๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 08:01:22



Konu Başlığı: Hadis
Gönderen: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 08:01:22
Hadis

1134. Hadis, Muhammed (AS)’in sahabeleri arasında yaptığı, söylediği ya da yapılmasını hoşgörü ile karşıladığı şeylerin anlatımıdır. Burada, binlerce kaynaktan gelen parça parça anlatımların bir araya getirilmesi söz konusudur. Her bir anlatımda Resulullah’ın bir sahabesi bizzat tanık olduğu bir olayı anlatıp nakletmektedir. Kuşkusuz bu tür bilgilerin nakli, hem şifahî olarak, yani ağızdan, hem de yazılı olarak yapılmıştır. Aşağıda da göreceğimiz gibi Resulullah’ın sözlerinin mecmualar halinde yazılı olarak derlenerek bir araya getirilmesi, kendisi henüz hayatta iken zaten başlamış bulunuyordu; zira Resulullah’ı ziyaret edip onunla görüşen birçok kimse, onunla yapmış olduğu konuşmaları ve tanık olduğu olayları yazılı bir biçimde tespit etmeye başlamışlardı. Daha sonraki kuşaklar arasından çıkan araştırmacılar ise, çok sayıdaki sahabenin hatıralarını ve naklettikleri bilgileri bir tek kitapta toplayarak, daha tam ve daha mükemmel hadis derlemeleri meydana getirdiler. Daha sonraki kuşaklar ise çok daha gelişmiş eserler kaleme almış olup, bugün bu hadis kitaplarının bir çoğu elimizde bulunmaktadır. Bunlardan altısı (Kütüb-i Sitte), yazarlarının derleyip bir araya getirdiği hadis kitapları olup, diğerlerine göre daha doğru ve daha sahîh kabul edilmiş, adetâ resmî nitelikli eserlerdir. Ayrıca burada, İslâm hukukunun ve İslâm inancının ikinci ana kaynağı olan Hadis derlemelerinin Kur’an’dan sonra ikinci sırada geldiğine işaret etmek gerekir. Bunun nedeni, Kur’an’ın bizzat Resulullah’ın denetim ve kontrolü altında yazıyla tespit edilmiş olması, buna karşılık Hadisin özel şahıslar tarafından tespit ve nakil edilmiş olması ve ayrıca bütün bu tespitlerin yetkili kişi ve makamlarca herhangi bir denetimden geçirilmemiş olmasıdır. Hadis sadece kişisel gayret ve çabalara dayanır ve bireysel çalışmaların ürünü olan derlemeler ve hatta tek bir anlatım, bu olayı nakledenlerin ve bunları seçip sınıflandırarak eserine alan kimselerin zihinsel kabiliyet, yatkınlık ve güvenilirlikleri oranında kabul görür. Bu güvenilirlik şartını ararken, hadisi nakleden kişinin olayın öncesi ve sonrası ile ilgili durumlara ne derece hakim olduğu da göz önünde bulundurulur: Anlatımı nakleden kimsenin o sıradaki yaşı, aklî ve zihinsel yapısı, hafıza derecesi, kişiliği, güvenilir biri olup olmadığı, onun anlatımlarının muhafaza ve naklinde kendisinden sonra gelenlerin gösterdikleri itina ve titizlik vb. gibi. Resulullah’ın sahabeleri arasından çıkan ilk devir İslâm bilginlerinin sayısı yüz binlerle ifade edilmektedir. Klasik dönemde yaşamış (Selefiyyûn’dan) bir hadis mütehassısının ifadesine göre, bunlar arasından yüz bini aşkın insan, kendilerine dinlerini öğretmiş olan Muhammed (AS) hakkında bize en az bir hadis nakletmiş bulunmaktadır. Yine bunlardan elli kadarının Resulullah’tan sonra 50 veya daha fazla yıl yaşamış olduğu bilinmektedir. Örneğin, Ebu’t-Tufeyl, H. 110 yılında, yani Muhammed (AS)’in vefatından 100 yıl sonra; Hirmâs ibn Ziyâd H. 102 de; Mahmûd ibn Rabî’ ise H. 99 yılında vefat etmişlerdir. Bütün bu sahabeler, halifelik döneminde başta Mısır, Suriye, Mezopotamya olmak üzere ülkenin her yerine dağılmışlardı. Resulullah (AS)’ın sahabelerinin tamamının okuyup yazmayı bilmedikleri bir gerçektir. Bunlardan bazıları, Resulullah’tan duyduğu yahut ondan gördüğü şeyleri kaydedecek durumda da değildi. İhtiyaç duyduklarında yaşanılan olayları hafızalarında canlandırıyorlardı. Bunlar genellikle, öğrencilerine ya da diğer araştırmacılara, Resulullah’ın vaktiyle sarf ettiği bir söz veya takındığı tavırla ilgili olarak hafızalarında kalmış olan şeyleri sözlü olarak anlatıp nakletmişlerdir. Elimizde sahabe neslinden gelen ve bizzat onlar tarafından bir araya getirilmiş birkaç hadis derlemesi olmakla birlikte, diğer mecmualar bunların öğrencileri tarafından meydana getirilmişlerdir.

1135. Kimi durumlarda art niyete dayanmayan bazı hadislerin uydurulduğu da olmuştur. Örneğin, kendisini dinleyen cemaati iyi yola sevk etmek ve sözlerini bazı kanıtlarla desteklemek isteyen bir vaiz ya da hatip, sözde Resulullah’a ait olan ve kendi amacı doğrultusunda bir vecize ya da bir buyruk ortaya atardı. Hatta İslâm toplumunda inançla ilgili ya da başka konularda birtakım ihtilaflar ortaya çıktığında, sorumsuz ve hiçbir utanma ve çekinme duygusu taşımayan bazı hasımlar, Resulullah’a mal ettikleri nice uydurma sözler icat etmişlerdir. Bu nedenle, daha ilk dönemlerden başlayarak, hadislerin hem dahilî (rivayet), hem de haricî (dirayet) tanıklıklarla bireysel olarak rivayet edildiklerinde bunların doğruluk derecesini kontrol etme ihtiyacı duyulmuş ve buna dayanarak yeni bir ilim ortaya çıkmıştır. Bu tenkit ilmi, her şeyden önce, Resulullah’ın sahabelerinden başlayarak, herkes tarafından sahihliği kabul edilmiş ve tamamı ya da bir kısmı derlenmiş hadis çalışmalarının ortaya çıktığı döneme kadarki süre içinde mevcut bütün hadis ravilerinin hayat hikâyelerini kapsamaktadır. Her bir râvînin biyografik bilgileri arasında, hadis nakleden o kişinin doğum ve ölüm tarihleri, hadis rivayetinde yararlandığı hocaları ve kendisinden hadis rivayetinde bulunan öğrencilerinin adları, bu râvîlerin zihinsel yetenek ve ahlakî nitelikleri vb. bilgiler bulunuyordu. Bu çalışma o kadar gerekli ve önemli idi ki, her bir anlatım için hadis yazarlarınca, bu anlatımı ilk kaynaktan itibaren nakleden ve râvî silsilesi, senet, isnat zinciri gibi adlarla anılan bir kaynak zinciri verilirdi:

           “Ben (A)’dan, (B)’nin kendisine şöyle dediğini işittim, o da (C)’den duymuş ve o da filân’dan... Resulullah’ın şöyle dediğini işitmiştir: ....”

           Örneğin, Ahmed ibn Hanbel gibi bir hadis bilgininin mecmuasına otuz bin anlatım almışsa, yazar bunlarla birlikte bazen birbirinin aynı bazen de farklı otuz bin kaynak zinciri vermiş demektir. Öyleyse, bu çeşit eserlerde yer alan hadis râvîlerinin hayat hikâyelerine bakarak, hadisin senedinde geçen (A) râvisinin (B) râvisinden, (B)’nin de (C)’den ders alıp almadığı ve nihayet (C) ya da (D)’nin gerçekten Resulullah’ın sağlığında yaşayıp yaşamadığını belirlemek mümkündür. Yine, (A), (B) ve (C) adlı râvîlerin, hem ahlakî hem de bilimsel açıdan güvenilir olup olmadığı da bu eserler aracılığıyla ortaya çıkarılabilir. Hadis tenkidi ilmi, sadece hadisin dış özellikleriyle sınırlı olmayıp, aynı zamanda her anlatımın dahilî yapısı ile de ilgilenir. Örneğin iki hadis anlatımı arasında birbirine zıt gibi gözüken bir nokta varsa, ya da bir anlatımın maddî yapısında bir imkânsızlık olması halinde vs. ortaya çıkacak güçlüklerin üstesinden gelmek için bir takım kural ve ölçütler geliştirilmiştir. Öte yandan, aynı olay çoğunlukla birbirinden tamamen bağımsız çok sayıda tanık tarafından ayrı ayrı nakledilmiş olabilir. Bu durumda, olayla ilgili ayrıntıları kontrol etme ve hatta bunları belirleyip tamamlama imkânı da doğabilir. Kuşkusuz her dönemin, her topluluğun ve her sınıfın kendisine has özellikleri vardır. Chicago ya da Londra’daki gangsterleri yakalayıp ele geçirmeye elverişli yöntemler, örneğin Yemen’deki Bedevî haydutların yakalanmasında bir sonuç vermeyebilir. Aynı şekilde, Yahudi-Hıristiyan çevrelerinde ortaya konulan edebî eleştiri yöntemlerinin de Müslümanların meydana getirdiği hadis eserlerine mutlak surette uygulanması gerektiği düşünülemez.

1136. Müslümanların, hadislerde yer alan bilgileri öğrenmeye duydukları ihtiyaçları o kadar büyüktü ki, pek eski devirlerden itibaren konularına, nakleden râvîlerine, güvenilirlik derecelerine, hadiste geçen kelimelerin alfabetik dizilişine vb. göre olmak üzere bir çok hadis derlemeleri yapılmıştır. Sonuç olarak bu konu o kadar geniş bir boyuta ulaşmıştır ki, günümüzde yapılacak tek şey, Hadis bilimi ile ilgili herhangi bir dalda uzmanlaşmaktır. Bu hadislerden Resulullah’ın hayatı ve faaliyeti ile ilgili anlatımlar, daha sonra siyer (Resulullah’ın gerçek hayatı ve faaliyeti) adı altında ayrı hadis eserlerinde bir araya getirilmiştir ki bu durum bize, İsa (AS)’nın hayat hikâyesi ve faaliyetleri ile ilgili bilgiler veren çeşitli İncil kitaplarını hatırlatmaktadır. Resulullah’ın sahabeleri, kesitler halinde hadis rivayetlerini derleyerek kaleme almışlardı. Sîretle ilgili hadislerin bir araya getirilebilmesi için ise ikinci kuşak Müslümanları (Tabiîn) beklemek gerekmiştir. En eski siyer yazarları şunlardır:

1. ‘Urve ibn ez-Zubeyr (öl. H. 94)

2. Ebân ibn ‘Osman (öl. H. 105)

3. Vehb ibn Münebbih (öl. H. 110)

4. Şurahbîl ibn Sa’d (öl. H. 123)

5. Ez-Zuhrî (öl. H. 124)

6. Mûsâ ibn ‘Ukbe (öl. H. 141)

7. İbn İshâk (öl. H. 151)

8. Ma’mer ibn Râşid (öl. H. 153)

9. Ebû Ma’şer (öl. H. 170)

10. Yahyâ ibn Sa’îd ibn Ebân (öl. H. 194)

11. El-Vâkıdî (öl. H. 206)

1137. Bir başka çalışmamda51 hadislerin yazılı bir biçimde tespit ve tedvîninin tarihsel gelişimi, çeşitli kaynaklardan yararlanarak Resulullah’a ait olduğu öne sürülen ve onun Kur’an dışında söylemiş olduğu şeylerin Hadis adı altında tespitinin yasaklanması ya da buna izin verilmesiyle ilgili daha fazla bilgiler sunmuştum. Ben burada sadece Resulullah zamanında ve onun vefatından sonra da sahabe döneminde ilk Müslümanlarca yapılan Hadis çalışmalarına işaret etmekle yetineceğim:

1138. Hadislerin dışında, Resulullah’ın kurmuş olduğu “resmî yazışma bürosu” tarafından düzenlenen arazi imtiyaz fermanları, resmî mektuplar, askerî ve mülkî yüksek devlet memurlarına hitaben yazılan talimatlar, gelen mektuplara verilen cevabî yazılar, Medine Şehir Devleti anayasası, Müslümanlarla ilgili nüfus sayımları, her askerî sefer için ayrı ayrı düzenlenmiş gönüllü asker kayıtları, ittifak ve barış anlaşmaları, vergi tarifeleri vb. gibi çok sayıda resmî belge de yer almaktadır. Mecmû’atu’l-Vesâ’ikı’s-Siyâsiyye adlı kitabımda bunlara ait üç yüzden fazla metni bir araya getirebildim. Muhammed (AS) H. 8 yılında Mekke’yi fethettiğinde burada büyük bir nutuk (hutbe) irat etti. Buhârî’de belirtildiğine göre,52 dinleyenler arasında Ebû Şah adında biri, okunan bu hutbenin bir metninin kendisine yazılı olarak verilmesini Resulullah’tan rica etmiş, o da bu isteğin yerine getirilmesini emretmiştir. Resulullah’ın bir takım özel tasarruflarıyla ilgili sözleşmelerin metinleri de bize kadar gelmiştir; bir kölenin alım-satım belgesi, yine bir kölenin azat edilmesi ile ilgili belgeler gibi. Bütün bu belgeler bizzat Resulullah’ın elinden çıkmıştır. Ancak hepsi bu kadar değildir. Henüz kendisi hayatta iken de, sahabelerinden bazıları onunla ilgili bazı anıları kaleme aldılar:

1139. (a) Ensâr’dan Medineli bir Müslüman bir gün onun huzuruna çıkarak şöyle dedi:

           “Benim hafızam zayıf, sen ise her gün, akılda tutmamız için bunca şey söylüyorsun. Ne yapacağımı bilemiyorum?”

           Bunun üzerine Resulullah ona şu cevabı verdi:

           “Sağ elini kullan!..”53

           (Her halde o sahabe bu izni aldıktan sonra onun sözlerini kayıt altına almış olmalıdır.)

1140. (b) Mekkeli bir genç olan Abdullah ibn ‘Amr ibn el-’As bize şöyle nakleder:

           “Resulullah, kendi sözlerinden istediğim her şeyi yazmama izin verdi; bu beni şaşırttı ve aramızda şu konuşma geçti:

           -Senden duyduğum her şeyi yazabilir miyim?

           - Evet!

           - Sen sevinçli ya da öfkeliyken hiç fark etmez mi?

           - Kesinlikle evet. Çünkü ben, hangi durumda olursam olayım sadece gerçeği söylerim.”54

           Bu Abdullah daha sonraları, Resulullah’ın hadisleri üzerinde en çok bilgiye sahip kişi olarak değerlendirilmiştir. Gerçekten de kendisi, Sahîfetu Sâdıka adını verdiği ve içinde kendisine ait bir takım görüşler de bulunan bir hadis kitabı kaleme almıştır. Elimizdeki bazı verilere göre, bu kitapta bine yakın hadis vardı. Bu elyazması eser uzun süre muhafaza edilmiş ve yazarın torunu ‘Amr ibn Şuayb, bizzat dedesinin yazdığı bu nüshayı kendi eline alıp, talebelerine buradan hadis yazdırmıştır.55 İbn Manzûr56 ise bu konuda bize bir başka ayrıntıyı bildirmektedir:

           “Biz Abdullah ibn ‘Amr’ın yanındaydık; kendisine şöyle bir soru yöneltildi:

           - Şu iki şehirden hangisi, Kostantiniyye (İstanbul) mi, yoksa Roma mı ilk önce fethedilecek?’

           Abdullah eski bir sanduka getirtip, içinden bir kitap çıkararak ona baktı, sonra bize şunları okudu:

           -Biz Resulullah’ın yanında onun söylediklerini yazmakla meşgul idik; kendisinden hangi şehrin, Kostantiniyye’nin mi, yoksa Roma’nın mı daha önce fethedileceğinin sorulması üzerine, Resulullah: Heraklius’un oğlunun şehrî (İstanbul) dîye cevap verdi.”

1141. (c) Enes ibn Mâlik’in durumu daha da ilginçtir. Resulullah Medine’ye hicret edip yerleşince, okumayı ve yazmayı bilen bir delikanlı olan Enes, ailesi tarafından Resulullah’a hizmet etmek üzere onun yanına bırakıldı. Enes, gece-gündüz on yıl boyunca, Resulullah son nefesini verene kadar onun yanında bulundu. Gerçekten de kendisi bu sayede Muhammed (AS) hakkında, başkalarının bilmediği bir çok şeyi görme ve duyma imkânı buldu. Daha sonra, yanında yetiştirdiği öğrencilerinden Sa’îd ibn Hilâl bize şu bilgileri nakletmektedir :

           “Çok sayıda olduğumuzda (diğer bir okunuşa göre: biz çok ısrar edince) Enes, elinin altında bulunan bir çekmeceden bize defterler (mecelle) çıkarır ve şöyle derdi:

           - Benim Resulullah’tan işitip yazdığım ve sonra kendisine kontrol etmesi için arz ettiğim şeyler işte bunlardır.”57

           Bu anlatım, Enes’in Resulullah’tan duyduğu şeyleri yazmakla kalmayıp, bunları zaman zaman Muhammed (AS)’e, olası yanlışları düzeltmesi için okuduğunu kanıtlamaktadır.

1142. Muhammed (AS)’in vefatından sonra onun hakkındaki anlatımların ve hâtıraların tespit edilerek muhafaza altına alınma ihtiyacı, her geçen gün daha çok hissedilmeye başlandı. Onun sağlığında her hangi bir şey kaleme almamış olan sahabeleri bile yavaş yavaş buna yöneldiler. Bu konuyla ilgili elimizde çok sayıda anlatım bulunmaktadır. İşte bunlardan bazı örnekler:

1143. I) Bir gün Halife Ebû Bekir, Resulullah’la ilgili anılarını kaleme almaya başladı ve bunlardan 500 kadarını bir araya getirmeyi başardı. Sonra küçük de olsa bilmeyerek bir yanlış yapmaktan çekinerek hepsini yok etti.58

1144. II) Ebû Cuheyfe’nin kendisine sorması üzerine Halife Ali, Kur’an ve kendisine gösterdiği bir tomar yazı dışında, Resulullah hakkında hiç bir şey yazmadığı cevabını vermiştir. Bu sahifelerde ise adam öldürme, savaş esirlerinin kurtarılması ve diğer adlî vakalarda ödenmesi gerekli diyet ve fidyelerle ilgili ayrıntılı bilgiler yer almaktaydı.59

1145. III) ‘Amr ibn Hazm, Resulullah zamanında Yemen valiliğine atanmış ve Yemen’e hareketinden önce uzun bir yazılı talimat almıştı. O, bu belgeyi muhafaza etmekle kalmayıp, aynı zamanda, Resulullah’ın diğer kabile başkanlarına gönderdiği yirmi kadar belgeyi de bir araya getirerek, günümüze kadar ulaşan bağımsız bir hadis kitabı ortaya çıkardı.60

1146. IV) Kaynaklar Câbir ibn Abdullah’a ait bir çok eserden söz ederler ki bunlardan biri Hac’la ilgilidir.61 Belki de bu kitap, Resulullah’ın yapmış olduğu Veda Haccı ve Hutbesi’ni konu edinmekteydi. Diğer rivayetleri62 bir yana bırakarak, öğrencisi Katâde’nin şu sözlerini nakledelim: “Ben Câbir’in Sahife’sini, Kur’an’ın ikinci sûresinden daha iyi bilirim.”63

1147. V) Semure ibn Cundeb, oğlunun yararlanması için, “çok miktarda bilgi içeren” ve “oldukça hacimli” hâtıralarını kaleme aldı.64

1148. VI) Sa’d ibn ‘Ubâde İslâm’dan önce de bir âlim olarak tanınırdı. Oğluna miras olarak bıraktığı bir hadis kitabı kaleme almış ve o da bunu kendi talebelerine okutmuştur.65

1149. VII) Resulullah (S) vefat ettiği sırada henüz genç bir çocuk olmasına rağmen ‘Abdullah ibn Abbâs, o yaşta önemli eserler yazmaya başlamıştır. Kendisi sadece özel anılarını yazmakla kalmamış, aynı zamanda Resulullah’ın diğer sahabeleri arasında kendisinden daha yaşlı olanların hâtıralarını da, onlardan Muhammed (AS)’le ilgili bilgiler toplayarak yazıyla tespit etmiştir. ‘Abdullah vefat ettiğinde, geriye bu derlemelerden oluşan bir deve yükü tutarında yazılı malzeme bırakmıştır.66

1150. VIII) Ebû Hureyre’nin durumu da ilginçtir: Bir gün öğrencilerinden biri, kendisine bir hadis sormuş ve Ebû Hureyre ona: “Ben bu hadisi hatırlamıyorum” diye cevap vermişti. Öğrencisi: “Ama bunu bana nakleden sendin!” deyince, Ebû Hureyre: “Eğer ben bu hadisi sana rivayet etmişsem, bunun benim yazılarımın arasında bulunması gerekir” karşılığını vermiş ve öğrencinin elinden tutarak onu kendi evine götürmüş ve ona, Resulullah’la ilgili “çok sayıda kitap” (Kütüben kesîraten) göstermiştir. Ve sonunda söz konusu hadisi bulmuş ve şöyle eklemiştir: “Sana, şayet onu ben rivayet etmişsem, benim yanımda yazılı olması gerekir dememiş miydim?”67 Aynı Ebû Hureyre’nin, Hemmâm ibn Münebbih adında genç bir öğrencisi vardı; onun dikkat edip yararlanması için Resulullah’la ilgili yaklaşık 140 anlatım seçip ayırdı. Bize kadar ulaşmış olan onun bu derlemesi, yüzyıllar boyunca, hadis alanında bir el kitabı olarak kullanılmıştır. Bu elyazması derlemeyi basıp neşretme şerefi bana nasip olmuştur.68

1151. Burada sıraladıklarımızın yanı sıra daha başka birçok örnek, Muhammed (AS) ile ilgili anlatımların ilk elden yapılıp yapılmadığı konusundaki her türlü kuşkuyu dağıtmaya yeterli olsa gerektir. Resulullah’ın sahabelerinin, hâtıralarını doğrudan doğruya kendi öğrencilerine yazdırdığı oldukça fazla sayıda vakaya da rastlamaktayız. Resulullah (AS)’ın sahabelerinin bizzat kendilerinin kaleme almış olduğu ya da öğrencilerine dikte ettirdikleri bu hadis derlemeleri kuşaktan kuşağa aktarılmış ve daha sonraki yüzyıllarda büyük hadis koleksiyonlarıyla yavaş yavaş karışıp onlarla bütünleşmişlerdir. Belgelerin bu şekilde kesintisiz olarak aktarılması karşısında insanın heyecan duymaması mümkün değildir. H. 58 yılında vefat eden Ebû Hureyre’nin, kendi talebesi Hemmâm ibn Münebbih’in (öl. H. 101) yararlanması amacıyla kaleme alınmış Sahîfetu’s-Sahiha adlı hadis derlemesine yukarıda işaret etmiştik. Aynı şekilde Hemmâm’ın öğrencisi Ma’mer ibn Râşid’in (öl. H. 153) Cami’69 adlı eseri ile Ma’mer’in öğrencisi olan Abdu’r-Rezzâk’ın (öl. H. 211) Musannef’i70 de elimizde bulunmaktadır. Ahmed ibn Hanbel, Abdu’r-Rezzâk’ın öğrencisi ve aynı zamanda İmâm Buhârî’nin hocası idi. İbn Hanbel’in Müsned adlı büyük hadis kitabı uzun zamandan beri yayınlanmış bulunmaktadır. Yine bugün, hepsi de Buhârî’nin hocası durumundaki el-Humeydî’nin, et-Tayâlisî’nin, İbn Mübârek’in, Ebu’l-Yemân’ın, İbn Râhûye’nin, İbn Ebi Şeybe’nin eserleri elimizde bulunmaktadır. Bütün bu yayınlanan belgeler karşısında, kalkıp hâlâ Buhârî’nin, eserini meydana getirmek için kendi dönemine ait folklorik malzemeleri bir araya getirdiğini ya da önceki kaynaklara atfetmek suretiyle, kesintisiz isnat zincirleri halinde Resulullah (AS)’la ilgili anlatımların her birinden bizzat kendisinin hadis uydurduğunu söylemek çocuksu bir iddia olacaktır. Gerçekten de, Ebû Hureyre’nin Sahîfe’sinden tutun da, önceki kaynakların da mutluluk verici bir biçimde ortaya çıkmasıyla doğruluk ve sıhhati kanıtlanmış olan İmâm Buhârî’nin Sahih’ine varıncaya dek, yukarıda belirttiğimiz bütün kaynaklarda, aynı bilgileri ve aynı ifadeleri hiç değişmemiş bir biçimde bulmaktayız.

1152. Son bir noktayı daha aydınlatalım: İlk dönemlerdeki Arapça yazısı, bir takım üstü kapalı anlamlar taşıma gibi bir kusura sahipti. Bunun önüne geçmek için, etkili bir yöntem izlenerek, anlatımlar kişiden kişiye aktarılırken sadece yazılı metinle yetinilmemiş, aynı zamanda yazıyı veren kişinin önünde baştan sona yüksek sesle okunarak doğruluğu kontrolden geçirilmiştir. Bu şekilde yazılan hadis metinleri üzerine, bunların gözden geçirildiğini belirtmek üzere, gerekli durumlarda bir doğruluk kaydı (tasdikname) düşülmüştür. Bu tür gözden geçirme ve karşılaştırmalar, aynı eser için kuşaktan kuşağa ve bazen aynı nüsha için devam edip gitmiştir. Bu eğitim ve öğretim geleneği, İslâm ülkelerinde günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Hiç kimse, günümüze kadar aktarılması sırasında o eserle ilgili kuşaktan kuşağa kesintisiz bir isnat zinciri kaydına sahip değilse, güvenilir bir bilim adamı ya da rivayet edici olarak görülmemiştir. Yazan kişinin ya da onun icazet vermek suretiyle yetkili kıldığı öğrencilerinin ya da onların öğrencilerinin huzurunda sözlü bir denetimden geçirilen bu yazılı kayıt yöntemine, Muhammed (AS)’in hayatıyla ilgili bütün hadis kitaplarında başvurulmuştur. Zaten bir toplumun hayatında böylesine önemli bir yer tutan metinler için, çok küçük de olsa, herhangi bir kuşkunun bulunması kabul edilemezdi.


51 Belâzurî, Ensâb, I, § 150.

52 A.g.e., § 152; İbn Habîb, Muhabbar, s. 172.

53 Kimilerine göre bu kız, Mekkeli ünlü Hıristiyan Varaka ibn Nevfel’in kızı Kutayle idi; diğerlerine göre ise, söz konusu kız ya Has’amlı, Fatma adında biri, ya da Murr’un kızı idi (Murr ibn Abdullah el-Has’amî, Wüstenfeld’in de bildiği bir şahıstır, Genealogische Tabellen, 9/21). Burada şaşılacak bir durum yoktur, zira Hıristiyanlık Tayy kabilesine olduğu gibi, Has’am kabilesinin bir bölümüne de girmişti. Fatma ya da Kutayle için, bk. Belâzurî, Ensâb, § 139; İbn Hişâm, s. 100; Suheylî, Ravz, I, 104; Ebû Nu’aym, Delâil, s. 38-39.

54 Belâzurî, Ensâb, I, § 158.

55 Mekke’de kullanılan takvim Kamerî olmakla birlikte, Güneş yılı ile Ay yılını eşitlemek için denkleştirme (nesî) yöntemi bilinmekteydi. Resulullah (AS), bu yöntemi, ancak ölümünden üç ay önce, Veda Haccı sırasında kaldırdı. Öyleyse, onun tüm hayatı boyunca, Mekke’de, her üç yılda bir Güneş yılına bir ay eklenen Ay yılı kullanılmıştır. İbn Hişâm’a göre (s. 102), Resulullah (AS) 12 Rebiu’l-evvel pazartesi günü doğmuştur (Bk. ilerde Takvim bölümü, § 1287 vd.)

56 Belâzurî, Ensâb, I, §. Bu kadın, efendisi Ebû Leheb’in cariyesi değil, ama büyük bir olasılıkla yine kölelerinden birinin evli karısı idi.

57 A.g.e., Bu kadının, Muhammed (AS)’den önce Hamza’yı, ve Seleme ibn Abdu’l-Esed el-Mahzûmî’yi de emzirdiğini ekleyelim. Ebû Seleme, İslam’ı ilk kabul edenlerdendi. Yine bk. Belâzurî, Ensâb, I, § 169; Suheylî, I, 108.

58 İbn Hişâm, s. 103. Belâzurî, Ensâb, I, §162; Suheylî, Halîme’nin Abdullah ibn Cahş’ı (Resulullah AS’ın halasının oğlu) ve yine Resulullah (AS)’ın amcalarından birinin oğlu olan Ebû Sufyân ibn Hâris’i de emzirdiğini söyler. Abdullah ibn Cahş erken dönemde İslâm’ı kabul edecek, oysa Ebû Sufyân, Mekke’nin fethinden sonra din değiştirinceye kadar uzun süre muhalefet gösterecektir.

59 İbn Hişâm, s. 104-105; Belâzurî, I, § 162.

60 Suheylî, I, 108.

61 İbn Hişâm, s. 105.

62 A.g.e.

63 Ebû Nu’aym, Delâil, s. 221-222; Zurkânî, Şerhu’l-Mevâhibu’l-Ledunniye, C. I.

64 İbn Hişâm, s. 856-857; Belâzurî, I, § 161.

65 Belâzurî’ye göre (I, § 163) beş yaşına kadar.

66 İbn Sa’d, I/I, s. 98.

67 İbn Hişâm, s. 106.

68 İbn Sa’d, I/I, s. 73; Ebû Nu’aym, s. 164.

69 İbn Sa’d, I/I, s. 73.

70 İbn Hişâm, s. 107; Suheylî, I, 113.