๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:05:07



Konu Başlığı: Bizans imparatorluğu ile ilişkiler
Gönderen: Hadice üzerinde 14 Ocak 2011, 16:05:07
Bizans İmparatorluğu İle İlişkiler

542. Arap yarımadası üç kıtanın birleştiği bir kavşak üzerinde bulunmaktadır. Yarımadanın antik dönemde taşıdığı ekonomik önem de buradan kaynaklanmaktadır. Uzak-Doğu ve Avrupa arasındaki Ümit Burnu’ndan geçen deniz yolu keşfedilmeden önce, Arabistan, uluslararası transit ticaretini elinde bulunduruyordu.601 İbn Habîb’in söylediklerine bakılırsa,602 Basra körfezindeki Dabâ limanı Arabistan’ın büyük ticari mal ambarı durumundaydı. Öyle ki, burada her yıl düzenlenen fuarda, “Sind (bugünkü Pakistan), Hind ve Çin’den gelen tüccarların yanı sıra, Doğu’dan ve Batı’dan gelen insanlar buluşurlardı...” Arapların kendileri de uzak ülkelere yolculuk ederlerdi. Uğruna yollara düştükleri ticaret onları ta Hindistan’a, Çin’e, Habeşistan’a, hatta Ancyre’ye (Ankara/Türkiye) 603 kadar sürüklemiş, ayrıca kendi vatanlarının insanların barınmasına elvermeyen çölleri, Antik dönemde onları başka diyarlara göç etmeye ve daha verimli toprakları olan komşu ülkelerde yerleşmeye zorlamıştır. Muhtemelen Güney Arabistan kökenli Taiy kabilesi bu konuda bize örnek oluşturmaktadır: İranlılar da bu kabileyi tanıyorlardı ve onlara göre “Taiy kabilesine mensup” anlamına gelen Tâzî kelimesi, “Arap” kelimesinin eşanlamlısı haline gelmişti. Ancak bu kabile daha da uzaklara gitmiştir. Zira “Tâ-şî”, “Arabistan’da oturan” anlamında Çince’ye geçmiş bir sözcüktür.604 Adını bir tepeden alan Tibet’teki Tâ-şî Lama’nın da muhtemelen söz konusu kabilenin adıyla bir ilişkisi vardır. Batı’ya gelince, miladî birinci yüzyılda St Paul’ün605 kaleme aldığı mektuplardan birinde şu satırları okuyoruz:

        “Şam’da (Damas), kıral Arétas’ın valisi, beni ele geçirmek için Şamlıların şehrini koruma altında tutuyordu…”

        St Paul’ün bahsettiği bu Arétas, aslında bir Arap adı olan Hâris’ten başkası değildi. Suriyeli Araplar arasında bu adı taşıyan o kadar çok kıral vardır ki, bu ad, Roma İmparatorluğu’nun himayesi altında ve onun müttefiki olarak yaşayan Arap kabilelerinin yerli başkanlarını ifade eden eşanlamlı bir kelime haline gelmişti.606 Aralarında Yahudi istilasına karşı sert ve sağlam bir direniş göstermeleri nedeniyle İsraillilerin köklerini kazıyıp kuruttukları Amalikalıları saymazsak, bu Araplar, yukarıdaki Kuzey bölgelerine, Halep’e kadar uzanan607 birçok bölgede hükümdarlıklar kurmuşlardı. Bizanslılar, bu Arap devletlerini, kendi imparatorluklarına tabi olmayı kabul etmedikleri takdirde derhal işgal ederek ele geçiriyorlardı. Bizanslılar ve İranlıların birbirleriyle savaştıkları olurdu. Ancak, arabistanlı Bedeviler, kendi otlaklarına ve yarımadalarının kuzeyindeki göllere gitmeye çalıştıkları zaman, bu iki miletin kendilerine karşı koymaya çalıştıklarını görüyorlardı. Göçebelerin yağma ve çapulculuklarını önlemek için, Bizans ve Sasani İmparatorluklarının her ikisi de aynı çareye başvurmuş ve bütün güney sınırları boyunca, kendilerine bağlı Arap kabilelerinin başkanlığında tampon devletler kurmuşlardır. İranlılar Hîre’de608 (önce İbrahim peygamberin Ur şehrinde, daha sonra da İslamî dönemde kurulan Kûfe’de) Lahmîlerin (Munzirîler) özerkliğini tanırken, Bizanslılar da öte yandan Şam’daki Gassanlılarla benzer ilişkiler içine giriyorlardı. Hıristiyan olmalarına ve Rumlarla olan ilişkilerine rağmen, bu Gassanlıların, İranlıların egemenliği altındaki Lahmîlerin aksine, sürekli yarı-göçebe olarak kaldıklarını da hatırlatalım. Acaba bu, her iki imparatorluğun uyguladıkları farklı sömürgecilik politikalarından mı ileri geliyordu? Himaye altındaki her iki devlet, sürekli olarak, Rumlar ve İranlılar arasında çıkan savaşlarda birbirlerini öldüren paralı askerler gönderirler ve durup dururken birbirlerine karşı kan davaları ortaya çıkardı. İlerde İranlıları ele alırken Lahmîlere tekrar döneceğiz. Şimdi Gassanlılardan bahsedelim:

Gassân Kabilesi

543. Hıristiyanlığın henüz başlangıç dönemlerinde Duc’um kabilesi Suriye’de otururken, Gassânlılar hala Sebe hükümdarlığının sınırları içindeki Yemen’in Mârib bölgesinde bulunuyordu. Meşhur Mârib su bendinin yıkılması, aralarında Gassanlıların da bulunduğu bazı toplulukları buradan göç etmek zorunda bıraktı. Uzunca bir süre gezip dolaştıktan sonra, Gassanlılar nihayet Suriye’ye vardılar. Bu ülkenin otlakları ve suları o denli hoşlarına gitti ki, artık ne pahasına olursa olsun buraya yerleşmeye karar verdiler. İbn Habîb609 bu konuda bize çok değerli bilgiler vererek, Duc’um’lu başkanların o sırada Bizans İmparatoru adına, Gassanlı göçebeler üzerine, sahip olduğu imkâna göre değişen, yıllık bir, bir buçuk ve iki dinar baş vergisi koyduklarını söyler. Bunlar bu vergiyi bir süre ödediler, sonra buna karşı çıktılar. Sonunda çıkan savaşta eski efendiler, yani Duc’umlar yenildiler. İmparator Daykiyus (Décius, ölümü M. 251) haberi öğrenince olacaklara boyun eğdi ve yeni ittifaklar yapma fırsatı bile buldu. Arapların en cesur ve en kalabalık kabilesi olan Duc’umluları bu kadar kolay bir biçimde vergiye bağlamaları dolayısıyla, gösterdikleri kahramanlığı öven bir mektubu Gassanlılara gönderdi; ve şunları söyleyerek, onları bir ittifak anlaşmasına davet etti:

        Sizi Duc’umluların yerine yerleştiriyorum ve şayet herhangi bir Arap kabilesi size saldıracak olursa, 40.000 Rum savaşçıyla yardımınıza koşacağıma söz veriyorum. Buna karşılık siz de 20.000 savaşçınızı bize yardım etmek üzere gönderecek ve bu arada, İranlılarla olan ilişkilerimizde tarafsızlığınızı sürdüreceksiniz.”

        Gassanlıların başkanı Sa’lebe bunu kabul etti ve Décius da kendisine bir krallık tâcı giydirdi.

544. Burada biraz durup, İslam Ansiklopedi’sinin Avrupa baskısında (bk. Gassân ve Mârib maddeleri), Mârib su bendinin yıkılmasının Anastase’nin (ö. 518) hükümdarlığı zamanına rastladığına dair bir bilgi olduğunu söyleyelim. Bizim dayandığımız kaynak Daykiyus adı üzerinde ısrarlı görünmektedir. Bu olay M. VI. Yüzyılda değil, III. Yüzyılda meydana gelmiştir. Muhtemelen III. Yüzyılda su bendinde yapılan tamirler, Anastase’nin hükümdarlığı sırasında yeniden çöküntüye uğramıştı. Yine belirtelim ki, Gassanlılar hiçbir zaman tarafsız kalamamışlar ve İran’la yaptıkları savaşlarda hep Bizanslıların safında yer almışlardır. Bizans-İran mücadelesinde birçok kez Yahudi tebeanın ihanetlerinden kuşkulanıldıysa da, Gassanlıların bağlılıkları en çetin sınavlardan bile lekesiz çıkmıştır. Hatta aralarından çoğu Hıristiyanlığa bile geçmiştir. Bizans’ın etkisi daha uzak bölgelere kadar yayılmıştır: Filistin’in yanı sıra, Kuzey Arabistan bölgesi de onların egemenliğini tanımıştı. Bu imparatorluğun etki ve nüfuzunu Ma’ân, Azruh, Cerbâ, Ayle, Maknâ, Dûmetu’l-Cendel vs. yerlerde ve yine Taglib, Lahm, Cuzâm, Kayn, Balî, Bahrâ, Kudâ’a vb. kabileler üzerinde de görmekteyiz. Zira tüm bu kabileler, ilerde değineceğimiz Mute savaşı sırasında Resulullah (AS)’a karşı Bizans’ın tarafında  yer almışlardır. Hıristiyan tarihçi Nicéphore’a610 göre, İmparator, bu kabilelerin dostluğunu kazanmak için kendilerine her yıl 15 kg altın ödüyordu. Théodorite611 ise (M. 5. yüzyılın ilk yarısı) imparatorluğun en uzak sınır boylarında bile Roma’ya tâbi halk toplulukları olduğunu, ancak bunlara Roma hukukunun uygulanmadığını vurgular. Yazar diğerleri arasında, İsmail’in soyundan gelen yani Arap olan çok sayıda kabileyi (ta pampolla phyla tou Ismael) özellikle belirtir.

545. Bütün bu topluluklar arasında en güçlü ve kudretlileri gerçekten de Gassanlılardı. Bütün Arabistan onların iktidarı karşısında titrerdi. Bu yüzden, İbn Sa’d’in bize verdiği bilgiye dayanarak,612 Medine’yi istila etmek üzere savaş hazırlığı yaptıkları sırada, atlarını nallarken çıkardıkları gürültünün, Resulullah (AS) zamanında Müslümanlarda ne ciddi kaygılar uyandırdığına şaşmamaktayız. Bu arada, Arabistanlı şairlerin Gassan sarayına sık sık uğradıklarını da söyleyelim: Örneğin, Medine’li Hassân ibn Sâbit ve Ka’b ibn Mâlik gibi.

546. M. VII. Yüzyılın ilk çeyreğinde İranlılar Suriye’yi işgal ettiklerinde, Gassan kıralı da, ülkesi işgal altında kaldığından tüm siyasi iktidarını kaybetmek zorunda kaldı. Her zaman sadakat ve bağlılıkları ile tanınan Gassanlılar, karşı saldırı sırasında da Herakliyus’un safında yer aldılar. 627 yılının Aralık ayında İranlılar mağlup olup Suriye’yi boşalttıklarında, Gassanlılar ülkelerini yeniden ele geçirip, eski kuvvet ve iktidarlarına kavuştular. Caetani’ye göre,613 İmparator 629 yılında yeniden Gassanlı bir başkana kırallık tacını giydirdi. Kuşkusuz bu tören, sadece, zaten var olan bir şeyi pekiştirmek ya da Gassanlılar arasında egemenlik mücadelesi veren başkanlardan birini desteklemek için yapılmış bir formalite idi.

547. İranlıların Ninova’da uğradıkları bozgunun hemen ertesinde, Resulullah (AS), İslam’a davet amacıyla komşu ülke hükümdarlarına birçok mektup gönderdi. Bu hükümdarlar arasında Gassanlı el-Hâris ibn Ebî Şamir de vardı. Ona gönderilen mektubun metni şöyle idi:

        “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla!

        Allah’ın Elçisi Muhammed’den, el-Hâris ibn Ebî Şamir’e:

        Allah’ın selamı, hakikat yolundan giden, Allah’a inanan ve bunu açıkça söyleyenin üzerine olsun! Buna göre ben, mülkünün (ülkenin, krallığının) elinde kalması için seni, hiçbir benzeri ve ortağı olmayan, bir Tek Allah’a inanmaya davet ediyorum.”

Mühür: Allah’ın

Elçisi

Muhammed614

548. İbn Sa’d, mektubun gönderilme tarihi olarak H. 6 / M. 628 başlarını gösterir.615 Gördüğümüz gibi, mektubun içeriği kişisel olup, gönderilen kişinin unvanıyla ilgili hiçbir bilgi taşımamaktadır. Belki de Bizans İmparatoru, o sıralarda bir ihanetten korktuğu için, kendisine bağlılığını sürdürmesi amacıyla ona kraliyet nimetlerinden bağışlarda bulunma gereği duyuyordu. El-Hâris, Resulullah (AS)’ın kendisine böyle bir davet göndermesiyle Hıristiyanlık onurunun zedelendiğini hissederek, Medine’ye saldırma tehdidinde bile bulunmuştu. Muhtemelen, İmparator, böyle bir saldırı girişiminde bulunabilmesi için kendisine yeterli yardım sağlamamıştı. Busrâ (Filistin) valisine hitaben yazılan mektubu götüren Peygamber elçisi, arazisinden geçtiği ve diğer bir Gassanlı başkan olan Şurahbil ibn Amr616 tarafından yakalanıp öldürüldü. Devletler hukukunun böyle alenen ihlal edilmesi hoşgörüyle karşılanamazdı. Bu nedenle, Resulullah (AS) misillemede bulunmak için 3.000 kişilik bir askerî birlik gönderdi. Şayet İmparator, Şurahbil’e takviye güçler göndermemiş olsaydı, olay büyümeyecekti. Savaş Mu’te’de cereyan etti (Birazdan bu konuya geri döneceğiz). Resulullah (AS)’ın, her zamanki gibi dinî gayelerle bir başka Gassanlı başkan olan Cebele’ye617 gönderdiği mektubun metni elimizde bulunmamaktadır. Kaynaklarımızdan ne İbn Sa’d ne de Ya’kûbî, bu yazışmanın tarihi ile ilgili kesin bir bilgi vermezler. Ancak öteki mektuplarla aynı döneme ait olması mümkündür. Her halde, bu mektup da, Gassanlı diğer başkanlara gönderilenlerden farklı bir başarı sağlayamadı. Talihsiz Ezd’li Müslüman elçi el-Hâris ibn Umeyr’in yolda Şurahbil tarafından öldürülmesinden başka, ne Busrâ valisinin adı ne de mektupla ilgili bir başka ayrıntı hakkında, elimizde hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Hatta bu valinin Gassanlı mı yoksa Grek soyundan biri mi olduğu bile bilinmemektedir.

549. Gassanlı başkanlara gönderilen bütün bu mektuplardan, kabile üyelerinin birbirine pek az tutkun olduğu, hatta değişik liderlerinin güttüğü politikalarda bile farklılıklar bulunduğu sonucu rahatlıkla çıkarılabilir. Mu’te’ye H. 8 yılında, Tebuk’e ise bunu izleyen yılda misilleme seferi düzenlenmişti. Resulullah (AS), Tebuk seferine gönüllü olarak kaydoldukları halde, hurma hasat mevsiminin yaklaşmasını bahane ederek sözlerinden cayan bazı kimselerin toplum içine girmelerini yasakladı. Bunlar arasında şair Ka’b ibn Mâlik de bulunuyordu. Gassanlılar, Bizanslılardan çok Bizans taraftarı idiler. Kıral Hâris haberi alınca, bir hububat kervanıyla derhal Ka’b’a gizli bir haber gönderdi. Hâris, mektubunda onu Suriye’ye davet ediyor ve kendisini toplumdan dışlayan Resulullah (AS)’a karşı duyabileceği kin ve nefreti tahrik etmeye çalışıyordu. Ka’b’ın bu mektubu hakîr ve bayağı bir yazı olarak görüp ateşe atmasına şaşmamalıyız.618

550. Gassanlılarla ilgili olarak aktaracağımız son olay ise, H. 9 yılına doğru bu kabileden üç kişilik bir heyetin Medine’ye gelip İslam’ı kabul etmeleridir. Bu konuda biricik bilgi kaynağımız olan İbn Sa’d619 daha fazla bir şey söylememektedir.

Bizans’la İlişkiler

551. Kuzey Arabistan’da doğrudan ve Habeşistan aracılığıyla Yemen üzerinden dolaylı olarak Bizans etkisi ve nüfuzu bir yana, Mekke Bizans’la birçok özel ilişki içerisinde bulunuyordu. Doğubilimci Lammens, Aelius Gallus’dan Néron’a varıncaya dek Roma İmparatorlarının, iktidarlarını Mekke’ye kadar genişletme arzusunda olduklarını söyler.620 Yerli Arap kaynaklardan İbn Kuteybe ise,621 Romalı bir imparatorun (muhtemelen I. Théodose, 379-395), Resulullah (AS)’ın dedelerinden Kusay’a Mekke’deki iktidarı ele geçirmesi için yardım ettiğini nakleder. Kuzey Arabistanlı ve Bizans’ın etkisi altında yaşayan Kudâ’a kabilesiyle Kusay arasında akrabalık ilişkisi vardı. Belki de Kudâ’a kabilesi, İmparatora bu yolla Mekke’yi kendi ülkesine katma ümidi vermişti. Kusay’ın torunu Hâşim’in, 467 yılına doğru Büyük Léon’dan Filistin’e Mekke ticaret kervanlarının sevkine izin veren bir yetki belgesi aldığına bakılırsa, Bizans-Mekke ilişkileri bir süre dostane bir seyir izlemiş gibi görünüyor. Bu imparator, ayrıca ona, Habeşistan’a giden Mekkeli kervanlara aynı şekilde davranması için, Necâşî’ye hitaben yazdığı bir tavsiye mektubu vermiştir.622

552. Bizans yasaları, silah, altın, şarap, zeytinyağı ve diğer başka ürünlerin Arabistan’a ihracını yasaklıyordu. Aynı zamanda Arap tüccarların uğrayıp mal alıp satabilecekleri bölgeler de sınırlandırılmıştı ve bunlar, sınırda sıkı bir gümrük kontrolünden geçiriliyorlardı.623 Bu konuda hükümler içeren Justinianus Yasa Derlemesi,624 daha önceki imparatorlarca konulan benzer yasaklar hakkında da bilgi vermektedir. Bu “yasalar derlemesi”nin ortaya çıkışı belki de şu olayla açıklanabilir: Justinien’in iktidarından az önce, Güney Arabistan’daki Kinde kıralının sevk ve kontrolündeki Araplar, İmparator Anastase’yi kendileriyle barış anlaşması imzalamaya zorlamışlar, hatta Suriye’nin kıral nâibi Arétas’ı Finike, Filistin vs. yerleri yönetmek üzere bu “işgalcilerin” Başkanı olarak tayin ettirmişlerdi.625

