> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hayatını Anlatan Eserler > İslam Peygamberi > Adalet teşkilatı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Adalet teşkilatı  (Okunma Sayısı 845 defa)
11 Ocak 2011, 11:43:26
Hadice
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5.945


« : 11 Ocak 2011, 11:43:26 »



Adalet Teşkilatı


1538.  Daha önceki bölümlerde, özellikle Mekke’de ve genel olarak da Arabistan’da İslâm-öncesindeki hukuksal ve adlî kurumları göstermeye çalışmıştık. Çok özellik arz eden bir hadisinde Muhammed (AS) açıkça şöyle beyan etmiştir:

           “Cahiliye dönemine ait erdemli davranışların (fezâil) İslâm’da da uygulanmasına devam edilecektir.”434

           Eski Arap adetleri arasında uygulanmakta olan bir husus gözlemcileri oldukça şaşırtmaktadır: Hükm sözcüğü, Arapça’da hem “hükmetmek” hem de “anlaşmazlıkları çözümlemek” anlamına gelir.435 Onlara göre, bir başkan ya da Devlet olmanın esas nedeni, adaleti tesis etmektir.

1539.  İslâm’dan önceki adalet sisteminin eksik yönleri arasında, en basitinden bir hakemin doğru ve haklı olan şeyi sadece açıklamakla yetinmesini ve verdiği hükmün icrasının ise lehine karar verilen kişinin güç ve kuvvetine bağlı olmasını gösterebiliriz.Öte yandan, sürekli görev yapan hakimler de yoktu: Bir anlaşmazlık durumunda, aralarından seçtikleri soylu biri davalarını hallederdi. Belirgin bir yasa da mevcut değildi; hakemin tek rehberi sağduyusu idi ve verdiği kararı temyiz edecek bir üst makam da yoktu. İslâm, bütün bunlara bir çözüm getirecektir:

1540.  Daha Hicretten önce Muhammed (AS) Mekke’de, küçük ancak giderek büyüyen cemaatinin tartışmasız başkanı idi. Ancak dinlerini değiştirerek İslâm’a geçen bireyler, putperestliğin egemen olduğu kabilelerin mensubu olarak kaldıkları için, ortada henüz bir İslâm Devleti yoktu. Müslümanların Muhammed (AS)’den bazı emir ve bilgiler aldıkları oluyordu. Ancak ben, kaynaklarda iki Müslüman arasındaki bir anlaşmazlığı çözmek üzere kendisinden bir hüküm vermesini ya da hakemlik yapmasını istedikleri bir durumla karşılaşmadım. Muhtemelen Mekke’de böyle bir durum söz konusu olmamıştı.

1541. Tam anlamıyla ilk İslâm Devleti, Medine’de M. 622 yılında ortaya çıkmıştır. Resulullah (AS) Medine’ye varır varmaz, daha önce çözümlemeye çalıştığımız meşhur Şehir-Devlet anayasasını ilan etti. Bu anayasa, bireylerin ve hattâ kabilelerin kendi haklarını kendilerinin savunması usulünü kaldırmış ve bu yetkiyi merkezî bir otoriteye, yani Devlet Başkanına vermiştir. Bu yasa, aynı zamanda yargı kararlarını infaz etmek için de merkezî otoriteyi görevlendirmiştir. Allah ve Resulü, yani Kur’an ve Hadis, ikisi birlikte en üst yargı mercii ve ülkenin yasalar dizgesi olarak ilân edildi. Aslında bir devrimden hiç de aşağı kalmayan bu hızlı gelişmeyi, gerek bireyler ve gerekse toplum için barış ve mutluluk getiren diğer değişiklikler izledi. Eskiden, şayet güçlü ve kuvvetli olan taraf bir hakemin kararını kabul etmeyecek olursa, davasının bir başka hakeme götürülmesini talep ederdi. İslâm’da ise durum artık böyle olmayacaktır:

           “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”436

1542. Bu anayasa, o sırada çoğunluğu Yahudi olan Gayrimüslim tebaaya hukukî yasaların uygulanmasında tam bir özerklik tanıdı. Buna göre, Yahudilerle ilgili davalarda, Yahudi hukuku, Yahudi mahkemesinde, Yahudi olan taraflara uygulanacaktı. Ancak çeşitli Yahudi kabileleri arasında kin ve düşmanlığın ortaya çıktığı ve bir Yahudi ile bir Müslüman’ın, bir Yahudi ile bir Hıristiyan’ın ya da iki Yahudi’nin, hakem tâyini hususunda aralarında anlaşamadıkları ya da Müslüman bir hâkim seçme konusunda anlaştıkları için bazı uyuşmazlıklar çıkabiliyordu. Böylesi durumlarda açmazdan kurtulmak için anayasa, Medineli Yahudilerin -yani genellikle gayrimüslim tebaanın- hukukî ve adlî bağımsızlıklarından feragat edip İslâm mahkemesine başvurabileceklerini açıklamakta idi. Kur’an da, bazı istisnâî durumlarda bu tür imkânların bulunduğundan söz eder.437 Yahudilerle ilgili bölümde, iki tarafın ya da sadece sanığın Yahudi olduğu davalarda, Resulullah (AS)’ın Yahudi hukukunu uyguladığına işaret etmiştik.

1543.  Bu anayasanın 14. maddesinde şu hüküm yer almaktadır:

           “Hiçbir mümin, bir kâfir yüzünden bir mümini öldüremez ve bir mümin aleyhine hiçbir kâfiri destekleyemez.”

           Bazı İslâm hukukçuları buradan, Gayrimüslim birini öldüren bir Müslümanın ölüm cezasına çarptırılamayacağı sonucunu çıkarmışlardır. İbn Rüşd438 ise, uzun ve derinlemesine bir incelemesinde, bizzat Resulullah (AS)’ın bunun tam tersini uyguladığını ve onun zamanında Gayrimüslimlerin kanını döküp öldürmeleri halinde Müslümanların ölümle cezalandırıldıklarını göstermektedir. Hanefî hukukçular da bu konuda görüş birliği içindedirler. Öyle görünüyor ki, bu hükmün amaç ve hedefi daha başka olup, ya İslâm Devletinin tebaası olan bir Müslümanın muharip akrabalarını ya da kan davası adetini veya buna benzer bir şeyi kastetmekte idi. İslâm’dan önce Medine’de, yerli kabile mensuplarıyla, buraya sonradan gelip yerleşen kimseler(mevâlî) arasında bir ayrımcılık gözetilirdi. Şayet adam öldüren kimse kabilenin aslî üyesi ise ve öldürülen kişi mevlâ konumundaysa kısas uygulanmaz, sadece kan bedeli ödenirdi. Meşhur Bu’âs savaşı, öldürülen bir mevla’nın sahibinin kısasta ısrar etmesinden dolayı patlak vermişti (bk. Samhûdî, II. neşir, s. 218).

1544.  Göründüğü kadarıyla Gayrimüslim tebaa o dönemdeki İslâm adaletinden hiç de şikâyetçi değildi. Yemen’deki Necrânlı Hıristiyanları İslâm Devletine bağlayan anlaşma, kendi dindaşları tarafından yönetilen bu Hıristiyanların yargı bağımsızlıklarının güvence altına alındığını göstermektedir. Ancak onlar bizzat Resulullah (AS)’a baş vurarak şu talepte bulundular:

           “Aramızda çıkacak parasal ve mâlî ihtilaflarımız konusunda, sahabelerin arasından seçeceğin bir kimse bize hakemlik etsin; zira biz bu hususta size itimat ediyoruz.”439

           Bilindiği gibi, Resulullah (AS) onlara, Ebû Ubeyde ibn el-Cerrâh’ı göndermiştir. Olayın tanıklarından birinin ifadesine göre olay şöyle cereyan etmiştir: Resulullah (AS)’ın vefatının ertesi günü İslâm’ın Bizans’a karşı yeni bir askerî harekâta başladığını biliyoruz. Suriye’nin fethinden yaklaşık 15 yıl sonra bir Nestûrî piskoposu, dostlarından birine şu mektubu yazmıştı:

           “Allah’ın kendilerine şu günlerde egemenlik nasip ettiği Tay’lar (Araplar), bizim de efendilerimiz oldular. Ancak onlar, Hıristiyan dini ile hiç savaşmadıkları gibi, bizim imanımızı da koruyorlar, din adamlarımıza ve azizlerimize hürmet ediyorlar ve bizim kilise ve manastırlarımıza bağışlarda bulunuyorlar.”440

           Karalevski’nin ifadeleri ise daha açıktır:

           “Yakûbîlerin sevinçle selâmladıkları en önemli yenilik, her bir cemaatin başkanlarına, gerek dünyevî işlerde ve gerekse yargı konusunda birçok imtiyazın yanı sıra, özerk bir örgütlenme imkânı vermek olmuştur. Arapların getirmiş olduğu bu yenilikleri Türklerin de sürdürmeleri sayesinde bu durum günümüze kadar geçerliliğini korumuştur.”441

            Resulullah (AS) zamanında geçen şu küçük ama heyecan verici olayı da hatırlatalım: Necrânlı Hıristiyan temsilciler bir barış anlaşması yapmak üzere Medine’ye geldiklerinde, bir gün kendilerinin ibâdet vakti gelip çattığı sırada Muhammed (AS)’in huzurunda, Mescid-i Nebevî’de bulunuyorlardı. Resulullah (AS) onlara, bu ibâdetlerini Müslümanların mescidi içinde yerine getirmelerine izin verdi, onlar da öyle yaptılar.442 Yine bir gün Ömer (RA), Mekke’deki Mescid-i Harâm’da Cuma hutbesini okuduğu sırada gelen bir Hıristiyan’ı kabul etti. Bu Hıristiyan sınırdaki Müslüman gümrükçüleri şikayet etmek üzere gelmişti. Ömer, derhal adaleti yerine getirdi (bk. Ebû Yûsuf, Haraç, s. 79).


434 İbn Hişâm, s. 668.

435 Ahzâb: 33/10

436 Şe’mî, Sîre (el yazması nüsha), Hendek maddesi.

437 İbn Hişâm, s. 673.

438 A.g.e., s. 674-75.

439 A.g.e., s. 676; Taberî, I, 1474.

440 İbn Hişâm, s. 680-682; Sarahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, I, 84-85.

441 İbn Hacer, İsâbe, Nº 3074.

442 Kenzu’l-‘Ummâl, V, 5285 (Buhârî, İbn Hanbel, Tayâlisî ve Taberânî’den naklen).


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Adalet teşkilatı
« Posted on: 26 Nisan 2024, 12:47:08 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Adalet teşkilatı rüya tabiri,Adalet teşkilatı mekke canlı, Adalet teşkilatı kabe canlı yayın, Adalet teşkilatı Üç boyutlu kuran oku Adalet teşkilatı kuran ı kerim, Adalet teşkilatı peygamber kıssaları,Adalet teşkilatı ilitam ders soruları, Adalet teşkilatıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes