๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Peygamberi => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 07:37:41



Konu Başlığı: Anlayış ve yöntem
Gönderen: Hadice üzerinde 13 Ocak 2011, 07:37:41
Anlayış ve Yöntem


1186. Muhammed (AS)’in ilgili hadiste açıklamış olduğu gibi, dinin üçüncü boyutu, ahlâkî ve ruhî bilincin geliştirilmesi, fiil ve davranışların güzelleştirilmesi, yani onun deyimiyle ihsân’dır; insanın her an ve her yerde ALLAH’ın huzurunda olduğu bilincine varması gerekir: Deyim yerindeyse, sanki efendi kölesinin yaptığı işi en küçük ayrıntısına kadar gözetliyormuş gibi davranmak gerekir. Yani:

           “Sanki ALLAH’ı görüyormuşçasına hareket et! Sen O’nu göremesen bile, O seni mutlaka görmektedir.”

1187. İman etme, inandıklarını uygulama ve bilinçli gözlem: Muhammed (AS)’in öğretilerinde göze çarpan üçlü temel yapı işte bu öğelerden oluşmaktadır. Dikkat edilirse İslâm’ın temel gayesi manevî-ruhsal âlemle maddî-dünyevî âlem arasında eşgüdüm sağlamak ve uyumlu bir denge kurmaktır. Rabbimizi tefekkür edip zikretmek amacıyla dünyadan ve insanın nefsine hoş gelen nimetlerden vazgeçmek; işte insanın rûhî-mânevî yönü bunu gerektirir. Sadece maddî hayatın zevk ve nimetlerini düşünmek ve bunlardan mümkün olduğu kadar yararlanmak ise onun bedensel ve maddî yönünün gereğidir. Eğer insan, doğasının gereği olan bu iki yönden birini diğerinin aleyhine dışlayacak olursa, bu iki eğilimden sadece biri geçerli ve baskın duruma gelecektir. Ayrıca, bireylerin anlayış ve zihinsel durumları da birbirlerine göre çok değişkendir. Böylesi durumlarda, insan hayatının bütün yönlerini hedef alan ve mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı kurtarmayı amaçlayan bir dinin, orta yolu izleyerek, maddî ve manevî olmak üzere her iki yöne de eşit derecede ağırlık vermekten ve istisnâî durumdaki insanlardan (havâs) ziyade, çoğunluğu oluşturan orta halli insanı (avâm) düşünmekten başka seçeneği olmayacaktır.

1188. İslâm, bir yandan insana yukarıda açıklamaya çalıştığımız bir takım rûhî-mânevî eylemler (ibadetler) yüklerken -ki bunlar ona göre asgarî yükümlülüklerdir-, öte yandan da, münzevî bir hayatı benimseyip dünya nimetlerinden el etek çekmeyi açıkça yasaklayacak,101 bu arada hiç kimseye haksızlık etmemek ve dürüstlük ve erdem sınırlarını aşmamak koşuluyla dünya nimetlerinden yararlanmanın meşru bir şey olduğunu da açıkça belirtecektir. Kur’an ısrarla şunu belirtir:

           “De ki: ALLAH’ın kulları için hazırladığı ziynetleri ve temiz rızıkları kim haram kıldı?”102

           Bir başka ayette ise şöyle buyurulmaktadır:

           “… Bu dünyadaki nasibini de unutma! Ve ALLAH’ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de (insanlara) iyilik et!”103

           Yine bir başka ayette de mümin insana şöyle dua etmesi söylenmektedir:

           “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi Cehennem azabından koru!”104

           Daha birçok ayette işaret edildiğine göre ALLAH’ın bu evrende, göklerde ve yeryüzünde yarattığı her şey, insanın yararlanması içindir. Ancak insanın kendisine gelince, ALLAH onu sadece kendisine itaat ve ibadet etmesi için yaratmıştır.105

1189. İnsanın doğasında gizli bu iki yön arasında bir uyum ve denge sağlama kaygısıyla, Resulullah (AS), estetik anlayış (bediî zevk) üzerinde durmaktan da geri kalmamıştır.

Zekât

1185. Bir Müslümanın dördüncü ve son görevi, Resûlullah tarafından belirlenen oranda malının belli bir yüzdesini Hükümetine vermesidir. Kur’an’da çok dikkat çekici bir ayette, bir tek cümle içinde “ekîmû’s-salâte ve âtû’z-zekâte” (Namazlarınızı kılınız ve zekâtlarınızı veriniz) denmektedir. Bu ayette, hem bu fani dünya hayatının hem de Ahiret hayatının tam bir uyum halinde olabilmesi için, insanın ruhî-mânevî yönü ile maddî yönü bir araya getirilmektedir. Müslümanın hayatının hiçbir yönü ihmal edilmemiş, her şey ayrıntılı olarak düşünülmüştür. Zekât asla bir yoksulu sevindirmek amacıyla verilen, isteğe bağlı bir malî fedâkârlık değildir; aksine, tamamen zorunlu bir vergidir. İlerde ayrı bir bölümde bu konuyu ayrıntılı olarak yeniden ele alacağız. Bununla birlikte belirtelim ki İslâm, dünyevî olan şeyi manevî bir konu haline getirerek, vergi ödeme yükümlülüğünü insan bilincine yerleştirmiştir. Bu, insana ya da Devlet’e karşı duyulan bir yükümlülük değil, Allah’a karşı bir borç, bir görev, dinî bir kuraldır (Daha ayrıntılı bilgi için bk. ilerde “Ekonomik Sistem” Bölümü, § 1616-1676).



101 Suheylî, Ravz, II, 351.

102 Kerâmet Ali tarafından Siret-i Muhammediyye’de (s. 45), Makrızî’nin İmtâ’ adlı eserinden naklen.

103 İbn Hişâm, s. 118-119, vs.

104 Tabakât, I/I, s. 80-82; İbn Habîb, Munemmak, s. 211.

105 İbn Habîb, Munemmak, s. 206.