๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:30:47



Konu Başlığı: Habeşlilerle olan ilişkiler
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:30:47
Habeşlilerle Olan İlişkiler


478. Arapçada Habeş sözcüğü Etiyopyalı, Habeşe de Etiyopya anlamında kullanılır. Bu kavramların Mekke’yle ilk ilişkisi Yemen aracılığıyla olmuştur:

479. Muhammed (AS)’ın doğumundan yaklaşık bir asır kadar önce, Hıristiyanlık Yemen’de çok sayıda taraftar kazanmış, bu da ülkenin Yahudi hükümdarı Zû Nuvâs’ı kaygılandırmıştı. Necrân bu Hıristiyanlaştırma hareketinin merkezi durumunda idi. Taberî’de anlatılan iki olay, Yahudilerin Hıristiyanlar üzerinde uyguladığı işkence ve zulmü bize açıklayacak niteliktedir. Bunlardan birincisine göre,512 bu tutumun tek nedeni fanatizmdi: Hükümdar Hıristiyanlardan Yahudiliği kabul etmelerini istemiş, onların bu isteği reddetmesi üzerine, kılıçtan geçirilmelerini emretmişti. Diğer olaya göre,513 iki Yahudi çocuğu Necrân’da öldürülünce, babaları hükümdara şikayette bulunmuş, o da, Hıristiyanların affedilmeleri için tek çıkar yolun din değiştirmek olduğunu söylemişti. Necranlılar dinlerini değiştirmeyi reddettikleri için, Zû Nuvas büyük bir ordu ile bölgeyi istila etti. Karşı koymaya kalkışanlar ise ya derhal öldürüldü, ya da tutsak edildi. Daha sonra büyük çukurlar (uhdûd) kazılarak içlerinde ateş yakıldı. Onlara son bir kez din değiştirmeleri için fırsat tanındı ve Yahudiliğe geçmeyi reddedenlerin hepsi diri diri ateşe atıldılar. Kur’an bu olaydan dokunaklı ifadelerle bahseder ve bu cinayetin yol açtığı dehşeti dile getirir.514 Süryanice kaynakların bildirdiğine göre515 Zû Nuvâs’ın bu vahşetle yetinmeyip, Hîre (Güney Irak) hükümdarı nezdinde temsilciler göndererek, ülkesindeki Hıristiyanların yok edilmelerini istemiştir.

480. Birkaç Necranlı kaçıp kurtulabildi; bir kısmı ise din değiştirmiş gibi göründüler. Bu olay Yemen için çok ciddi sonuçlara yol açmıştır:

481. O sırada Mekke’nin iktidarını elinde tutan ve kuşkusuz bazı sığınmacılara emân hakkı tanımış olan Curhumlu başkan El-Hâris ibn Mudâd, suçluları cezalandırmak amacıyla bir sempati toplama seferine girişti. Nitekim daha sonra İran’ın Isfahan kentinde ele geçen bir mezar kitabesinde şöyle bir kayda rastlarız:

        “Ben hendek (uhdûd) kazdıran insanları cezalandıran El-Hâris ibn Mudâd’ım.”516

482. Bizans’ın göstermiş olduğu tepki daha açık ve nettir. İşkenceye uğrayanların temsilcisi imparatorun huzuruna çıkarak, kendisinden Yemen hükümdarına karşı yardım istemiş, imparator da şu cevabı vermiştir:

        “Benim ülkem sizinkine çok uzaktır; tek yapabileceğim şey, komşunuz ve aynı zamanda bir Hıristiyan olan Necâşi’ye sizin lehinizde bir mektup yazmaktır.”517

        Başka bir anlatıma göre, işkenceye uğrayanlar doğruca Nacâşî’nin huzuruna çıkmış ve kendisine kutsal kitaplarının yanmış sayfalarını göstermişlerdir. Bunun üzerine Habeşistan kıralı, Bizans İmparatoruna bu yanık İncilleri göndermiş ve ondan kendisine asker sevkiyatı için gemi sağlaması isteğinde bulunmuştur. Sonunda Necâşî kendi imkanlarıyla 700 gemi inşa ettirmiş, o sırada kendi limanlarında demir atmış olan İran ve diğer ülkelere ait ticaret gemilerine el koymuş ve bu arada Bizans’tan istediği yardımı da almıştır. Arapça kaynaklara göre 70.000, Yunan kaynaklarına göre ise 120.000 Habeşli, Babu’l-Mendeb boğazını geçmek üzere gemilere binmiş, ancak gemilerden çoğu daha son durak olan Yemen’e varmadan batıp gitmiştir. İbn el-Kelbî’ye göre burada iki istila hareketi söz konusu idi: Bunlardan birincisi, tek başına Zû Nuvâs’ı dehşete düşürecek kadar etkili olmuş, öyle ki Zû Nuvâs büyük bir meblağ karşılığında barışı sağlayabilmiş; ancak, Habeşistanlı subaylar bu parayı almak üzere kendisinin huzuruna çıktıklarında, onları haince kılıçtan geçirtmiş, daha sonra vakit yitirmeden, şaşkın ve komutansız kalan Habeş ordusunun üzerine çullanmıştır.518 Yukarıda belirtilen 70.000 rakamı, İbn el-Kelbî’ye göre, ikinci kez düzenlenen misilleme harekâtındaki asker sayısını göstermektedir. Bizanslı vak’anüvisler ise, 15.000 kişilik bir öncü kuvvetin susuzluk ve bitkinlikten telef olduğunu söylerler. Durum ne olursa olsun, savaş Zû Nuvâs’ın yenilgisi ile sonuçlanınca o da kendisini denize atarak intihar etmiş ve ülke Necâşî’nin orduları tarafından işgal edilmiştir.

483. Birkaç yıl geçtikten sonra, aynı Habeş ordusu –ilerde de değineceğimiz gibi- Mekke’yi istila etmek üzere Yemen’den yola çıkmış, ancak ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu olaydan üç ay sonra Resulullah (AS) dünyaya geldi. Peki Habeşliler böyle bir sefere neden girişmişlerdi? Bu sıradan bir istila hareketi miydi? Bazı doğubilimcilerin bizi inandırmaya çalıştığı gibi, istedikleri sadece, o sırada İranlıların yoğun tehditlerine maruz kalan Bizanslılara yardım etmek üzere Suriye’ye ulaşmak için Mekke arazisinden geçmek miydi? Yoksa, bazı klasik Arap tarihçilerinin naklettiği gibi, Yemen’deki San’a şehrinde bulunan büyük kiliseye putperest bir Arap tarafından yapılan saldırının intikamını almak mı söz konusu idi? Bir başka ihtimal de şu idi: Daha önce de gördüğümüz gibi, el-Hâris ibn Mudâd da Yemenlileri cezalandırmak için gidenler arasında idi. Belki de bu Mekkeli başkan kendisi için Yemen tahtına göz dikmiş ve bu rekabet, peşinden istilalara yol açacak bir takım sürtüşmelere neden olmuştu. Bununla birlikte, el-Hâris’in Habeş istilasından çok önce Mekke’den sürüldüğünü belirtmek gerekir; Bu kişinin, Necranlıların imdadına yetişme bahanesiyle düzenlediği askerî sefer hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Mezarının Isfahan’da bulunması acaba kendisinin daha sonra İran’a mülteci olarak gittiğini mi, yoksa oraya istilacı bir komutan olarak gidip savaş alanında öldüğünü mü göstermektedir?

484. Her ne olursa olsun, Necâşî, istiladan sonra kendi ülkesinde kalmış ve Yemen’in yönetimi için bir kıral nâibini görevlendirmiştir. Daha sonra, Habeşli komutanlardan biri olan Ebrehe, kıral naibi Aryât’ı öldürerek iktidarı ele geçirmiştir. Necâşî, bir iç savaş çıkmasını önlemek için ve bu oldu-bittiyi meşrulaştırmak amacıyla Ebrehe’yi Yemen’in kıral nâipliğine atamıştır.519

485. Anlaşıldığı kadarıyla Necâşî dinine düşkün bir Hıristiyandı. Ülkesini Hıristiyanlaştırmak için çok gayret etti. Yaptırdığı birçok anıtın yanı sıra, San’a’da büyük bir katedral inşa ettirmiş, bu tapınağın şöhreti Arap edebiyatında Kâlis (kilise sözcüğünün Arapça karşılığı) adıyla günümüze dek sürekli tekrarlanmıştır. Bizans imparatoru, binanın dekorasyonunda kullanılmak üzere mermer ve mozayik gibi malzemelerin yanı sıra, işinin erbabı ustalar göndermiştir. Ayrıca, Yemen’deki dinî hayatı belli bir düzene sokmak amacıyla İskenderiye’deki İtalyan asıllı rahip Gregentius’u da buraya göndermiştir. Bu zat, Grekce asıl metni hala Viyana’daki elyazmaları arasında muhafaza edilmekte olan, Arabistan’a uyarlanmış 23 maddelik bir kanunu yürürlüğe koymuştur.520 Arapça kaynaklara göre,521 Ebrehe Arapları vergiye bağlamış, ayrıca Saba melikesi Belkıs’ın antik sarayını yıkarak, buradan çıkan taş ve sütun gibi malzemeleri bu kilisenin inşasında kullanmıştır. Kâlis denen bu tapınak artık mevcut değildir; 1947’de bölgeye yaptığım bir gezi sırasında, bu tapınağın San’a’da basit bir duvarla çevrilmiş olan temelini görmüştüm. Hendeklere doldurularak yakılan Hıristiyanların hatırası, daha sonra Necran’da inşa edilen bir kilise ve şehitler mezarlığı ile yaşatılmaya çalışılmıştır. Necran şimdilerde Suudî Arabistan sınırları içinde bulunmaktadır ve 1946 yılında yayınlanan resmî bir kaynaktan öğrendiğime göre, burada taştan yapılmış bir aslan heykeli bulunmuştur. Bana etkileyici bir olay daha anlattılar: Hendek içinde yakılan Hıristiyanların bulunduğu çukurlardaki küllü topraklar köylüler tarafından gübre olarak kullanılıyormuş. Kıral İbn Suûd durumu haber alır almaz bu saygısızlığa bir son vermiştir. Zira burada şehit edilenlerin (Ashab-ı Uhdûd) hatırası bizzat Kur’an’la kutsanmaktadır.522

486. Öyle anlaşılıyor ki Ebrehe güçlü ve iyi niyetli bir yönetici olarak ortaya çıkmıştır ve günümüzde ortaya çıkan bazı kitabelerden, onun birçok su bendi ve arklarının inşa ya da onarımıyla bizzat ilgilendiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Mârib su bendi üzerinde 136 satır halinde yazılı bulunan M. 543 tarihli büyük Himyerî kitabesi Glaser tarafından yayınlanmıştır. Bu kitabenin metni, taştan yapılmış büyük bir dikdörtgen prizmanın dört yüzüne kazınmıştır. Glaser’in Almanca çevirisine göre bu kitabeden bazı kesitler aşağıda sunulmuştur:523

        Kutsal Ruh, İsa Mesih ve Rahman olanın kudret, bağışlama ve rahmetiyle başlarım: Bu kitabe, Aksum kıralı Ramhîş Zubeyman’ın, Sabâ, Zû Raydân, Hadramut, Yemenât kıralları ile Tihâme ve Necd Araplarının kıralının temsilcisi Ebrehe tarafından (taşa) kazdırılmıştır. O, bu kitabeyi Kinde ve Dî… valisi Yezîd ibn Kebşe’nin isyanı sırasında yazdırdı. O, Cerrah Zû Zinbur’u gönderdi… Fakat Yezîd onu öldürdü. Haberi öğrenen kıral, sayısı binleri bulan Habeş ve Himyerli askerî birliklerini 657 yılının Zu’-Kıyât ayında bir araya toplayıp yürüyüşe geçerek, Saba ovalarına yayıldı… Bu sırada Yezîd, Nabat’ta onun huzuruna çıktı ve ordunun ileri gelenleri önünde başı kesildi. .. Tam o sırada, Saba bölgesinden, 657 yılının Zu’l-Mezrah ayında, su bendinin ve aynı zamanda duvarın, su haznelerinin ve Afan göletinin çatlayıp yıkıldığını bildiren korkunç haber geldi. Ve kıral, kabilelere su seddini, duvarları yeniden inşa edip Mârib’de ortaya çıkan zarar ziyanı telafi etmek amacıyla inşaatın toprağını, temel taşlarını, kırmızı inşaat taşlarını, inşaatın diğer malzemesini, Hafac ağacı yapraklarını, beyaz taşları ve dökme kurşunu524 toplayıp bir araya getirmelerini emretti. Bu malzeme toplama işi 657 yılının Zu’s-Surâb ayında tamamlandı… Kıral, kilisesini kutsamak için Mârib’e geldi… Daha sonra su bendine giderek, temel seviyesine kadar toprağı kazdırdı ve temel duvarını örmek üzere kayalık tabakayı ortaya çıkardı. Tam bu işe başladığı sırada, kabilelerin isyan haberi kendisine geldi. Asiler kırala boyun eğdiler. Oradan, su bendinin bulunduğu Mârib şehrine geri döndü. Kendisine sadık kalan başkanlar Aksûm (kıralın oğlu, Me’âhir’in başkanı), Zirneli Murcezif, Fâiş’in başkanı Adil vs. idi... O zaman kendisine Necâşî’nin elçisi, Rum (Bizans) hükümdarının elçisi, Fars (İran) hükümdarının elçisi, el-Münzir’in elçisi, Hâris ibn Cebele’nin bir elçisi, Ebû Karib ibn Cebele’nin bir elçisi ve Rahmân’ın sayesinde onun dostluğunu arayan herkesin elçileri ona geldiler… Ve kıral, Saba’da Ya’fûr tarafından inşa edilmiş olan duvarı yeniden inşa ettirdi… Kabilelerin yardımı ile tamamlanan inşaat yaklaşık 54 m. uzunluğunda, 42 m. yüksekliğinde ve 17 m. genişliğinde idi. Su bendini, duvarları ve su arklarını inşa ettirdi… (daha sonra un, hurma, et, üzüm, kuru üzüm ve şarap gibi sarf malzemesinin ayrıntıları gelmektedir)… Ve inşaat çalışmasını 58 günde… 658 yılının Zû Mu’ân ayında (M. 543 yılının şubat-mart ayları) tamamladı.”

487. Daha sonraki 26 yıl içerisinde kayda değer bir olaya rastlanmaz.525 Ebrehe’nin Mekke’ye düzenlediği askerî sefer M. 569 yılına rastlar. İstilânın nedenlerini bir yana bırakarak, -ki bu İbn Kesîr’e göre, Mekke’den gelmiş bazı kötü niyetli kimselerin kışkırtmasıyla söz konusu kilisenin yakılması,526 İbn Hişâm’a göre ise Nesy yöntemine dayanan Arap takviminden sorumlu Kinâneli başkanın bu tapınağa karşı yapmış olduğu saygısızlık527 idi-, bu siyahî istilacının ordusunda, diğer şeylerin yanı sıra bir de devâsâ bir fil bulunduğunu belirtmekle yetineceğiz.528 İslam öncesi Mekke’sinin tarihsel bilgileri arasında yer alan “Fil Yılı” kavramı da buradan gelmektedir. Ayrıca, Arap tarihçilerine göre bu fil Mahmûd adını taşımaktaydı. Necâşî’nin Habeşistan’dan gönderdiği bir file saf Arapça bir sözcük olan Mahmûd adının konması tuhaf görünebilir. Yoksa burada daha çok, Mamut gibi türünün son örneği olan bir hayvanın Arapçalaşmış adını mı görmek gerekir? Tarihî anlatımlardaki bazı ifadelere göre, Mahmûd kadar büyük olmasa da konvoyda başka filler de bulunuyordu. Has’am kabilesi içinde de belli sayıda Hıristiyan mevcuttu. Öyle ise, Ebrehe’nin ordusuna Mekke’ye kadar rehberlik edecek bir Has’amlının bulunmasına şaşırmamamız gerekir.529 İstilacılar Mekke bölgesinde birçok zarar ziyana yol açtılar, hayvan sürülerini talan ettiler. Bu sırada ahali dağlara çekilmişti. Resulullah (AS)’ın dedesi Abdu’l-Muttalib, halkının temsilcisi olarak Ebrehe’nin karşısına çıktı. Uzun boyu ve gümüşe çalan sarı saçları ile, siyahî başkan üzerinde büyük bir etki uyandırdı: Ebrehe kendisine itibar gösterip saygı ile karşıladı. Ziyaret nedeninin sorulması üzerine, Abdu’l-Muttalib develerinin kendisine geri verilmesini istedi. Ebrehe’nin kendisini hayret ve şaşkınlıkla karşılaması üzerine, tekrar söz alıp:

        “Develer bana aittir ve ben bunlar üzerinde hak iddia ediyorum. Beytullah’a (Ka’be’ye gelince), sahibi (olan Allah) onunla gereği gibi ilgilenecektir.”

        Bu sözlere biraz canı sıkılan Ebrehe, ona hayvanlarını geri verdi ve derhal, o dönemin buldozeri sayılabilecek “fil”in Ka’be’yi yıkmak üzere harekete geçirilmesini emretti. Ancak fil inat edip yürümedi. Ne tatlılık ne de şiddet onu yerinden kımıldatamadı. Daha sonra ne olup bittiği hakkında Kur’an’a başvuralım:

        “Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Sonra onların üstüne birbiri arkasına uçuşup gelen ebabil kuşları göndermedi mi? Ve o kuşlar, onların üzerlerine pişmiş tuğladan yapılmış taşlar atmadılar mı? Böylece Allah onları sanki yenilip çiğnenmiş ekine çevirmedi mi?” (Kureyş: 105/1-5)

488. Kuş sürülerinin böyle bir saldırısını efsane olarak nitelendirip reddetmek belki kolay olurdu. Ancak, Kur’an’ın bu ayetleri söz konusu olaydan kırk yıl kadar sonra vahyedilmişti ve Muhammed (AS)’ın hasımları arasında bu olayı gözleriyle gören tanıklar vardı. Eğer uydurma bir olay söz konusu olsaydı, bu tanıklar bu açıklamayla alay edebilirdi. (Arap tarihçiler Kur’an’ın birçok ayeti konusunda İslam düşmanlarının eleştirilerine yer verirken, kuşlarla ilgili bu olay hakkında bir eleştiriye hiç değinmemişlerdir.)

489. Taberî’nin530 açıklamasına göre, aynı yıl bölgenin tarihinde ilk kez olmak üzere çiçek hastalığı ve diğer bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmıştır. Belki de bu hastalıklar, Ebrehe ordusunun kokuşmuş ölülerinden ya da bölgeye istila amacıyla gelen bu ordunun yol açtığı büyük çaplı ölümler nedeniyle ortaya çıkmıştı. Herşeye rağmen Ka’be mucivevî bir biçimde tahrip edilmekten kurtulmuş ve Ebrehe Yemen’e dönerek, çok geçmeden orada ölmüştür. İnsanın aklına, bu düşman ordusundaki bazı hastaların bölgede kalmayıp, arkadaşları dönüş yolunu tutarken, bunların siyahi esirler olarak İslam’ın başlangıç yıllarında Mekke’de ortaya çıkmış olabileceği ihtimali geliyor. Yemen’de askerî yönetim zayıfladığı için ülke kolaylıkla İran tarafından işgal edilmişti. Gerçekten, bazı Yemenliler Kisra’nın huzuruna çıkarak, Habeşlileri buradan sürüp çıkarmak için yardım etmesini istemişlerdir. Kisra, Vihriz’in komutasında bir ordu göndermiştir. Arap tarihçilerin ifadelerine bakılırsa, Kisra, hapishanelerdeki suçluları, bu askerî sefere katılmaları koşuluyla bağışlamıştır. Yerli halkla işbirliği sağlandıktan sonra, Yemen büyük bir güçlükle karşılaşmadan Habeşistan’ın egemenliğinden kurtarılmıştır. Mekkelilerin, Yemenli büyük başkan Seyf ibn Zî Yazan’ı bu zaferden dolayı kutlamak üzere Abdu’l-Muttalib yönetiminde bir heyet göndermesine şaşırmamalıyız.531 (Yemen’in bağımsızlığı uzun sürmemiştir: İranlılar çabucak efendi gibi davranmaya başlamışlar ve bu durum Resulullah (AS) döneminde Yemen’in Müslümanlaştırılmasına kadar devam etmiştir.)

Mekke’nin Habeşistan’la İlişkileri

490. İslam’dan önce de Mekkeliler siyahî Afrika ile doğrudan ilişki içinde bulunuyorlardı. Kur’an’da Habeşçe kökenli sözcüklerin bulunması532 bunu kanıtlamaktadır. Bizans imparatoru (I. Leon) Resulullah (AS)’ın büyük dedesi Hâşim’e, 467 yıllarında, ticaret kervanlarıyla Suriye’ye girmesine izin veren bir belgenin yanı sıra, Necâşi’ye hitaben yazdığı bir tavsiye mektubu533 ile, kendisinin de Mekke ve Habeşistan arasındaki kervan akışına izin vermesini istemişti. Hâşim, kardeşi Abd Şems’i Necâşî’nin huzuruna çıkmakla görevlendirmiş ve o da bu konuda gerekli yetkiyi almıştır. O günden itibaren bu iki komşu ülke arasındaki ilişkiler giderek artmıştır. Daha sonraki dönemlerde Amr ibn el-As’ın, kendi üretimi olan işlenmiş derileri Necâşî’ye sunduğunu görürüz. Hâşim’in döneminde de muhtemelen bu tür şeyler ihraç edilmekteydi.

491. Belazurî’nin bize naklettiğine göre,534 Hâşim’in oğlu Abdu’l-Muttalib, (Habeşistan’la ticaret belgesini elde eden) Abd Şems’in torunu Harb ile, bu iki Mekkeliden hangisinin bir konuda daha çok liyakatli olduğuna karar verme hususunda ihtilafa düştü. Her iki taraf ta sorunun çözümü için Necâşî’nin hakemliğini kabul ettiler. O ise, iki akraba arasındaki böyle bir meseleye karışmak istemedi. (Bunun üzerine, sorunlarını çözmek için bir başkasını belirlediler.)

492. Suheylî’nin ifadesine göre,535 Habeşistan’daki iç savaş sırasında, olayların akışı içerisinde ülkedeki prenslerden biri, ülkesinden uzaklaştırılmasını sağlamak amacıyla 600 dirheme bir Arap tacire satılmıştı. Daha sonra Necâşî Ashama adını alacak olan bu prens, Bedir vadisinde Damra kabilesine mensup birinin çobanlığını yapıyordu. Bu arada hatırlatalım ki, Resulullah (AS), Habeşistan’a iltica eden Müslümanlara karşı Mekkelilerce düzenlenen entrikaları engellemek için, Necâşî Ashama nezdinde elçi olmak üzere Damra kabilesinden Amr ibn Umeyye’yi görevlendirmişti.

493. Acaba Muhammed (AS) de Habeşistan’a gitmiş midir? Kaynaklarımız bundan hiç söz etmezler. Ancak bazı olaylara bakarak bu soruya olumlu cevap vermemiz mümkündür. İlerde de göreceğimiz gibi, Muhammed (AS)’ın Necâşî’ye gönderdiği ilk mektup oldukça samimi ve içten ifadeler taşımaktaydı. Gerçekten de bu mektupta şöyle söylüyordu:

        Sana yanında az sayıda Müslümanla birlikte amcamın oğlu Cafer’i gönderiyorum. O senin yanına geldiğinde ona konukseverlik göster...”

        Mekkeli Müslümanlara Habeşistan’a gitmeleri için izin verirken de, Resulullah (AS), İbn Hişâm’ın bildirdiğine göre536 şöyle eklemişti:

        “Orada öyle bir kıral vardır ki yanında hiç kimseye zulmedilmez. Orası hakikat ülkesidir. Allah orada size şimdiki durumunuzdan kurtulmanız için bir çare gösterecektir.”

        Ancak bu konuda basit dedikodularla yetinmememiz gerekir. Bildiğimiz kadarıyla Resulullah (AS), özellikle Habeşlilerle ya da Habeşçe bilen kişilerle konuşurken bazen Habeşçe sözcükler kullanıyordu.537 Ayrı ayrı değerlendirildiğinde bu olaylardan hiçbiri fazla bir şey kanıtlamaz, ama bunlar bir araya geldiklerinde belli bir değer taşırlar. Ayrıca Resulullah (AS) çok seyahat eden biriydi. Yemen’deki Bahreyn-Uman’ın yanı sıra, ülkesinden çok uzaklarda bulunan Suriye’ye bile gitmişti. O dönemde, Mekkeli tüccarlar Necâşî’nin ülkesine sık sık yolculuk yaparlardı. Habeşliler, denizden yaptıkları bir saldırı ile Yemen’i işgal etmişlerdi. Müslüman mülteciler de Habeşistan’a gemi ile geçmişlerdi. Yemenli Ebu Musa el-Eş’arî de Medine’ye gelmek için bir gemiye bindiğinde, fırtına kendisini Habeşistan kıyılarına atmıştı.538 Doğubilimci Barthold,539 Kur’an’da deniz yolculukları ile ilgili olarak geçen çok ayrıntılı bilgi ve açıklamalara bakarak, Muhammed (AS)’ın kendisine indirilen şeylerin anlamını çok iyi anlayacak düzeyde bu tür ulaşım araçlarından haberdar olduğunun çıkarılabileceği kanısındadır. Bu konuyu, yazarı bilinmeyen bir Hıristiyan kaynağında geçen şu rivayetle bitirelim. Söz konusu eserde, imparator Herakliyus zamanında Habeşistan’ın bir bölgesine giden Muhammed’in Etiyopya kökenli olduğu belirtilmektedir.”540 Acaba burada katıksız bir ırkçılık mı, yoksa çarpıtılıp değişikliğe uğratılmış tarihsel bir bilgi mi söz konusudur, bilemiyoruz.

494. İslam-öncesi dönemle ilgili olarak bir kaynağın bize aktardığı bilgilere göre,541 Mekke’nin ihtiyacı olan hububat deniz yoluyla Cidde’ye geliyordu. Aynı kaynak bu işte  Habeşistanlıların etkin olduğunu belirtir. Mekkeliler gelen malları nakletmek üzere Cidde’ye deve ve eşek gönderirlerdi. Bu sırada şöyle bir olay meydana gelmiş olabilir: Kureyş’in Abdar kolundan Hâris ibn el-Alkame, aşağıda geçen olay nedeniyle, Habeşistan kıralı Aksumlu Ebû Yaksûm’un eline rehin düşmüştü. Şiddetli bir kıtlığın yaşandığı bir sırada Mekke’ye bir grup Habeşli tüccar geldi; Kureyşli gençler Habeşlilerin mallarına üşüşüp onları yağmaladılar. Doğal olarak bu bir çatışmaya yol açtı. Daha sonra, Mekke’nin birçok ileri gelen başkanı devreye girerek, özür dilemek ve bundan sonra onun ülkesinden hiçbir tüccarın Mekke’ye gelmesine engel olmamasını rica etmek üzere Aksumluların huzuruna çıktılar. El-Hâris’in yanı sıra birçok insan kırala rehin bırakıldı. Kıral rehinelere çok cömert davrandı. Hatta bunlar, kendi hesaplarına Mekke’ye mal bile gönderdiler.542

İslâmî Dönem

495. Muhammed (AS)’ın 609 yılında İslam’ı tebliğ için ilahi çağrıyı aldığını daha önce görmüştük. Bundan beş yıl sonra kendi hemşehrilerinin dinî nedenlerle uyguladıkları baskı ve işkenceler o derece dayanılmaz boyutlara ulaştı ki, bizzat kendisi, sahabesine doğdukları bu şehri terk edip Habeşistan’a sığınmalarını telkin etti. Kuşkusuz böyle uzak bir ülkenin tercih edilmesinin birçok gerekçesi vardı. Öncelikle, Arap töreleri herhangi bir kabile mensubunun iznini almayan kimselere sığınma hakkı tanınmasına imkân vermiyordu. Başka bir deyişle, sığınacak bir yer bulmak sığınmacının bir hakkı değil, tamamen onun şansına kalmış bir şeydi. Aralarında sadece erkeklerin değil, kadın ve çocukların da bulunduğu kırk-elli kişilik, hatta bazen yüzlerce kişilik bir topluluğa sığınma hakkı tanımak, herkesin birbiriyle kavgalı olduğu bir ülkede o hakkı verecek kişinin rızasının yanında, bu sığınmacıların bölge ekonomisiyle kaynaşıp bütünleşmesi için önemli maddî imkânlara sahip olmayı da gerektiriyordu. Üzerinde yaşayan insanların atasözlerine geçmiş konukseverliklerine rağmen, Arap yarımadasının bu kadar çok sayıda sığınmacıyı barındıracak yeri yoktu. Bunun yanı sıra, Mekkeliler uluslararası nitelikte Arap dayanışmasını öngören bir ticaret anlayışını benimsemişlerdi. Bu nedenle, yaşadığı topraklardan sürülme riskini göze almadan önce, bunun doğuracağı sonuçları düşünmeleri gerekiyordu. Mekkelilerden gelebilecek bir istila hareketine karşı kendilerini savunmak için, güçlü bir Devlet her zaman için bir kabileden daha güvenli bir seçenekti. Komşu ülkeler arasında İran da vardı. Ama bu devlet, Hire Arap kırallığını henüz yeni ortadan kaldırmıştı ve tamamen Araplar arasından çıkmış olan bu yeni başkandan (Resulullah) kuşkulanıyordu. Bizans imparatorluğu ise o sıralarda İranlılara karşı giriştiği mücadelede oldukça ağır kayıplar vermiş ve Şam, Kudüs ve hatta İskenderiye’yi kaybetmişti (613-617). Bu durumda, Herakliyus tarafından özellikle Araplara karşı alınmış olan543 sıkı ekonomik önlemler, o dönemin Mekkeli Müslümanlarını Suriye’ye çekemezdi. Komşu ülkeler arasında ise sadece Habeşistan uluslar arası karışıklıkların dışında bulunuyor ve bu ülkenin kıralı Necâşî’nin düşünce yapısı Araplara karşı oldukça uygun ve elverişli bir durumda bulunuyordu.

496. Sahabelerine bu hicret etme önerisini bizzat götüren Resulullah (AS)’ın onlara, Necâşî’ye verilmek üzere bir tavsiye mektubu yazmış olduğunu düşünmek de oldukça makul ve doğaldır. Habeşistan kıralından Müslüman sığınmacılara karşı konuksever olması isteğinde bulunan bu mektubun bir bölümünü yukarıda sunmuştuk. Şimdi de bazı sorunları gün yüzüne çıkaran bu mektubun tam metnini veriyoruz:

        “Allah’ın Elçisi Muhammed’den, Habeşistan hükümdarı Necâşî’ye:

        Kendisinden başka hiçbir tanrı olmayan gerçek Hükümdar (Melik), Mukaddes (Kuddûs), Esirgeyici (Selâm), Kurtarıcı olan Allah’a övgü (hamd) ile sözlerime başlarım. Kesinlikle onaylayıp tanıklık ederim ki Meryem oğlu İsa Allah’ın Ruhu ve Kelimesidir ve O, bu (Kelime’yi), iffetli, dokunulmamış Meryem üzerine bırakarak, tıpkı Adem’i kendi eliyle yarattığı gibi, onu kendi Ruhu ve Üflemesinin etkisiyle gebe bırakmıştır.

        Seni Tek ve hiçbir ortağı olmayan Allah’ın yoluna ve Ona itaat konusunda karşılıklı yardımlaşmaya davet ediyorum; beni izle ve bana gelmiş olan şeye iman et, zira ben Allah’ın elçisiyim. Öyleyse seni ve sorumluluk ve yönetimin altındakileri her şeye gücü yeten (Kâdir) ve Yüce olan Allah’a davet ediyorum. Öğüt ve önerilerimi kabul etmenizi tavsiye ederim.

        Sana yanında az sayıda Müslümanla birlikte amcamın oğlu Cafer’i gönderiyorum. O senin yanına geldiğinde, yararsız ve boş gururu bir yana bırakıp onlara konukseverlik göster.

        Selam, hakikat yolunu izleyen kimsenin üzerine olsun!”544

497. Aralarında Taberî’nin de bulunduğu diğer kaynaklar, bu mektubu H. 6 yılına, yani bu sığınmacıların Habeşistan’a gelişlerinden onbeş yıl sonraya tarihlendirirler. Zaten bu sırada sığınmacılar, sağlam bir İslam Devletinin kurulmuş olduğu Medine’ye dönme hazırlıklarına başlamışlardı. Dolayısıyla, olaydan sonra (post eventum) bir konukseverlik isteğinde bulunulması kabul edilemezdi. Ben 1935 yılında, Necâşî’ye bu konuda gönderilmiş iki ayrı mektubun birbirine karışmış olabileceğini düşünüyordum; bunlardan biri sığınmacıların Habeşistan’a hicretleri sırasında, diğeri ise H. 6 yılında Muhammed (AS)’ın İslam’a davet amacıyla yabancı ülke yöneticilerine mektuplar gönderdiği sırada yazılmış olmalıydı.545 Necâşî’ye gönderilen mektubun aslının ortaya çıkışıyla bu görüşüm pekişti. Bu konuyu ilerde daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Burada sadece “konukseverlik gösterilmesi isteği” ile ilgili paragrafın bu orijinalde bulunmadığına işaret etmekle yetineceğiz. Tavsiye mektubunun başlangıç bölümünde kuşkusuz ikinci mektuptakiyle hemen hemen aynı ifadeler yer alıyordu. Kaynaklardaki “karışma” buradan ileri geliyor olmalıdır. Ayrıca, Kastallanî ve Kalkaşendî’de “Sana yeğenimi gönderiyorum” kısmının aynen bulunduğunu, ancak “O senin yanına geldiğinde…” diye devam eden son cümlenin tamamen eksik olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bir yandan sığınma hakkı ve konukseverlik gösterilmesini isterken, öte yandan da aynı kimseye “boş ve yararsız gurur ve büyüklenme” yakıştırmak ev sahibinin duygularını incitebilirdi. Ancak, bu tür bir cümle, daha sonra ortaya çıkacak bir fırsatla, yeni dine davetin reddedilmesinden sonra yapılacak bir yazışmada yer alabilirdi.

498. Kendi çıkarları konusunda oldukça dikkatli davranan Mekkeli müşrikler, çok geçmeden, Müslüman sığınmacıların sınır dışı edilmeleri isteğiyle Habeşistan’a resmî bir elçi göndermeye karar verdiler. Mekke bölgesinde tabaklanıp işlenen deriler, Habeşistan’da en çok rağbet gören Arap ürünleri idi. Necâşî’nin huzuruna çıkmadan önce, kraliyet sarayındaki tüm din adamları ve öteki yöneticilere hediye edilmek üzere bol miktarda bu derilerden temin edildi. Onlara heyetin geliş amacı açıklanarak, Necâşî nezdinde kendilerine destek olunması sağlandı. Habeşlilerin, sığınmacıları ülkelerinden kovarken vicdanî bir rahatsızlık duymamaları için, onların Hıristiyan olmadıkları özellikle vurgulandı. Mekkeli elçilerin, saraya kabul edilmeleri sırasında kıralla çok samimi olduklarını gözlemliyoruz. Onlar kendisine şöyle diyorlardı:

        “Ey Hükümdar! Aramızdan bazı budala gençler senin ülkene sığınmışlar; onlar kendi halkının dinini terk ettiler, ama seninkini de kabul etmiş değiller. Aksine, bizim için de senin için de meçhul, yepyeni bir din icat ettiler. Onların ana-babaları, akrabaları ve amcalarından ileri gelen çok sayıda hatırlı kişi, bu sığınmacıların hata ve kusurlarını herkesten daha iyi bilen kimseler olarak, onların ülkeden sınır dışı edilmelerini istemek üzere bizleri gönderdiler.”

        Daha önceden gönülleri kazanılan saray çevresi bu isteği destekledi. Ancak kıral, sığınma hakkına ihanet etme düşüncesine sinirlenip karşı çıktı. Hemen Müslümanları huzuruna getirtti. Abdullah ibn Ebî Rebî’a ve Amr ibn el-Âs bu durumdan hiç memnun olmamakla birlikte, buna engel de olamadılar. Aynı şekilde Müslümanlar da endişe ve korkuya kapılmışlardı. Ama neye mal olursa olsun gerçeği söylemeye karar verdiler. Resulullah (AS)’ın yeğeni Ca’fer söz alarak şöyle söyledi:

        “Ey Hükümdar! Allah bize kendi aramızdan birini seçip, onu kendi elçisi olarak gönderinceye kadar bizler cahil bir topluluk idik; putlara tapar, şehvetlerimizden kaynaklanan günahlar işler, zayıflara zulmeder, kötü ve çirkin her fiili işlerdik. Bizler onun bütün erdemlerini, doğruluğunu, iffetini gayet yakından ve mükemmel bir şekilde biliyorduk. O bize diğer insanlara kötülük yapmaktan çekinmeyi, sadece tek olan Allah’a kulluk etmeyi, namaz kılmayı, yoksullara sadaka vermeyi, oruç tutmayı ve güzel olan ne varsa onları yapmayı (salih ameli) öğretti. Bütün bunlar bizim hoşumuza gitti ve bunları yapmaya başladık; ama hemen ardından, bizi kendi yurdumuzu terk etmek ve senin ülkene sığınmak zorunda bırakan kendi yurttaşlarımızın işkence ve zulümleri başladı. Biz tüm seçeneklerimiz arasından seni tercih ettik, zira senin yanında bize hiçbir kimsenin zulmetmeyeceğini ümit ediyorduk.”

        Necâşî, bu ilahi mesajdan birkaç parça hatırlayıp hatırlamadığını kendisine sorunca, Ca’fer, her ikisi de ilahi birer mucize olan Yahya ve İsa’nın doğumlarının anlatıldığı Meryem suresinin ilk ayetlerini okudu. Tarihçilerin belirttiğine göre, o sırada önlerinde İncil nüshaları olan din adamlarınca etrafı kuşatılmış bulunan Necâşî, kendileri için çok değerli ve kutsal olan bütün bu hususların hiç beklemedikleri bir biçimde ayetlerde yüceltilip ululanması karşısında, rahiplerle birlikte ağlamaya başlamıştı. Sonunda kıral şöyle dedi:

        “Bu ışığın kaynağı, İsa’ya gelen kutsal mesajınki ile aynıdır. Haydi şimdi esenlik ve barış içinde gidiniz; sizi bu puta tapıcılara kesinlikle teslim etmeyeceğim.”

499. Kaynağımız İbn Hişâm,546 daha sonra bize temsilci Amr’ın çıkardığı bir fitneden bahseder: Amr, Müslümanların İsa Mesih konusunda sahip oldukları inanç yüzünden güya kendisinin hafife alındığını göstermek üzere tekrar Necâşî’nin huzuruna çıktı. Kıral ile yapılan bu ikinci görüşme, Müslüman zümre arasında korku ve endişe tohumları saçtı. Ama yine de yalan söylememeye karar verdiler. Ca’fer tekrar söz alarak, İslam anlayışına göre İsa’nın Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu, bakire Meryem’den dünyaya gelmiş, Allah’ın Ruhu ve Kelimesi olduğunu açıkladı. Necâşî böylece Mekkelilerin kurduğu tuzağın farkına vararak, kendisine yapılan hediyeleri onlara iade ettirdi ve Müslüman sığınmacılara tanıdığı hakları yeniledi. Necâşî, Muhammed (AS)’ın:

        “İsa, bir hurma çekirdeğinin zarı kadar bile olsa, bir taşkınlık göstermemiştir.”547

        şeklindeki sözlerini onaylayıp kabul etti. Resulullah (AS) onun bu tutumundan, İslam’ı kabul ettiği sonucunu çıkarmış, Necâşî öldüğünde de, Medine’de gıyabi (in absentia) bir cenaze töreni düzenlemiştir.548

500. Sığınmacılar Habeşistan’a geldikten kısa bir süre sonra Ca’fer’in bir oğlu dünyaya gelmiş ve aynı gün Necâşî de bir oğula sahip olma sevincini yaşamıştı. Ca’fer’in hanımı prense sütannelik yaptı. İki süt kardeş arasındaki dostluk ilişkisi buradan kaynaklanır.549 Ca’fer’in hanımı Esma’ya, katıldığı bu deniz yolculuğu nedeniyle, daha sonra hemşehrileri tarafından Bahriye (denizci kadın) lakabı verilmiştir.550

501. O zamanın Habeşistan’ında günlük hayat hiç de sakin değildi. Çıkan iç savaş nedeniyle Ashama’nın iktidarı ve aynı zamanda Müslümanların güvenliği tehlikeye düşmüştü. Tarihçilerin çoğu, savaşma çağına gelmiş Müslümanların Necâşî’nin safında yer alıp ona destek olduklarını ve savaş alanının yakınlarında onun emrini beklediklerini kaydederler. Ancak Belazurî,551 Zübeyr’in bu savaşa fiilen katıldığını ve Necâşî’nin, gösterdiği büyük hizmetlerin karşılığı olarak kendisine çok değerli bir mızrak hediye ettiğini ifade eder. Yazar, ayrıca Zübeyr’in dönüşünde bu mızrağı Resulullah (AS)’a armağan ettiğini ve onun da bu mızrağı bütün hayatı boyunca resmi törenlerde kullandığını belirtir.

502. Yine Habeşistan’a gelişlerinden birkaç ay sonra, Muhammed (AS)’ın hemşehrileriyle bir uzlaşmaya vardığını bildiren yanlış bir haber, belli sayıda sığınmacının Mekke’ye dönmesine yol açmıştır. Bunlar, aldatıldıklarını öğrenir öğrenmez, yanlarına diğer Mekkeli Müslümanlardan bazılarını da alarak tekrar Habeşistan’a döndüler. Resulullah (AS) Medine’ye hicret ettiğinde, bunlardan bazıları ona kavuşmak için Habeşistan’ı terk ettiler. Diğerleri ise, Resulullah (AS)’ın kendilerini Medine’ye dönmeye çağırdığı H. 7 yılına kadar orada kalmaya devam ettiler.

503. Habeşistan’a hicret edenler arasında Resulullah (AS)’ın kızı Rukiyye ve (sonradan 3. halife olan) kocası Osman da bulunuyordu. Suheylî,552 onun sahip olduğu güzellikle ilgili birçok menkıbe anlatır. Bu menkıbelerden birine göre, güzelliği yüzünden Rukiyye, Necâşî’nin başkentinin sokaklarında birçok sıkıntıya maruz kalmıştır. O dönemde İslam, henüz kadınlar için örtünme kuralını getirmemişti. Bu nedenle, bir sığınmacı olarak o, sokakta kendisini rahatsız edenlere karşı kolayca savunamıyordu. Aynı kaynak, bu kötü ve belalı insanların iç savaş sırasında tamamen öldürülüp temizlendiğini ve böylece Rukiyye’nin onlardan kurtulduğunu ilave eder.

504. Buhârî’nin bize naklettiğine göre,553 diğer iki mülteci hanım olan Umm Habîbe ve Umm Seleme, daha sonraları Resulullah (AS)’a, içinde resim ve dini tabloların bulunduğu Santa Maria adında bir kiliseyi ziyaret ettiklerinden bahsetmişler, Resulullah (AS) de kendilerine, bunların o ülkenin azizlerinin suretleri olduğunu, Müslümanların asla onlar gibi bu “azizlere tapma” yoluna sapmamaları gerektiğini söylemiştir.

505. Habeşistan’da kalışı sırasında Abdullah ibn Mes’ûd da küçük devlet memurlarından yana bazı sıkıntılar yaşamıştır. Hatta bir defasında, iki dinar altın vererek ellerinden kurtulabilmiştir.554

506. Bu arada iki Müslüman sığınmacı dinlerinden çıkarak Hıristiyan olmuşlardır: Ubeydullah ibn Cahş (Umm Habîbe’nin kocası) ve Sukrân (Sevde’nin kocası).555 Bu din değiştirme olayının ayrıntıları arasında, Ubeydullah’ın alkolik biri olduğu ve sarhoş bir halde iken suya düşüp boğulduğu dışında pek bir şey bilinmemektedir. Her ikisinin de hanımları onların yolundan gitmeyi reddetmişlerdir. Sevde kocasından ayrılarak bir süre sonra Mekke’ye döndü. Onun bu tutum ve davranışından çok memnun kalan Resulullah (AS), kendisiyle evlenerek onu onurlandırdı. Bu olay hicretten önceye rastlar. Umm Habibe’ye gelince, muhtemelen onun kocası da birkaç yıl sonra din değiştirmiştir. Zira olayı haber alan Resulullah (AS), Necâşî’ye mektup yazarak Umm Habibe ile nikahını gıyaben kıymasını ve onu Medine’ye göndermesini istemiştir. Bu olay ise H. 6 yılına rastlar. Umm Habîbe’nin, Mekke’nin büyük başkanı Ebû Sufyân’ın kızı olduğunu da burada hatırlatalım.

507. Buna karşılık, Müslümanlar, büyük kitleler halinde Habeşlilerin İslam’a girmelerini sağladılar. Bunların sayısı tam olarak bilinmemekle beraber,556 tarihçilerin söylediklerine bakılırsa, Resulullah’ı ziyaret amacıyla onları taşıyan “birçok gemi”, yolculuk sırasında batıp gitmiştir. Sağ salim varış yerine ulaşanlar arasında Necâşî’nin bir oğlu da vardı. Bu kişi, Ali ile kardeşlik bağı kurmuş ve tahtta sahip olduğu şehzadelik haklarından feragat ederek, Habeşistan’a dönmeyi reddetmiştir.557 Taberî ve diğer birçok yazarın bize İbn İshak’dan naklettiği bir anlatıma göre Necâşî, Resulullah (AS)’a hitaben yazdığı bir mektubu oğluna vermiş ve bu mektupta İslam’a girdiğini açıklamıştı.558 Bu tarihçiler, mektubun tam metnini de vermektedirler. Samhudî’nin eklediğine göre, Resulullah (AS), Necâşî’ye olan minnettarlığının bir ifadesi olarak, Habeş heyetine büyük bir itibar ve yakınlık göstermiş ve onlara ev sahibi olarak bizzat hizmet etmiştir.

508. Bedir’de (H.2) uğradıkları ağır yenilgiden sonra, Mekkeliler, Necâşî’yi tahrik edip, mümkünse Müslüman sığınmacılara eziyet ve işkence yapmasını sağlamak için Habeşistan’a yeniden bir elçi heyeti gönderdiler. Eş-Şe’mî, bu anlatıma önemli bir eklemede bulunarak,559 Resulullah (AS)’ın durumdan haberdar olur olmaz, Mekkelilerin bu entrikalarını boşa çıkarmak amacıyla, henüz İslam’ı kabul etmemiş olan Amr ibn Umeyye adlı özel bir elçi gönderdiğini belirtir. İbn İshak’ın vermiş olduğu ayrıntılı bilgiler,560 o zamanın Mekke toplumu hakkında bizi aydınlatmaktadır. Gerçekten de yazar, Mekkelilerin temsilcisi Amr ibnu’l-As’a hem hanımının hem de hemşehrisi Umâri ibn el-Velid’in (Allah’ın Kılıcı Hâlid’in erkek kardeşi) refakat ettiğini söyler. Umâre çok yakışıklı olmakla ün yapmıştı. Hatırlanacağı üzere Mekkeli müşrikler, Resulullah (AS)’i öldürebilmek için, amcası Ebû Talib’e yeğenini değiş-tokuş yapıp, Muhammed’in yerine bu Umâre’yi evlat edinmesini teklif etmişlerdi. Ayyaş ve sefih bir kimse olan bu Umâre, yol arkadaşı’nın hanımının gönlünü çelip görünüşte onunla yakınlık kurmaya başlayınca, Amr’a bir yumruk vurup onu denize düşürdü. Neyse ki Amr yüzme biliyordu ve hemen kurtarılıp gemiye çıkarıldı. Kendisine yapılan suikastı anlamıştı. Ama kurnaz ve akıllı bir kimse olduğu için, intikam düşüncesini gizledi; hatta öyle ki, yol arkadaşının gözü pekliği sayesinde kurtarıldığına inanmış gibi yaptı; ve ona olan minnetini göstermek için karısından Umâre’yi kucaklamasını istedi. Hikaye daha sonra bir masal havasına bürünür gider. Göründüğü kadarıyla, Habeşistan’a vardıktan ve Necâşî’nin emriyle Mekkelilerin Müslümanları öldürme girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Amr, amaçları doğrultusunda Necâşî’nin nezdinde kendilerine yardım etmesi konusunda kraliçeyle yakınlık kurmak için Umâre’nin yakışıklılığını kullanmasını önerdi. Gerçekten de Umare kraliçe tarafından çok hoş karşılandı. Ona verdiği değerin bir göstergesi olarak, onu saraylara layık buhurlarla kokulandırdı. Amr bu olayı Necâşî’ye ihbar ederek onu kıskandırdı. O da hemen bu çapkın aşıkların sihir yoluyla cezalandırılmaları için büyücülerini çağırttı. Kaynaklarımız, kendisine sığınma hakkı verdikten sonra artık bu “konuğunu” öldürmek istemeyen Necâşî’nin soyluluğunu ön plana çıkarmaya özen gösterirler. Söylendiğine göre Umare daha sonra aklını yitirerek ormanlara kaçmış ve orada vahşi hayvanlarla yaşamaya başlamıştır. Bu durum, Ömer’in halifeliğine kadar devam etmiş ve Halife, bu bedbaht kişinin akrabalarından birini onu aramak üzere göndermiştir. Bu zat onu bulmuş, ancak akrabası tarafından tanınıp ele geçirilen mecnun, çırpınma ve karşı koymanın şiddetiyle ölüp gitmiştir.

509. Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre,561 Müslüman sığınmacılar Resulullah (AS)’ın Bedir’deki zaferini, bundan son derece memnun olan Necâşî’nin ağzından öğrenmişlerdi. O, Bedir’i biliyordu (bk.§ 492).

510. H. 5 yılındaki Hendek savaşının kaybedilmesi üzerine, Amr ibnu’l-As Mekke’yi kesinlikle terk edip Habeşistan’a yerleşmeye karar verdi. Kendi kendine şöyle dedi:

        “Şayet Muhammed bir gün bozguna uğrarsa ben tekrar Mekke’ye dönüp eski itibarıma kavuşurum; aksine, Mekke’yi ele geçirirse –ki bu daha olası görünüyor-, o zaman Muhammed’in tebaası olmaktansa Necâşî’nin tebaası olmayı yeğlerim.”

        Fakat onu bu düşüncesinden vazgeçiren de bizzat Necâşî olmuş ve Amr, Habeşistan’ı terk ederek, yolda kendisi gibi aynı amaçla Medine’ye gelen Allah’ın Kılıcı Hâlid’le karşılaşmış ve Müslüman olmuştur.562

511. Kaynakların ittifakla belirttiğine göre, Resulullah (AS) H. 6 yılında Hudeybiye’den dönerken, aralarında Necâşî Ashame’nin de bulunduğu komşu ülke hükümdarlarına, kendilerini İslam’a davet eden birçok mektup göndermişti. Daha önce olduğu gibi, ona bu mektubu Damra kabilesinden Amr ibn Umeyye götürmüştür. Bu mektubun orijinali son zamanlarda tekrar bulunmuştur. Necâşî cevap olarak İslam’ı kabul ettiğini belirtiyor563 ve Resulullah (AS)’ın arzu etmesi halinde bizzat Medine’ye gelebileceğini ekliyordu. Bu mektupta Resulullah (AS)’a gönderilen hediyelerden de söz edilmektedir. Habeşistan kıralı H. 9. yılında vefat etmiştir. Büyük hadis bilgini Müslim564 Resulullah (AS)’ın yeni Habeş kıralına da bir davet mektubu gönderdiğini nakletmekte, ancak mektubun metnini vermemektedir. İbn Hanbel’de geçen bir hadis, yeni Necâşî’nin olumsuz bir davranış sergilediğini ima etmektedir. Gerçekten de bu hadise göre Resulullah (AS), H. 9 yılında Tebuk’te Bizans İmparatoru Herakliyus’un elçisine şöyle demiştir:

        “Ben İran hükümdarı Husrev’e bir mektup yazdım: o bunu yırtıp attı; Allah da aynı şekilde onun kırallığını yakında yırtıp parçalayacaktır. Aynı şekilde Necâşî’ye de bir mektup yazdım; o da bunu yırtıp attı. Allah onu da, kırallığını da yakında yırtıp parçalayacaktır. Nihayet senin efendine (Herakliyus’a) bir mektup yazdım ve o bunu saklayıp muhafaza etti. Dünya üzerinde iyilik kaldığı sürece, insanlar bundan gerekli dersi çıkaracaklardır.”

        Kaynakta da açıkça belirtildiği gibi bu ifadeler, yukarıda adı geçen Bizanslı elçinin artık bunakça sözler söyleyecek kadar yaşlandığı bir çağda sarf ettiği sözlerdir. Onun anlatımındaki gerçeklik payının ne olduğunu söyleyecek durumda değiliz. Ancak, Resulullah (AS)’ın daha önceki sayfalarda geçen bir mektubundaki:

        “… yararsız ve boş gururu bir yana bırakıp…”

        ifadesi, Resulullah (AS)’ın yeni Necâşî’yi İslam’a davet etmek için gönderdiği ikinci mektubunda yer almış olabilir.

512. İbn Sa’d’in rivayet ettiğine göre,565 bir gün Resulullah (AS), Ca’fer’e bir hediye vererek şöyle söyledi:

        “Bunu kardeşin Necâşî’ye gönder!”

        Kuşkusuz bu olay, Ca’fer’in şehit düştüğü ve H. 8 yılında yapılan Mute Savaşı’ndan önce meydana gelmişti. Bir başka kaynakta566 ise şunları okuyoruz:

        “Resulullah (AS), Umm Seleme’yi nikahlarken kendisine şöyle söylemişti:

        - Ben Necâşî’ye birçok hediye gönderdim. Ama içimdeki bir his onun öldüğünü ve hediyelerin bana geri gönderileceğini söylüyor. Böyle olursa, filanca ve falanca şeyleri sana vereceğim.”

        Eğer tüm bu ayrıntılarda gerçeklik payı varsa, olayın geçtiği tarih konusunda bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Zira bu evlilik Uhud Savaşından az sonra (H. 3) gerçekleşmiş, oysa Necâşî H. 9’da vefat etmiştir. Acaba burada birincisi H. 3, ikincisi H. 9 yılında ölen ve üçüncüsü İslam’a karşı pek hoş bakmayan üç Habeşistan kıralı mı söz konusudur? Yoksa bu evlilikte sözü edilen Umm Seleme değil de Meymûne midir?

513. Burada, kaynaklarımızın kimi kez Asham, kimi kez de Ashama (bazen de Ebcer’in oğlu Asham) adını kullandığına işaret edelim. Elimizde bu konuda bizi aydınlatabilecek, o çağa ait hiçbir Habeşçe kaynak bulunmamaktadır; Ayrıca, Arapça’ya geçmiş Habeşçe sözcüklerin kökenleri hakkında da bir bilgiye sahip değiliz.

Çeşitli Olaylar


514. Resulullah (AS)’ın özel hizmetinde bulunanlar arasında, Yasir adında Nubya’lı (Sudan) biri daha bulunuyordu.567 Acaba bu kimse sığınmacı Müslümanlarla birlikte dönen, ihtida etmiş Habeşlilerle birlikte mi Medine’ye gelmişti? Yine kaynaklarımızın ifadesine göre, Medine’ye gelen Habeşliler, daha sonra Müslümanların safında Resulullah (AS)’ın bazı askerî seferlerine katılmışlardır. Bu arada belirtelim ki, sığınmacıların Medine’ye dönüşü sırasında Resulullah (AS) da Hayber seferine çıkmıştı. Sığınmacılar derhal Hayber’e doğru yola koyulmuşlar ve savaş İslam’ın zaferiyle henüz bittiği sırada buraya varmışlardı. Resulullah (AS), bunca yıl ayrılıktan sonra akraba ve sahabelerine tekrar kavuşmaktan son derece memnun olmuştu. Ancak kaynaklarımız, Habeşlilerin de onlarla birlikte Hayber’e gelip gelmedikleri yolunda kesin bir bilgi vermezler. Habeşistan’dan gelen sığınmacılar da, sıra dışı bir uygulamayla, bu savaşa katılanlarla birlikte ganimetten pay almışlardır. Bu arada belirtelim ki, Resulullah (AS), yeğeni Ca’fer henüz Habeşistan’dan dönmeden önce, kendisi ve ailesi için Medine’de bir ev hazırlamıştı (bk. Samhûdî, 2. bs., s. 494, 505).

515. Bu bölümü, Resulullah (AS)’ın bizi hiç de şaşırtmaması gereken bir hadisi ile bitirelim:

        “Habeşliler size dokunmadıkları sürece onlara dokunmayınız” (bk. Ebû Dâvûd, 34/8).

            Buna göre, Habeşliler kendilerine saldırmadığı sürece, Müslümanların Necâşî’nin ülkesine bir saldırıda bulunmamaları gerekmektedir.


512 Taberî, I, 925.

513 A.g.e., I, 926.

514 Bürûc: 85/4-7.

515 Desvergers, Arabie, s. 82-83 ve not

516 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 495; Ma’ârif (Azamgarh, Hindistan), Temmuz 1951, bk. Ebu’l-Celâl Nedvî’nin makalesi.

517 İbn Hişâm, s. 26-27; Suheylî, I, 35 vd.

518 Expédition en Arabie Centrale (Orta Arabistan’a Sefer) adlı seyahatnamesinde (Paris, 1956, s. 152), Ph. Lippens, Kevkeb ve Hima şehirlerinde Zû Nuvâs dönemine ait, 518 tarihli iki kitabe bulmuştur. Bu kitabelerde, Habeşistan’ın 13.000 ölü, 9.500 esir ve 28.000 küçük ve büyük baş hayvan zayi ettiği görkemli bir askerî seferden söz edilmektedir.

519 İbn Hişâm, s. 28-29.

520 Desverges, Arabie, s. 71 ve dipnotu.

521 Suheylî, I, 40.

522 Bk. Lippens (a.g.e., s. 109 vd.). Bu eserde, Uhdûd harabelerinin günümüzdeki durumuyla ilgili bilgiler yer almaktadır.

523 Eduard GLASER, Zwei Inschriften über den Dambruch von Mârib, Mitteilung d. Vorderasiat. Gesellschaft, Berlin, 1897, 6.

524 Makrızî’ye göre (el-Haber an’il-Beşer, Ayasofya elyazması, C. IV, 73), inşaatta iki büyük sac (çınar) kütüğü de kullanılmıştı. (Bu su bendi uzun zamandan beri harap durumda idi ve daha yeni onarımdan geçirilmişti: “1986 yılında bir Türk mühendis tarafından restore edilen yapı, 760 metre uzunluğa ve 39 metre yüksekliğe sahip olup, 400 milyon m3 su alacak kapasitededir” (Bk. Le Monde gazetesi, Paris, 4-5 Ocak 1987, s.2).

525 Adı geçen eserinde (s. 76) Lippens, Muraygân’da Ebrehe’ye ait, on satırlık, toplam olarak 440 işaret taşıyan beş altı metre uzunluğunda bir kitabeden bahseder. Metnin bir haç işareti ve şu cümle ile başladığını belirtir: “Rahman olanın ve İsa Mesih’in kudretiyle başlarım;” anlatılan olaylar gayet basit ve sıradan şeylerdir: Ebrehe bir bahar seferine kalkışmıştır; sefere katılan başkanların adları belirtilmekte ve kazandıkları zafer vurgulanmaktadır. Yenilgiye uğrayanlar, galip gelen tarafa teminat karşılığında rehineler vermiştir. Kitabe 662 tarihini taşımaktadır ki bu da M. 547 yılına denk gelmektedir.

526 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 549-552.

527 İbn Hişâm, s. 29-30.

528 Lippens’in ifadesine göre (s. 79) “Bedevîler bugün bile Yemen’den Hicaz’a uzanan baharat yollarından birine Fil Yolu (darbu’l-fil) adını vermektedirler. Yine, Zurk yakınındaki çok sayıda kuyuya da “Fil Kuyuları” denmektedir.

529 İbn Hişâm’a göre (s. 32-33), Ebrehe’nin elde ettiği zaferden sonra, Has’am kabilesinin başkanı ceza olarak kendisine rehberlik etmeye razı olmuştu; yine bazı Taifliler, putları Lât’ı kırılmaktan kurtarmak için aynı şekilde rehberlik yapmayı kabul etmişlerdi. Aynı yazarın (s. 39) şiirinde geçen ve Abdullah ibn ez-Ziba’râ’ya ait bir şiirde, Ebrehe’nin askerlerinin sayısının 60.000 olduğu belirtilmektedir.

530 Taberî, I, 945.

531 İbn Habîb, Munammak, s. 538-547.

532 Suyûtî, Ref’u Şe’n-il-Hubşân (Bursa-Kurşunlu elyazması, 143).

533 Bk. Mélanges Massignon’da yayınlanan “Al-Hâf ou les rapports économico-diplomatiques de la Mecque pré-islamique (El-Hâf ya da İslam-öncesi Mekkesinde ekonomik- diplomatik ilişkiler) adlı makalem.

534 Belazurî, Ensâb, I, § 133.

535 Suheylî, I, 214-15.

536 İbn Hişâm, s. 208.

537 Suheylî, I, 205; Buhârî, 56: 188.

538 Buhârî, 63: 37, Nº 5

539 ZDMG (Zeitschrift der deutschen morgenlaendischen Gesellschaft), C. 83, s. 37-43.

540 Henüz basılmamış tezindeki bu bilgiyi bana veren Bonn şehrinden W. Eichner’e şükran borçluyum. “Gass II, 147, Anonymus II, Théophane dönemi”nden naklen.

541 Nizâmuddin el-Kummî, Garâ’ibu’l-Kur’ân, XXX, 170 (Fil Suresi ile ilgili bölüm); İbn Habib, Munemmak, s. 262-264.

542 Belazurî, II, 425 (İstanbul elyazması); İbn Abd Rabbih, ‘Ikd (Bulak baskısı), II, 47.

543 De Goeje, Mémoire sur la Conquête de la Syrie, 2. bs..Nicéphore’un De Rebus post Mauricium gestis adlı eserinden naklen, s. 27.

544 El-Vesâ’iku’s-Siyâsiyye adlı kitabımızın 21 no’lu belgesi; Aynı kitabın Fransızca çevirisi olan Document’in 9 no’lu belgesi.

545 Documents adlı kitabım, I, 38, Nº 5.

546 İbn Hişâm, s. 217-221.

547 Bk. El-Vesâ’ik adlı kitabımın 23., Documents adlı kitabımın II. Cildinin 11 nolu belgesi. Bu arada hatırlatalım ki, Yemen’de bulunan Habeşçe kitabelerde, Teslis formülünde “Allah’ın Oğlu” değil de, “Rahman olan Allah ve Mesihi” ifadesi yer almaktadır. Bk. Yukarıda geçen § 486 ve § 487 nin 1. dipnotu. Ca’fer’in Necâşî’nin huzurunda yaptığı konuşmanın içeriği ile ilgili olarak şunları hatırlatmak uygun olacaktır: Kur’an’da geçen (Meryem: 19/20), İsa’nın “Ben gerçekten Allah’ın kuluyum; O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı” şeklindeki ifadesini İncil inkâr etmemektedir. Aksine, Matta İncili’ne göre İsa peygamber, Allah’ın kulu olmakla övünmektedir Peygamberlik sıfatını ise, Matta (12/18) ve Luka (7/16 ve 26 vs) İsa için kullanırlar. “Allah’ın Kelimesi” ve “Allah’ın Ruhu” ile ilgili olarak, Kur’an (Nisa: 4/171) şunları söyler: “Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın Elçisidir. O, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı “Ol!” kelimesinin eseridir.” Hıristiyanlar da İsa’nın Allah’ın bir Kelimesi olduğuna ve Allah ve İsa’nın yanı sıra Kutsal Ruh’un Teslis’in bir parçasını oluşturduğuna inanırlar. Ancak, anlaşıldığı kadarıyla Kur’an, “Kelime” ve “Ruh” terimlerine yeni bir yaklaşım getirmiştir. Gerçekten, Kur’an’a göre (İsra: 17/85) ruh, “emir, emretme” anlamına gelmektedir. Allah, Kelimesiyle (Emriyle) İsa’yı tertemiz bir bakireden babasız olarak dünyaya getirmiştir. Bu nedenle, Necâşî’nin İsa ile ilgili olarak böyle bir yorumu benimsemesinde şaşılacak bir şey yoktur.

548 Buhârî, 63; 36; Suheylî, I, 216.

549 Suheylî, II, 250.

550 Lisân, bk. B-H-R maddesi.

551 Belazurî, I, § 1052.

552 Suheylî, I, 205.

553 Buhârî, 8: 55.

554 İbn Sa’d, III/1, s. 107.

555 Ubeydullah hk. bk. Belazurî, I, § 529, 903-4; İbn Hişâm, s. 144, 783-4; İbn Sa’d, I/II, s. 15. Sukrân hk. bk. Taberî, I, 1767; İbnu’l-Esîr, Usd, III, 131; aynı yazar, Nihâye, II, 248; Ebû Ubeyde’ye göre bk. Belazurî, I, § 545.

556 Bunlardan 60 kadarı gemiyle yola çıktılar. Bk. Necâşî’nin mektubu (El-Vesâ’ik adlı kitabımın 25 nolu belgesi).

557 Samhûdî, aynı yer. Suheylî (I, 216) bu prensin köle konumunda olduğunu, Ali’nin Mekke’ye gelince onu satın alıp azat ettiğini söyler.

558 El-Vesâ’ik adlı kitabım, 23 no’lu belge.

559 Şe’mî, Sîre (elyazması), II, 97a (IV. Bs., 111).

560 Suheylî’den naklen, I, 212.

561 İbn Kesîr, III, 70; Suheylî, I, 215.

562 İbn Hişâm, s. 716-17.

563 Vesâ’ik, 23 ve 24 nolu belgeler.

564 Müslim, Sahih, 32, Nº 91; Tirmizî, 40: 23.

565 Tabakât, I/II, s. 152.

566 İbn Hanbel, VI, 404.

567 Belazurî, I, § 969 (örneğin, § 781’de geçecek olan Suleym de böyledir).