553. Bu arada Patrik Osman ibn el-Huveyris olayını da hatırlatalım.626 Bu Mekkeli maceraperest, Şam’daki Gassan kıralının huzuruna çıkarak Hıristiyan olmuş ve kendisinin Mekke’ye kıral olarak tayinini istemişti. Gassan kıralı önce bu isteği kabul etmiş, sonra Mekke’den gelen diğer bir heyetin isteğiyle kararından caymıştı. O zaman Osman başkent Constantinople’a (İstanbul’a) gidip tayinini doğrudan doğruya İmparator’un eliyle yaptırmışsa da, rivayete göre Gassan kıralının kıskançlığı sonucu zehirlenerek Şam’da öldürülmüştür. Osman ibn Huveyris’in ayrıca ifade ettiğine göre, Constantinople’da Arap dili için resmî görevli tercümanların yanı sıra, genç Grek gençlerine öğretmenlik ve mürebbilik yapan Araplar da çalışmaktaydı (Daha ayrıntılı bilgi için bk. “Two Christians of Pre-islamic Mecca” adlı makalem. Journal Pakistan Historical Society, Karaçi, VI/2, 1958, İbn Habîb’in Munammak’ından naklen).

554. Muhammed (AS) de gençliğinde iki kez Suriye’ye yolculuk yapmıştır. Kendisine ait olduğu söylenen bir hadisinde, gümrük memurlarının yerinin Cehennem’in derinlikleri olduğu bildirilmektedir.627 Buradan, Bizans sınır kapılarında bazı kişisel deneyimler edindiği sonucu çıkarılabilir. Bununla birlikte, Bizans’a karşı sürekli şefkat dolu bir duygu hissetmiştir. Bu duyguyu, Kur’an’ın bazı ayetlerinde,628 Bizanslıların İranlılar tarafından bozguna uğratılmaları sonucu onlara açıkça gösterilen sempatide de görürüz. Bu ayetlerde, “on yıldan daha az bir süre içinde” durumun tersine döneceği önceden tahmin edilmekteydi ki, bu durum Bizanslıların Ninova’da İranlıları yenmesiyle gerçekleşmiştir. Bu olaydan birkaç ay sonra, Hudeybiye anlaşmasının ardından Resulullah (AS), biri de Herakliyus’a olmak üzere çeşitli mektuplar göndermiştir. Bu mektubun metni aşağıda sunulmuştur:

        “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla!

        Allah’ın Kulu ve Elçisi Muhammed’den, Rûm’ların Başbuğu Herakliyus’a:

        Allah’ın selamı, hakikat yolunu izleyen kimsenin üzerine olsun! Seni tam bir İslam daveti ile (İslam’a) çağırıyorum: İslam’a tabi olursan esenlik içinde olursun ve Allah sana iki kat ecir ve sevap verir. Ama bundan kaçınacak olursan, köylülerinin (hükmün altındaki tebeanın) günahları da senin üzerine olacaktır. “Ve (siz) “Ey kendilerine Kitap gönderilenler! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; ve aramızdan hiç kimse çıkıp da Allah’tan başkasını tapınacak Rab (efendi) edinmesin.” Eğer tüm bunlardan sonra onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman “Siz şahit olun ki kuşkusuz biz Müslümanız (Allah’a teslim olup inananlardanız) deyiniz.”

Mühür: Allah’ın

Elçisi

Muhammed629

555. Elçi Dihyetu’l-Kelbî’nin görevi, Resulullah (AS)’ın mektubunu, Kudüs’e doğru gitmekte olan İmparator’a iletmek üzere Busra (Filistin) valisine teslim etmekti. Kendisine, bir peygamber elçisi olarak gereken tüm itibar gösterildi, ama asıl görevinde pek başarılı olamadı. Zonaras dışında Bizanslı tarihçiler bu olayı nedense anılmaya değer bulmamışlardır. Bu arada, İbn el-Cevzî’nin de (Vefâ, s. 226-27) belirttiği gibi, Herakliyus, Aelia’da (Kudüs) Resulullah (AS)’ın elçisini bizzat kabul ettiği zaman, kendisini bir gece tek başına davet ederek, ona bazı minyatürler göstermiştir. Elçi, bu minyatürlerden birine bakarken, her iki yanında Ebû Bekir ve Osman’ın bulunduğu Muhammed (AS)’ın temsili resmini görüp tanımıştır. Doğal olarak bu durumdan çok etkilenen Herakliyus, bunun gerçekten Muhammed olduğuna yemin etmesini isteyerek, şöyle söylemiştir:

        “Benim Hıristiyanlığı terk etmeme tebaam şiddetle karşı çıkar. Yoksa derhal İslam’ı kabul ederdim.”

        (Bu rivayet gerçek bile olsa, buna pek önem vermeyeceğiz. Zira İslam, bir takım önsezi ve kehanetlerle değil, kendi getirdiği ilahi kökenli öğretisine dayanarak ayakta durmaktadır.)

556. O sıralarda Bizans İmparatorluğunda zihinler hem siyasi hem de dinî konularda oldukça karışık bir halde idi. O döneme ait Grekçe veriler elimizde olmadığı için, Arapça kaynaklarla yetiniyoruz: İbn Sa’d,630 yine Resulullah (AS)’ın bir Hıristiyan din büyüğüne gönderdiği mektubun metnini nakleder:

        “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adıyla!

        Ey dugator (autocrator?), Piskopos! Allah’ın selâmı inanan kimse üzerine olsun! Bundan sonra, bil ki Meryem oğlu İsa, Allah’ın saf ve temiz Meryem’e verdiği (bıraktığı) Ruhu ve Kelimesidir. Ben ise, Allah’a iman eder, bize ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Esbâta (İsrailoğullarının oniki kabilesine) vahyedilmiş olanlara inanırım. Aralarında hiçbir fark gözetmeksizin Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri katından vahyedilenlere inanırım. Biz O’na teslim olmuşuz. (Allah’ın) Selam(ı) kurtuluş yolunu izleyenlerin üzerine olsun!”

557. Taberî’nin ifadesine göre,631 adı geçen piskopos, bu mektup hakkında İmparator’un huzurunda kendi görüşünü açıkladığında, etrafta bulunan kalabalık öfkelenip galeyana geldi ve kendisini oracıkta linç edip öldürdüler. Bu olayda Grek ve Suriye kiliseleri ya da monofizit’lerle632 monotelitler633 arasında var olan gerilimi mi, yoksa daha başka şeyleri mi görmek gerekir? Pek güvenilir bir kaynak olmamakla birlikte, Ya’kûbî, bu konuda Herakliyus’un herhalde sözlü olarak verdiği bir cevabı nakleder. Onun verdiği bilgiye göre,634 İmparator, Resulullah (AS)’ın bu davetine olumlu cevap vermesine kendi halkının göstereceği düşmanlığın yegâne engel olduğunu üzülerek beyan etmiştir. En güvenilir kaynağımız olan Buhârî635 ise, bu beklenmedik davete çok şaşıran İmparator’un, Hudeybiye anlaşması sayesinde o sırada Bizans topraklarında çokça rastlanan Mekkeli tüccarları huzuruna çağırdığını nakleder. Bunlar arasında bulunan Ebû Sufyân, İmparator’a Resulullah (AS) hakkında bilgi vermek üzere söz almış, ancak Bizanslıların İslam’a karşı daha o zamandan belli bir korku ve endişeye kapıldıklarına hayretle tanık olmuştur.

558. İmparator’un bu diplomatik reddi karşısında Resulullah (AS)’ın cesareti hiç de kırılmamış ve bu defa Arap soyundan gelen, ancak daha az önemli mevkilerde bulunan Bizanslı başkanlarla ilişki kurmaya başlamıştır. Yukarıda Gassanlılardan söz etmiştik. Bunlardan birinin Müslüman bir elçiyi öldürmesi, Mu’te denilen cezalandırma seferinin düzenlenmesine yol açmıştı.636 3.000 kişilik Müslüman askerî birliği, yüz bin kişilik düşman ordusuyla savaşmak üzere karşılaştı. Bizanslıların İran’la savaşmak üzere topladığı güçler henüz terhis edilmemişlerdi. İmparator’un elinin altında, Gassanlıların imdadına koşmaya hazır vaziyette yüz bin askeri vardı. Az sayıdaki Müslüman birliği, savaşa başlamadan önce Medine’nin de görüşünü alma gereği duymadı. Başkomutan Zeyd ibn el-Hârise derhal hücuma kalktı ve şehit edildi. Hemen arkasından, onun yerine geçen öteki iki komutanın da akıbeti aynı oldu: Bu komutanlar, Resulullah (AS)’ın yeğeni Ca’fer ve Ensâr’dan Abdullah ibn Revâha idi. Müslümanlar, asla cesaretlerini yitirmeksizin, derhal Allah’ın Kılıcı Hâlid ibn Velîd’i baş komutan olarak seçtiler. O da, elinde kalan güçleri yeniden düzene sokup, düşmanın ileri gelenlerinden Mâlik ibn Zâfiletu’l-Belevî’yi öldürdü. Bir miktar da ganimet aldıktan sonra, Medine’ye dönmeye karar verdi. Düşman, kendisini takip etmeyi göze alamadı. İbn Asâkir’in işaret ettiğine göre,637 Resulullah (AS) Mu’te’ye deniz yoluyla takviye birlikleri göndermişti. Herhalde üç komutanının da şehit olduğu haberini aldığı için, geri çekilme emrini gönderiyordu. Bu tahminimiz şu küçük rivayetle dolaylı bir biçimde doğrulanmaktadır:

        “Zeyd ibn el-Hârise’nin şehit olduğu haberi Cebrail’in diliyle veya ordudaki bir asker aracılığıyla (Peygamber’e) ulaşınca…” (Kastallânî, Şerhu’l-Buhârî, 6/383).

        Aynı kaynakta şu ek bilgi de yer almaktadır:

        “Musâ ibn Ukbe’ye göre, burada söz konusu olan haberci Ya’lâ ibn Umeyye’ye Resulullah (AS) şöyle demiştir: “(Olayı) Sen mi bana anlatmak istersin, yoksa ben mi sana anlatayım?”

559. Olayın hemen ardından, Amr ibnu’l-As, 300 kişilik askerî birliğinin başına geçip, aceleyle Balî kabilesinin arazisine yöneldi. Burası, yukarıda da adı geçen Mâlik ibn Zâfile’ye ait olup, İslam birliğinin komutanının büyük annesi de aynı kabileden gelmekteydi. Muhtemelen Resulullah (AS) bu kabile ile bir uzlaşma imkânı arıyordu. Hasım kabilelerin tehdit ettiği Amr ibnu’l-As’a, aralarında Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde’nin de bulunduğu 200 kişilik bir takviye gücü gönderildi. Kaynağımız,638 olayın sonrası hakkında daha fazla bilgi vermemektedir.

560. Birkaç ay sonra, Medine’ye Gassanlıların yeni savaş hazırlıklarına giriştikleri yolunda endişe verici haberler geldi. Önceki yıldan beri birçok şey değişmişti: Mekke ve Taif’in yanı sıra, Basra körfezi kıyıları gibi oldukça uzak bölgeler bile, bu süre içinde İslam’ın müttefikleri haline gelmişti. Resulullah (AS)’ın Mu’te’ye 3.000 asker göndermesine karşılık, bu kez 30.000 kişi eşliğinde orduya bizzat kumanda ettiği görülür. Kavurucu bir yaz sıcağı ortasında, ordu Kuzey’e doğru yöneldi. Savaşmak niyetinde değildi, ancak beklenmedik her türlü duruma karşı da hazırlıklıydı. Nihayet, Balî ve Kudâ’a’lı diğer kabilelerin topraklarının tam ortasında bulunan Tebûk’de konakladı. Burada yapılan hazırlıklarla ilgili bazı ayrıntılar aşağıda verilmiştir.

561. O zamana dek gittiği yeri gizli tutma alışkanlığına son veren Resulullah (AS), bu kez hedefini açıkça ilan etti. Amacı, bedeviler üzerinde psikolojik bir etki uyandırmaktı: “Muhammed, Bizans İmparatoru ile savaşmaya gidiyordu!” Bazı Medineliler bu “çılgınca” girişime katılmak istemediler; bunlar “münafık” ilan edildi. Kimi büyük toprak sahipleri, hasat mevsimini bahane ederek yola çıkmakta geciktiler; dönüşte Muhammed (AS) kendilerini cezalandırdı, kimse onlarla konuşmayacaktı. Birkaç hafta sonra Resulullah (AS) onları bağışladı ve yasağı kaldırdı (Bunlardan biri de Ka’b ibn Malik’tir.639 Gassan kıralı ona, Resulullah (AS)’a ihanet edip Suriye’ye gelmesi için bir davet mektubu göndermişti). Gıfâr kabilesinden birkaç gönüllünün biniti yoktu. Resulullah (AS) de onlara bu imkânı sağlayamadı. Büyük bir üzüntüye kapılan bu insanlar ağlaşmaya başladılar. Onların bu samimiyeti orada hazır bulunanları da duygulandırdı ve bir yerlerden kendilerine gerekli ulaşım imkânları sağlandı. O günden itibaren bu kabileye Benû’l-Bekkâ (ağlaşanlar kabilesi) adı verildi. Daha sonra üçüncü halife olarak seçilen Osman, ordunun üçte birinin, yani onbin kişinin askerî teçhizatını tek başına temin etmiş, ayrıca bin dinar nakit bağışında bulunmuştu.640 Muhammed (AS) onun bu davranışına gerçekten çok sevinmişti. Ömer de yüklü bir yardımda bulunmuş ve Resulullah (AS)’ın kendisine ne gibi bir yardımda bulunduğunu sorması üzerine: “Dünyada sahip olduğum bütün servetin yarısını” diye cevap vermişti. Ebû Bekir ise sadece dört bin dirhem getirebilmiş, ancak, evine sadece Allah’ın ve onun elçisinin sevgisini bıraktığını söylediği zaman, onun bu davranışı diğerlerinden daha fazla heyecana neden olmuştu. Yapılan bu gönüllü yardımlardan başka, Resulullah (AS), Arabistan’ın dört bucağında görevlendirdiği vali ve memurlarından, elleri altındaki devlet hazinesinde kalmış olan her şeyi göndermelerini talep etti. Basra körfezi bölgesinden gelen yardımlarla ilgili olarak, elimizde çok sayıda resmî belge vardır.641 Zenginlerden de zekât vergilerini zamanından önce ödemeleri istenmiştir (bk. Ebû Ya’lâ, İbn Hâcer’den naklen, Metâlib, Nº 827).

562. Seyir halindeki ordunun başına gelen ilginç olaylara da işaret eden kaynaklar, develerin yola ve sıcağa dayanamayıp telef olduklarını, bir rüzgâr hortumunun askerlerden birini göğe çekip Tay kabilesinin yaşadığı bölgedeki dağlardan biri üzerine fırlattığını, çok nazik bir anda suyun tamamen tükenip, Resulullah (AS)’ın dua etmesinden sonra yağmurun yağdığını vs. belirtirler. Hatta bu kaynaklarda, Muhammed (AS)’e bir suikast düzenlendiğinden de bahsedilir. Müslim (2/77), Ebû Dâvûd (1/60), Tirmizî (22/29) vb. kaynaklara göre Resulullah (AS), bu yolculuk sırasında, askerî üniformayı çağrıştıracak şekilde kolları dar, Bizans işi bir kaftan (Cübbe Rûmiyye) giymişti. Burada İbn el-Cevzî’nin Vefâ’sında (s. 564) nakledilen bir olayı hatırlayalım: “Resulullah (AS)’ın baldızı Esmâ, bize düğmeleri dîbac ipeğinden bir kaftan gösterip şöyle ekledi: “Resulullah (AS) düşmanı bunun içinde karşıladı.” Samhudî (2. bs, 1029), Resulullah (AS)’ın, Tebûk ile Medine arasında 16’ya yakın mescit inşa ettirdiğini söyler. Muhtemelen, bunlardan her biri, bir günlük yolculuk sonunda dinlenmek için uğranılan ve içinde sadece namaz kılınan üstü kapalı basit odalardan ibaret yerlerdi.

563. Muhammed (AS), Tebuk’e geldiğinde, Herakliyus’a tekrar bir mektup göndererek kendisinden İslam’ı kabul etmesini istemiş, ve hiç olmazsa tebeasının Müslüman olmasına karşı çıkmamasını ve onları cezalandırmamasını istemişti. Bu mektubun metni aşağıda sunulmuştur:

        “Allah’ın Elçisi Muhammed’den, Rûmların Efendisine:

        Seni İslam’a girmeye davet ediyorum. Eğer İslam’a girersen, Müslümanların sahip olduğu haklara sahip olur, onların görev ve sorumluluklarıyla bağlı olursun. Ama İslam’a girmeyi kabul etmezsen cizye ödersin. Gerçekten de Çok Yüce (Aziz) olan Allah şöyle diyor: “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendisine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşınız”(Tevbe: 9/29) Aksi halde, İslam’a girmeleri ya da cizye ödemeleri konusunda kendi tebaan ile İslam arasına girme!”642

564. Öyle görünüyor ki İmparator o günlerde İslam hükümetini yatıştırmaya çalışıyordu. Zira Muhammed (AS)’e hediye olarak bir miktar altın para göndermişti. Ancak burada kesinlikle öldürülen Müslüman elçi için bir kan bedeli ya da tazminat, ya da Resulullah (AS)’ın somut önerilerine bir cevap söz konusu değildi. Dolayısıyla, Resulullah (AS)’ın bu paraları diplomatik bir hediye olarak değil de bir savaş ganimeti olarak görmesi bizi şaşırtmamalıdır. O, bu paraları derhal askerler arasında dağıttı.643 İbn Hanbel de,644 Tenûhî Arapları arasından seçilerek Tebuk’e gönderilen Bizans elçisiyle ilgili bir olay nakleder. Kaynağın ifadesine göre elçi, görevini yerine getirirken çok tutarsız sözler sarfetmiştir. Bu durumda, onun anlattıklarına fazla bir değer vermemek gerekir.

565. Resulullah (AS), Tebuk’teki ordugâhtan, dört bir yana askerî birlikler sevketti. Bunun sonucu olarak, çeşitli bölgelerden heyetlerin aceleyle gelip, kendisine tâbi olacaklarını açıkladıklarını görüyoruz. Bu heyetler Doğu’da Dûmetu’l-Cendel’den, Batı’da Maknâ’dan, Eyle limanından, Cerbe’den ve Filistin’de Maân’ın biraz ötesinde bulunan Ezrûh’tan gelmişlerdi. İleriki bölümlerde Dûmetu’l-Cendel’den ve Maknâ’lı Yahudilerden tekrar bahsedeceğiz.

566. Akabe körfezi üzerinde bulunan Eyle limanı stratejik ve ekonomik bakımdan önemini her zaman koruya gelmişti. Eyle piskoposu Pierre’in İznik Konsili’nde yer alması, burasının dini bakımdan taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. Müslüman bir askerî birlik buraya gelerek Resulullah (AS)’ın mektubunu herhalde Arap asıllı bir piskopos olan, Mar Yuhanna adında bir din adamına teslim etti. Bu mektupta ya dinî bakımdan (İslam’ı kabul etme) ya da siyasî bakımdan (cizye) bir bağımlılığın kabul edilmesi isteniyor, aksi takdirde aşağıdaki hususların göze alınması gerektiği vurgulanıyordu:

        “Şayet kendilerine tatmin edici bir cevap vermeden elçilerimi geri çevirecek olursak, bunu bir savaş nedeni sayarım. O zaman çocukları esir alıp, yetişkinleri öldürtürüm. Zira ben doğrusu Allah’ın elçisiyim. Allah’a ve O’nun kitaplarına, Resullerine, Meryem oğlu İsa Mesih’in Allah’ın Kelimesi ve O’nun Elçisi olduğuna inanırım. Öyleyse başınıza bir kötülük ve bela gelmeden dediklerimi yapın.”645

        Muhammed (AS)’ın bu konuda açıkça Tevrat’taki Tesniye bölümüne (XX, 13-14) gönderme yaparak, Peygamberlerin iman düşmanlarına karşı benimsedikleri tutumdan, yani benzer durumlarda çocukların esir edilip yetişkinlerin kılıçtan geçirilmesi uygulamasından söz etmesi oldukça dikkat çekicidir. Muhammed (AS) mektubunda, itaat etmeleri halinde, dışarıdan gelebilecek her türlü haraç ve vergiden muaf tutulacaklarını da kendilerine vaat ediyordu. Mar Yuhanna Tebuk’e gelmeyi kabul edip, orada bir anlaşma imzaladı.646 Buna göre, İslam Hükümeti, Eyle halkına ait ticaret kervanlarına ve gemilerine, onlarla birlikte bulunanlara bir vergi muafiyeti tanınmasını, gitmek istedikleri yer neresi olursa olsun yollarının kesilmemesini hükme bağlıyordu. Adam öldürme fiili ile ilgili yasa maddesi de belli bir çerçeveye oturtulmuştu. Piskopos, yıllık cizye olarak Eyle halkı adına 300 dinar altın ödemeyi kabul etti -ki buradan, şehirde 300 yetişkin nüfus bulunduğu anlaşılmaktadır.647 Bu arada Resulullah (AS), Eyle temsilcisine, bu ziyaretin anısına bir şeref kaftanı hediye etmiştir. Bu kaftan, Resulullah (AS)’dan gelen kıymetli bir hatıra olarak Abbasîler tarafından satın alınıncaya dek, bir yüzyılı aşkın zaman boyunca Eylelilerin elinde kalmıştır.648

567. Resulullah (AS)’ın huzuruna girerken Yuhanna’nın yanında temsilcilerinin de yer aldığını belirten kaynaklardan, Cerbe ve Azruh’un muhtemelen Eyle piskoposuna bağlı iki ayrı köy olduğunu öğreniyoruz.649 Coğrafyacılar, Azruh’un, Filistin’de, Ma’an’ın biraz ötesinde bir yer olduğunu söylerler. Bu durum bize, Tebuk seferinden sonra İslam etkisinin ne kadar geniş bir bölgeye yayılmış olduğunu gösterir. Muhammed (AS)’ın bu iki köy ile yaptığı anlaşmalarda,650 her birinin yılda 100 dinar ödemesi öngörülüyordu.

568. Resulullah (AS)’ın Yuhanna’ya verdiği ültimatomda, üzerinde durulması gereken bir husus vardır: Mektubun sonunda “Maknâ’da oturanları kendi arazilerine gönderiniz” şeklinde bir cümle yer alıyordu. Acaba bu, nüfusunun tamamı Hıristiyan olan Eyle halkının, Akabe körfezi üzerinde daha güneyde bir yerlerde kurulmuş olan Maknâ arazisini işgal edip, buranın Yahudi nüfusunu Herakliyus’un emriyle sınır dışı ettikleri, sürgündeki Maknâlıların ise, ültimatomun geri çekilmesini sağlayacak biçimde İslam himayesine girmeyi başardıkları anlamına mı geliyordu? Hatırlanacağı gibi, İranlıların istilasını hoş karşılamakla suçlanan Yahudiler, Suriye-Filistin bölgesindeki Bizanslılar tarafından çok hunharca işkencelere maruz bırakılmışlardı.651

569. Yine İslam Ordusu Tebuk’te iken, Sa’d Huzeym kabilesi İslam Devleti’ne katılmış ve belki de Müslümanların askerî desteğiyle, Resulullah (AS) henüz bölgeyi terk etmeden düşmanlarına galip gelmişti.652

570. Tebuk’te birkaç hafta kaldıktan sonra, Resulullah (AS) Medine’ye döndü. Bizans hükümetinin, tıpkı himayesi altında bulunan Ukayzirlerin elindeki Dûmetu’l-Cendel gibi, Ayle ve Azruh şehirlerinin de hiçbir şey yapmaksızın elinden çıkıp gitmesine niçin izin verdiğini anlamak mümkün değildir.

571. Makrızî’nin anlattığına göre,653 Tebuk’te Resulullah (AS)’a bir İran yemeği olarak Medine’de kimsenin bilmediği bir tür peynir ikram edilmiş, o da bunu çok lezzetli bulduğunu söylemiştir. Ancak o zamanlar bunun nasıl hazırlandığını bilmiyoruz.

572. Tebuk seferi H. 9 yılının Receb ayında yapılmıştır. Daha sonraki aylarda ise filizlenen İslam dini ile genç İslam Devleti daha da güçlenip sağlamlaşmıştır: Özellikle Yemen bölgesine ait onlarca kabile, Medine’ye gelip İslam’a girdiklerini açıklamışlardır. Ancak, Müslüman elçinin Gassan toprakları üzerinde katledilmesi ebediyen cezasız kaldı. İşin daha da ciddi olan yanı ise, İmparator’un Amman valisi olan Cüzam kabilesinden Ferva’yı, sadece İslam’ı kabul ettiği için çarmıha gerdirmiş olmasıydı.654 Birkaç ay sonra Resulullah (AS), Mute bölgesine yeni bir askerî sefer düzenlenemeye karar verdi. Bu ordunun komutasını da, ilk Mute savaşında şehit olan Zeyd’in oğlu Usâme’ye verdi. Ebû Bekir ve Ömer de bu askerî birlikte yer aldılar. Azatlı bir köle olan Usame’nin komutanlığa atanması bazı fısıltılara yol açtıysa da, Resulullah (AS), İslam’ın sadece kişisel liyakatlere önem verdiğini açıklayarak bunların önüne geçti. Resulullah (AS) son nefesini verdiğinde İslam ordusu henüz Medine’den ayrılmamıştı. Onun halifesi olarak iktidarı ele alan Ebû Bekir, derhal orduyu yola çıkardı. Bu seferde Ubnâ (yahut Ebil) bölgesi yağmalanıp ateşe verildi ve 70 gün sonra geri dönüldü. Ancak bunlar Hulefâ-i Râşidîn dönemindeki İslam fetih hareketlerinin başlangıcı niteliğinde olaylar olsalar da, konumuzun dışında kalmaktadır.

573. Böylece İslam’ın Bizans imparatorluğu ile ilişkilerinin tamamen barış ortamı içerisinde, hatta sempatik bir ortamda başladığı (bk. Rûm Suresi) ve bu arada Müslüman bir elçinin Bizans topraklarında öldürülmesinin İslam ile Hıristiyanlık arasında gelişmesi beklenen ilişkilerde çok ciddi sonuçlar doğurduğu ve bunun etkisinin sonraki 14 yüzyıl boyunca süregeldiği görülmektedir.


601 Bk. Heyd, Histoire du commerce du Levant I, 25.

602 Muhabbar, s. 265.

603 İbn Sa’d, I/i, s. 43, satır 17.

604 Bretschneider, Knowledge Possessed by the Ancient Chinese of the Arabs, s. 6.

605 İncil, “Korintoslulara 2. Mektup”, XI, 32.

606 Desvergers, Arabie, s. 88, dipnot.

607 İslam Ansiklopedisi., bk. “Şe’m” maddesi.

608 Mes’ûdî, Tenbîh, s. 186; Nöldeke, La Perse ancienne, s. 160, dipnot.

609 Muhabbar, s. 370-72.

610 De rebus post Mauricium gestis, s. 27.

611 Nallino’dan naklen, Raccolta di scritti, IV, 88.

612 İbn Sa’d, VIII, 132.

613 Caetani, Annali, 7: 80; ayrıca bk. 6: 46, 6: 8.

614 Vesâ’ik, Nº 38-39; bk. Suheylî, II, 357-58.

615 İbn Sa’d, I/II, s. 17.

616 İbn Abdi’l-Berr, İsti’âb, Nº 457.

617 Vesâ’ik, Nº 457.

618 İbn Hişâm, s. 911; Taberî, Tefsir, XI, 38.

619 İbn Sa’d, I/II, s. 71-72.

620 Lammens, La Mecque à la veille de l’Hégire, s. 239, 243.

621 İbn Kuteybe, Ma’ârif, s. 313.

622 Bk. “Habeşistan’la İlişkiler” bölümü, § 490.

623 Güterbock, Lammens’den naklen, La Mecque à la veille de l’Hégire, s. 129-130.

624 Justinien, Code, IV: 41, § I, 2.

625 Olinder, Kings of Kinda of the Family of Akil al-Murâr, s. 52-53.

626 Suheylî, I, 145; Munammak, s. 178-185; Mus’ab, Nesebu7l-Kureyş, s. 209-210.

627 Ebû Ubeyd, Emvâl, § 1624-32.

628 Kur’an: 30/2-6. Ayrıca bk. İbn Kesîr. Bu ayetin tefsirinde, en geç on yıl içinde gerçekleşecek bu kehanetle ilgili olarak, Ebû Bekir’in Mekkeli müşriklerle tutuştuğu bir bahisten söz edilmektedir.

629 Vesâ’ik, Nº 26.

630 A.g.e., Nº 29.

631 Taberî, I, 1567.

632 Hıristiyanlığın Tanrı-İsa-Kutsal Ruh üçlemesine uygulanan ve tanrının İsa’da belirdiğini savunan anlayış (Çev.)

633 Monotelizm: İsa’nın Tanrı iradesinin tümünü kendi kişiliğinde topladığı inancı (Çev.)

634 Vesâ’ik, Nº 28.

635 Buhârî, 1: 6, vs.

636 İbn Sa’d, 2/I, s. 92; İbn Hişâm, s. 791-97; İbn Abd el-Berr, İsti’âb, Nº 457. Mu’te’nin yeri hk. bk. İhsân en-Nemîr, Mecelletu’l-Hacc, Mekke 1958, XII, 162-64.

637 İbn Asâkir, Tarih Dimaşk, I, 394.

638 İbn Hişâm, s. 984-985.

639 Makrızî’ye göre (İmtâ’, I, 488), Ka’b bu aftan öyle memnun oldu ki, bütün servetini sadaka olarak vermek istedi. Ancak Resulullah (AS) sadece üçte birine izin verdi ve bunun bile fazla olduğunu belirtti.

640 İbn Hişâm, s. 895.

641 Vesâ’ik, Nº 63-64. Tebûk için, bk. İbn Hişâm, s. 893-913; Kişisel yardımlar için bk.Makrızî, İmtâ’, I.

642 Vesâ’ik, Nº 27.

643 Ebû Ubeyd, Emvâl, § 623-625.

644 İbn Hanbel, III, 441-2; IV, 74-5

645 Vesâ’ik, Nº 30.

646 a.g.e., Nº 31.

647 İbn Sa’d, I/II, s. 37.

648 İbn Asâkir, Tarih Dimaşk, I, 422.

649 Makrızî, I, 467.

650 Vesâ’ik, Nº 132.

651 Eutychius, II, 242, De Goeje’den naklen, a.g.e.

652 Makrızî, I, 471.

653 A.y., I, 461; Kettânî, I, 162-3.

654 İbn Sa’d, I/II, s. 31; İbn Hişâm, s. 958.