๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 18 Ocak 2011, 11:09:30



Konu Başlığı: Dinî bilincin uyanışı
Gönderen: Hadice üzerinde 18 Ocak 2011, 11:09:30
Dinî Bilincin Uyanışı


135. Mekke’nin manevî hayatında canlanmaya yol açan şu olay meydana geldiğinde Muhammed (AS) otuzbeş yaşındaydı: Ka’benin buhurdanlıklarla tütsülendiği bir gün, rüzgârın etkisiyle mabedin etrafındaki örtülere bir kıvılcım sıçradı ve binada yangın çıktı. Kısa bir süre sonra da yağan yağmur sele yol açtı ve yangından zaten zarar görmüş olan yapı bu felâkete karşı koyamadı.

136. O dönemde Mekke’deki dinsel yapı iyice bozulup yozlaşmıştı. Örneğin, İbn Habîb’in143 anlattığı bir olayı hatırlatalım: Medineli birkaç kabile, Kureyşlilerle bir anlaşma yapmak için Mekke’ye gelmişlerdi. Ama, Medineli ziyaretçilere, Ka’be çevresindeki tapınmalar sırasında bile güzel kızlara kur yapıp onları kucaklamanın Mekkeli gençler arasında yaygın bir adet olduğu söylendiğinde, her şey sona ermişti. Yazara göre bu, daha önceden yapılmış olan antlaşmayı bozmak için öne sürülen gerekçelerden sadece biriydi, ama Mekkelilerin bu tür şeyleri konuşurken sergiledikleri hafif meşreplikleri onların içinde bulunduğu ahlakî bozulmayı çok iyi dile getirmektedir. Bu konuda İsâf ve Nâ’ile kabileleri arasında geçen meşhur olaya da göndermede bulunabiliriz.144 (Bk. § 172)

137. Çok geçmeden şehir meclisi, mabedin yeniden inşası için bir araya geldi. Herkes, ahaliden özel bir katılım payı istenmesinde hemfikirdi; aynı şekilde, faiz, fahişelik vb. ahlâk dışı yollardan edinilen hiçbir kazancın bu iş için kabul edilmemesine karar verildi.145

138. Yağmur mevsiminde denizde bir fırtına çıkmış ve bir kilise inşası için Mısır’dan Yemen’e inşaat malzemesi taşıyan Bizans bandıralı bir gemi, Mekke’nin liman şehri Şuaybe sahilinde karaya vurup batmıştı. Haberi alan Mekkeliler limana koşup, kazazedelere konukseverlikte bulundular, ve şayet geminin kalas ve keresteleri de dahil, enkazdan kurtarabildikleri şeyleri satmaya razı olurlarsa, kendilerinden âdet olan gümrük vergisini almayacaklarını bildirdiler. Böylece önemli miktarda mermer, demir ve kereste satın aldılar. Kazazedeler arasında bulunan, Kıptî marangoz Bâkûm da Mekke’ye yerleşip, mesleğini orada icra etmeye karar verdi. Mekkeliler bütün bunlardan çok mutlu oldular.146

139. Aynı döneme rastlayan bir başka olay da şudur: Ka’benin yanına kazılan bir kuyuya, mabet için her türlü bağış atılıyordu. Bir süreden beri buraya bir vahşi hayvan girmiş, zaman zaman başını çıkartarak gelip geçenler arasında korku ve dehşet yaratmaktaydı. Yine sözünü ettiğimiz o dönemlerde, canavar başını dışarı çıkardığı sırada, kocaman bir yılan akbabası ansızın gelip üzerine atlamış ve pençeleri arasına alarak uçup gitmiş, bütün şehri sevinç ve mutluluğa boğmuştu.147

