi vermeyen, eleştirel anlayıştan uzak ve gerekli tarafsızlıktan yoksun bir tarihçi olan” Théophane’a (750-817) göre,673 İmparator Kudüs’e (Aelia Capitolina) 628 baharında (H. 7. yıl sonları) girmiştir. İmparatoriçe İrena’nın özel sekreteri Nicéphore’a (758-829) göre,674 İmparator 628 yılı Eylül ayında, ikinci Indiction’da, yani şu meşhur H. 7 yılının Cumâde’l-ûlâ’sında Kudüs’e girmiştir. Kilise tarihi yazarları İmparator’un 14 Eylül’de kutlanan “Haç Kutsama” bayramına katıldığını doğrularlar. Bu olay ister 628 Eylülünde isterse 629 yılı baharında olsun, Müslüman elçi için bir sakıncası yoktur. Zira o zamanki kervancılar hemen bugünden yarına dönemezlerdi. Dolayısıyla, elçi, Busrâ valisinden, İmparator’un Kudüs’e gelmesi kesin olduğu için, kendisini beklemesini rica etmiş olmalıdır (bk. § 607-608) .

580. c) “Olay tamamen İbn Hişâm’ın uydurmasıdır, zira elçilerin gönderilmesiyle ilgili anlatımda üstadı İbn İshâk’ın adı geçmemektedir.” Ancak İbn Hişâm’ın metni daha dikkatli okunduğunda,675 paragrafın başında İbn İshâk’ın adını belirtmese de, aynı paragrafın içinde ona iki kez göndermede bulunduğu görülür. Ayrıca İbn Hişâm, Bahreyn’e ve Yemâme’nin birlikte tahtta oturan iki hükümdarına gönderilen elçileri kendi kişisel araştırmaları sayesinde tanıdığını açıklamaktadır. Buradan, diğer elçilerle ilgili bilgilerin İbn İshâk tarafından nakledildiği sonucu çıkıyor ki İbn Hişâm, sadece bunları elden geçirip özetlemiştir. Taberî, Beyhakî, Kalkaşandî gibi diğer kaynaklar,676 söz konusu mektupların metnini İbn İshâk’a dayanarak naklederler.

581. d) “Bu anlatım sadece İbn Abbas tarafından nakledilmektedir.” Sonuçları itibarıyla pek önem taşımasa da, Caetani’nin bu itirazı, bir İtalyan soylusu olan kendisiyle işbirliği yapan kişilerin eksik kalmış araştırmalarından kaynaklanmaktadır. Zira aynı anlatım, Resulullah (AS)’ın özel hizmetçisi Enes ibn Mâlik,677 özel katibi Hâlid ibn Sa’îd,678 söz konusu elçi ve olayın kahramanı Dihye679 ve yağma olayının vuku bulduğu bölgedeki Cüzamlılar680 vs. gibi daha birçok kaynaktan rivayet edilmiştir.

582. Bu olası itirazlara cevap verdikten sonra, İslam kaynaklarınca nakledilen bu rivayetin doğruluğu lehinde bir takım olumlu kanıtları da gösterebiliriz.

583. a) O sırada Araplar arasında olup bitenlerin aksine, dönemin Bizanslı tarihçileri, Resulullah (AS)’ın hayatta olduğu yıllara rastlayan dönemle ilgili olarak yaklaşık bir yüzyıllık hesap hatası yaparlar. Sonraki Grek tarihçilerinin Resulullah (AS)’ın mektubundan hiç söz etmemelerinde şaşılacak bir şey yoktur. Araplar arasından çıkan yeni dine, yani İslam’a davet eden bir mektup için bu, beklenen bir şeydir. Ayrıca, söz konusu mektubun, doğrudan doğruya Herakliyus nezdinde bir elçi aracılığıyla değil de Bizans’a bağlı bir vali tarafından gelişi gibi bazı siyasal olaylar nedeniyle bu dine karşı bir soğukluk meydana gelmiş ve Hıristiyan Greklerce önemsenmeye değer bir şey olarak görülmemiştir. Aksine, İslam Ordusunun Bizans kuvvetleri karşısında Mute’de uğradığı başarısızlık, Grek tarihçisi Théodore’un eserinde sevinçli bir üslupla nakledilir. Ancak bu suskunluk tüm Grek kaynaklarını kapsamaz. Bugün elimizde bulunmayan kaynaklardan yararlanan Zonaras, Resulullah (AS) ile Herakliyus arasında cereyan eden bir takım ilişkilerden bahsederken şu ifadeyi kullanır:

        “İmparator İran’dan muzaffer bir şekilde dönerken, Muhammed kendisini karşıladı. Yesrib’den dışarı çıkarak hükümdarla buluştu ve iskân etmek istediği bölgeyi ondan aldı.”681

        Zonaras’ı ya da onun dayandığı kaynakları olayları çarpıtmaya iten kin ve nefretin asıl nedeni böylece pekala ortaya çıkmış olmaktadır. Ancak, onun anlattığı şeylerin temelinde bazı tarihsel gerçekliklerin yattığı da göz ardı edilmemelidir.

584. b) Her zaman doğru ve makul bilgiler veren Buhârî de dahil bütün klasik İslam tarihçileri, Herakliyus’a bu mektubun gönderildiğinden söz ederler.

585. c) Bu anlatımda gerçek dışı ve imkânsız gözüken bir şey yoktur. Rum Suresi’nde de işaret edildiği gibi, Muhammed (AS) Herakliyus’u çok iyi tanıyor ve onun İranlılarla giriştiği savaşları dikkatle izliyordu. Mektubun içeriği o dönemin tarihiyle tam olarak uyuşmaktadır. Muhammed (AS), İsa tarafından yabancı ülkelere havarilerin gönderildiğini de biliyordu. Öyleyse niçin kendisinden önceki bir peygamberin davranış ve sünnetini tekrarlamayacaktı ki?

586. d) Asıl nüshanın varlığıyla ilgili bilgiler görgü tanıkları aracılığıyla bize kadar ulaşmaktadır. Suheylî (ö. 1185), bu mektubun aslını Castilya kıralı VII. Alphonse’un sarayında gördüğünü söyler.682 Bir asır sonra Aynî,683 Mısırlı Memluk hükümdarı tarafından İspanya’ya gönderilen bir elçinin tanıklığına dayanarak, bu mektuptan bahsetmiştir. 1211 yılında Muvahhid hükümdarı Nâsır ibn Ya’kûb ve beraberindeki heyet, kendisine şefaat dilenmek üzere gelen Castilya kıralının getirmiş olduğu bu kıymetli belgeyi bizzat görmüşlerdir.684 Mısır Saray Başkâtibi İbn Fazlullah el-Umârî685 (ö. 1347) de, İspanyol elçisinin, bu mektubu İspanya kıralının sürekli yanında bulundurduğunu ve esasen bu kıralın Herakliyus’un soyundan gelme biri olduğunu kendisine söylediğini yazar.

587/1. Bu durumda, böyle bir belgenin Hıristiyan İspanya’da var olduğuna şüphe yoktur. Ancak bunun gerçek mi, yoksa Hıristiyan olan Doğu ülkelerindeki daha niceleri gibi sahte mi olduğunu bilemiyoruz. Aralarında Abdu’l-Hay el-Kettânî’nin686 de bulunduğu Mağripli tarihçiler, belgenin halen mevcut olduğu ve hatta Paris’te bulunduğu kanısındadırlar. Bu belgenin Constantinople’deki (İstanbul) Bizans Devlet arşivlerinden İspanya’ya gidişini, Herakliyus hanedanının düşüşüyle açıklamak mümkündür. İspanya’dan Fransa’ya gidişi ise İspanya’nın Napolyon tarafından işgali ile alakalı olsa gerektir. Günümüzde gerek İspanyol gerekse Fransız yüksek görevlileri, kendi devlet arşivlerinde böyle bir belgenin varlığı hususunda bir bilgileri olmadığını beyan etmektedirler.687

587/2. Elinizdeki bu eserin ilk baskısından (1959) sonra, söz konusu mektubun aslı yeniden ortaya çıkmıştır. Londra British Museum uzmanlarına göre, mektubun üzerine yazıldığı parşömen, Resulullah (AS)’ın yaşadığı döneme ait olacak kadar eskidir. Tunus’ta çıkan el-Amel gazetesi (No 5807, 5 Mayıs 1974 / Rebi’us-Sânî 1394), bu konuda sekiz sütun üzerine bilgi vermiş ve orijinal mektubun bir tıpkı basımını yayınlamıştır. Belgede, daha önce 521 ve aşağıda da 623/b, 650/c nolu paragraflarda ele aldığımız gibi, meşhur ortada yazılan hâ  harfinin, 2. satırda  ve 7. satırda  de olduğu gibi T şeklinde yazıldığı görülmektedir. Arabistan’ın güney doğusundaki Abu Dabi devleti, bu çok değerli belgeyi, Ürdün’ü terk edip İsviçre’ye yerleşen sahibine yüklü bir tazminat ödeyerek ele geçirmiştir. Abu Dabi Devleti Kültür İşleri danışmanı, kıymetli bilim adamı Dr. İzzeddin İbrâhim, çeşitli çevrelerde bu belgeyle ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Abu Dabi Devlet Başkanının huzurunda verdiği konferansın özeti, aynı ülkede yayınlanan el-İttihad dergisinde de yayınlanmıştır (8 Mayıs 1974). Makalenin sondan bir önceki paragrafının çevirisini aşağıda vermeyi uygun bulduk:

        “Modern bilirkişi raporu:

        a) Yapılan mikroskobik incelemede, (Peygamber’in Herakliyus’a yazdığı mektup üzerindeki) tabaklama işlemi oldukça ilkel usullerle yapılmış olup, British Museum’da bulunan H. 2. yüzyıldan kalma elyazması Kur’an ve diğer belgelerde görülen tabaklama işlemine göre daha az gelişmişlik arz etmektedir. İnceleme sırasında belge üzerinde yeşil renkli iplik kalıntılarına rastlanmıştır. Bunun sebebi, muhtemelen Kıral Alphonse’un ve günümüzde belgeyi elinde bulunduran kişilerin onu yeşil ipek bir bez parçası içerisinde saklamış olmalarıdır.

        b) Mor-ötesi ışınlarla yapılan incelemede, mürekkebin eskiliği ve deriye iyice işlediği; ayrıca deri üzerine daha önce başka herhangi bir yazı yazılmadığı ve ilk kez bu mektup satırlarının yazıldığı kanıtlanmıştır.

        c) Mürekkebin kimyasal analizi: (Belge üzerindeki) mürekkep analiz edilememekle birlikte, kuvvetli çözeltiler içeren bir mürekkep özelliğine sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Belgedeki yazının sürekli taze ve parlak olması, yazım sırasında “iron tannate” (sepileme demir) kullanılmasıyla açıklanabilir. Bilindiği gibi, H. 2. yüzyılda kullanılan mürekkepler kömürden (karbon) imal ediliyordu.

        d) Leeds Üniversitesi’nde Dr. Reed tarafından yapılan laboratuvar incelemelerinde, adı geçen bilim adamı, belgenin bin yıldan daha az yaşlı olmadığı sonucuna vararak, aynen şöyle demektedir: “Deri üzerindeki yazının incelenmesinden, belgenin genellikle doğru (güvenilir nitelikte) olduğu görülmüştür.”

        Dr. İzzeddin İbrâhim Beyefendiye teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kendisi gibi bizler de, Resulullah (AS)’dan günümüze kadar ulaşan diğer orijinal mektupların da modern imkânlardan yararlanarak benzer bir bilirkişi denetiminden geçirilmesini temenni ediyoruz.

            Not: Öyle anlaşılıyor ki Ürdün Kıralı Hüseyin, bu konuyla ilgili çalışmalardan haberdar olunca duruma müdahale etmiştir. Paris’teki Ürdün Elçisinin ifadesine göre, bu değerli belge halen (1977) Amman’da bulunmakta olup, bu şehirde yapımı devam eden Hâşimiye Ulu Camii tamamlandıktan sonra buraya nakledilecektir.



655 Goldziher, Kultur der Gegenwart, die orientalischen Religionen, 1906, s. 94.

656 Buhl, Das Leben Mohammeds, s. 245.

657 İbn Sa’d, I/II, s. 15.

658 A.y., I/II, s. 19; İbn Hişâm, s. 971; Taberî, I, 1560; İbn Abd el-Hakem, s. 45.

659 Bk. Aziz Markos İncili, XVI/17.

660 Caetani, Annali, 1905, anno 6: 50, bk. 6: II.

661 İbn Sa’d, 2/I, s. 63; bk. Belazurî, Ensâb, I, § 790. Yazar ayrıca, diğer kaynaklara göre Hismâ seferinin H. 7’de yapıldığını ekleyerek, H. 6 yılında Zeyd’in komutasında Kuzey Arabistan’a altı askerî sefer düzenlendiğini (bk. § 787-91, 794) belirtir. Karışıklık herhalde buradan doğmaktadır.

662 Mes’ûdî, Tenbîh, s. 218; Azrakî, s. 125-29, Kelbî’den naklen; İbn Habîb, Munemmak, s. 273-275, İbrahim b. Abdurrahman b. Ebî Rebia’dan naklen.

663 İbn Hişâm, s. 975-76.

664 A.g.e.

665 İbn Sa’d, 2/I, s. 63.

666 Vâkıdî, Megâzî, Vr. 128; İbn Sa’d, I/i, s. 63, satır 25.

667 Yâkût, Buldân, bk. “Hismâ” maddesi.

668 İbn Hişâm, s. 978.

669 A.g.e., s. 755.

670 İbn Sa’d, 2/i, s. 77.

671 İbn Hişâm, s. 758, 761; İbn Hanbel, III, 102.

672 Buhârî, I: 6, vs.

673 Théophane, I, 504, (Niebuhr baskısı)

674 Nicéphore, s. 13, Paris baskısı. Ayrıca bk. G. Weil, Muhammed der Prophet, Stuttgart, 1843, s. 198-200, n. 309; Sprenger, Das leben u. D. Lehre des Mohammed, III, 261, n. 1.

675 İbn Hişâm, s. 971-2.

676 Vesâ’ik, Nº 26, vs.

677 İbn Hanbel, III, 113; Belazurî, Fütûh, s. 461.

678 Kenzu’l-Ummâl, V, 5685.

679 Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, “Dihye” maddesi (Topkapı Saray Ktp. Elyazması).

680 İbn Hişâm, s. 975.

681 Zonaras, Epitomae Historiarum, Epit. XIV, 17: 12-27, s. 214-216.

682 Suheylî, II, 321.

683 Aynî, Umde, I, 116; İbn Hacer, Feth (Buhârî hk), I: 6; Kastallânî, Mevâhib, II, 291.

684 İbn Ebî Zer, er-Ravdu’l-Kırtâs, Fas baskısı, 1305, s. 167-9.

685 İbn Fazlullah, et-Ta’rîf, s. 62.

686 Kettânî, et-Terâtîb, I, 156-68.

687 Bk. Arabica dergisinde konu ile ilgili yayınlanan makalem, II/1, 1955, s. 97-110, ayrıca bk. Resulullah (AS)’ın Altı Orijinal Diplomatik Mektubu adlı kitabımın 167. paragrafı (Türkçe Çev. Dr. Mehmet Yazgan, Beyan Yayınları, 1990).