Konu Başlığı: Halk kesimi oy verme hakkına sahip kimseler Gönderen: Hadice üzerinde 12 Ocak 2011, 13:12:43 Halk Kesimi ve Oy Verme Hakkına Sahip Kimseler 1375. Vatandaşların hepsine birden cemâat (topluluk) deniliyordu. Resulullah (AS), diğer bütün insanlardan ayrı ve farklı bir nitelik taşıyan kendisine bağlı insanların tamamını ifâde etmek üzere bu terimi aynen benimsedi (Ülkedeki bütün diğer insanlar gibi, Bahreyn Meliki’ni de cemaate girmeğe davet eden mektubuna264 bakınız). 1376. Kur’ân ayrıca iki terim daha kullanmaktadır: Millet ve Kavim. Bunlardan ilki, dinsiz ve imansızların dışarıda tutulduğu, daha çok dinî bir toplumu ifâde eder; Kavim ise, putperestler de dahil olmak üzere tüm toplumu kuşatan, çok daha geniş bir anlama sahiptir. 1377. Kuşkusuz, ancak çok az sayıda yurttaş genel halk meclislerine katılma hakkına sahip idi. Bu seçkin halk tabakasına mele’ deniliyordu. (Kelime anlamı doldurmak, yardım etmek, tavsiye ve önerilerde bulunmak olan bu terim, muhtemelen başkanın çevresini ve danışma meclisini “dolduran” kimseleri kastetmesinin dışında, burada son iki anlamıyla kullanılmıştır). Kur’ân’da bu terim, çeşitli bağlamlarda 30 civarında yerde geçmektedir. Örneğin, Yûsuf (AS)’ın Firavunu, Mûsâ’nın Firavunu ve Saba Melikesi, ayrıca Mısır’dan Çıkış’tan sonra İsrailliler ile ilgili olarak ve çeşitli dönemlerde ortaya çıkan toplum önderleri vb. gibi. Kur’ân’da bu terimin kullanılışı sırasında, “Ey Mele’, bana düşünce ve görüşünüzü bildiriniz,” “Hükümdar, çevresindeki Mele’lere şöyle söyledi...,” “Mele’ler senin hakkında görüşüp karar veriyorlar” vs. gibi ifadelere rastlıyoruz: İsrailliler, Musa (AS) zamanında (Mısır’dan Çıkış’tan önce), Mısır nüfusunun bir bölümünü oluşturuyorlardı; ancak onlar, Firavun’un mele’leri arasında yer almıyorlardı. Kur’ân’ın şu ayeti, bize, tartışma ve görüşme anındaki bir mele’ler topluluğunun canlı bir betimlemesini vermektedir: “Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.(Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi,) “Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı” dedi. “Mektup Süleyman’dandır, Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. “Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır).” (Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam. Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün. Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız! (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”265 1378. Elimizde azâtlı kölelerin (Mevlâ), sözleşmeye dayalı kardeşlerin (Dahîl), ittifak anlaşması gereği Mekkeli ailelere karışmış olan yabancıların (Hatif), geçici olarak koruma altında bulunanların (Câr), vatandaşların genel meclis toplantılarına katılıp katılamayacaklarını araştırmak üzere bunların hukukî durumları üzerinde ayrıntılı bilgiler bulunmamaktadır. Bütün koşullara uygun, yerleşik bir kural muhtemelen mevcut değildi. Şöyle bir olayı hatırlatalım266: Resulullah (AS)’ın hicretinden hemen önce, Mekkeliler, kendi üzerlerine gelmekte olan “İslâm tehdidi” ile baş etmenin en etkin çözümünün ne olduğunu tartıştıkları sırada, -Resulullah’ın, Ebû Bekr’in ve Ömer’in sopları dışında- yedi sülâlenin temsilcilerinin yanı sıra, “Kureyşlilerle birlikte bulunmakla birlikte onlar arasında sayılmayanlar” da bulunuyorlardı. Hattâ kendisinin Necdli olduğunu öne süren meçhul bir kimse de, kendi isteği üzerine ve oldukça sempatik görünmesinin verdiği güvene dayanarak (klasik dönem İslâm tarihçilerine göre bu kimse, insan kılığına bürünmüş Şeytan’dan başkası değildi) kabul edilmişti. Suheylî’nin belirttiğine göre267, Kureyşliler bu görüşmelerde “Muhammed (AS)’e yakınlık duydukları için “Tihâme’ye mensup olanların dışlanmasına” karar vermişlerdi. 1379. Mekke’de kırk yaşını dolduran herkes, bu danışma meclisine katılma hakkına sahipti; ancak bunlar her zaman bu haklarını kullanmış gözükmemektedir; kabilenin en seçkin kişilerinden oluşan çok az sayıda insanla yetiniliyordu. Dâru’n-Nedve salonu, zaten çok sayıda davetliyi kabul edecek durumda değildi. Muhammed sorununu çözmek için görüşmelerin yapıldığı güne izdiham günü adı verilmiştir; muhtemelen o gün, bu tartışma sırasında bulunan tüm davetliler için yeterli miktarda yer kalmamıştı. 1380. Kusay döneminden sonra, öyle anlaşılıyor ki yaş sınırlaması konusunda bazı istisnalar gündeme getirilmiştir; zira Ebû Cehil, bilgeliği ve dirayeti dolayısıyla henüz otuz yaşında olduğu halde Dâru’n-Nedve’ye kabul edilmişti.268 Hakîm ibn Hizam ise bu şerefi yirmi yaşında, bir rivayete göre de onbeş yaşında iken elde etmişti.269 264 Ahzab: 33/21. 265 Ankebut: 29/50-51. 266 Almanca kökenli bir astronomi terimi olan “Rille”, Ay’ın yüzeyindeki dar vadi ya da yarık anlamına gelmektedir (Bk. New Oxford Dictionary). 267 Mukallibe’l-Kulûb (Kalpleri evirip çeviren). Allah’ın 99 güzel isminden biri. (Çev.) 268 Kur’an’ın İsrâ (Gece Yolculuğu) adlı 17. suresi tamamen Mirac olayından bahsetmektedir. Sûre şöyle başlar: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan arınmış ve yücedir; O, gerçekten işiten, görendir.” Burada kastedilen kul, Muhammed (AS)’dir. (Öte yandan, Kur’an’ın Meryem: 19/93 suresinde de şu ifadenin bulunduğunu hatırlatalım: “Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân’a geleceklerdir.” Krş. Zuhruf: 43/19). Burada Mescid-i Haram’dan kastedilen Mekke’deki Ka’be’dir. “En uzaktaki mescit (Mescid-i Aksâ’dan ise daha sonra bahsedilecektir) 269 Birini aşıp geçebilmek için önce onunla eşit konuma gelmek gerekir. Yol güzergahında rastladığı sekiz peygamber, Allah’a en yakın meleklerinki (Mela’ike-i Mukarrabin) gibi Cebrail için de tanınmış olan sınırı geçmesi bunu açıklamaktadır. Bu bağlamda geçen sekiz peygamberin hepsi de kendi miraçlarına erişmişlerdi: Adem (AS) bizzat Cennet’te yaratılmış ve Allah kendisiyle doğrudan doğruya konuşmuştu. Yahya (AS), İsa (AS) ile manevi alemde buluşmuş ve onu kutsamıştı. Ayrıca, aynı dönemde yaşayan kişiler olarak, onların da aynı ilahi görevi üstlendikleri düşünülebilir. İsa (AS) konusunda Kur’an’ın ifadesi (Nisa: 4/158) gayet açıktır: “Fakat Allah O’nu kendi katına yüceltti…”Öyleyse İsa’nın urûcu Yahya (AS) için de geçerlidir. Yusuf (AS) ile ilgili olarak Kur’an’da şu ifade yer almaktadır: “Eğer Rabbinin işaret ve uyarısını görmemiş olsaydı o da o kadını arzulamış olacaktı” (Yusuf: 12/24). İdris (AS) hakkında da Kur’an, “Biz onu üstün bir makama yücelttik” (Meryem: 19/57) buyurmaktadır. Harun (AS) ise sadece Musa’nın yardımcısı, bir nevi, Musa’nın duası üzerine (Taha: 20/29-34) kendisine tahsis edilmiş bir ortak-peygamber durumundaydı. Krş.: Şu’arâ: 26/16: “Biz, Alemlerin Rabbi’nin elçisiyiz” (elçileri değil). Kur’an’da Musa (AS)’nın Allah’la buluşmasının anlatıldığı olay pek meşhurdur (A’raf: 7/143): “Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça etti. Musa da bir çığlık atarak baygın düştü…” İbrahim (AS)’in durumunu ise Kur’an şöyle açıklar (6/75): “Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için, İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını gösteriyorduk.” Açıkça anlaşılabilecek ve güvenilir kaynakların bulunmaması nedeniyle, göklerde niçin sadece bu sekiz peygamberin bulunduğunun nedenini herkes kendisine özgü bir biçimde araştırmak durumundadır. Eskilerden pek azı bu konu üzerinde düşünmüşlerdir. Suheylî (Ravz, I, 249-251), Ebu’l-Huseyn ibn Battal’ın Buharî Şerhinde bulduğu ve “Muhammed’in geldiği haberini aldıklarında tüm eski peygamberler onu görmek üzere koşuştular, kimileri önce davrandılar, kimileri ise geç kaldılar” şeklindeki açıklamayı haklı olarak reddeder. Suheylî’nin kendisi ise bu konuda aşağıdaki gerekçeyi öne sürmektedir: Bu sekiz peygamberin hayatıyla Muhammed’in başından geçenler arasında benzerlikler vardır. Şöyle ki: 1º Adem (AS) Allah’a yakın ve O’nun himayesinde olmasına rağmen Şeytan onu Cennet’ten çıkardı; Muhammed (AS) de Beytullah’a yani Ka’be’ye komşu iken, şeytan ruhlu hemşehrileri kendisini oradan çıkardılar. 2-3º Yahya ve İsa (AS), kendilerini öldürmeye kalkışan Yahudilerin zulümlerine maruz kaldılar; Muhammed (AS) de Medine ve Hayber’de aynı deneyimleri yaşadı. 4º Yusuf (AS) kardeşlerinin eziyet ve zulmüne uğradı, ama Mısır’da yetkili bir konuma gelince onları bağışladı; Muhammed (AS) de, doğduğu şehri fethettiğinde Mekkelilere aynı muameleyi yaptı. 5º İdris (AS), kalemi ilk kullanan kimse idi; Muhammed (AS) de dünyadaki çeşitli hükümdarlara hitaben dine davet mektupları yazdı. 6º Harun (AS), halkının gözdesi olmuştu; Araplar da, başlangıçta kendisinden hiç hoşlanmazken, sonunda Muhammed (AS)’i bağırlarına bastılar. 7º Allah, Musa (AS)’ya putperestlerle savaşmasını emretmişti; Muhammed (AS) de, Tebuk’de, Dumetu’l-Cendel’de ve Mekke’de aynı şeyi yapmıştır. 8º İbrahim (AS) ise, meleklerin mescidi olan ve Ka’be’nin tam izdüşümü üzerindeki Beytu’l-Ma’mur yakınlarında bulunuyordu. Ayrıca İbrahim, Tufan’dan sonra Ka’be’yi yeniden bina edip restore etmişti. Suheylî, görüşlerini açıklamayı bitirmeden önce daha başka nedenlerin de bulunduğunu, ancak insanlar bilmedikleri konularda acele ettikleri ve hemen reddetmeye kalkıştıkları, ayrıca bir başkasının getirdiği bir yenilik üzerinde düşünecek kadar açık yürekli olmadıkları için bu kadarla yetindiğini ifade etmektedir. Suheylî’nin yanı sıra, Şe’mî de benzer sorulara cevap arar (bk. Sübül’el-Hudâ, III, 179-185). Örneğin, 124 bin peygamberden (bk. § 1165) niçin sadece sekizi yedi kat gökyüzünde bir araya gelmiştir? Belki diğer bazı biyografi yazarları da bu konuya değinmişlerdir, ama sözü uzatmamak için üzerinde durma gereği görmüyoruz. Biz ise, kendi acizane görüşümüze göre, bu sekiz peygamberden her birinin kendilerine özgü miraçlarını yaşadıklarını, ve birisini bir hususta aşıp geçebilmek için önce onunla eşit konuma gelmek ve onun derecesine ulaşmak gerektiğini, ancak ondan sonra geçmenin söz konusu olabileceğini söylüyoruz. Onların Miraç gibi büyük bir ödüle nasıl layık görüldükleri ve bu ödülü almalarına vesile olan yüksek ve soylu vasıfları hakkında bir araştırma yöntemi benimsememize herhalde izin verilecektir. Örneğin, 1º Adem (AS) fedakârlığı temsil eder ve Rabbinin yapmış olduğu tüm işlerden kendisini sorumlu tutar: Allah insanın fiillerini tayin edip yaratır, insan da, tüm bunları bizzat kendi işlemiş gibi, sorumluluğunu üstlenir. Ayrıca, işlenmemesi gereken günahlarından dolayı da en içten tevbelerini arz eder. 2º Yahya ve İsa (AS), tatlılık ve yumuşaklığın timsali olmuşlardır ve düşmanları bile sevmeyi, başkasından gelebilecek kötülüklere karşı koymamayı, “Size biri bir tokat atarsa öteki yanağınızı da çevirmenizi” öğütlerler. 4º Yusuf (AS) en baştan çıkarıcı teklif ve girişimlere direnip, iffet ve namusunu korur. 5º İdris (AS), kalem ve yazıyı icat etmek suretiyle, bilimin ve kültürün gelişmesine kapı açar. 6º Harun (AS), milletinin ruhî ve manevî yaşantısına yön vermekle görevlendirilmiştir. 7º Musa (AS), elindeki tüm imkanlarla şirk ve putperestlikle mücadele eder ve Tek Allah düşüncesi uğruna savaşır. 8º İbrahim (AS), her şeyden çok Allah’ı sever, O’nun en zor ve güç buyruklarını bile itirazsız (biricik oğlunun kurban edilmesi gibi) yerine getirir; Tek Allah inancına karşı gelmektense, ateşe atılmayı kabul eder. Tüm bunlar yalnızca en soylu bir insanın üstesinden gelebileceği, meleklerin bile kapasitelerini aşan niteliklerdir. Sonuç olarak, bu sekiz peygamberden her biri bu niteliklerden yalnızca birine sahipken, Muhammed (AS)’in bunların hepsine birden sahip olduğunu söyleyebiliriz. |