140. Binayı yeniden inşa etmek için, enkazın tamamen yıkılması gerekiyordu. Batıl inançlar yüzünden uzun süre bu konuda tereddüt ettiler. Sonunda şehrin ileri gelenlerinden biri ortaya çıkıp, birtakım sofuca dualar okuyarak ilk darbeyi indirdi. Diğerleri biraz bekleyip, Beytullah’ın “yıkıcı”sına hiçbir kötülük gelmediğini görünce, onlar da yıkım işine giriştiler. Kaynaklarımızın ifadelerine göre, İbrahim Peygamber’in esas inşaat sırasında koymuş olduğu, yeşil renkli temel taşlarına ulaşılıncaya kadar yıkıma devam edildi ve mabedin eski arsası üzerinde yeniden inşasına karar verildi.148

141. Ka’be, geometrik küp biçiminde, dört duvarlı bir oda idi. Toplanan malzemeler İbrahim (AS) zamanındakine benzer bir bina yapmaya yetmediği için, binanın bir kısmının çatı ile örtülmesine, bir kısmının da çatısız bırakılmasına karar verildi. Yüksekliğin yıkılan binaya göre biraz daha fazla olmasına ve eşiğe, kapı anahtarını elinde bulunduran görevlinin “giriş ücreti” almasına imkân sağlayan bir “geçit” konulmasına karar verildi. Çatısız bölmeye giriş serbestti ve burası yemin törenleri ve diğer büyük törenler için kullanılıyordu.149 Duvarlar yükselmeye başlayıp, kutsal Haceru’l-Esved (Kara Taş)’i yerine koymaya sıra geldiğinde, ciddi bir anlaşmazlık çıktı: Kabilelerden her biri, bu şerefin kendilerine ait olmasını istiyordu. Kimileri ise, içi kan dolu kâseler getirip, isteklerinden vazgeçmeyeceklerine yemin ederek, bu kanı yalamaya kadar işi ileri götürmüşlerdi. Eşraftan yaşlı bir zât, bu ihtilafın çözümlenmesi için kur’a çekilmesini önerinceye kadar çekişmeler devam etti. Öneri şu idi: “Bu işi Allah’a bırakalım, ve şimdi buraya gelecek olan ilk kimseyi hakem olarak kabul edelim.” Kader, bu kişinin Muhammed (AS) olmasını istemişti. Herkes onun dürüstlüğünden emindi. O da, bir örtü getirtip yere serdi, taşı örtünün üzerine yerleştirdi ve sonra her bir kabilenin temsilcisinin örtünün bir ucundan kaldırmasını istedi. Sonra bizzat kendisi, taşı istenilen yere yerleştirdi. Herkes bundan son derece memnun olmuştu.150

142. Son olarak bir olayı daha belirtelim: Duvarların inşası için taş taşıyan işçiler, omuzları taştan zedelenmesin diye, peştamallarını çıkartıp omuzlarının üzerine koyarlardı. Muhammed (AS) ise böyle yapmadığı için, mübarek omuzları yara bere içinde kalmıştı. Amcası Abbâs’ın önerisi üzerine o da öyle yaptı ama, hadiste nakledildiğine göre, çıplak kalır kalmaz düşüp bayıldı. Hemen örtüsüne büründü ve artık tekrar işe başlamadı.151

143. İnşaat bittiğinde, binanın içi kadar dışını da heykellerle süslediler. Kaynaklarda belirtildiğine göre, içerde, Meryem ve oğlu İsa (AS)’nın temsili resimleri yanında, İbrahim ve İsmail’in de resimleri bulunuyordu.152 Yine bahsedildiğine göre, Allah’ın Evi (Beytullah) olan Ka’be’nin çevresinde üçyüzaltmış put vardı.153 Tek bir Allah inancı uğruna yapılmış bir mabet, böylece bir panteon154 haline getirilmişti. Bu durum, dini uygulamaların giderek basit ve sıradan bir putperestliğe dönüştüğünü gören daha yüksek bir din anlayışına sahip olan bir kısım yöre sakinlerini uzun uzun düşündürmüş olsa gerektir.

144. Doğu Arabistan’da yaşayan Benû Hanîfe kabilesinin, un ve hurmadan nasıl görkemli bir put diktikleri ve bir kıtlık sırasında bunu parçalara ayırıp yiyecek kadar ileri gittikleri Mekke’de bilinmekteydi.155 Bedevîler, çölde tapınmak için taş bulamadıkları zaman, bir kum yığını üzerine develerini sağıyorlar, sonra orada tapınma hareketlerini yapıyorlardı. Kimi zaman da, bu putlara hazırladıkları süt ürünlerinden (tereyağ vs.) sunuyorlardı. Batıl inanç sahibi olan bu insanlar, bu tür sunulan eşyalara hiç el sürmezlerdi. Ama kabilenin köpekleri için durum hiç de böyle değildi. Bu köpekler, o tür yiyecekleri yalayıp yerler, sonra da zavallı putların üzerine işerlerdi.156 Hangi aklı başında insan, putlara yakıştırılan güç ve kuvvet konusunda derin düşüncelere dalmaz? Hatta, anlatıldığına göre Mekke’de, adamın biri tapınmak için güzel görünüşlü taşlar bulur, ama daha güzel bir başka taş bulduğunda, artık kendi gözünde değersiz hale gelen eskisini atıp, yenisini tapınma aracı olarak kullanırdı.157

145. Bu tür olaylar, aklı başında insanların düşünmesi için birer ibret tablosu oluştururlar. Nesiller boyunca, Mekkeliler, yabancı ülkelere, Hıristiyan ve Mecusî topraklarına seyahat etmişler, yabancılar da Mekke’ye uğramışlardır. Öyleyse ileri düzeyde anlayışa sahip birtakım insanlarda bir bilinçlenmenin meydana geldiğini ve aynı çatı altında yaşayan aile bireylerinin farklı dinlere sahip olduklarını görmek, bizi şaşırtmamalıdır. Bunlardan kimileri Hıristiyanlığı benimserken, diğer bazıları daha başka inançlar peşinde idiler. Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl’in başından geçenlerin ise özel bir yeri vardır: O, putlara sunulan kurbanların etini yemezdi158 ve aradığı şeyi ne Hıristiyanlıkta ne de Yahudilikte bulamadığı için, “Ey Allahım! Eğer hangi ibadet etme biçiminin senin hoşuna gideceğini bilseydim ona uyardım, ama bunu bilmiyorum” der, sonra da secdeye kapanırdı.159 Muhammed (AS) de, Ukâz fuarında iken dinlemiş olduğu, Saidetu’l-Iyâdî’nin tektanrı inancıyla ilgili hitabesini hiç unutmadı.160 Kendisi de bazen Lebîd ve Umeyye ibn Ebi’s-Salt’ın aynı konuda yazılmış şiirlerine atıfta bulunurdu.161 Hıristiyanlığın, Muhammed (AS)’ın hanımının akrabaları arasında biraz yayılmış olduğunu daha önce görmüştük. Mekke’de papaz ve keşiş bulunmazken, şehirde çok sayıda Hıristiyan köle oturmaktaydı.162

146. Muhammed (AS)’ın ailesi, orta halli Mekkeliler gibi genellikle putperestti ve kutsal Zemzem suyunu hacılara dağıtmak vb. gibi kamuya ait birtakım kültürel görevleri ellerinde bulunduruyorlardı. Ka’be’nin yeniden inşa edilmesinden bu yana, Muhammed (AS)’de ruhsal ve manevî bir bilinçlenme göze çarpmaktaydı. Vaktiyle dedesi Abdulmuttalip Ramazan aylarında Hira mağarasında inzivaya çekilirdi.163 Muhammed (AS) da, zamanı gelince kendisini bu hayatın çekiciliğine kaptırdı ve çalkantılı ruhunu yatıştırmanın çaresini böyle bir hayatta buldu. Her yıl tüm Ramazan ayını Mekke yakınlarındaki bu mağarada zühd ve tefekkürle geçirirdi. Zaman zaman karısı kendisine azık gönderir, bazen de kendisi, ihtiyaçlarını temin için evine dönerdi. Muhammed (AS)’ın zaten kıt olan yiyeceğini kendileriyle paylaştığı yolunu şaşırmış konuklar da olurdu.. Bu uzletten çıkıp evine dönmeden önce, yedi kez tavaf etmek için Ka’be’ye uğrardı.164 İbn Hişâm ve Makrızî’nin metninde, Muhammed (AS)’ın bu inzivayı karısı Hatice ile gerçekleştirdiğinin belirtilmesi çok tuhaftır. Normal olarak, Hatice’nin yeni yiyecekler getirmek için zaman zaman onu görmeye gelmesi gerekiyordu. Bununla birlikte, ilk vahiy gecesi orada değildi: o sırada Mekke’deki evinde idi.

147. Ben (yazar), Nur Dağı tepesindeki bu Hira mağarasını ziyaret etmiştim. Muhammed (AS)’ın Mekke’deki evinin bulunduğu yere ancak 1 km uzaklıkta bulunan Nur Dağı’nın pek tuhaf bir görünümü vardır. Çok uzaklardan, kendisini kuşatan çok sayıda tepenin arasından hemen göze çarpar. Hira mağarası, göçmüş ve üst üste yığılmış kayalardan oluşmuş, üç yanı kubbe biçiminde bir yapıya sahiptir. İçerisi, bir insanın, başı tavana değmeyecek biçimde ayakta durabileceği bir yükseklikte ve rahatça uzanıp yatacağı genişliktedir. Yine garip bir rastlantı sonucu, insan mağara içinde uzandığında yönü Ka’be’ye doğru olmaktadır. Zemindeki kayalık oldukça düz olup, küçük bir yatak yapmak için örtü serilebilir.Mağaranın girişinde oldukça yüksek bir açıklık vardır ve bu da, insanı, içeri girmeden önce kayalardan oluşan birkaç basamağı çıkmaya zorlar. Bu tepeye niçin Nur Dağı dendiği bilinmemektedir. Burası, hacıların birçok kez gelip geçtiği, Mekke’den Mina düzlüğüne gidilen yolun yakınında bir yerdir. Büyük bir olasılıkla, o dönemde yaygın bir uygulamaya göre, geceleyin yolunu şaşıranlara kılavuzluk etmesi için bu tepenin üzerinde ateş yakılıyordu. Bildiğimiz kadarıyla, Yarımadanın dört bir köşesinden gelen hacılar bu çevreden geçmek zorunda olduğundan, Arafat ile Mekke arasında ateş yakılan tek yerin Müzdelife’deki bu tepe olduğunu söylemek için bir neden yoktur.

148. Toplumdan uzak geçirdiği bu dönemlerde Muhammed (AS)’ın dinî düşüncesinde ne gibi gelişmeler olduğu hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Ama her yıl buraya geldiği göz önünde tutulursa, onun burada manevî bir tesellî bulduğunu düşünmek gerekir. Onun hayat hikâyesini yazanlar, Muhammed (AS)’ın “gün ışıması kadar açık ve net rüyalar” görmeye başladığını söylerler. Ertesi günlerde başından geçen olaylarda, ya gördüğü rüya ile ilgili bir işaret ya da bu rüyanın gerçekleşmesine tanık oluyordu. Hatta bazen kulağına garip bir ses geliyordu: Başını oraya buraya çevirip bir şey göremeyince de şaşırıp dehşete kapılıyordu. Bu görünmez varlığın sesi giderek daha da sıklaştı ve bir anlam kazandı: Muhammed (AS)’ın, bazen, kendi ismini seslenerek ona selam veren, kayalık ya da ağaçların arasından gelen bir ses duyduğu rivayet edilir.165

149. Artık olgunluk çağına ulaşmış, ve biraz sonra ele alacağımız Ramazan ayından altı ay önce kırk yaşına basmıştı. Yine Ramazan ayı gelmiş, ve anlaşıldığına göre beşinci kez, Hira mağarasındaki yalnızlığına gömülmüştü. Önemli bir gelişme olmaksızın birçok hafta geçti; sonra, Ramazan’ın 27. gününün gecesinde, pek tuhaf bir görüntü ile (keşifle) karşılaştı; nurdan bir varlık ona sesleniyordu. İşte bizzat onun (AS) ağzından çıktığı biçimiyle olay şöyle gelişmişti: “Bana, adının Cebrail olduğunu ve Allah’ın, son elçisi olarak beni seçtiğini bildirmek için kendisini gönderdiğini bildirdi. Ayrıca, melek bana abdest almayı öğretip, vücudum tamamen arınmış hale gelince de benden okumamı istedi. “Ben okuma bilmem” diye cevap verdim. Melek beni kollarına alıp kuvvetle sıktı, ve nihayet bırakıp, bir kez daha, okumamı istedi. Ben yine okumayı bilmediğimi söyledim. Bu kez beni daha kuvvetli sıkıp, sonra benden okumamı istedi ve ben okuma bilmediğim cevabını verdim. Üçüncü kez beni kollarına alıp, öncekilerden daha şiddetli bir biçimde sıktıktan sonra, beni serbest bıraktı ve şöyle dedi:

        “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı döllenmiş bir yumurtadan yarattı. Oku! Zira senin Rabbin pek soylu ve cömerttir; kalemle öğreten O’dur. İnsana bilmediklerini öğreten O’dur.”166

150. Sonra melek gitti. Olayın daha sonraki seyri hakkında tam olarak bir şey bilinmiyor. Öyle görünüyor ki, bir başka gün Muhammed (AS) yine çok garip ve müthiş bir görüntü (keşif) ile karşılaştı: Meleği, gökyüzünün boşluğunda oturur durumda görüyordu. Şaşırmış bir halde, hanımının kendisini bulmakla görevlendirdiği adamlar gelip onu eve götürünceye kadar, hiç kımıldayamadı. Yine anlatıldığına göre, bir defasında Resulullah (AS), tüm vücudu titrer bir durumda evine döndü ve sakinleşebilme için bir örtüye sarındı. Muhtemelen yine aynı olay söz konusuydu. Daha sonraları indirilmiş olsa da, “Ey örtülere bürünüp sarınan kişi!”167 anlamındaki ayet, bu olaya gönderme yapmaktadır.

151. İlk vahyin, bir melek aracılığıyla ilâhi ilham biçiminde gelişi sırasında buna tanıklık edecek kimse yoktu; ama daha sonraları aynı olaylar yinelendiğinde bunların birçok tanığı olmuştur. Zira, ilk vahyi izleyen 23 yıl boyunca, kendisine inananlardan az ya da çok sayıda kişi ara sıra bu olayı gözlemleme fırsatı bulmuştur. Vahyin nasıl gerçekleştiği hem Resulullah (AS) hem de onun görgü tanığı sahabeleri tarafından tasvir edilmiştir. Resulullah (AS) şöyle buyurmuştur: “Kimi kez (vahiy) bana çalmakta olan bir çan sesi gibi gelir ki bu en dayanılmaz olanıdır. Sonra ses kesilir, ama yine de ben söylenilen her şeyi, belleğime yerleşmiş olarak bulurum. Kimi zaman da melek benimle konuşmak için bir insan biçiminde bana görünür ve ben onun söylediğini iyice zihnimde tutarım.”168 Hadisin İbn Hanbel’deki metnine göre,169 Resulullah (AS) önce, sanki madenî bir cisme vurulduğunda çıkan bir ses duyuyor, bunun üzerine dikkat kesilerek, kendisine iletilecek olan vahyi almaya hazırlanıyordu. “Bana hangi şekilde vahiy gelirse gelsin, her defasında sanki ruhum bedenimden ayrılacakmış sanırım.” Sahabesi de, kendi durum ve yeteneklerine göre bazı gözlemlerde bulunmuşlardır: “Kendisine vahiy geldiği zaman, bir tür dinlenme (hareketsizlik) hali kaplıyordu.”170 Ya da: “Kendisine vahiy geldiğinde, bir an sanki zehirlenmiş ya da büyülenmiş gibi kalıyordu.”171 Yahut: “Eğer vahiy kendisine çok soğuk bir günde gelmişse, alnından şakır şakır terler aktığı görülürdü.”172 Ya da: “Tam vahyin gelmek üzere olduğu bir gün, başını (sırtındaki örtünün ?) içine soktu, tam o sırada Resulullah (AS)’ın yüzü kıpkırmızı kesilip, hırıltı çıkarmaya başladı; sonra bu hal geçti.”173 Bir gün, İslâm’ı yeni kabul etmiş biri (Samhûdî’ye göre, Yalâ ibn Umeyye), Resulullah (AS)’ı vahiy geldiği sırada görmeyi merak etti. Ömer, ona yaklaşması için işaret edip, Resulullah (AS)’ın o gün üzerine geçirdiği örtüyü biraz kaldırdı; adam, “Resulullah (AS)’ın yüzünün kıpkırmızı kesildiğini ve inildediğini” gördü.174 Veya: Biz onun yanındayken kendisine vahiy geldiğinde arı vızıltısına benzer bir ses işitirdik.”175 Veya: “Resulullah (AS), vahiy sırasında dayanılmaz bir katılık hali hissederdi.”176 Ya da: .”..Vücudu kaskatı kesilir ve dudaklarını kımıldatırdı.”177 Yahut: Başını sanki anlamaya çalışıyormuş gibi sallardı.”178 Daha bir dizi rivayet, bize onun vahiy sırasında çok ağırlaştığını göstermektedir. Bunlardan birine göre: “Devesi üzerinde iken kendisine vahiy geldiğini gördüm; hayvan böğürmekte ve bacaklarını öyle eğip bükmekteydi ki, kırılacaklarından korktum. Bazen çöküyor, bazen de ayağa kalktığında bacakları toprağa çakılmış direkleri andırıyordu. Vahyin ağırlığı nedeniyle ortaya çıkan bu durum, vahiy kesilene kadar sürüyordu. Bu sırada kendisi de inci tanesi gibi terler döküyordu.”179 Ya da: “Resulullah (AS)’ın ağırlığı neredeyse devesinin bacaklarını kırıyordu.”180 Veya: “Deve o kadar güçlü çırpınırdı ki, kimi kez Resulullah (AS) yere inmeyi tercih ederdi.”181 Aynı durum, kendisi at üzerindeyken vahiy geldiğinde de olmuştu.182 Zeyd bin Sâbit, kendi başından geçen bir olayı şöyle anlatır: “Çok kalabalık olduğumuz bir gün, vahiy gelmeye başlamış ve hepimiz yere oturmuştuk. Resulullah (AS)’ın dizi benim budumun üzerinde bulunuyor ve öylesine ağırlık veriyordu ki, uyluk kemiğinin kırılacağından korktum.”183 Hadisin başka bir varyantında şu ilave cümle vardır: “Söz konusu olan Resulullah (AS) olmasaydı, çığlık atıp bacağımı çekerdim.” Başka hadislerde de şöyle denmektedir: “Bir gün mescidin minberinde ayakta iken kendisine vahiy geldi, ve ilâhî tebliğ kesilene kadar hareketsiz kaldı.”184 Veya: “Bir gün (yemek sırasında) elinde bir parça (kemikli) et tutarken kendisine vahiy geldi. Vahiy sona erdiğinde, bu parça hala elinde idi.”185 Bu tür olaylar sırasında Resulullah (AS) kimi kez sırt üstü uzanır, bazen de çevresinde bulunanlar, saygı gereği mübarek yüzünü o anki duruma göre bir örtü ile örterlerdi. Ama o asla bilincini ve kendi kontrolünü kaybetmez, az da olsa hareket ederdi. Peygamberliğinin ilk dönemlerinde, vahiy sırasında bile duyduklarını yüksek sesle tekrarlamayı âdet edinmişti. Ancak Medine’ye hicretinden önce, Mekke’de iken bu alışkanlığını terk edip, vahiy tamamen kesilinceye kadar sessiz ve sakin kalmaya ve ancak ondan sonra ilâhi mesajı çevresindekilere iletip vahiy kâtiplerine de yazdırmaya başladı. Bu konu ile ilgili olarak Kur’an’da şu ayetleri görmekteyiz:

        “(Ey Resûlüm!) (Vahyedileni) acele (ezber) edeceğim diye (henüz vahiy kesilmeden) dilini öyle kımıldatıp durma!”186

        “Sana onun vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur’an’ı okumakta acele etme ve “Ey Rabbim, benim ilmimi artır” de!”187

        İslam toplumu içinde nüshaların çoğaltılıp yayılmalarını sağlamak için, vahiy bitip sakinleştiğinde yeni vahyedilen ayeti yazdırmak üzere okuma-yazma bilen sahabelerinden birini çağırır ve önceki ayetler içinde bütünlüğü sağlayacak biçimde bu yeni ayetin nereye yerleştirileceğini titizlikle tarif ederdi. İbn İshâk, El-Meb’as ve’l-Megâzî188 adlı eserinde şöyle demektedir: “Ne zaman bir miktar Kur’an ayeti vahyedilse, Resulullah (AS) bunları önce bir erkekler topluluğu içinde, sonra da kadınlar topluluğu içinde ezbere okurdu.” (Görüldüğü gibi, kadınların eğitimi kendisi için çok önemliydi.) Kur’an metninin Resulullah (AS) tarafından belirli bir düzene konulması ilerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Kaynakların işaret ettiğine göre,189 Resulullah (AS), ne zaman vahiyleri yazdıracak olsa, vahiy kâtibinden, yazmış olduğu şeyleri eğer varsa hataları düzeltebilmek için kendisine tekrar okumasını isterdi. Bizzat Resulullah (AS)’ın ifadesiyle, Cebrail kendisine duruma göre değişik şekillerde: kimi kez bir insan, kimi kez kanatlarıyla uçan bir varlık, bazen daha başka tuhaf biçimlerde görünürdü.

152. İşin şekil ve biçimine fazla takılıp kalmamamız gerekir; biz, asıl olanla, Muhammed (AS)’ın çevresindekilere tebliğ ettiği mesajla ilgilenmeliyiz. Doğumunun 40. yılıyla birlikte, Muhammed (AS)’ın özel hayatı ile ilgili ilk dönem kapanır ve ilâhî tebliğ görevini gerçekleştirdiği kamusal hayatı başlar


143 İbn Habîb, Muhabbar, s. 326-327.

144 İbn Hişâm, s. 54.

145 A.g.e., s. 123.

146 A.g.e., s. 122; ayrıca bk. Azrakî, s. 107.

147 A.g.e.

148 A.g.e., s. 124.

149 Daha ayrıntılı bilgi için, 2. ciltte yer alan 1350 ve daha sonraki paragraflara bakınız (Çev.)

150 A.g.e., s. 125.

151 Buhârî, 8: 8.

152 A.g.e., 60/11, No 3-4 (bk. Kitabu’l-Enbiyâ); Azrakî, Ahbâr-ı Mekke, s. 112-113; Makrızî, İmtâ’, I, 385.

153 Azrakî, s. 75-76; Buhârî, 64/48 (bk. Kitâbu’l-Megâzî, Mekke’nin fethi ile ilgili bölümler).

154 Çoktanrılı bir dinin tapınağı. (Çev.)

155 Mutahhar ibn Tâhir, El-Bed’ ve’t-Tarih, IV, 31-32; Lisân, bk. T-B-Ayn maddesi.

156 Dârimî, Sünen, Mukaddime, I, 3-4. Ayrıca bk. İbn el-Cevzî, Vefâ (s. 158) ve Samhudî (2. bs, s. 1225). Benzer bir olay Yenbû’ yakınlarındaki Ruhat’da geçer. Buna göre, tilkiler her gün gelerek, Suvâ adlı puta aynı “şerefi” sunmaktaydılar!

157 Belâzurî, Ensâb, I, § 248.

158 İbn Hişâm, s. 144; Suheylî, I, 146-147; İbn Habîb, Muhabbar, s. 171-172; Buhârî, 72/16; Ayrıca bk. elinizdeki bu kitabın 95. paragrafı.

159 İbn Hişâm, s. 144-145.

160 Mes’ûdî, Murûc, I, 133-135 (bu eserde, tek Allah inancına sahip kimselerin bir listesi verilmektedir); Bağdâdî, Hizâne, I, 263-268; İbn Said en-Nâs, Uyûn, I, 68-69; İbn Hişâm, Tîcân, s. 115-118. İbn Kesîr, Bidâye, II, 230-237.

161 Buhârî, 78: 89, No 3 (Kitâbu’l-Edeb, mübah şiirler konusu).

162 Cebr (İbn Hişâm, s. 260); Addâs (Suheylî I, 123); İkrime’nin bir Rum kölesi (Belâzurî, I, § 744); bir Kıptî, görünüşe bakılırsa meşhûr Bâkûm (İbn Hişâm, s. 122; Suheylî, I, 130) vd.

163 Belâzurî, Ensâb, I, § 148. Aynı yazar (İstanbul elyazması, II, 658) yukarıda söz konusu edilen Ka’be’nin yeniden inşa edildiği dönemde ölen Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl’in de zahitçe amaçlarla inzivaya çekildiğini; bu amaçla çadırını Hira mağarasının bulunduğu dağa kurduğunu bildirmektedir.

164 A.g.e., § 191-192; İbn Hişâm

165 İbn Hişâm, s. 151.

166 Alak: 96/1-5.

167 Müzzemmil: 73/1; Müddessir: 74/1.

168 Buhârî, 1/2.

169 Ahmed b. Hanbel, 2/222.

170 Ahmed b. Hanbel, 6/103.

171 İbn Sa’d, I/i, s. 131.

172 Buhârî, 1/2.

173 Buhârî, 25/17, 26/10.

174 Buhârî, 64/56, No 5.

175 İbn Hanbel, 1/34; Tirmizî, bk. Tefsir, Sure: 23/1.

176 İbn Hanbel, 1/464.

177 Buhârî, 97/3.

178 İbn Hanbel, 1/318.

179 İbn Sa’d, I/1, s. 131-132.

180 İbn Hanbel, VI, 455, 458.

181 İbn Hanbel, 2/176, 6/455, 6/458.

182 Taberî, Tefsir, 26/39

183 Buhârî, 8/12, 56/31, 6/4/18 b No 1; İbn Hanbel, 5/184.

184 İbn Hanbel, 3/21.

185 İbn Hanbel, 6/56.

186 Kıyamet, 75/16.

187 Tâhâ: 20/114.

188 § 192, 1976 (Karaviyyin elyazması esas alınarak Rabat’ta yayınlanmıştır).

189 Örneğin Taberânî (bk. Heysemî, Mecme’uz-Zevâ’id, I, 150, VII, 257, Zeyd bin Sâbit’le ilgili olarak); ayrıca bk. Gulâm Rabbâni, Tedvîn-i Hadîs, s. 228 (Urduca).


Konu Başlığı: Ynt: Dinî bilincin uyanışı
Gönderen: Ayşegül Yıldırım koü üzerinde 28 Kasım 2018, 03:49:46
"Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar"

İnşallah sizlerde bizlere bu kadar faydalı bilgileri ve bu güzel ilim yuvasını sunduğunuz için  RABBİM de daha iyi ve güzellikler versin. AMİN Allah razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Dinî bilincin uyanışı
Gönderen: Ceren üzerinde 28 Kasım 2018, 14:33:44
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun paylasimdan kardeşim. ..


Konu Başlığı: Ynt: Dinî bilincin uyanışı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 28 Kasım 2018, 14:59:31
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri İslam a uygun yaşayan kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun