> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü K-Z > Rüya
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Rüya  (Okunma Sayısı 6751 defa)
31 Ocak 2010, 16:49:38
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 31 Ocak 2010, 16:49:38 »



Rüya
Lügatte açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak, kapalı şeyin yüzün­den örtüyü kaldırmak mânâlarına gelen keşf kelimesi, evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalplerine gelen ilhâm yoluyla bilmeleri demektir. Abdülganî Nablüsî, evliyâya hâsıl olan keşiflerin ve herkesin gördüğü rüyâların, bir şeyin misâlinin, benzerinin hayâl aynasında gö­rünmesi olduğunu, uykuda iken olursa, rüyâ dendiğini, uyanık iken olunca keşf olarak isimlendirildiğini ifâde etmiş, hayâl aynası ne kadar çok saf, temiz ise, keşf ve rüyânın o kadar doğru ve güvenilir olacağını belirtmiştir. (E. Ans. c.1, s. 19)

İmâm-ı Rabbânî, evliyânın keşfinde hatâ etmesi, yanılmasının, müctehidlerin ictihâdda yanılması gibi olduğunu, bunun kusûr sayılma­yacağını, bundan dolayı evliyâya dil uzatılamayacağını, belki hatâ edene de bir sevâb ve­rileceğini belirtmiş, bundan sonra şöyle demiştir: "Yalnız şu kadar fark vardır ki, müctehidlere (dinde söz sâhibi âlimlere) uyanlara da, onların mezheplerinde bulunanlara da, hatâlı işlere de sevâb verilir. Evliyânın yanlış keşiflerine uyan­lara, sevâb verilmez. Çünkü ilhâm ve keşif, ancak sâhibi için seneddir, başkala­rına sened olmaz. Müctehidin sözü ise mezhebinde bulunan herkes için seneddir. (E. Ans. c.1, s. 19)

Hindistan´da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâ- m-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin önde gelen talebe- lerınden Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: "Seyyidlerden bir genç, medre­sede talebe idi. Onunla arkadaşlık eder­dik. Bir gün ağlaya- rak yanıma geldi ve başından geçen bir hâdiseyi an­lattı. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyük bir ke­râmetini görmüştü. Dedi ki: "Hazret-i Ali´ye kar- şı savaşanları, hele hazret-i Muâviye´yi sevmezdim. Bir gece senin üstâ- dın İmâm-ı Rabbânî´nin Mektûbât´ını okuyordum. Okuduğum yerde; "İ- mâm-ı Enes bin Mâlik buyurdu ki: "Hazret-i Muâviye´yi, sevmemek onu kötülemek, hazret-i Ebû Bekr´i ve haz­ret-i Ömer´i sevmemek bunları kö- tülemek gibidir. Ona söğene, bunlara söğene verilen cezâyı vermek lâ- zımdır." yazılı idi. Bunu okuyunca, ca­nım sıkıldı ve ye­rinde olmayan bir yazıyı buraya yazmış dedim. Mektûbât´ı yere attım. Yatağıma uzandım. Uyudum. Rüyâmda, senin o büyük üstâdın öfkeli ve kızgın bir hâlde ya- nıma geldi. İki mübârek elleri ile kulaklarımı çekti ve; "Ey câhil çocuk! Sen bizim yazdığımızı beğenmi­yorsun ve kitabımızı fırlatıp, yere atıyor- sun. Benim yazımı okuyunca şa­şaladın ve inanmadın. Ama gel, seni bir zâta götüreyim de gör! Resûlullah efendimizin eshâbını sevmediğin için, aldandığını ondan işit." buyurdu. Beni çekerek, bir bahçeye götürdü ve kapısında bırakıp kendisi yal­nızca ilerledi. Uzak´ta görünen büyük bir odaya doğru yürüdü. Orada nûr yüzlü, büyük bir zât oturuyordu. Çekine- rek ve saygı ile o zâta selâm verdi. Önünde diz çöküp oturdu. Ona bir şeyler söylüyor, beni gösteri­yordu." Uzaktan bana bakış­larından benden bahsettiği anlaşılıyordu. Bi­raz sonra senin o yüksek üstâdın İmâm-ı Rabbânî, kalktı. Beni çağırdı. "Bu oturan zât, hazret-i Ali´dir. İyi dinle! Bak ne buyuruyor." dedi. Yanla­rına gidip, selâm verdim. "Sakın, sakın! Resûlullah efendimizin eshâbına karşı, kalbinde bir dargınlık bu­lundur- ma! O büyüklerden hiçbirini, aslâ kötüleme. Aramızda muhârebe şek- linde görünen iş­lerimizin, hangi iyi ni­yetlerle yapıldığını, biz ve o kar­deşlerimiz biliriz!" dedi. Senin yüksek ho­canın adını söyleyerek; "Bu zâ­tın yazılarına da sakın karşı gelme!" bu­yurdu. Bu nasîhatı dinledikten sonra, kalbimi yokladım. Bu hususdaki te­reddüdün ve soğukluğun, kal­bimden çıkmadığını gördüm. Bu hâ­limi he­men anladı. Öfkelendi. Senin yüksek hocana bakarak; "Bunun gönlü daha temizlenmedi. Suratına bir tokat indir!" dedi. Şeyh hazretleri, yü­züme kuvvetli bir tokat indirdi. To­kadı yiyince, kendi kendime; "Bunu sevdiğim için onlara düşmanlık et­miştim. Hâlbuki kendisi onlara düş­manlığımdan bu kadar çok incinmek­tedir. Bu hâlden vazgeçmeliyim!" dedim. Kalbimi yokladım. Düşmanlık, kırgınlık kalmamış, tertemiz bul­dum. O anda uyandım. Şimdi de kalbim o kinden temizlenmiştir. O rüyâ­nın, o sözlerin tadı, beni başka hâle soktu. Kalbimde Allah´tan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmadı. Senin yüksek ho­can İmâm-ı Rabbânî´ye ve onun yazdıklarındaki mârifete inancım iyice arttı."

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyük oğlu Muhammed Saîd buyurdu­lar ki: "Yüksek babamı, vefâtından sonra rüyâda gördüm. Allahü teâlânın kendisine verdiği büyük nîmetlerden tam neşe ve sevinçle anlatıyordu ve bununla iftihâr ediyordu. Kendisine; "Canım babacığım, şükr makâmın­dan hiç kimseye bir nasîb verdiler mi?" diye arzettim. "Evet, beni de şük­redenlerden eylediler." bu­yurdu. Arzettim ki, Kur´ân-ı kerîmde meâlen; "Şükreden kullar azdır." (Sebe´ sûresi: 13) buyruluyor. Bu âyet-i kerîme­den anlaşılan, bu cemâatin, peygam­berler olduğudur. Yâhud da Pey­gam- berlerin en büyük eshâblarıdır. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk gibi de­yince; "Evet, öyledir. Fakat beni husûsî bir ihsân ve inâ­yetle, o cemâate dâhil eylediler." buyurdu.

Hâce Muhammed Ma´sûm hazretleri buyurdu ki: "Babamı vefâtından sonra rüyâda gördüm. Münker ve Nekîr´in suâli nasıl geçti? diye sor­dum." Buyurdu ki: "Allahü teâlâ merhamet ederek, bereket cihetiyle il­hâm edip; "Eğer sen izin verirsen bu iki melek kabrine gelecek." bu­yurdu. Arzettim ki: "Ey Allah´ım! Bu iki melek de, senin huzûrunda kal­sınlar dedim. Nihâyetsiz rahmet ve merhame­tinden bana acıdı ve onları benim yanıma göndermedi." Tekrar; "Kabir sıkması nasıl geçti?" diye sordum. "Oldu, fakat çok az oldu." buyurdu.

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden seyyid bir zât şöyle nak- letmiş­tir: "Bir grup tüccarla Acîn´de idim. Bu tüccarlar arasında Cân Mu- hammed adında Celender´den bir zât da vardı. Onunla aramızda bir dostluk kurmuştuk. Bir gün biri bana sultânın, İmâm-ı Rabbânî hazretle­rini hapsettiğini söylediğin­den çok üzüntülüydüm. Cân Muhammed beni böyle kederli görünce, üzüntü­mün sebebini sordu. Ben de, İmâm-ı Rab­bânî hazretlerinin hapsedildiğini duy­duğum için, böyle olduğumu söyle­dim. Cân Muhammed bana; "Ben de onun talebesiyim. Bugün işin aslını ondan öğreneceğim." dedi. Sonra gidip kaylûle yaptı yâni öğle vaktine yakın biraz uyudu. Sonra bu uykusunda, rüyâsında İmâm-ı Rabbânî haz­retlerini gördüğünü ve kendisine; "İşittiğiniz haber doğru­dur. Fakat bâzı makamları geçmek, Allahü teâlânın celâl sıfatı ile terbiye edil­meye bağ­lıdır. Eğer öyle olmasaydı o makamları geçmek mümkün olmazdı. Dost­larımıza söyle, gönüllerini hoş tutsunlar, işin sırrı budur." buyurduğunu söyledi.

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Azîz Mahmûd Hüdâyî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri Sultan Ahmed Han´ın hocasıdır.

Bir gün Sultan Birinci Ahmed Han rüyâsında; "Avusturya Kralı ile gü­reş tuttuğunu, fakat kendisinin arka üstü yere düştüğünü" görmüştü. Zâ­hiren bakıl­dığında rüyâ çok korkunç idi. Sabahleyin, derhal huzûra geti­rilen âlimler ve rüyâ tâbircilerinden hiçbiri bu rüyâyı, Pâdişâhı tatmin edecek şekilde tâbir ede­medi. Nihâyet Üsküdar´da bulunan Azîz Mah- mûd Hüdâyî´nin, bu rüyâyı tâbir edebileceğini arz ettiler. Pâdişâh Bi­rinci Ahmed bir mektup yazarak, yakınla­rından biriyle gönderdi ve tâbir e- dilmesini ricâ etti. Haberci, mektubu alıp sü­ratle Üsküdar´a geçti. Azîz Mahmûd Hüdâyî´nin kapısını çaldığında, onun içer­den elinde bir zarf ile kapıya çıktığını gördü. Habercinin getirdiği mektubu alır­ken, kendi elin­deki mektubu da Pâdişâha verilmek üzere verdi ve; Sultânımızın gön­derdiği mektûbun cevâbıdır." buyurdu. Mektubu şaşkınlık içinde alan ha­berci, derhal mektubu sultâna götürdü ve gördüklerini anlattı. Sultan Bi­rinci Ahmed Hanın gönderdiği mektup, daha açılıp okunmadan cevâbı gönderilmişti. Sultan Ahmed Han, gönderilen bu mektubu heyecanla o- kudu. Deniyordu ki: "Allahü teâlâ insan vücûdunda arkayı, cansız mah- lûklar da ise toprağı, en kuv­vetli olarak yarattı. İnsan ile toprağın bir­bir- lerine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece, Pâ- dişâhımızın arka üstü yere yatması ile bu iki kuvvet birleşmiştir. Dola­yısıyla bu rüyâdan İslâmın temsilcisi olan pâdişâ­hımızın, küffâra karşı zafer kazanacağı anlaşıldı." Pâdişâh bu tâbiri pek beğendi ve; "İşte gör­düğüm rüyânın tâbiri budur." dedi. Derhal Azîz Mahmûd Hüdâyî hazret­lerine bin altın gönderdi.

Diğer taraftan Azîz Mahmûd Hüdâyî´nin hanımı hâmile olup doğumu yak­laşmıştı. Fakir oldukları için doğacak çocuğun ihtiyaçlarını alama­mış- lardı. Çünkü Hüdâyî hazretleri kapısına gelen, kendisine el açan fakir ve ihtiyâç sâ­hiplerine hiç düşünmeden nesi olsa verirdi. Bu sebeple çoğu kez evde yakacak mum bile bulamazlardı. Bu sebeple hanımı;

"Bursa kâdılığını bıraktın, medrese hocalığını terkettin... Elindeki malını mülkünü, ona buna vererek harcadın... Dünyâya gelecek yavruya saracak bir bez parçası bile yok!.." diye yakınıyordu.

Tam bu sırada kapı çalındı. Hüdâyî hazretleri kapıya doğru giderken hanı­mına da; "Hâtun, Allahü teâlâ istediğin dünyâlığı gönderdi." buyurdu. Kapıyı açtığında Sultan Ahmed Hanın hediyelerini ve bir kese içinde gönderdiği bin altını alarak hanımına teslim etti. Ertesi gün de Pâdişâh kendisi gelerek elini öptü ve talebesi olmakla şereflendi.

Tasavvuf büyüklerinden velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Ab­dullah Merrakûşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetlerinde şöyle bu­yurdular: Anla­tılır ki, Bağdât´ta Kerhli bir attâr vardı. Doğruluğu, iyiliği ve güvenilirliği ile meşhur olmuştu. Fakat bir hayli borcu vardı. Hayâsından evinden çıkamaz hâle geldi. Cumâ gecesi olunca, âdeti üzere namaz kıl- dı. Resûlullah efendimize salât ve selâm getirdi ve duâ edip uyudu. Rü- yâda Peygamber efendimizi gördü. Resûlullah ona; "Vezîr Ali bin Îsâ´ya git! Ben ona, sana dört yüz dînar vermesi için emir verdim. Onları al, ih- tiyaçlarını giderip hâlini düzelt." buyurdu. Sabah olunca, att...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Rüya
« Posted on: 19 Nisan 2024, 22:26:06 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Rüya rüya tabiri,Rüya mekke canlı, Rüya kabe canlı yayın, Rüya Üç boyutlu kuran oku Rüya kuran ı kerim, Rüya peygamber kıssaları,Rüya ilitam ders soruları, Rüyaönlisans arapça,
Logged
31 Ocak 2010, 16:50:20
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 31 Ocak 2010, 16:50:20 »

Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebin­den biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin vefât haberini İskenderiye´de iken duyan Muhammed bin Huzeyme, çok üzülmüştü. Rüyâsında Ahmed bin Han- bel´in salına salına yürü­düğünü görüp kendisine; "Ey İmâm! Bu böyle ne biçim yürüyüş?" dedi. O da; "Dünyâda Allahü teâlânın dînine hizmet e- denlerin, Cennet´teki yürüyüşleri böyledir." bu­yurdu. O; "Allahü teâlâ sa- na nasıl muâmele etti?" diye sual etti. İmâm hazretleri; "Allahü teâlâ beni affetti, başıma bir taç, ayağıma altından iki ayakkabı giydirdi ve; "Ey Ah- med! Kur´ân-ı kerîm benim kelâmımdır, diye inandığın için, bu iltifâtlara kavuştun. Ey İmâm! Süfyân-ı Sevrî´den sana ulaşan duâlar var, onlarla dünyâda duâ ettiğin gibi, şimdi de duâ et." dedi. Bu emir üze­rine; "Ey âlemlerin Rabbi olan Allah´ım! Bizleri af ve magfiret eyle. Bizlere suâl sorma." diye duâ ettim. Bu duâdan sonra; "Ey Ahmed! İşte Cennet, gir oraya buyurdu ve ben de Cennet´e girdim." dedi.

Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin İdrîs (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retlerinin talebelerinden biri şöyle anlatır: Mekke-i mükerremede hac farîzasını edâ ettikten sonra, şiddetli bir hastalığa tutuldum. İhtiyâcımı görecek kadar bile ayağa kalkamıyordum. Bu hâl üzere öleceğimden çok korktum. O hâlde Allahü teâlâya duâ edip, Ahmed bin İdrîs´in rûhâniye- tinden yardım istedim. O anda uyudum. Karşımda Ahmed bin İdrîs´i gör- düm. Ben bir divanda sırt üstü yatıyor­dum. O yanımda durdu. Bana; "Senin ilâcın Zemzem suyu ve ameliyat." bu­yurdu. Tâkatim hiç yoktu. Beni ameliyat etti. Çok terledim. Hattâ divandan yerlere terler damladı. O esnâda uyandım. Kendimi yokladığımda bir dinçlik hissettim. Ayağa kal- kıp yürümeye başladım. Hocamın bereketiyle şifâ buldum.

Günler sonra tekrar hastalandım. Tekrar hocamı vesîle ederek yar­dım iste­dim. Rüyâmda onu yüksek bir mekânda, büyük bir çadır içinde tek başına otu­rur gördüm. Selâm verdim. Bana; "Otur." buyurdu. Huzû­runda oturunca: "Sen ölümden korkuyorsun değil mi?" buyurdu. "Evet efendim." dedim. Bir kâğıt alıp üzerine iki satır hâlinde, birinci satıra, öm­rün seksen seneye ulaşmadan öl­mezsin, ikinci satıra da inşâallah ârif­lerden bir zât olursun, diye yazdı. Sonra o kâğıdı bana verdi ve; "Oku." buyurdu. Ben de okudum. Bu hususta Allahü teâlâya şükrettim. Sonra da Resûlullah efendimizi göremediğimi hatırlayıp, görmekle şereflenmek istediğimi arzettim. O zaman; "Otur, görmene yardımcı olayım." buyurdu. O esnâda karşımda sırasıyla; hazret-i Ali, hazret-i Osman, hazret-i Ömer, hazret-i Ebû Bekr ile Peygamber efendimizi gördüm. Sonra uyan­dım. Gördüğüm rüyâ sebebiyle çok sevinçliydim. Sonra Mekke-i müker- remeden Yemen´e gittim. Subye şehrinde hocam Ahmed bin İdrîs´e ka­vuştum. Birinci günün gecesi, rüyâmda nûrlara gark olduğumu gördüm. Nûrun çokluğu sebebiyle kendimden geçtim. Uyandığımda vü­cûdum titriyordu. Daha sonra hocamdan İdrîsiyye yolunun edebini öğ­rendim. Bana: "Bizim yolumuza giren, yüce maksada kavuşur. Allahü teâlâyı tanır." buyurdu.

Horasan´ın büyük velîlerinden Ahmed Nâmıkî Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri vefât ettikten üç gün sonra Kâdı Alâeddîn Mervezî Câm kasa­basına gelmişti. Ahmed Nâmık hazretlerinin vefâtını öğre­nince; "Ben ondan ha­dîs-i şerîf dinlemeye gelmiştim. Çünkü, onun sahîh hadîs-i şerîfler ile sahîh ol­mayanları birbirinden ayırabildiğini duydum. Yazık, ben onun huzûrunda bu­lunmaya ona hizmet etmeye kavuşama­dım." diyerek üzüldü. O sırada Ahmed Nâmıkî Câmî´nin yerinde oğulla­rından Burhâneddîn Nasr bulunuyordu. O, Kâdı Alâeddîn´i ağırladı. Kâdı Alâeddîn, her gün bir-iki defâ Ahmed Nâmık´ın kab­rine gidip, orada ağlı­yordu.

Yine birgün kabrin ayak ucunda oturmuştu. Bu sırada uykuya daldı ve uzun müddet öyle kaldı. Burhâneddîn Nasr üç kişiyi ona kimsenin do­kunmaması için vazîfelendirdi. Kâdı Alâeddîn uyanınca, Şeyh Burhâned- dîn´in kütüphânesinde bulunan hadîs-i şerîf râvilerini (rivâyet edenleri) anlatan Esânid isimli kitabı ya­nında buldu. Ağlayarak dergâha geldi. Burhâneddîn Nasr´a rüyâsını anlatmak istediğinde o rüyâdan ha­berim var demek isteyerek; "Anlatmana gerek yok." dedi. Bunun üzerine ora- dakilere rüyâsını şöyle anlattı:

Ahmed-i Nâmıkî´nin kabri başına oturmuştum. Kendi kendime; "Ne olaydı da onunla görüşebilseydim. Birkaç hadîs-i şerîf dinleseydim. Bu fırsatı kaçır­dım." diye düşünerek hem üzülüyor hem de ağlıyordum. Bu sırada bana bir ağırlık gelip, uyudum. Rüyâmda Ahmed-i Nâmıkî haz­retlerini gördüm. Yüksek bir yerde oturmuştu. Yanına gidip, selâm ver­dim. Bana iltifât etti. O sırada oğlu Burhâneddîn Nasr yanımıza geldi. Ona; "Ey Nasr! Git Esânid isimli kitabı ge­tir." dedi. O, kitabı getirince hu­zûrunda ondan pekçok hadîs okudum. Sahîh de­ğildir dediklerine işâret koyuyordum. Okuma işi bitince; "Ben bunların gerçek­ten sahîh olmadı­ğını nereden bileyim." dedim. Bunun üzerine bana; "Ben bun­ları sana söylerken, o sırada Resûlullah efendimizi görüyordum. Sahîh olmadı­ğını işâret buyurduklarını sana söylüyordum, sen de işâretliyordun." buyurdu. Sonra; "Efendim! Esânid kitabını bana lutfetseniz bizim için büyük devlet olur." dedim. Ahmed-i Nâmıkî; "Ey Nasr! Esânid´i Kâdıya ver. Bizden ona yâdigâr ol­sun. Bize de duâ eder." buyurdu. Uykudan uyandığımda; Esâ- nid kitabını için­deki hadîs-i şerîflerden sahîh olmayanları işâret edil­miş olarak yanımda bul­dum."

Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtından yaklaşık 200 yıl geçtikten sonra, birgün Büyük Türk Hâkânı Emîr Tîmûr Buhârâ´ya gitmek üzere yola çıktı ve Türkistan´a uğ­radı. O gece rüyâsında Ahmed Yesevî hazretlerini gör- dü. Kendisine: "Ey yiğit! Buhârâ´ya çabuk git! İnşâallah orada sana fetih nasîb olur. Senin başından çok hâdiseler geçse gerek. Zâten oranın in­sanları senin gelmeni bekliyorlar." bu­yurdu. Tîmûr Han uyanınca, bu müjdeye çok sevinip, Allahü teâlâya şükretti. Ertesi gün Türkistan hâki­mine çok para verip, Ahmed Yesevî hazretlerinin kabri üzerine mükem­mel bir türbe yaptırmasını emretti. O da, istenildiği gibi bir türbe yaptırdı. Türbe, bugün hâlâ bütün haşmetiyle durmaktadır.

Buhârâ´da yetişen en büyük velîlerden Alâeddîn-i Attâr (rahmetulla- hi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtlarından evvel, talebelerin­den biri şöyle bir rüyâ gördü: "Büyük bir otağ kurulmuş. Otağda Pey­gamber efendimiz de bulunuyordu. Alâeddîn-i Attâr hazretleri ile hocası Behâeddîn-i Buhârî hazretleri de otağın yanında duruyor ve içeri girip Peygamber efendimizi görmek istiyorlardı. Bir ara Behâüddîn-i Buhârî içeri girdi ve bir müddet sonra sevinç ile çıkarak bu­yurdu ki: "Bize, kab­rimizin 100 fersah mesâ- fesine defnedilecek her müslümana şefâat et­memiz ihsân edildi. Alâed- dîn-i Attâr´a da 40 fersah mesâfedekilere şe­fâat ihsân edildi. Bizi se- venlere ve ihlâs ile bağlılık gösterenlere de, bir fersah mesâfede olanlar ihsân edildi." (Bir fersah, altı kilometredir.)

Evliyânın büyüklerinden Ali bin Muvaffak (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retleri bir zaman Kâbe-i muazzamayı tavaf ettikten sonra Altın oluğun hizâsında oturup tefekküre daldı. "Acabâ Allahü teâlâ indinde hâlim ni­cedir?" diye dü­şündü. Bu hâlde iken kendinden geçti uyudu. Rüyâsında kendisine; "Ey Ali bin Muvaffak! Elbette sen evine sevdiğini ve seni se­veni dâvet edersin. Biz de sev­diğimizi çağırırız." denildi. Sonra sevinçle uyandı.

Ali bin Muvaffak hazretleri şöyle anlatır: "Bir sene hacca gitmiştim. Arefe gecesi olunca, Minâ´da Hîf Mescidinde uyudum. Rüyâmda; semâ­dan üzerle­rinde yeşil elbiseler bulunan iki meleğin indiğini gördüm. Birisi diğerine; "Bu sene, Kâbe-i muazzamayı kaç kişinin ziyâret ettiğini biliyor musun?" diye sordu. Diğeri; "Bilmiyorum!" dedi. Soran melek; "Altı yüz bin kişi ziyârette bulundu." dedi. Yine; "Kaç kişinin haccı kabûl oldu, bili­yor musun?" diye sordu. Diğeri yine bilmediğini söyleyince, soruyu soran melek; "Altı kişinin haccı kabûl oldu." dedi. Sonra, her iki melek havaya doğru yükselip, kayboldu­lar. Ben korku ile uyanıp çok üzüldüm. Altı kişi­nin haccı kabûl olunca, benim bu altı kişi arasında olmam pek zor, diye düşündüm. Arafât´tan ayrılıp Meş´ar-i Haram´a geldim. Geceyi orada ge­çirdim. İnsanların çok olmasına rağmen, pek azının haccının kabûl ol­masının üzerinde düşünmeye başladım. Bu düşünce ile uyuya kaldım. Önceki gördüğüm iki melek, yine aynı sûretleri üzere geldiler. Biri diğe­rine; "Bu gece, Allahü teâlânın nasıl ve ne ile hükmettiğini biliyor mu­sun?" dedi. Diğeri; "Bilmiyorum!" dedi. Bunun üzerine soruyu soran; "Al- lahü teâlâ altı kişiden herbirine, yüz bin kişi verdi. Onların haccını, bu altı kişinin yüzüsuyu hürmetine kabûl etti." dedi. O sırada ben sevinçle u- yandım."

Horasan velîlerinden Ali Nâtikî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kâdı iken bir rüyâ gördü. Rüyâsında kıyâmet kopmuştu. Halk, Arasat meydanında toplan­mıştı. Günahkârların hesapları görülmüş olanlarını zebanîler ya­kalayıp Cehen­nem ateşine atmak için götürüyorlardı. Cehennem´e müs- tahak olanların başında kâdı tâifesi geliyordu. Bir ara, sıra Herât´ın eski kâdısına geldi. Bu zât kolların­dan sürüklenerek götürülürken feryad içinde Ali Nâtikî´yi de göstererek; "Be­nim yerime kâdı olan budur. Bunu da benimle ateşe atın!" deyince, Zebânîler Seyyid Ali´yi de yakalayıp sü­rüklemeye başladılar. O da feryâd içinde yardım istemeye başladı. Bu sı­rada bir zât gelip, onun ellerini çözüp, zebânîlerin elin­den kurtardı. Sey- yid Ali heyecan içinde uyandı. Hemen tövbe ve istiğfâr etti. Sonra kâ- dılıktan ayrılarak rüyâsındaki zâtı aramaya başladı. Soranlara kâdılık­tan ayrılış sebebini hiç söylemedi. Bir köyden geçerken, yanına bir zât gelip; "Sizi hocam istiyor." diyerek Ali Nâtikî´yi berâberinde bir dergâha götür- dü. Ali Nâtikî ile hocasının huzûruna girdi. O zât; "Rüyânda gördü­ğün o zâta çok ben­ziyor muyuz?" buyurunca, Ali Nâtikî´nin o an...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 16:51:16
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 31 Ocak 2010, 16:51:16 »

Türbesine hizmet edenlerden biri rivâyet etti: "Zamânın devlet erkâ­nından yüksek rütbeli bir subay türbeyi ziyârete geldi. Câmide namazı kıldıktan sonra, Sadreddîn-i Konevî´nin nefsini terbiye etmek için yaptır­dığı çilehânesini ziyâret etmek istedi. Kapısını açtık. Yalnız bir kişinin namaz kılabileceği büyüklükteki, feyz, bereket, huzûr ve saâdet mekânı olan çilehâneye girdi. Uzun bir secdeden sonra cenâb-ı Hakk´a yalvar­maya başladı. Daha sonra kabr-i şerîfin yanına Sadreddîn-i Konevî´nin huzûruna gelip, Allahü teâlâya, onu vesîle ederek uzun bir duâ etti. Biz de âmin dedik. Duâ bitince bize dönerek; "Bizler, ellerimizdeki silâhlar ve diğer askerî güçlerimizle, memleketimizin görünürdeki bekçileriyiz. Fakat huzûrunda bulunduğumuz Sadreddîn-i Konevî ve onun emsâli olan bü­yükler, bu memleketin hakîkî kumandanlarıdır. Allahü teâlânın yardımı ve bunların mânevî destekleri olmadıkça, bizim görünürdeki güç ve kuv­vetimizin hiçbir tesiri olamaz. Onun için biz, bir memlekete vardığımız zaman, önce o memleketin mânevî kumandanlarını ziyâret ederiz." dedi.

Konevî Câmiine devamlı gelenlerden biri anlatır: "Sadreddîn-i Kone- vî´yi iki defâ rüyâmda gördüm. İlk gördüğüm gecenin gündüzünde, bir iş yüzünden bir­çok kimsenin kalblerini kırmış, onları çok üzmüştüm. Rü- yâmda heybetli bir şe­kilde görünüp bana buyurdu ki: "Kimseyi üzme, kimsenin kalbini kırma, kalb kırmaktan çok sakın." Bu ihtar bana çok te­sir etti. Bundan sonra kimsenin kal­bini kırmamaya, herkesle iyi geçin­meye çalıştım.

İkinci rüyâm da şöyle oldu: İlk rüyâmdan sonra artık devamlı onun kabrinin bulunduğu câmiye gitmeye başladım. Câminin ve türbenin tâmi­ratı, bakımı ve temizliği ile uğraşıyordum. Bir gece rüyâmda bana güler yüzle görünüp; "Hiz­metlerinden memnunum. Allahü teâlâ bu hizmetlerini karşılıksız bırakmaz." buyurdu. Bu ikinci rüyâdan sonra Sadreddîn-i Ko- nevî´ye karşı sevgi ve muhab­betim daha da arttı. Bütün günümü, câmi ve türbenin işleriyle geçirmeye başla­dım.

Evliyânın büyüklerinden Safiyyüddîn Erdebilî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretleri, talebelerinden Mevlânâ Behâüddîn gençliğinde ilim tah- sîl ederken, tasavvuf ehline karşı olanlarla arkadaşlık ettiği için onla­rın tesiriyle, tasavvuf ehline karşı îtikâdı, inancı iyi değildi. Onların sün­net-i seniyye üzerine bulun­duklarına inanmazdı. Bir ara rüyâsında şöyle gör- dü: Bir bahçedeki havuzun et­râfında tasavvuf ehli toplanmıştı. Bu es­nâda birden "Resûlullah efendimiz geli­yor." diye bir ses işitildi. Herkes Peygamber efendimizi karşılamaya hazırlandı. Mevlânâ Behâüddîn bir fırsatını bulup Peygamber efendimize yaklaşıp; "Yâ Resûlallah! Seneler­dir içimde bir tereddüdüm var. Bu gördüğünüz çeşit çeşit in­sandan han­gisi hak üzeredir. Her birisi bir sûret ve kılık, kıyâfette gelmiş. Biz onların hangisinin hak üzere olduğunu ayıramıyoruz." dedi. Peygamber efendi­miz, orada bulunan bütün toplulukları gözden geçirdi. Bu sırada Safiy- yüddîn Erdebilî ve talebelerinden bâzılarını gördü. Mübârek yüzünü Mevlânâ Behâüddîn´e çevirip; "İşte bunlar hak üzere, sünnet ve şerîat üzeredir." buyurdu. Peygamber efendimizden bunları duyunca, tasavvuf ehli hakkındaki îtikâdı dü­zeldi. Ertesi gün hemen tövbe edip Safiyyüddîn Erdebilî´nin talebelerinin ileri gelenlerinden oldu.

Hindistan´da yetişen büyük âlim ve velîlerden Senâullah-i Sebnehlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gör- dü. Peygamber efendimiz ona, günlük olarak bir rubiyye (Hind lirası) tâ- yin buyurdu ve ona çok iltifât eyledi. Bu rüyâdan birkaç gün sonra, zen- ginlerden birisi Senâullah hazretlerine gelip, ihtiyaçlarını karşılamak üze- re kendisine her gün bir rubiyye vereceğini söyledi.

Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden Serûcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında şöyle anlatılır: Serûcî hazretleri hacca gittiğinde, Mekke-i mükerremede Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmuştu ve bunu da hiç kimseye söylememişti. Bundan bir müddet sonra kendisine bir kimse gelerek dedi ki: "Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Sana, "Yanında (cebinde para olarak) ne varsa hepsini bana ver! Buna alâmet (işâret) istersen o da Mekke-i mükerremede, Allahü teâlâdan şu dilekte bulunmandır" diye söylememi emir buyurdular" dedi. O kimsenin sözle­rini hayretle dinleyen Serûcî hazretleri; "Peki." dedi ve derhâl yanında bulunan yüz dînâr altın ve bin gümüşü çıkarıp o kimseye verdi. Sonra da; "Şâyet yanımda bundan daha fazla birşey bulunsaydı. Onu da mut­lakâ sana verirdim. Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden naklet­tiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur" buyurdular.

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Seyyid Abdülhakîm (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğlu Ahmed Arvâsî Efendi şöyle anlat- mıştır: "Baba­mın hâli güzel, yolu istikâmet idi. Bu bakımdan rüyâları sâ- dıktı. Meselâ ben 1952´de Konya´nın Beyşehir kazâsı Doğanbey nâhi­ye- sine ilkokul öğretmeni ola­rak tâyin olunmuştum. Vâsıta çok azdı. Erzu­rum´a gitmek için bir kamyona bin­dim. Kamyon telefon direkleri ile yük­lüydü. Şoför mahallinde, şoför, oğlu ve ben vardım. Van Erciş yolundan Erzurum´a gidecekti. O sabah arabaya binme­den, babam beni bir kenara çekti ve; "Her ne kadar bizim rüyâlara îtibâr edil­mese de, baba şefkati zorlaması ile bu gece gördüğüm rüyâyı sana anlatmak zo­rundayım. Bin­diğin bu araba, rüyâda Erciş´i geçtikten sonra, ilk tahta köprüye girince, köprü çöktü, araba düşerken, köprünün ortasındaki direklerden biri üze­rine takılıp kaldı. Onun için sen oraya yaklaştığında arabayı durdur ve in!" Ben de peki dedim. Hâdise aynen cereyân etti. Köprü başına ge­lince, şoföre bir da­kika dur, ihtiyâcım var, siz karşıya geçin, ben gelirim dedim. İndim. Gerçekten araba köprünün üstüne varınca, köprü büyük bir gürültü ile çöktü ve rüyâda gö­rüldüğü gibi bir direk tarafından muvâ­zenede kaldı. Sallanıp duruyordu. Direk­leri indirip köprü yapıldı. Karşıya geçildi ve direkleri tekrar arabaya koyup yola devâm ettik. Şoför bana; "Sen kazâ olacağını nereden bildin de indin?" deyince, babamın rüyâsını ve vasiyetini anlattım. Hayret etti ve bana çok hürmet ve îtibâr eyledi."

Horasan´ın meşhûr velîlerinden Seyyid Ali Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: Bir hac seferi için Hıtlan vilâyetinin Alişah kö­yünden yola çıkmıştım. Yolculuğum sırasında yanımda bulunan şeyleri muhtaçlara dağıtır­dım. Bir müddet yol aldıktan sonra, çok az param kal­mıştı. Bir yerde konakla­mıştık. Bu sırada birisi gelip, bana iki bin dinar verdi ve kabûl etmemi istedi. Sonra parayı Peygamber efendimizin mâ­nevî işâretiyle bana getirdiğini söyledi. Bunun üzerine kabûl edip aldım. Sonra ona Peygamber efendimiz sana ne sû­retle işâret buyurdu diye sordum. Dedi ki: "Bu dirhemleri hacca gitmek niye­tiyle saklamıştım. Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Bana; "Bu dirhemleri sakla benim evlâdımdan birisi hacca giderken falanca yerde konak­laya­caktır. Dirhemleri ona ver." buyurdu. Resûlullah efendimiz böyle buyu­runca; "Yâ Resûlallah! O torununuzun ismi nedir?" diye sordum. "Ali Hemedânî´dir." buyurdu. İşte o zamandan bu güne kadar bir sene geçti. Bu bir sene içerisinde dâimâ oraya gelecek birini bekledim, tâkib ettim. İşte şimdi zât-ı âlinizle müşerref oldum." dedi.

Bu dirhemleri alıp Bağdât´a kadar yanımda taşıdım. Fakat o sene bir hâdise yüzünden hacca gidemedim. Bağdat´tan geri döndüm. Üç deveye çeşitli yiye­cekler ve su ile, iki deveye de öteki eşyâları yükledim. Ker­van- dakiler beni ya­nımda üzeri yiyecek yüklü develerle görünce şaşırdı­lar. "Bu seyyid az yerdi, yanında fazla şey bulunmazdı. Neden böyle ya­nına çok azık aldı." dediler. Hal­buki on dört günde ancak bir yiyecek bu­lunan yere varabiliyorduk. Kervanla birlikte birkaç gün yol aldıktan sonra, kervan yolu şaşırdı. Kervandakilerin azıkları tamâmen tükendi. Benden yiyecek istediler. Ben de onlara yiyecek içe­cek verdim. Bunları yiyerek bir müddet sonra yiyecek bulunan mâmur bir bel­deye ulaşabildik. Böy­lece Şam´a ulaştık. Ben yanımdaki dirhemleri muhtaçlara vermek için gâ- yet iktisatlı bir şekilde harcıyordum. Bu sırada biz Şam´da iken sıkın­tıya sebeb olan başka bir hâdise meydana geldi. Yanımdaki dirhemler de iyice azalmıştı. Nihayet imkân bulup Şam´dan Mekke´ye gittim, hac ibâ- detimi yapıp memleketim Hıtlan´a döndüm.

Hac dönüşünden sonra ziyâretine gidenlere bir sohbeti sırasında şöyle bu­yurmuştur: "Buradan ayrılıp dönünceye kadar on ay müddetle ikâmet ettiğim, konakladığım her yerde Allahü telâ kalbime; "Git insanları irşâd et, rehberlik yap." diye ilhâm etti."

Büyük velîlerden Mevlânâ hazretlerinin babası Sultân-ül-Ulemâ Be- hâeddîn Veled (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin, ileri gelen ta­le- bele­rinden Seyyid Burhâneddîn anlatır: "Rüyâmda hocam Sultân-ül-ule- mâ´nın tür­besinden yeşil bir nur yükselmeye başladı. Genişledi, ge­nişle- di, bulunduğum yere kadar geldi. O nûrun önüne bir engel çıkma­dan bü- tün Konya´yı kuşattı. Bu hâdise karşısında bayılıp düştüm. Sa­bahleyin rüyâyı tâbir ettirdim. Sultân-ül-ulemâ´nın neslinden çok muhte­rem kimse- lerin meydana geleceğini müjdeledi­ler."

Behâeddîn Veled´in çok sevdiği talebelerinden biri anlattı: Rüyâmda, Sul­tân-ül-ulemâ´nın mübârek başını, Arş´a kadar yükselmiş gördüm. Ona; "Efen­dim! Hâliniz nasıldır?" dedim; "Oğlum Celâleddîn-i Rûmî´nin ilim ve amel nû­ruyla bu derece yükseklere ulaştım. Oğlumun mertebe­sine, bütün velîler ve melekler gıbta ediyorlar. Ondan çok memnunum." dedi.

Şam´da yetişen Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyükleriden Muhammed Sumâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin ile ilgili ola- rak, Necmüddîn-i Gazzî şöyle anlatır: "Bir zaman şiddetli hasta ol­muş- tum. Bu has­talığım esnâsında, bir gece rüyâmda Resûlullah efendi­mizi gördüm. Geniş bir halkanın başında oturmuşlar, Allahü teâlâyı zik­redi- yorlardı. Peygamber efendi­mizin bir tarafında Muhammed Sumâdî haz- retleri, diğer tarafında...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Ağustos 2014, 15:08:10
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« Yanıtla #3 : 04 Ağustos 2014, 15:08:10 »

Özellikkle Hz. Muaviye'yi eleştirenlerin okuması gereken bir konu. Bizler olayların iç yüzünü bilemeyiz. Bu yüzden küçücük aklımızla ve sınırlı algılarımızla birilerini kötülemekten ya da olayları yorumlamaktan uzak kalalım. 
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Ekim 2015, 21:29:52
SeLiNaY 8
Öğrenci Grubu
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1.465


« Yanıtla #4 : 29 Ekim 2015, 21:29:52 »

Selamun Aleykum
Sırat köprüsü cehennemin üzerine kurulan bir köprüdür. Geçen cennete geçemeyen cehenneme girer .Allah bizleri sırat köprüsünden sağ saglim geçmeyi nasip eylesin .

Allah razı olsun
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes