> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü K-Z > Sohbet
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Sohbet  (Okunma Sayısı 1620 defa)
01 Şubat 2010, 03:59:23
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 01 Şubat 2010, 03:59:23 »



Sohbet
Gelibolu´da yetişen velîlerden Ahmed Bîcân (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerine bir sohbet esnasında buyurdular ki: Allahü teâlâ, Kur´ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: "Ey îmân edenler! Din uğrundaki eziyetlere sabredin ve düşmanlarınızla olan savaşlarda üstün gelmek için sabır yarışı yapın. Sınır boylarında cihad için nöbet bekleşin ve Al­lah´tan korkun ki, felah bulasınız." (Âl-i İmrân sûresi: 200). "Sabrediniz." buyurması, belâlara sabretmeye işârettir. Bu, halk yâni avam içindir. "Nöbet bekleşin" buyurması, günah işlemeyi terk etmeye işârettir. Bu, havâs içindir. "Sabır yarışı yapınız" buyurması, İbâdet yapmaya katlan­maya işâ rettir. Bu da seçilmişlerin seçilmişlerine mahsustur. Bunun için, kişinin rahatlığı yakînde, şerefi tevâzuda, saâdeti, kurtuluşu İslâmdadır. İsmeti, günahsız olması Allahü teâlâya güvenmekte, akıllılığı dinde, gay­reti dünyâyı terk etmektedir. Helakı günah işlemeye cüret etmekte, piş­manlığı uyumakta, şekâveti cehâlettedir. Saâdeti ilimdedir. Olgunluğu aşktadır. Güzel yaşaması sabırdadır. Sabır; halkın içinde nefsânî arzu­ları terk etmek, yapmamaktır. Eğer dünyânın bütün belâları onun üzerine gelse "Âh" bile demeyen; vefâdan, cefâdan, acıdan, zenginlikten ve her çeşit nîmetten dolayı değişmeyen, mağrûr olmayan ve bunlar karşısında hep aynı kalan kimse sabırlıdır. Bilakis o, kendini bela mancınığına kor ve kazâ denizine atar. Sonundan hiç endişe etmez. Vesselâm.

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen bü­yük âlim ve velîlerin on beşincisi olan Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Bu- hârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine ?Bu dereceye nasıl ulaştı­nız?? diye suâl olununca; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme tâbi olmakla." buyurdular. Yine buyurdular ki: "Bizim yolumuz sohbettir. Hal­vette, yalnızlıkta şöhret vardır. Şöhret ise âfettir. Hayır ve bereket cemiy- yette, bir araya gelmektedir. Bu da sohbet ile olur. Sohbet, bir kim­senin arkadaşında fânî olmasıyla, arkadaşını kendine tercih etmesiyle hâsıl olur. Bizim sohbetimizde bulunan kimseler arasında, bâzılarının kalble- rindeki muhabbet tohumu başka şeylere bağlılığı sebebiyle geliş­mez, büyümez. Biz böyle kimselerin kalblerini başka şeylere olan bağlı­lıktan temizleriz. Bizim sohbetimizde bulunanlardan bâzılarının da kalblerinde muhabbet tohumu yoktur. Biz böyle olanların kalblerinde muhabbet hâsıl etmek için çok himmet ederiz, yardımcı oluruz."

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) cemâatle sohbet ediyor ve rızâdan bahsediyordu. Sohbette bulunanlardan birisi; "Ey Bişr! Makam ve îtibâr sâhibi olduğun için halktan hiçbir şey kabûl et- miyorsun. Eğer zühd sebebiyle hakîkaten dünyâdan yüz çevirmişsen, halktan gizlice bir şeyler alıp fakirlere ver ve kendin de tevekkül üzere oturup rızkına râzı ol." dedi. Bu söz üzerine Bişr-i Hâfî buyurdu ki: "Bu­nun cevâbını dinle. Fukarâ ve dervişler üç çeşittir. Birinci kısım, aslâ kim- seden bir şey istemez, verirlerse de almaz. Bunlar hâl sâhibi, rûhâniyet ehli kimselerdir. İzzet ve celâl sâhibi Allahü teâlâdan her ne isterlerse, Allah onu bu kimselere verir. Allahü teâlâ şunu verecek diye yemin ede- cek olsalar derhâl duâları kabûl edilir. Diğer bir kısmı halktan bir şey istemez ama verildiğinde kabûl eder. Bunlar dervişlerin orta ta­bakasıdır. Allahü teâlâya tevekkül ederek sükûn, rahat bulurlar. Bu kı­sım, kudsiyet makâmında ebediyet sofrasına oturmuş bir tâifedir. Üçüncü kısım ise, güçleri yettiğinde sabrederek oturur ve rızkın geleceği vakti gözler. Böyleleri zarûrî ihtiyaçları mecbûr bırakırsa, kalpleri Allahü teâlâya bağlı olduğu hâlde çıkıp halktan isterler." Bu cevâbı alan kimse; "Bu söze râzı oldum. Allah da senden râzı olsun." dedi.

Bir kimse Bişr-i Hâfî hazretlerine gelerek; "Ben seni Allah için sevi­yorum." dedi. O da; "Sen sözünde sâdık ve doğru değilsin. Bâzan akşam olunca ahırdaki merkebini hatırlamak beni hatırlamaktan sana daha mü­him göründüğü hâlde, nasıl oluyor da Allah için beni sevdiğini iddiâ edi­yorsun?" buyurdular.

Evliyânın meşhûrlarından Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: En faydalı tevâzu, kibri ve gadabı (kızmayı) giderenidir. En kıymetli söz, hakka uygun olanıdır. En zararlı söz, konu­şulmaması daha hayırlı olanıdır. En lüzumlu olan şey, Allahü teâlânın emrettiği farzları, ana-babayı, çoluk çocuğunu gözetip, onların geçimle­rini temin edip, Allahü teâlânın emirlerini öğretip kulluk vazîfelerini yerine getirmelerini sağlamaktır. En faydalı ilim, cehâleti, kötülükleri giderip, Allahü teâlânın büyüklüğünü ve yüce kudretini anlamaya, böylece O´na kulluğun bir vazîfesi olduğunu öğretip, âhirete hazırlanmaya vesile ola­nıdır. En üstün cihad (mücâdele, savaş) hakkı kabûl etmeye alıştırabil­mek için, nefsle yapılan mücâdeledir.

Büyük velî ve âlimlerden Ahmed bin Muhammed Hânî el-Esrem (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir zâta yazdığı mektupta şöyle demiştir: "Alla- hü teâlâ bizi ve sizi her türlü tehlikeden, her çeşit şüpheden muhâ­faza buyursun. Yine bize ve size, geçen büyüklerimizin ve âlimlerimizin yolun- da gitmek nasîb eylesin. Dâimâ Allahü teâlânın nîmetleri içerisin­deyiz. Allahü teâlâdan, bu nîmetlerini daha da artırmasını, rızâsına ka­vuşma- mız için bize yardımını dileriz. Fazla sözde fitne vardır. Sükûtta genişlik ve rahatlık vardır. Kişi ihtiyâcına göre konuşmalıdır.

Âlimin ölümü, büyük bir musîbettir. Şeytan ve onun yardımcıları, Al- lahü teâlânın ve müslümanların düşmanlarıdır. Şeytan ve yardımcıları, müslümanlar için birçok fitneler hazırlarlar. Maksatlarına erişebilmek için âlimlerin yok olmasını beklerler. Çünkü, âlim, onların bâtıl işlerine ve yar- dımcılarına mâni olmaktadır.

Bir kısım insanlar, şöhrete yapıştılar. Kendilerinden bahsedilmeyi ar- zu ettiler. Halbuki onlardan önce de işledikleri bid´atlerle şöhrete kavu­şanlar oldu. Fakat, hayır yolunda, doğru yolda tâbi olmak; şer, kötü iş­ler- de başkan olmaktan daha hayırlıdır."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Cavpâre hazretleri Üstâdı Ebû Bekr-i Zekkâk-ı Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Ki­minle sohbet edeyim?" diye sordu. "Senden olan her şeyi Allahü teâlâ görür, dediğin zaman, senden nefret ederek ayrılmayan kimse ile sohbet et." buyurdular.

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret­lerine birisi gelerek, büyüklerin sohbetinde bulunmanın faydasını sordu. Cevâbında; "Bunda iki fayda vardır. Birincisi; eğer o kimse ilme tâlib ol­muşsa, Allahü teâlâya ve O´nun dînine olan muhabbeti, bağlılığı ve soh­betin bereketiyle ilmi artar. İkinci faydası; eğer sohbette bulunan kimse­nin kalbinde benlik ve gurur varsa, o duygular yok olup, ilmi ve edebi ar- tar. Mânevî bakımdan yüksek derecelere kavuşur." buyurdular.

Büyük velîlerden Ebû Ali Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) âlimlerin sohbetinde bulunmanın önemini anlatır, edebin gözetilmesinin lüzumuna işâret ederdi. Bu hususta; "Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur, fakat onlara hürmet etmezse, ilâhî feyz ve bereketlerden mahrum kalır ve â- limlerdeki nûrlar, kendinde görünmez." buyurdular.

Hindistan´da yetişen meşhûr velîlerden Şâh Ebû Saîd-i Fârûkî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın sonsuz ihsânı, kul- larından birine eriştiği zaman, o kulunu kendi dostlarından birinin hiz­me- tine ulaştırır. O da nefsinin isteklerine uymamağı ve ona ağır gelen şeyleri yapmayı, yâni İslâmiyete uymağı emir buyurur. Böylece onun bâ­tınını yâni kalbini ve nefsini temizler. Bu zamanda talebenin hizmetleri kusurlu ve dağınık olduğu için, bu yolun büyükleri önce talebeye zikret­meyi, yâni Allahü teâlâyı kalbi ile anmayı emrederler. Amel ve ibâdet­lerde ve her işte orta yolda olmayı emredip nice kırk günlük çilelere be­del olan teveccühlerini dâimâ talebeleri üzerinde bulundururlar. Talebe­lerine, Ehl-i sünnet îtikâdına göre inanmayı, sünnet-i seniyyeye uymayı, bütün bid´atlerden sakınmayı emrederler. Mümkün oldukça azîmetle amel edip ruhsatlara kapılmamalarını tenbih ederler."

Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ı Eş´arî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti esnâsında buyurdular ki: Allahü teâlâya hamd olsun ki, bizi doğru yola ulaştırdı ve sünnet-i seniyyeye uymayı sevdirdi. Helâke götüren bid´atlerden uzak­laştırdı. Kalblerimizi, yakîn denen kat´î ve kuvvetli îmânın hâsıl ettiği se­rinlik ve huzûr ile doldurdu. Müslümanlık ile bizi azîz kıldı. Bizi, Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanlardan, O´nun rehberliğine yapışanlar­dan eyledi. Bid´atlere dalıp, Resûlullah efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân) yolundan ayrılarak yalnız kalmaktan kurtarıp, cemâ­atle berâber olmayı ihsân etti.

Resûlullah efendimize salât-ü-selâm olsun ki, bizi Allahü teâlânın emir ve yasaklarına dâvet etti. Allahü teâlâ bu hususta ona âyetleriyle yardım etti. Kendisine mûcizeler vererek, hakkındaki şüpheleri giderdi. Kendi rızâsına nasıl ulaşılacağını O´nun ile bildirdi. İçlerinde kendisine delâlet eden deliller bulunduğunu en açık bir şekilde haber verdi. Nihâ­yet bâtıl, sönüp gitti. Hak, gâlip ve muzaffer olarak parladı. Resûlullah efendimiz peygamberlik vazîfesini yerine getirdi. Kendisine bildirilenleri tebliğ edip, ümmetine nasîhatta bulundu.

Tâbiînin büyüklerinden, hadîs ve fıkıh âlimi Eyyûb-i Sahtiyânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sâlihlerin anıldığı yerde bulu­nanlar, onların himâyesinde olurlar."

Musul âlimlerinden ve Evliyânın büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Büyük velîlerden otuzu ile soh­bet ettim. Hepsi de bu yolun büyüklerindendi. Hepsi halkla sohbetten kaçın dediler ve hepsi az yemeği emir buyurdular."

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Semmâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) bildiklerini, öğrendiklerini yerine getiren Allah´ın sevgili bir kuluydu. Bir vâzında; "İçinizde Allahü teâlâyı ha...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Sohbet
« Posted on: 29 Mart 2024, 10:30:18 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Sohbet rüya tabiri,Sohbet mekke canlı, Sohbet kabe canlı yayın, Sohbet Üç boyutlu kuran oku Sohbet kuran ı kerim, Sohbet peygamber kıssaları,Sohbet ilitam ders soruları, Sohbetönlisans arapça,
Logged
01 Şubat 2010, 04:00:25
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 01 Şubat 2010, 04:00:25 »

Anadolu´da yetişen evliyânın meşhurlarından Şeyh Mecdüddîn Îsâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbet ve zikir meclislerinde şu şiiri çok okurdu:

Sultânımız sübhânımız

Can bedenden ayrılacak

Rahmetindendir cânımız

Ayırma dost îmânımız



Bîçâre yüzü kara

Meğer ki çalabım bana

Hazretine nice vara

Nasuhleyin tevbe vere



Allah desem ar olmaya

Allah diyen âşıklara

Mü´min gönlü dar olmaya

Senden özge yar olmaya



Estegfirullah sırren ve çehren

Estegfirullah çoktur günâhım

Estegfirullah kavlen ve fiilen

Velhamdülillah sensin penâhım



Buhârâ´da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin hâli, velîlik yolundaki derecesi o kadar yüksekti ki, huzûruna gelen bir kimsenin kalb hâlini Allahü teâlânın izni ile anlar, o kimse tasavvuf ehli, istidât sâhibi bir kimse ise, onunla zühd ve takvâdan konuşurdu. Şâyet gelen kimse bid´at ehli, fâsık biri ise, ondan sıkılır ve rahatsız olurdu. Onlar öyle büyük zâtlardı ki, karşılaştık­ları herkese o kimselerin durumlarına göre konuşurlardı. Birisi ile konu­şacakları zaman, kalb gözleriyle o kimsenin durumunu kontrol edip anlar sonra ona göre konuşurlardı. Bunun için, insanlara göre konuşmaları farklı olurdu. Bu büyüklerden biri, sevdiklerinden birine buyurdu ki: "Ta­savvuf ehlinin hâllerinden anlamıyan kimselerle karşılaştığımızda, on­larla basit meselelerden konuşuyoruz. Onlara bu yolun yüksek hâllerin­den, kalb mârifetlerinden anlatmak istiyorum ve hattâ bâzan bunun için kendimi zorluyorum, fakat istidâtları olmadığı için konuşamıyorum. Si­zinle sohbet ederken de, bâzan diğer insanlarla olduğu gibi konuşmak istiyorum ve hattâ bunun için kendimi zorluyorum, ama onlarla konuştu­ğum gibi konuşamıyorum."

Evliyânın büyüklerinden Safiyyüddîn Erdebilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mübahları ihtiyaç mikdârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mâ­nevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgi­sinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.

Hindistan evliyâsının büyüklerinden Mevlânâ Muhammed Sâlih Gü- lâbî hazretleri, İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin her gün ve her gece yaptığı ibâdetleri ve vazifeleri, mübârek oğullarının işâ­ret ve emirleri üzerine, toplamış ve yazmışdır. Bu yazılarının bir ye- rinde diyor ki: "İbâdetlerinin, vazifelerinin hepsini yapmaklığım için izin verme­lerini ricâ ettim. "Yapılacak, uyulacak iş, yalnız Resûlullah efendi- mizin yaptıklarıdır. Bunları öğrenip, hepsini yapmaya çalışmalı." buyur- du. "Efendim sizin her hareketiniz, her işiniz, o insanların ve cinnin en yük­seğinin işleri gibidir." dedim. "Evet öyledir. Fakat, her yapacağınızı iyi düşününüz! Sünnete uygun olan her sözü, her işi yapınız. Uygun olma­yanı yapmayınız." buyurdular.

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Maddî hayâtın de­vâmı için, dünyâdaki su ne kadar mühim ise, mânevî hayat için de; "Lâ ilâhe illallah" Kelime-i tevhîdi o kadar, hattâ daha fazla mühimdir. Bu ke­limenin yüksek mânâsını rûhuna sindirebilen kimse diridir. Bu yüksek mânâyı rûhuna işlemeyen kimse ölüdür. Allahü teâlânın, kullarına ihsân ettiği nîmetlerin en yükseği bu kelimedir.

Bir kimse, ölmüş bir kimsenin kendisinde bulunan hakkını, Allahü teâlâdan korkarak götürüp vârislerine verse, helâllık almış olur. Ama gıybet günâhının durumu böyle değildir. Bir kimse, bir kimseyi gıybet etse, gıybet edilen kimse vefât etse, gıybet eden kimse, gidip, gıybet et­tiği kimsenin vârislerinden helâllık alsa, yine helâl olmaz. Yeryüzündeki bütün müslümanlar, o gıybet eden kimseyi affetseler, gıybet edilen kimse, hakkını helâl etmedikçe helâl olmaz. Müminin ırzı, şerefi, malın­dan daha kıymetlidir."

"Hiç kimseyi işlediği bir günahtan dolayı ayıplama."

Büyük velîlerden Ebû Bekr-i Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret­leri bir gün Ebû Bekr bin Mücâhid Mükre hazretlerinin bulunduğu mes­cide girince, İbn-i Mücâhid hemen ayağa kalktı. Daha sonra İbn-i Mücâ- hid hazretlerinin arkadaşları kendisine; "Sen niçin Vezir Ali bin Îsâ için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?" diye sordular. İbn-i Mücâ- hid cevâben şöyle dedi: "Ben Resûlullah efendimizin tâzim ettiği bir zât için ayağa kalkmıyayım mı? Ben Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm. Bana; "Yâ Ebâ Bekr! Yarın sana Cennet ehlinden bir kişi gele­cek. O geldiğinde, ona ikrâmda bulun!" buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber efendimizi tekrar rüyâmda gördüm. Bana; "Yâ Ebâ Bekr! Allahü teâlâ, Cennet ehlinden olan kimseye ikrâm ettiğin gibi sana da ik­râm etti." buyurdu. Ben "Yâ Resûlallah! Şiblî bu dereceyi nasıl elde etti?"diye sordum. Peygamber efendimiz; "O, beş vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve meâlen; "And olsun size, içi­nizden bir Peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür. Müminlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler." (Tevbe sûresi: 128) âyet-i kerîmesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapı­yor." buyurdu. Ben bunu yapanı tâzîm etmeyeyim mi?"

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on seki­zincisi olan Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânının en büyük velîsi idi. İnsanların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermeleri için gayret eder, onlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatırdı. Bir soh­beti sırasında buyurdu ki: "İkindi namazından sonra öyle bir vakit vardır ki, o vakitte amellerin en iyisiyle meşgûl olmak lâzımdır. Bâzıları demiş­lerdir ki: "O saatte amelin en iyisi muhâsebe, insanın kendini hesâba çekmesidir. Öyle ki, gece ve gündüz geçirdiği saatler içinde yaptığı işleri gözden geçirip, ne kadar zamânı tâat, ne kadar zamânı günâh işlemekle geçirmiş hesâb etmeli. Tâat ile geçirdiği zamânı için şükretmeli. Günâh ile geçen zamânı için de istigfâr etmelidir." Bâzıları da şöyle demişlerdir: "Amellerin en iyisi, bir büyük zâtın sohbetine kavuşmak için gayret gös­termek ve o zâtın sohbetinde, gönlünü Allahü teâlâdan başka her şey­den çevirmesidir." demişlerdir ki, en iyi amel, Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirip, Allahü teâlâya dönmektir."

Mevlânâ Seyyid Hasan; meşhûr talebelerinden olup, babası onu kü­çük yaşında iken Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin sohbetine getirmiştir. Geldikleri sırada, Ubeydullah-ı Ahrâr´ın yanında bir tabak içinde bal gö­rüp, hemen yemeye başlamıştı. Ubeydullah-ı Ahrâr ona; "Senin ismin nedir?" diye sorunca, balın tadına öylesine dalmıştı ki; "Adım Bal´dır." cevâbını verdi. Ubeydullah-ı Ahrâr tebessüm ederek buyurdu ki: "Bu ço­cukta tam bir kâbiliyet var. Kendi ismini balın tadından dolayı unutup, balın lezzetine o kadar daldı ki, ismim Bal´dır dedi." Onu kucaklayıp ba­basından aldı. Önce Kur´ân-ı kerîmi, ilk tahsîl için gereken bilgileri öğ­retti. Sonra Ubeydullah-ı Ahrâr, ona yüksek ilimleri öğrenmesini emretti. Bundan sonra da onu tasavvufda yetiştirip, yüksek derecelere kavuş­turdu.

Şam´ın büyük velîlerinden Ukayl el-Münbecî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Yol ikidir: Ciddiyet, sıkıntıya tahammül. Bir de haddi aşmamak ve beklemektir."

"İnsanların iyi taraflarını görmeli, günahlarını araştırmamalıdır."

"İddiâcı, her şeyde kendini ileri sürer ve gösterir. Böyle kişilerden sakınmak lâzımdır."

Konya´nın büyük velîlerinden Ulu Ârif Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin Kur´ân-ı kerîm hocası anlattı: "Sultan Veled, oğlu Ârif´e son derece hürmet ve tâzimde bulunurdu. Onu hiç incitmez, bütün arzularını yerine getirirdi. Ârif Çelebi ne zaman babasının meclisine gelse, babası hemen ayağa kalkıp, mihrâbdaki yerini ona verirdi. Bir gün haddi aşarak: "Efendim! Ârif Çelebi daha küçüktür. Küçük bir çocuğa bu kadar iltifât etmeniz, tevâzu göstermeniz uygun mudur?" diye sordum. Sultan Veled, bu sözlerimi sükûnetle dinledikten sonra buyurdu ki: "Oğ­luma olan tevâzu ve hürmetim, babam Mevlânâ hazretlerinedir. Ârif´in yürüyüşü, yerinde hareketleri, sükûnetleri, oturup dinlenmeleri, ahlâkı, hâlleri hep babama benzemektedir. Elimde olmayarak ona tâzimde bu­lunuyorum. Babamın sağlığında o, süt emen çocuktu. Şâyet büyük ol­saydı, bu hareketleri babamdan görüp öğrendi derdik. Görüldüğü gibi, onun hâl ve hareketleri, babamın tasarrufları ile olduğu meydandadır. Onu görünce, babam hatırıma geliyor. İşte ona olan hürmetimin sebebi budur."

Tâbiînin büyüklerinden, ilim ve hikmet sâhibi bir velî Yûnus bin U- beyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyurdular ki: ?İnsanın, verâ, şüphelilerden sakınmaktaki hassasiyetine sâhib olduğunu konuş­masından anlarım. İnsanın yaptığı iyi amellere bir şeyler karışır. Ama di­lini muhâfaza edebilirse bu durum müstesnâdır. Ona bir şey karışmaz. Hikmeti şudur ki, insan çok namaz kılar, çok oruç tutar ama, iftarını ha­ramla açarsa, tuttuğu orucun faydasını göremez. Gece namaza kalkarsa kalbinde riyâ, gösteriş ve ucb, yaptığı ibâdeti beğenme hâli bulunabilir. Gündüz olunca da yalan yere şâhidlik yapması boş ve lüzumsuz sözler etmesi düşünülebilir. Böyle olunca da yaptıkları iyilikler hiç olur. Ama di­lini tutabilirse bütün amelleri iyi olur. Kanâatim böyledir."

?Kendimi, rüyâsında hoşuna giden ve gitmeyen şeyleri gören kimse gibi görüyorum. İnsanlar da uykuda olup, çeşit çeşit rüyâlar görüyorlar. Öldükleri anda uyanacaklar ve uykudan uyanan kimsenin, uykuda gör­düklerinden, elinde bir şey kalmadığı gibi, dünyâda güvendikleri, gönül bağladıkları şeylerin hepsini kaybedip ah etmekden, pişmân olmaktan başka ellerine bir şey geçmediğini anlıyacakla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Şubat 2010, 04:01:03
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 01 Şubat 2010, 04:01:03 »

Tâbiîn devrinde Kûfe?de yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Dünyâ ehlinden bir kimsenin hüznü, müslümanın hüznünden daha fazla olamaz. Çünkü mü- min, hayatta lâzım olacak nafakasını kazanmak hususunda, dünyâ ehli- nin çektiği hüzün ve meşakkatlara katlanmaktadır. Bir de onun, dünyâ ehlinden fazla olarak âhiretini kazanmak hüzün ve kederi vardır.?

Tâbiînden velî ve büyük bir fakîh (İslâm Hukûku âlimi) Recâ bin Hayve (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?İslâm, insanı îmân nî­metiyle süsler. İnsanın; îmânını, takvâsıyla; takvâsını, ilmiyle; ilmini, hilmi, yumuşaklığı ile; hilmini de rıfk, tatlılık ile süslemesi ne kadar gü­zeldir.?

Recâ bin Hayve hazretleri, bir gün Abdülmelik bin Mervân?ın ya­nında bulunuyordu. Orada, birisinden kötü bir şekilde bahsedildi. Abdül- melik; ?Vallahi! Allahü teâlâ nasîb ederse, elime geçtiğinde, ben ona yapacağımı biliyorum? dedi. Bir gün o şahsı yakalamış, ona cezâ vermek üzere kalkmıştı. Bu sırada, orada bulunan Recâ bin Hayve; ?Ey müminlerin emîri! Allahü teâlâ, sana istediğin şeyi nasîb etti (Sen böyle arzu etmiştin. Allahü teâlâ da sana, istediğin gibi fırsatı verdi). Öyleyse, sen de Allahü teâlânın sevdiği bir şey olan, affı yap. Bu söz üzerine, Ha­lîfe Abdülmelik bin Mervân, o şahsı hemen affetti ve ona ihsânlarda bu­lundu.

Bağdât velîlerinden Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sırrını muhâfaza etmek, kalbini kötülüklerden korumak ve farzları edâ etmek, Allah´a yakın olanların vasıflarındandır."

"Üns; Allahü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşıp, Allahü teâlâ ile olmaktır."

Hindistan´ın büyük velîlerinden Şeyh Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin güzel sözlerini talebe- lerinden Hâce Ziyâüddîn Künûz-ül-Fevâid adlı eserinde topladı. Şeyh hazretleri bu eserde talebelerinden birine şöyle vasiyet ettiği yazılıdır: "Peygamber efendimizin bildirdiği hadîs-i kudsîde buyruldu ki: "Lâ ilâhe illallah kal´amdır. Bunu okuyan, kal´ama girmiş olur. Kal´ama giren de, a- zâbımdan kurtulur." Kal´aya girmek üç türlüdür. Zâhir, bâtın ve hakîkat ile girmek. Zâhir kal´asına giren, havf ve recâ ile Allahü teâlânın gadabın- dan korkup, rahmetini umarak Allah´tan başkasını yok etmelidir. Zîrâ bü- tün âlem, düşman veya dost olsa, Allahü teâlânın hükmü, irâdesi olma- dan hiçbir kimse, hiçbir fayda ve zarar, iyilik ve kötülük yapamaz. Nite- kim, Allahü teâlâ, En´âm sûresi on yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Eğer Allah sana bir belâ, dert dokundurursa, onu O´ndan başka açacak (giderecek) kimse yoktur. Sana bir hayır dokundurursa (verirse), onu de- vâm ettirmeye ve her şeye O kâdirdir" buyurdular.

Bâtınî kal´a ise, ölümden önce bu fânî sarayda (dünyâda olan her şey), devamlı ve bâkî değildir ve yokluk kalemi onun üzerinden geçmiş­tir. Nitekim Hak teâlâ, er-Rahmân sûresi 26. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Yeryüzünde olan her şey fânîdir" buyurdu. O hâlde dünyâdaki şeylerin varlığına ve yokluğuna bakmamalı, bâtınına, özüne bakmalıdır.

Hakîkat kal´ası şudur ki: Cennet isteği, Cehennem korkusu kalbe gelmemeli, Hak´tan başkasına kalbde yer vermemelidir. Nitekim Kamer sûresi 54 ve 55. âyet-i kerîmelerde meâlen; "Şüphesiz takvâ sâhipleri Cennetlerde aydınlıklar içindedirler. Rızâ gösterilen bir yerde... Kudre­tine nihâyet olmayan bir Melik´in (her şeye hâkim bulunan Allahü teâlâ- nın) huzûrundadırlar" buyruldu. Oraya kavuşunca, Cennet kendili­ğinden kazanılmış olur. Cehennem ondan kaçar.

Tâbiîn devrinde Kûfe´de yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerîflerden bâzıları: "Ağızlarınız Kur´ân-ı kerîm´in yollarıdır. Onları mis­vak ile temizleyiniz."

"Müslüman bir kadın, hamileliği boyunca, doğum yaptığı esnada ve çocuğunu emzirdiği sürece, Allah yolunda cihad edenler gibidir. Bu es­nâda vefât ederse şehîd sevâbı alır."

Tâbiîn devrinde Medîne´de yetişen yedi büyük âlimden biri olan Sa- îd bin Müseyyib (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hangi şe­rif, hangi âlim, hangi fâzıl olursa olsun, mutlaka bir aybı vardır. Ama öy­leleri vardır ki, ayıplarını anlatmak doğru olmaz. Bir kimsenin fazilet ta­rafı, ek- sik tarafından çok olursa, eksiği fazileti için bağışlanır."

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâmın ümmetinde, İmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe gibi bir zât bulunsaydı, bunlar yahûdîliğe ve hıristiyanlığa dönmezdi."

Yine buyurdular ki: "Allahü teâlâdan başka yardımcı, Resûlullah e- fendimizden başka delil, takvâdan başka azık, sabırdan başka amel yok- tur."

"Allahü teâlâ ruhları yaratıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" ke­lâmına, evet dediğimi, ayrıca annemin karnında bulunduğum zamanki hâlimi hatırlıyorum."

Selâhaddîn Uşâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazreterine ait bir şiir:



Nice bir meyledesin bezm-i belâya nice bir.

Nakd-i ömrün versin bâd-ı hevâya nice bir.



Nefsin arzularına uydun ulaştın ey dil!

Uğradın varta-ı uzmâ-yı cefâya nice bir.



Çek elin fânî cihândan yürü insaf eyle gel,

Bu kadar gaflet-ü-rağbet bu fenâya nice bir.



Şems-i ikbâlin erişmekte gurûba gözün aç.

Hâb-ı Gaflette sarılmaklık gıtâya nice bir.



Gelmedin kendine bir ibret alıp âlemden,

Bu kadar dâiye bî katre-i mâye nice bir.



Hâb-ı gafletten uyanmaz mı gözün bîçâre,

İntibah ermedi bir azm-i bakâya nice bir.



Ey Salâhî yürü sen Hak kulluğuna meşgûl ol,

Nice bir kul olasın nefsi hevâya nice bir.



Hindistan´ın büyük velîlerinden Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şihâbüddîn Devletâbâdî´ye yazdığı bir mektubunda buyurdular ki: "Azîz, olgun ve âlim kardeşim, Kâdı Şihâbüddîn! Allahü teâlâ kalbinizi yakîn nûrları ile ışıklandırsın. Bu derviş Eşref´in fakîrâne duâları kabûl buyrul- sun. Bâzı sözleri ihtivâ eden mektubunuz geldi.

Allahü teâlâdan ilâhî bir inâyet, nihâyetsiz bir himâye ile ve bu bü­yüklerin iltifât ve teveccühleri ile, tasavvuf pınarından bir yudum, kalbe âit çeşmelerden bir içim tadan kimseye müjdeler olsun. Bunu en yüce bir devlet, en yüksek bir saâdet bilmelidir. Zirâ ezelî bir inâyet, yardım ol­mazsa, bu şerefe kavuşulamaz. Bu, Allahü teâlânın büyük bir ihsânıdır. Bu bir yudumun derecesi, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin şu sözünden bir parça anlaşılabilir. O buyuruyor ki: "Bu ilimden nasîbi olmayanın âkıbeti­nin kötü olmasından, yâni îmânsız gitmesinden korkarım. Nasîbin en azı; hakîkat ehlini tasdîk ve tasavvuf ehlinin büyüklüğünü teslim etmek­tir." Gizli şirk denizinin korkunç felâketlerinden kurtulmak, bu akîdenin yardımı olmaksızın ele geçmez. Çeştiyye büyüklerinin yapageldikleri zi­kirlere devâm ediniz. İnşâallah böylece ilerlemek nasîb olur.

Bu mektubumu size getiren Şeyh Radî´nin, Sultan İbrâhim ile görü­lecek bir işi vardır. İyi ahlâkınızdan dolayı ona yardım edeceğinizi ümîd ederiz. "Bir müminin kalbini sevindirmek deniz gibi, diğer ibâdetler ise damla gibidir" ve "Allah yolunda ayakları tozlananın cesedini, Allahü teâ- lâ Cehennem´e haram kılar" müjdeleri gereğince, elinizden gelen yar­dımı yapacağınızı ümîd ederiz.

Zaman zaman kıymetli vakitlerinizi alan baş ağrıtıcı mektuplar yazı­yorum, kusûrumu bağışlayınız."

Evliyânın büyüklerinden Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin ömrü, hep muhabbetten, sevgiden konuşmak, Allahü teâlâ- nın rızâsını kazanmaya dâvet etmekle geçti. Sözlerinin tatlılığı gö­nülleri alır, dinleyenlere ferahlık verir, hayranlık bırakırdı. Peygamber efendi- mizin; "Allahü teâlâ refîktir. Yumuşaklığı sever, sertlik edenlere vermedi- ği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak davranana ihsân eder." emrine uyup, öyle hareket ederek yaşadı.

Hindistan´da yetişen büyük âlim ve velîlerden Senâullah-i Sebnehlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin mübârek sînelerinden, büyükler yolunun feyz ve nûrları, coşkun bir sel misâli öyle akmakta idi ki, onu sevenlerdeki bütün karartı ve lekeleri, kalbden silip götürürdü."

Cezâyir´de yetişen, hadîs, kelâm, mantık ve kırâat âlimi Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vâz ve nasîhatlerinde hep âlimlerden anlatır, onların sözlerini naklederdi. Kendinden hiçbir şey söylemezdi. Sohbetleri çok bereketliydi. Vâzlarında herkesin arzu ettiği öyle güzel meseleleri anlatırdı ki, sohbette bulunan herkes; "Sâdece benim için konuşuyor. Yalnız benim arzu ettiğim şeyleri anlatıyor." derdi. Sohbeti o kadar tesir­liydi ki, sohbette bulunan herkes murâkabe hâline dalar ve kendisini âhiret düşüncesi kaplardı. Onun vâz meclisi hiç boş kalmazdı. Herkese hâline göre konuşur, o kimsenin istidâdı ne ise, o nisbette anlatırdı. Soh- bet olmadığı zaman, dudakları devamlı Allahü teâlânın zikri ile hare­ket ederdi. "Hakîkî kulluk; tam bir gönül kırıklığı içinde, boynu bükük ola­rak ve emirlere tam itâat edip, yasak edilenlerden kaçınmaktır." buyu­rurdu.

Her hâli İslâmiyete ve sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uygun olan, Hindistan´ın büyük velîlerinden Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbeti sırasında buyurdular ki: "Son­suz nîmetlerin sâhibi Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberlerin efen­disine salât ve selâm olsun. Allahü teâlâ hepimizi dâimâ kendisiyle bu­lundursun ve mâsivâ ile meşgûl olmaktan bizleri korusun.

Beyt:

Allah sevgisinden başka ne varsa,

Hepsi câna zehirdir, şeker dahî olsa.



Allahü teâlâ sonsuz ihsânıyla kendi rızâsına uygun yaşamamızı nasîb eylesin. Çok eski bir düşman olan bu alçak dünyâ, i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes