> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü K-Z > Nasihat
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nasihat  (Okunma Sayısı 2838 defa)
31 Ocak 2010, 16:12:58
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 31 Ocak 2010, 16:12:58 »



Nasihat
Kastamonu velîlerinden Ahmed Siyâhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna şöyle nasîhatta bulundular: Ey oğlum! Sana Allahü teâlânın kitâ­bına, Resûlullah efendimizin sünneti seniyyesine uymayı, îtikâdını evliyâullahın da bağlı olduğu, Ehl-i sünnet vel cemâat âlimlerinin bildir­dikleri doğru îtikâda göre düzeltmeni tavsiye ederim.Âlimlere, tasavvuf ehline, Kur´ân-ı kerîm ehline hürmet et. Vicdanın, için temiz olsun, cömerd ve güleryüzlü ol. Başkalarına ihsan ve iyilikte bulun. Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet ve sıkıntı verme. Arkadaşları­nın hatâ ve kusurlarını affet, görmemezlikten gel. Büyük, küçük herkese nasihat eyle, hırs ve tamâyı terk eyle. Bütün ihtiyaçlarında Allahü teâlâya tevekkül et, güven. Çünkü Allahü teâlâ, kendisine sığınanları mahrum etmez.

Oğlum! Selâmeti, kurtuluşu istikâmet ve doğruluktan başka bir şeyde, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı Resûlullah efendimize tâbi ol- mak, ona uy­maktan başka bir yolda arama. Kendini hiç kimseden fa­ziletli, üstün zannetme. Birisi senin hakkında nemmâmlık, koğuculuk ve hasedçilik yaparsa, ona mâni olmak için kendini zahmete sokma, onun işini Allahü teâlâya bırak. Çünkü bu yolda öyle Allah adamları vardır ki, Allahü teâlânın izni ile fitne fesat sebebini göz açıp kapayıncaya kadar söküp atarlar. Sen kıymetli ömrünü Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymakla geçir. Allahü teâlânın emirlerini ye­rine getirmekte kınayanın kınamasından korkma. İbâdet ve tâatın güçlüklerine karşılık ecir ve sevâba kavuşacağını düşünerek sabır ve tahammül et, nefsini dâimâ hesâba çek. Vakitlerini dînin emirlerine uymakla kıymetlendir. Çok önemli olan vakit sermayeni kıymetlendirmeye gayret eyle. Çünkü geçen zaman bir daha geri gelmez. Yarına çıkıp çıkmayacağın ise belli olmadı­ğından yarını beklemek, yarın yaparım demek, üzüntü ve pişmanlığa yol açar. O halde sakın sakın elinde bulunan vaktini mâlâyâni, dünya ve âhirete faydası olmayan Allahü teâlânın râzı olmadığı, beğenmediği şey- ler ile zâyi etme. İçinde bulunduğun anda Allahü teâlânın râzı olduğu beğendiği şeylere sarıl. Tevâzu ve alçak gö­nüllülükte toprak gibi, başka­sına fayda vermekde meyvalı ağaç gibi, cömertlikde akan nehir gibi, ih­sân ve iyilik yapmakda deniz gibi, mâlâyâni, faydasız şeyleri konuşma- makda, sükût ve susmakda cansız varlıklar gibi, ayıp­ları ört­mekte karan- lık gece gibi olmaya çalış. Kalbin görmemesi, kalb katılığın­dan hasıl ola- cağından, dâimâ günahların için ağlayıp sızla, âh et. Nazargâh-ı ilâhî o- lan kalbi, haramlara ve Allahü teâlânın yasak ettiği şeylere yönelt- mekten sakın. Akrabâyı ziyâret ve onlara iyilik etmeyi ih­mâl etme. Âhiret kardeşlerini, iyi arkadaşlarını arttırmaya çalış. Her za­man onlarla sohbet lâzımdır. Evliyânın büyükleri; "Allahü teâlâ ile bera­ber olunuz. Buna gü- cünüz yetmezse, Allahü teâlâ ile beraber olanlarla olunuz ki, sizi Allahü teâlâya kavuştursunlar." bu­yurmuşlardır.

Ey oğul! Dünyâya sarılmış ona gönül vermiş olanlarla bulunma. On­larla sohbet ve berâberlik gam, keder ve üzüntü getirir. Bu, tecrübe ile sâbittir. Onlar senden faydalanırlar ise de sen onlardan faydalanamaz­sın. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, nefsinin arzu ve is­teklerine uymuş kimselerle berâber olma. Böyle kimseler gizli düşman olup, insanın yüzüne karşı dalkavukluk ya­parlar, gıyabında, arkadan ise aleyhinde bulunurlar. Onların yanına gelerek oturmalarına bakıp al­danma. Maksatları senden mânen faydalanmak olmayıp dünyâlık mak­satlarına, mal ve mevki elde etmeye seni vesîle, âlet etmek içindir. Bir kusur ettiğinde, hakkında kötülük düşünenlerin ve düşmanlarının en azı­lısı olurlar. Zamânındaki insanları tecrübe ettiğinde, onlarda bundan başka bir özel­lik bulmayacaksın.

Ey oğul! Sana sadâkat, bağlılık iddiasında bulunanların, yaptıkları iyilikleri başına kaktıklarını görürsün. Çünkü sadâkat ve bağlılık adına yaptıkları az bir iyilik karşılığında ağır, pek fazla bir hizmet ve karşılık beklerler, çok şey ümid ederler. Bu ümitlerine bir defa olsun müsâde et­mezsen derhal, gösterdikleri sevgi, sadâkat ve bağlılıklarını bırakırlar. Çok defa onların isteklerinden yakanı kurtaramaz, arzularının hâsıl ol­ması yolunda boşuna dînini ve şerefini fedâ et­miş, yüz suyu dökmüş olursun.

Ey oğul! Eğer sana hakîkî dost arkadaş lâzım ise, Allah için seven­lerle be­raber ol. Böyle kimselerden dostluk ve kardeşlik bağı kurduğun kimseye, muhtâc olduğunda ihtiyacından fazla malın varsa ver. Yahud onu kendinle be­raber tut veya kendine tercih et. Beraber olduğunuzda ve arkasından ayıplarını ört ve gizle. Kusuru olduğunda sabır ve taham­mül et. Hayatta iken ve vefat etti­ğinde onu hayırla an.

Herkese bilhassa sana karşı olanlara yumuşaklık, alçak gönüllülük, güler yüzlülük ile davranmaya gayret et. Sana, Rabbinden alıkoyan dün­yalığa makam ve mevkıye kalbinin meyletmemesini tavsiye ederim. Çünkü nefs, hevâ, nefsin arzu ve istekleri, şeytan ve dünya, insanın dört düşmanı olup, herbirine karşı kullanılacak harb âletleri vardır. Nefsin si­lahı tokluk, hapishanesi açlıktır. Hevânın silahı, çok konuşmak; sukût, konuşmamak ise, onun zindanıdır. Dün­yânın silahı insanlarla fazla berâ­ber olmak, onlar arasında fazla bulunmak, çâ­resi yalnızlık ve onlardan uzak kalmaktır. Şeytanın silâhı gaflet yâni Allahü teâlâyı unutmak; ona karşı tedbîr, Allahü teâlâyı anmak ve hatırlamak, O´nun büyüklüğünü dü­şünmektir. Zikir, Allahü teâlâya kavuşmakta en kısa yoldur.

Ey oğul! Bu nasihatlerimi iyi belle ve Allahü teâlânın nîmetlerine, sana yaptığı iyiliklere şükr edenlerden ol...

Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bu­yurdular ki: "Nefsinin isteklerinden ve öfke ile hareket etmekten uzak dur. En önde gelen vazifelerinden birisi de, yumuşak olmak ve dik­katli hareket etmek olsun."

"İlmiyle takvâsını, ameliyle basiretini ve aklıyla mârifetini arttıran kim­senin izinden yürü."

"Kul için en doğru yol, ilimle amel etmek, Allahü teâlânın korkusuyla ha­ramlardan sakınmaktır. Günahla nefsini yâd etme. Günahta ısrâr et- me. Fakirlik zamanında Allahü teâlâya sığın, her hâlinde Allahü teâlâya muhtâc ol ve O´nun her emrinde O´na tevekkül et."

"Sana zulmedeni affet. Amelinle mağrûr olmaktan sakındığın gibi, ilimle gururlanmaktan sakın. Yakınının, fakirin ve komşunun hakkını gö­zet. Konuş­madan hoşlanmayanın yanında konuşma. Mazlum kardeşine yardım et. Zamâ­nını iyi değerlendir."

"Günahlar gaflet getirir. Gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır ve Allahü teâlâdan uzaklık ise, Cehennem´e götürür."

"Câhillerin ahlâkından, günahkârların meclisinden, kendini beğe­nenlerin iddiâlarından, mağrûrların isteklerinden ve ümitsizlerin ümitsiz­liklerinden sakın ve uzak dur. Hak ile amel et. Allahü teâlâya güven. Emr-i mârûf ve nehyi anilmünker yap."

Kıymetli kardeşim! Kendinize geliniz. Aklınızı başınıza alınız. Allahü teâlâdan korkunuz. Şeytan sizi aldatmasın. Şeytan ve onun yardımcıları, Allahü teâlânın huzûrunda perişan olacaklardır."

Yine buyurdular ki: "Dilin farzı ve vazifesi; sükûnet ve öfke zamanla­rında doğruluktan ayrılmamak. Gizli ve açık hiç kimseye eziyet etme­mektir. Gözün farzı ve vazifesi; haramlardan korunmaktır. Kulağın farzı ve vazifesi, helâl ol­mayan şeyleri dinlememektir. Lisanından sonra, in­sanoğlu için en tehlikeli âzâ kulağıdır. Çünkü kulak, kalbin en büyük elçi­sidir. Fitne bataklığına en fazla dalan kulaktır. Burnun farzı ve vazifesi; burun, kulak ve göze tâbidir. Dinlemesi ve bakılması câiz olmayan bir şeyin koklanması da câiz değildir. Ellerin ve ayakların farzı ve vazifesi; Allahü teâlâ tarafından haram kılınan şeylere uzan­maması ve başkaları­nın hakkından sakınmasıdır."

İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Hasan Sezâî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğluna yazdığı bir mektuptan bâzı kı-sımlar:

"Gözümün nûru evlâdım. Her hâlinle seni cenâb-ı Hakk´a emânet et­tim. Kalb gözün açık olsun. Mahlûklara güzel ahlâk ile muâmele edesin. Bütün amellerin en güzeli, güzel huylu olmaktır. Dili tatlı olanın dostu çok olur, buyrulmuştur. Dâimâ insanların aybını gizle. Kimsenin aybını yü­züne vurma. Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış. İhtiyârlara karşı hür­met et. Bir fakir gör­düğün zaman, gücün yettiği kadar elinde bulunandan yardımda bulun. Bunlara riâyet edersen ömrün uzun olur, Hak teâlâ her yerde seni azîz eder.

Dâimâ affedici ol. Vasiyetlerimi tutarsan dünyâda rahat ve muhterem, âhirette de mükerrem olur ve rızâmı kazanırsın. Dâimâ îtikâdı düzgün, sâlih kimselerle birlikte bulun. Dünyâ fânîdir. Ne sana kalır ne de başka­sına. Bâkî kalacak şey, Allahü teâlâ için olan muhabbettir."

Başka bir talebesine yazdığı bir mektuptan:

"Allahü teâlâ mânevî nîmetlerden hisse almanı nasîb eylesin. Sakın ha. Dünyâ îtibârına aldanıp mânevî yükselmeden geri kalmayasın. Sûret ve görü­nüşe îtibâr etmeyesin. Zîrâ görünüşteki îtibâr, olsa olsa su üze­rinde meydana gelen dalgaya benzer. Su üzerindeki dalganın devamlı olması mümkün müdür ve ona bağlanıp kalmak akıl kârı mıdır? Hak teâlâ mânâ âlemimizi ihyâ eylesin. Bize hidâyet versin. Çeşitli yanlışlara düşerek, mâneviyâtımızın harâb olmasın­dan Allahü teâlâya sığınırız."

Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir kimse nasîhat isteyince: "Bağlı ola- nı aç, açık olanı kapa." buyurdu. O kimse; "Bunu anlamadım." de­yince; "Kesenin ağ­zını aç, cömert ol, açık olan dilini de tut konuşma." di­yerek izah buyurdular.

Kendisinden yine bir zât nasîhat istediğinde buyurdu ki: Altı şeyi ka­bûl edip yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:

1. Günah yapacağın zaman Allahü teâlânın sana verdiği rızkı yem...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nasihat
« Posted on: 28 Nisan 2024, 12:59:51 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nasihat rüya tabiri,Nasihat mekke canlı, Nasihat kabe canlı yayın, Nasihat Üç boyutlu kuran oku Nasihat kuran ı kerim, Nasihat peygamber kıssaları,Nasihat ilitam ders soruları, Nasihatönlisans arapça,
Logged
31 Ocak 2010, 16:14:11
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 31 Ocak 2010, 16:14:11 »

Evliyânın büyüklerinden ve fıkıh âlimi Şihâbüddîn-i Sühreverdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna yaptığı nasîhatte şöyle buyuruyor: Ey oğul! Sana, Allahü teâlâdan korkmayı, Allahü teâlânın ve Resûlünün, ana-babanın ve evliyânın hakkına riâyet etmeyi tavsiye ederim. Eğer bunu yaparsan, Allahü teâlâ senden râzı olur. Açıktan ve gizli olarak Allahü teâlânın emir ve yasakla­rına riâyet et. Gizli ve açık, içten ve dış­tan, tefekkürle, hüzünle ve ağlıyarak Kur´ân-ı kerîm okumayı ihmâl etme. İlimden bir adım bile yüz çevirme. İlim öğren. Tasavvuf ehli olduğunu söyleyip de dalâlet içerisinde olanlardan, onların avâmından olma. Çünkü onlar, din hırsızları ve müslümanları doğru yoldan saptıranlardır. Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine iyi sarıl. Dinde son­radan ortaya çıkıp, dinden imiş gibi inanılan, hâlbuki dinde olmayan bid´at- lerden sakın. Çünkü her bid´at dalâlettir. Kadınlarla, bid´at sâhibi kimse­lerle, zenginlerle ve nefslerinin peşinde giden avam ile berâber olma. Çünkü bunlar, senin dînini giderir. Dünyâda az bir şeyle kanâat et. Yalnızlığa iyi sarıl. Hatâ ve günâhların için çok ağla. Helâlinden yemeğe çalış. Çünkü helâl yemek ve haramlardan sakınmak, bütün hayırların ve iyiliklerin anahtarıdır. Harama sakın meyletme. Çünkü harama meyle­dersen, kıyâmet günü Cehennem´de ya­narsın. Helâl olan eşyâları giy. Eğer bunlara riâyet edersen, îmânın ve ibâdetin tadını duyarsın. Allahü teâlâdan devamlı kork. Yarın kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzû­runda hâlinin ne olacağını unutma. Geceleyin namaz kılmayı ve gündüz oruç tutmayı çoğalt. İmam ve müezzin olmadığın zaman da cemâatle namaz kılmayı elden bırakma. Başkan olmayı isteme. Çünkü başkan olmayı is­teyen ve seven kimse, ebediyyen felâh bulmaz. Hüküm veren­lerin ve sultanların meclislerinde bulunma. İnsanlarla münâkaşa etme. Seni medheden kimsenin sö­züne aldanma. Seni kötüleyen kimsenin sözlerinden dolayı da üzülme. Herkese karşı iyi huylu ol. Tevâzuya ya­pış. Çünkü Resûlullah efendimiz; "Kim Allahü teâlânın rızâsı için tevâzu yaparsa, Allahü teâlâ onu yükseltir. Kim kibirlenirse ve böbürlenirse, Allahü teâlâ onu alçaltır." buyurdular. Her zaman, iyi kimseye karşı da, kötü kimseye karşı da edebli ol. Küçük-büyük herkese merhametli ol. Onlara karşı şefkat ve merhamet gözüyle bak. Çok gülme. Çünkü gül­mek, gaf­lettendir ve kalbi öldürür. Resûlullah efendimiz; "Eğer siz, benim bildiğimi bil­miş olsaydınız, az güler, çok ağlardınız." buyurdu. Allahü teâlânın rahmetinden ümîdini kesme. Ümid ile korku arasında yaşa.

Ey oğul! Dünyâyı terk et, yâni haramları, Allahü teâlânın yasak ettiği şey­leri ve dünyâ sevgisini terk et. Çünkü dünyâyı isteyenin ve sevenin dîni gider. Namazını kıl, orucunu tut. Allahü teâlânın velî kullarına; malın, bedenin ve ma­kâmınla hizmetçi ol. Onların kalblerini kazan, onların ya­şayışlarına göre hareket et. Ehl-i sünnet îtikâdı dışında olanlar hâriç, hiç bir âlimin sözlerini inkâr etme. Eğer böyle bir inkârın olursa, ebediyyen felâh bulamazsın.

Ey oğul! Devamlı cömert ol. Allahü teâlânın sana rızık olarak verdiği şey­lerde cömert ol. Cimrilikten, hasedden, kin ve hîleden sakın. Çünkü, cimri ve hasedci kimsenin yeri Cehennem´dir. Hiçbir zaman hâlini insan­lara açma. Zâhi­rini süsleme. Çünkü zâhirini süslemek, bâtının harâb ol­masındandır. Rızık ko­nusunda Allahü teâlânın vâdlerine güven. Çünkü Allahü teâlâ, her canlının rız­kını vereceğine dâir kefil oldu. Allahü teâlâ, Kur´ân-ı kerîmde meâlen; "Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı, ancak Allahü teâlâya âittir" bu­yurdu. (Hûd sûresi: 61) İnsanlardan hiçbir şey bekleme. Hakkı söyle. Mahlû­kâttan hiçbirisine meyletme. Mâ- lâyânîyi terk et. Peygamber efendimiz bir ha­dîs-i şerîfte; "Kişinin mâlâ- yânîyi, (faydası olmayan şeyleri) terketmesi, onun müslümanlığının gü- zelliğindendir" buyurdu.

Ey oğul! İnsanlara nasîhat edici ve faydalı ol. Yemeği, içmeği, ko­nuşmayı ve uykuyu azalt. Sâdece ihtiyâcın kadar ye. Zarûret olmadan konuşma. Çok uyuma. Namaz, oruç ve Allahü teâlânın zikri ile meşgûl ol. Kalbin mahzûn, gö­zün yaşlar dökücü, amelin hâlis, duân hamd, arka­daşların fakîr, evin mescid, malın ilim, zînetin zühd olsun.

Ey oğul! Bu fânî dünyânın zînetine aldanıp gurûrlanma. Bir kimse dünyâya meylederse helâk olur. Âhiret yolculuğuna hazır ol. Fırsat elinde iken, Allahü teâlâdan başkasına gönül bağlama. Bir gün gelir piş­manlığın fayda vermez."

Evlîyanın önderlerinden ve İslâm âlimlerinin büyüklerinden Abdülhâ- lık Goncdüvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin mânevî oğulları Şeyh Ev­liyâ Kebir´e yaptığı nasîhatlerinden her biri bütün müslümanlar için birer kıy­metli inci değerinde düsturlardır. Bir tânesi şöyledir: Yav- rucuğum, sana ilim tahsili ile edeb öğrenmeyi tavsiye ede­rim. Hemen her zaman Allahü teâlânın huzurunda olduğunu bil ve dikkat et. Geçtiğimiz asırlardaki büyük âlimlerin izini bırakma. Resûlullah efen­dimizin sünneti- ne uygun davran. O sünnetin ha­kîkî uygulayıcısı olan eshâbın davranışı- nı da gözünden ırak etme. Fıkıh ve hadîs öğren. Câhil tarîkatçilerden sa- kın. Şöhret peşinde koşma, şöhret âfettir, tehlike­lidir. Hemen her hâlinle insanlardan biri gibi yaşa. Namazını her zaman cemâ­atle kılmaya gayret et. Bid´at sâhibi sapıklar ile ve dünyâya düşkün kimselerle arkadaşlık etme. Kâdılık ve müftülük gibi övülen bir makam da olsa herhangi bir makâma meyletme. Devlet idarecileri ve onların adamları ile dostluk kur- ma. Din dışı hareketleri ile meşhur, sözünü bil­meyen bayağı kimselerle de arkadaş­lık etme. Az konuş, az ye, az uyu. Oturmak için daha çok ıs- sız yerleri tercih et. Helâl yemeye çok gayret eyle. Şüpheli şeyleri terket. Çok kere dünyâlık isteği sana ağır basar. Ağır basan bu taleb için yola düşersen, dînin elden gider. Çok gülme. Kahkaha ile gülmek kalbi öl- dürür. Kimseyi hakîr görme. Kimse ile mü­nâ­kaşa etme. Kimseden bir şey isteme. Hiç kimseye sana hizmet etmesi için emir verme. Tasavvuf büyüklerine dil uzatma. Onları inkâr eden fe­lâkete düşer. Gözlerin yaşlı, amelin temiz olsun. Yenisinin gereği olma­dığı zamanlarda eski elbise giy. Sermâyen fıkıh, din bilgisi, evin mescid olsun.

Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Büyük âlimlere tâbi olunuz; bid´at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtâ- at ediniz, mu­hâlefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sâbit kalı­nız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ay­rılmayınız."

Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzet­leri ol­masın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşün­cesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin dü­şüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve O´nun katında bulu­nan nîmetler olmalıdır. Dünyâdan (haram ve şüphelilerden) ne terkeder- sen, mutlaka bunun karşılığında âhirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de âhiret için hazırlık yap."

Yapılan nasîhatı kabul etmek hakkında buyurdular ki: "Kardeşinin sana yaptığı nasîhatı kabul et. Ona muhâlefet etme. Çünkü o, senin kendinde göre­mediğin şeyleri görür. Bunun için Resûl-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır." buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasîhatlerde samîmîdir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır."

Acele etmemek husûsunda: "Acele etme. Acele eden, ya hatâ yapar veya hatâlı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kayde­der veya isâbet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allahü teâlâdandır. Umûmiyetle aceleye se­bep, dünyâlık toplama hırsı­dır. Kanâat sâhibi ol. Kanâat bitmeyen bir ha­zînedir."Buyurdular.

Hayâtı fırsat bilmeye dâir ise şöyle buyurdular: "Hayatta olduğunuz müd­detçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâ­dan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yap­mayı ganîmet bi­liniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Duâ etmeye imkânınız varken, duâ edi­niz. Sâlih kimselerle berâ­ber olmayı fırsat biliniz."

İran´da yetişen evliyânın büyüklerinden ve fıkıh âlimi Ahmed Gazâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânını hep vâz u nasîhat veya Allahü teâlâ- ya ibâ­detle geçirirdi. İnsanlara sık sık vakitlerini boş geçirmemeleri ile il- gili olarak şöyle nasîhat ederdi. Buyururdu ki: Şunu iyi bilin, insanlar bu âlemde yolculuk halindedirler. Onların ilk konakları beşik, sonuncusu ise kabirdir. Hakîkî vatan, ya Cennet veya Cehennem´dir. İnsanın ömrü, se- fer mesâfesini teşkil eder. Yıllar konak yerleri, aylar fersahlar, günler ki- lometreler, nefesler metrelerdir. Yapmış olduğu iyilik, tâat ve ibâdetler azığıdır. Ömrünün en kıymetli sermâyesi vakitle­ridir. Şehveti ve şehevî arzuları, yolunu kesen eşkıyâdır. Kazancı ve kârı; Cennet´i ve oradaki ebedî nîmetleri elde etmek, Allahü teâlânın rızâsına ve ce­mâline mazhar olmaktır. Zarar ise; Cehennem´de çeşitli azaplara mâruz kalmak, Allahü teâlânın rahmet ve cemâlinden uzaklaşmaktır.

Kim hesapsız Cennet´e girmek isterse, vakitlerini Allahü teâlânın be­ğendiği şeylerle geçirsin. Kim âhirette, hasenât kefesinin ağır gelmesini isterse, vakitle­rinin çoğunu ibâdet ve tâatla geçirsin. Kim sâlih bir amel işler, sonra da günâh işlerse, onun durumu tehlikelidir. Fakat ümit kesil­miş de değildir. Af, Allahü teâlânın keremindendir. Umulur ki, Allahü teâlâ onu affeder.

Zannetmeyin ki, güneşin ve ayın seyrinden maksat, sıralı ve düzenli bir he­saptır. Gölgenin, nûrun ve yıldızların yaratılmasından maksat, sâ­dece insanların dünyâ işlerinde yardımcı olmak içindir. Bilakis insanların, vakitlerini ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 16:14:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 31 Ocak 2010, 16:14:57 »

"Uzun emel, uzun arzular ile kıymetli vaktinizi zâyi etmeyiniz. Kötü düşün­celerden kalbinizi uzak tutunuz. Vesveselerden, boş düşünceler­den zihninizi temizleyiniz. Her gün belli bir vakitte Kur´ân-ı kerîm okuyu­nuz. İyilerin yolu budur. Dünyâ gam ve kederinde kalmak, eline dünyâlık geçmedi diye üzülmek, akıllıların işi değildir. Dünyâlık için üzülmekten ele ne geçer? Zamânı iyi iş­lerde harcamak gerekir. Ticâret ve zirâat iyi işlerdendir. İhlâsla Allahü teâlâyı anmak en büyük nîmettir."

Buyurdular ki: "Her söylediğinizi kalp huzûru ile ihlâsla, Allahü teâlâ için söyleyiniz. Gafletten, Allahü teâlâyı unutmaktan, kötü ve bozuk ah­lâktan uzak durunuz."

"Yabancı kadın, bid´at sâhibi ve fâsıkla berâber olmaktan çok sakı­nın."

"Mânevî perdelerin, kalp gözünün açılması, herkese nasîb olmaz. Allahü teâlâ bunu dilediğine ihsân eder. Allahü teâlânın lütuf ve ihsânına kavuşma­dıkça, bu saâdet, pazu kuvveti ile ele geçmez."

"Bir kimse ihlâsla, her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapmakla, ona saâdet kapıları açılır. Bir zât, okuma-yazma bilmezdi. Fakat Allahü teâ- lâya ve Resûlullah efendimize o kadar âşık idi ki, bu hâli bütün bede­nine sirâyet etmişti. Okuma-yazması olmadığı için Kur´ân-ı kerîmi oku­yamaz- dı, ancak Kur´ân-ı ke­rîme olan sevgisinden kıbleye doğru oturur, Kur´ân-ı kerîmi bir rahle üzerine koyar, her satırı parmağı ile okuyormuş gibi tâkib ederdi. Sonra sevgi ve ihlâsla; "Allah´ım! Ne hoş buyuruyor­sun." derdi. Her gün belli vakitlerde öyle Kur´ân-ı kerîmle meşgul olurdu. Bir müddet sonra kendisinde yüksek haller meydana geldi ve murâdına kavuştu."

"Ey oğlum! Temennîleri bırak. Gece-gündüz dünyâ malı toplar, amel yap­mazsan, hiçbir isteğine kavuşamazsın. Yalnız yaptıklarının meyve­sini bulursun. Gece gündüz dünyâ için çalışırsın, sonra da dindârların kavuştuğu derecelere kavuşmayı beklersin. Ne kadar uzak. İşin sonunda kurtuluş, sizin temennî ve ar­zûlarınıza bağlı değildir. Bilakis îmân ve amele bağlıdır. Kötü amel yapan her­kes onun cezâsını görür. Hiç kim­senin Allahü teâlâdan başka hakîkî yardımcısı yoktur. Îmân edip, iyi amel işleyenler Cennet´e girerler. Büyüklerimiz; Allahü teâlâdan ve sev­diklerinden başkasına tutulmuş olandan ne hayır beklenir." Bu­yurmuş­lardır.

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa´da yaşayan büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, babasının sık sık verdiği nasîhatlardan biri şöyle idi: "Ey oğlum! Peygamber efendimizi, baban­dan, anandan daha fazla sevmelisin. Soyunla öğünmemelisin, ağzından hiç yalan çıkmamalı. Her günü ömrünün son günüymüş gibi tamamla­maya çalışmalısın. İlim öğrenmekte aslâ erinip üşenmemelisin. Ak sa­kallı da olsan, düşmanla cihâdı bırakmamalısın. Selâm vermeden hiç bir topluluğa girmemelisin. Nikâhsız bir kadınla oturma­malısın. Kur´ân-ı ke­rîm rehberin, hadîs-i şerîfler ise yol göstericin olacaktır.

Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir. Hayıra koş, kötü­lükten kaç. En büyük silâhın, Allahü teâlâya ettiğin duândır. Bunu aslâ unutma!"

Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: "Dilinle doğru söylemeye ve gözünle (haramdan sakınıp, âleme) ibret nazarı ile bakmaya dikkat et! Allahü teâlâya sığınarak ken­dine sâhib ol."

Yine buyurdular ki "Eğer sizde şu üç şey varsa ne âlâ! Şâyet bu üç şey sizde yoksa, hâliniz harap, çâresiz Cehennem´de yanarsınız. Birin­cisi, elinizden kaç­mış olan geçmiş günlerinizin hasreti içinde olmayınız. Çünkü geçmiş günleri­nizde yapmış olduğunuz ibâdetlere ne ilâvede bu­lunabilirsiniz, ne de günahlar için bir bahâne ve mâzeret bulabilirsiniz. Şâyet bugün geçmiş günleriniz için mâzeret aramakla meşgûl olursanız bugünün hakkını ne zaman ödeyeceksiniz. Bugün dünü düşünmek dünü zâyi etmek olmaz mı? İkincisi; bu günü ganîmet bilip çalışmak mümkün olduğu kadar tâat ve ibâdet yapmak, haksızlık yapılmış olan hasımları hoşnut etmek. Üçüncüsü; acabâ yarın kurtulacak mıyım yoksa mahv mı olacağım diye korkup endişelenmek."

"Şu üç halde kendine dikkat etmeyi vazîfe bil: Bir iş yaptığında Allahü teâlânın seni gördüğünü aklından çıkarma. Bir şey söylediğin zaman, Allahü teâlânın duyduğunu hiç unutma. Sükût ettiğin zaman da Allahü teâlânın senin halini ve nasıl sükût ettiğini bildiğini dâimâ hatırında tut."

Meşhur velîlerden Huzeyfetü´l-Mer´âşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdul­lah bin Hubeyk´e buyurdular ki: "Dört husûsa yâni gözüne, diline, kalbine ve nefsinin isteklerine dikkat et. Gözün ile harama bakma, kal­binde olandan başka bir şeyi konuşma. Kalbinde müslümanlara karşı kin, hased gibi kötü hisler bu­lundurma. Nefsinin hevâsına yâni isteklerine uyma."

İbn-i Ebi´d-Derdâ rahmetullahi aleyh, Huzeyfetü´l-Mer´âşî´ye gelerek; "Bana nasîhat et." dedi. Huzeyfetü´l-Mer´âşî buyurdu ki: "Yediğin lokma­nın nereden geldiğine dikkat et. Nefsinin isteklerine uyarak İslâmiyetin ruhsat, kolaylık ta­raflarını sana tavsiye eden kimseyle oturma. Eğer Allahü teâlâya gizli olarak ibâdet edersen, istesen de, istemesen de kal­bin düzelir."

Hindistan´da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Her ibâdeti seve seve yapmalı. Kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanlara hakkını ödemeğe ti­tizlikle çalışmalıdır.

Yine buyurdular ki: Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günleri­nizde, İslâmiyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayı­nız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz.

Câhillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! Her işinizin İslâmiyete uygun olması için, Allahü teâlâya yalvarınız.

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyâlıklara aldanmamalıdır.

İhsân sâhibinin kapısı çalınınca açılır.

Çin, Hindistan, İran ve Anadolu´da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri gerek seferde gerek sulh zamânında insan- lara vâz ve nasîhat ederek onların dünyâda ve âhirette saâdete, kurtu- luşa ermesi için çalışır ve talebelerine nasîhat ederek buyurdu ki:

"Ey kardeşlerim! Size dört nasîhatım vardır. Mutlaka tutunuz. Yerime kimi vekil kıldı isem ona hürmetkâr olup, itâat ediniz. Kur´ân-ı kerîm öğ­renip, oku­maya devâm ederek emir ve yasaklarını gözetiniz. Bir misâfir geldiğinde evi­nizde ağırlayıp, hemen ne var ise hazırlayıp ikrâm ve hiz­met ediniz. Birbirinizle dost olunuz. Birbirinizle muhabbetli olunuz. Sakın düşmanlık edip nifâka sü­rüklenmeyiniz. Birbirinizden uzak düşer parça­lanırsınız."

"Bu iki parmağımın yanyana durması gibi îmân ve muhabbet birlikte­dir. Allahü teâlânın rızâsı için her ikisi de mutlaka lâzımdır. Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz. Din kardeşlerinizi seviniz. Yakınday­ken de, gıyâbında da seviniz, sevişiniz."

"Alahü teâlânın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmayı ga­nîmet biliniz."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden birisi nasîhat is­tedi. Ona; "Kendini başkalarından üstün görmekten ve haksız olarak başkasının bir kuruş da olsa hakkını almaktan çok sakın. Allahü teâlâya hesap vereceğini, O´nun bü­yüklüğünü düşün. Kendini üstün görüp kibir­lenenleri Allahü teâlâ alçaltır. Baş­kalarının malını haksız yere alan da fa­kir ve zelîl olur."

Irak´ta yetişen büyük velîlerinden Şeyh Mustafa bin Ebû Bekr (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sözleri, kalplere huşû ve Pey­gamber efendimizin sevgisini hâsıl eder, îmânı kuvvetlendirirdi. Talebe­lerine şöyle na­sîhat ederdi: "İyi bir müslüman, kitaba (Kur´ân-ı kerîme) ve sünnete yapışmalı; görünen ve görünmeyen günahlardan sakınmalı; nefsi kibir, gösteriş, kendini ve yaptıklarını beğenmek, kin, kıskançlık gibi mânevî kirlerden temizlemeli; güzel ahlâk sâhibi olmalı, Allahü teâlâyı yalvararak ve gizli olarak zikretmeli; dünyâ ve âhiret işlerinde ihlâslı ol­malı; ne yaparsa Allahü teâlâ için yapmalı, Allahü teâlâyı ve Resûlullah efendimizi sevmeli, insanlara iyi muâmele etmeli, ibâdet­lerini sâdece Al­lah rızâsı için yapmalı, O´ndan yardım istemeli ve rahmetinden ümit et­melidir."

Son asır Anadolu velîlerinden Şeyh Seydâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: "Dil ve kalbin bozukluğuna sebep olan cehâleti terk ederek ilim ile meşgûl olunuz. Takvâ (haramlardan sakınma) ile bu ilminizi ay­dınlatarak ay ve güneş gibi parlayınız. İlmin zamanı ve erbâbı geçmiştir demeyiniz. İlmi sâlih amellerle tamamlarsanız elde ettiğiniz nurla şark ve garbı aydınlatırsınız. Ne­rede altın sâhipleri! Nerede altın ve gümüşü toplayanlar. Onların hepsi gittiler. Nerede dünyâ malı için çalışıp çabala­yanlar? Ey kardeşlerim gözlerinizi açıp ib­retle bakınız! Altın gümüş top­lamak ve dünyâ malı elde etmek için didinenler, yanakları çürüten top­rağa girdiler. Nerede seslerini yükseltenler ve hak dâvâ uğ­runa kan akı­tanlar? Ay ve güneş gibi safâda bulunanlar. Nerede gece gündüz çalışıp süslü köşkler yapanlar. Nerede onlar! Hiç bir göz onları görmüyor. Onlar tamamiyle öldüler.

Sevgili kardeşlerim ibretle bakınız ve hüsrandan kendinizi kurtarınız. Size hak nasihati bildirenleri can kulağıyla dinleyiniz. Tâ ki gözleriniz doysun.

Meşhûr velîlerden fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi Takıyyüddîn Sübkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna şöyle nasîhat etti: ?Ey oğul! Vaktini boş yere geçirsen bile, seher vaktinde uyanık olup, ibâ­det ve tâatla meşgûl olmayı kendine âdet edin. Seher vaktinde uyuyan kimseye çok çok ya­zık!?

Takıyyüddîn Sübkî?nin büyük oğlu Ebû Bekr Muhammed için nasihat ola­rak söylediği şiirin tercümesi şöyledir: ?Ey oğul! Sana yapacağım na­sîhatimi ihmâl etme. Sözüme iyi kulak ver. Bu nasîhatim, sana rehbe...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 16:15:32
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 31 Ocak 2010, 16:15:32 »

Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîle­rinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, ?Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlâkınızla, sözlerinizle, giyinişinizle İslâmın vekârını, kıymetini gösteriniz.? buyurdular.

Suriye´de yetişen evliyâdan Seyyid Abdülhakîm Hüseynî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden birisi; "Canım Gavs´a kur- bân olsun! Bize öyle bir nasîhatte bulununuz ki dünyâ ve âhirette bizim kurtuluşumuza ve­sîle olsun." dedi. Abdülhakîm Hüseynî Efendi; "Kurtu- luş için hürriyet ve iffete dikkat edin." buyurdu. Talebesi; "Efendim hürri- yet ve iffet nedir?" deyince; "Hürriyet Allahü teâlâdan başka hiç bir sebe- be bağlanmamaktır. Umum işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak kulun ilk kurtuluş kapısıdır. İffet ise, kendi nefsi ve başkasının hesâbına değil, söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır." buyurdular.

Bir sohbeti esnâsında dinleyenlerden birisi; "Bir kimse Kur´ân-ı ke­rîmi, ha­dîs-i şerîfleri, fıkıh ilmini biliyor, Selef-i sâlihînin, ilk devir İslâm âlimlerinin kitaplarını okursa, mânevî bir yol göstericiye ne gerek vardır?" diye sordu. Ce­vâbında buyurdular ki: "Dediğin doğrudur fakat bir eczâcı türlü türlü otları ve çiçekleri bilir. Hangisinden ne gibi şerbet çıkarılaca­ğını, hangi hastalığa faydalı olacağını da bilir. Hattâ çoğu zaman dok­torlara da onu gösterir, onun tahlil ve araştırmasına göre teşhis ettikleri hastalığa onun ilaçlarını tavsiye ederler. Fakat eczâcı bir hastanın has­talığını teşhis etmekten âcizdir. Doktorun reçetesi olma­dan bir hastaya ilaç verse, hele ilacın üzerinde reçetesiz satılmaz diye bir kayıt olursa, eczâcı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilaçla ölürse, eczâcı cezâlandırılır. Elbette böyle satış yapan cezâyı hak eder. Bununla berâ­ber hasta­lıkları tedâvî ve teşhis eden doktor da kendi filmini çekmekten âcizdir. Belki filmini çekebilir ama iki omuzu arasında bir çıban varsa onu tedâvî etmekten âcizdir. Âlimleri de buna kıyas ediniz. Halbuki insan âhiret yolunda evvelâ avâmdır yâni halktandır. Nasıl kendini tedâvî ede­bilir. Kalb hastalıklarının te­dâvîsi maddî tedâvîden daha zordur. Acaba nazarî olarak tıb ilmini tahsil edene, senin oğlun dâhi olsa beyin ve kalb ameliyâtında sen kendini teslim edebilir mi­sin? Fakat tecrübe görmüş ve birçok başarıları görülmüş bir doktora kendini te­reddütsüz teslim edebi­lirsin değil mi? Bu kadar vâizler, nasîhatlarıyla az kim­seleri yola getirirler fakat mânevî rehber olan hocalar öyle değildir. Peçok gü­nahkâr ve fâsık, onların sohbetleri sebebiyle günahlarından vaz geçmişlerdir. Bu hâl apa­çık meydandadır. Diyebiliriz ki zamânımızda yol göstericiler az olduğu için gençlerimizin isyânı fazla olmuştur. Bugün vâz ve nasîhat eden kim­seler çoktur ama hakîkî saâdet yolunu gösteren rehberler azdır.?

Seyyid Abdülhakîm Hüseynî hazretleri talebelerinin bir sorusu üze­rine bu­yurdular ki; Fıkıh ilmini öğrenin, onunla amel edin. İslâm dîni edeplerden ibâ­rettir. Edeplere uymak lâzımdır.

Alışkanlıklar çok çirkindir. İbâdet de alışkanlıkla yapılmamalı. Çünkü alış­kanlık hâlini alırsa ibâdet âdet olur. İbâdeti âdetten edeblerle ayırmak gerekir. Herbir işe kapısından girmek gerekir, temelden başlamak lâzım­dır. Kul elinden gelen tedbiri almakla Allahü teâlânın takdirine teslim ol­malıdır. Zamânın hepsi üç saatten ibârettir. Bir gün aleyhte, bir gün lehte olur. Lehte olduğu zaman şı­marıklık, kibirlilik ve zulümden sakınmalı, aleyhte olduğu zaman sabır, taham­mül, azamî tedbire sarılmalıdır. Ne aleyhte ne lehte olduğu zaman da vakti de­ğerlendirmek gerekir.

İşin esâsı Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını öğrenip îmânı düzeltmek ve Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleriyle amel etmektir. Îmânı Ehl-i sün­net îtikâdına göre düzeltmeden tasavvuf yolunda ilerlemek mümkün de­ğildir.

Hindistan evlîyasından Abdülhay hazretlerine, hocası İmâm-ı Rab­bânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri tarafından kendisine gönderilen nasîhat dolu bir mektupta şunlar yazılıdır: Allahü teâlaya hamd ettikten ve Peygamber efendimize salevât getirdikten sonra, seâdet-i ebediyyeye erişmenize duâ ede­rim. Allahü teâlâ, birçok âyet-i kerîmede, âmâl-i sâli- ha işliyen müminlerin, Cennet´e gireceklerini bildiriyor. Bu sâlih amellerin, iyi ve yarar işlerin neler ol­duğunu, çok zamandan beri araştırı­yordum. İyi işlerin hepsi mi, yoksa birkaçı mı diyordum. Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. Birkaçı ise, acabâ hangi iyi işler is­teniliyor? Ni- hâyet Allahü teâlâ, lütfederek şöyle bildirdi ki: A´mâl-i sâliha, İslamın beş rüknü, direğidir. İslâmın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile, kusûrsuz yaparsa, Cehennem´den kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar, as- lında sâlih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yap­maktan ko- rur. Nitekim, Kur´an-ı kerîmde Ankebût sûresi kırk beşinci âye­tinde meâ- len; "Kusûrsuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işle­mekten ko- rur." buyrulmaktadır. Bir insana, İslâmın beş şartını yerine ge­tirmek na- sîb olursa, nîmetlerin şükrünü yapmış olur. Şükrü yapınca, Ce­hennem azâbından kurtul­muş demektir. Çünkü Allahü teâlâ, Nisâ sûresi yüz kırk altıncı âyetinde meâlen; "Îmân eder ve şükür ederseniz, azâb yapmam!" buyuruyor. O hâlde, İslâmın beş şartını yerine getirmeye can ve gönül- den çalışmalıdır.

Bunlar arasında bedenle yapılacakların en mühimi, dînin direği olan na­mazdır. Namazın edeblerinden bir edebi kaçırmayarak kılmaya gayret etmelidir. Namaz tamam kılınabildi ise, İslâmın esas ve büyük temeli ku­rulmuş olur. Cehennem´den kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. Allahü teâlâ hepimize, doğru dürüst namaz kılmak nasîb eylesin!

Namaza dururken, "Allahü ekber" demek; Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine muhtâç olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihti­yâcı olmadığını, in­sanların namazlarının O´na faydası olmayacağını bil­dirmektedir. Namaz için­deki tekbirler ise; Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmaya liyâkat ve gü­cümüz olmadığını gösterir. Rükûdaki tes- bihlerde de, bu manâ bulunduğu için, rükûdan sonra, tekbir emrolun- madı. Hâlbuki, secde tesbihlerinden sonra emrolundu. Çünkü secde, te- vâzû ve aşağılığın en ziyâdesi, zillet ve küçüklüğün son dere­cesi oldu- ğundan, bunu yapınca, hakkı ile tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünce- den korunmak için secdelerde yatıp kalkarken, tekbir söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbihlerinde a´lâ demek emr olundu. Namaz, mümi- nin mî­râcı olduğu için, namazın sonunda, Peygamber efendimizin mîrâc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri (yâni, ettehıyyâtü...yü) okumak emr olundu. O hâlde namaz kılan kimse, na­mazı kendine mîrâc yapmalı. Allahü teâlâya ya­kınlığının nihâyetini na­mazda aramalıdır.

Abdülhay Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğluna nasîhatı; Şöyledir: Oğlum! Vücûdumuzu elimizden geldiği kadar helâl lokma ile doyura­lım ki, helâl lokma ile beslenen o vücûd Allah´a ibâdette pek hafif ve latîf olarak rûha uysun. Haramlarla beslenen vücut, Allah´a ibâdete kalkmakta gevşeklik ve ağırlık gösterir. Bu hâl sonunda, esasen latîf olan rûha da tesir eder ve onu da kendi gibi ağırlaştırıp karanlıklara boğar. İlâhî ufuklara çıkmaya kâbiliyeti kal­maz ve nihayet ölür. Günahla­rın büyükleri, küçüklerine ehemmiyet vermemek­ten başlar. Küçücükten komşu bahçelerinden birer ikişer meyve koparmaya alı­şanlar, büyüdük­leri zaman yaman hırsız kesilirler.

Evlâdım! Kendini gözet. Senin aslın pek neciptir, pek temizdir. Aslına ben­zemeyen dallar, asıllarının mazhar oldukları maddî mânevî teveccüh ve olgun­luklara kavuşamazlar. İslâm dîninin bütün emirleri insanların ah- lâkını düzelt­mek, bütün yasakları da, yine onların faydaları içindir.

Dicle nehri kıyısında yediği bir elmanın sâhibini bulup helâlleşmek için çe­şitli külfetleri göze alması, İmâm-ı A´zam´ın babası Sabit bin Hür­müz´ün ahlâkı­nın yüksekliğini gösterir. Onun bu temizliği kendisinden dünyânın dörtte biri­nin, mezhebine, ilmine bağlandığı İmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe gibi bir zâtın vü­cûda gelmesine sebeb olmuştur. Hayırlı evlatların babaları da hayır ve iftiharla anılır. Seni göreyim, haramlardan, hattâ mekrûhlardan kendini sakın. Ecdâdının asâletine, necâbetine (temizli­ğine) vâris olduğunu şu pehrizkârlığınla isbat et. Bu şeref sana dünyada ve âhirette kâfidir.

Mısır Evlîyasından Abdülkâdir Deştûtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret­leri; Bir talebesine şöyle nasîhat etti: "Dünyâya âid olsun, âhirete âid olsun, bü­tün işlerinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye iltifat etme­meni, O´ndan başka hiçbir şeye güvenmemeni sana tavsiye ederim. Bütün işler, Allahü teâlânın emri ve dilemesi ile olur. O hâlde sen, işleri takdîr edip yaratana dön. O´na yönel ve O´ndan başka hiçbir şeyin rızâ­sını O´nun rızâsından üstün tutma.

Bir kimsenin kalbinde Allahü teâlânın heybeti, azameti, korkusu yer­leşince, işlerin zorluğu, meşakkatli olması o kimseden uzaklaşır. Yâni, işler o kimseye meşakkatli ve güç gelmez. O kimse öyle bir hâle gelir ki, bütün bela ve sıkıntı­lar, ona iki rekat namaz kılmaktan daha kolay ve daha hafif gelir."

Irak´ta yetişen büyük velîlerden ve Şâfîî mezhebi fıkıh âlimi Abdülkâ- hir Sühreverdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vâzlarında ve soh­betlerinde sık sık buyu­rurdu ki: Allahü teâlâ için sevmek, O´nun için buğzetmek, îmânın en güvenilir ve sağlam kulplarındandır. Emr-i ma´rûf ve nehy-i münker iyiliği emredip kö­tülükten alıkoyma, herkese, imkânı nisbetinde lâzımdır. İyilik ve takvâ üzere yardımlaşmalıdır. Kazanç, ticâ­ret ve sanat mübahtır. Kişi mecbur kalırsa, başka­sından bir şey isteyebi­lir. Zengin kimsenin istemesi doğru değildir. Rızâ göste­rilen fakirlik, zen­ginlikten üs- tündür. Bundan dolayı Resûlullah efendimiz fakir­liği tercih etti. Peygam- ber efendimize yeryüzünün hazînelerinin anah...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 16:16:08
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 31 Ocak 2010, 16:16:08 »

Anadolu velîlerinin büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri: Ehl-i dünyâ ile mülhid ve dinsize yaklaşmamayı, câhil ve inatçı sofulardan kaçınmayı, küfür ehli ile münâfıklardan şiddetle sakınmayı, hased, kin, istihzâ ve nemîme, dedi-kodu ehlinden uzaklaşıp onlarla berâber ol­mamayı tavsiye ederek, şöyle buyurmaktadır:



Nâr-ı ışk ile yanup kül olmayan nâdân´a yuf,

Ölmeden evvel ölüp dirilmeyen bî-cân´a yuf.



Kadrini uşşâk-ı Hakk´ın bilmeyüp ta´n eyleyen,

Bed-kelâmu bed-likâ vü bed-nefes hayvâna yuf.



Zu´m eder ki özi yahşı tâgiyândır ehl-i ışk,

Yuf o tâgî´nin özine ettiği tuğyâna yuf.



Mü´minin budur nişânı ki seve mü´minleri,

Ehli, îmâna adâvet eyleyen düşmana yuf.



Söyleyup elfâz-ı küfr-i güldürür nâs-ı müdâm,

Dinleyüp ânın kelamın gülüşen yârâna yuf.



Ger gazâb eylersen kalmaz anda aslâ akl-u-dîn,

Bî-vefâ vü akl u hem bî-dîn ü bî-îmâna yuf.



Kârıdır gamz u nemîme kizb ü sebb ü ifk´ü zem,

Hak içinde fitne îkâz edici fettâna yuf.

Öğredirler anı hassad şeyhe dahl eyle deyu

Öğreden hassade hem şeyhine taş atana yuf.



Îtirâzı cenâb-ı Hakka hem Cebrâile,

Şeyhime etmez mi ya ol âsî-i Rahmân´a yuf.



Asdıkâ´yı fırka fırka eyleyûb iblîs kişi,

Ara yerde ceng-i gavga buğz-u-kin koyana yuf.



Nan-ı nîmet ıyş u sohbet hakkının isyân edip,

Şol kuduz hayvan gibi her gördüğün kapana yuf.



Çün âyân oldu bu yüzden, dostumuz düşmanımız,

Bize dostluk gösterip gizlü adû olana yuf.



İsteyen bizim rızâmız varmasun hiç yanına,

Bize rağmen ol sefîhin yanına varana yuf.



Etmeniz anınla ülfet, ey bizim ahbâbımız,

Pes dedik ol münkire yuf,hem ana uyana yuf.



Hâsılı anda vefâ yok, n´eyleriz lâkin ana,

Taş verüp Kuddûsî´ye ur deyü´ben salana yuf.



Anadolu velîlerinden Ahmed Mürşidî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün talebeleri ile sohbet ederken, bir talebesinin nasîhat iste­mesi üzerine ona şöyle buyurdular: "Aslâ dünyâ malına meyletme. An­cak kimseye el açmayacak kadar malın olsun yeter. Bilmez misin her işin hayırlısı ortasıdır. Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Sen bu âleme para ve mal toplamak için gelmedin. İyi ameller yap­mak için geldin. Kimseye el açmayacak ve yetecek kadar mal kazandıktan sonra, vaktini Hak teâlâya ibâdet ederek geçir. Ondan sonra yat ve istirâhat et. Unutma, nefsinin de sende hakkı vardır. Topladığın o mal ve mülk senin değil mîrasçılarının­dır. Senin rızkın, ancak âlemlerin rızk vericisi olan Allahü teâlâ tarafın­dan sana yemen içmen için verilenden ibârettir.

Malım mülküm yok deme. Olmadı diye gam çekme. Bu benim mül­kümdür diyene, bir gün ecel gelir. Bu sûrette o malın sâhibi olduğuna dâir iddâsı yalan olur. Bu yalan dünyâ, dâimâ insanlara gaflet gömleği giydirir. Bu fânî mülkü elimizden alır. Kendini ona sâhip sanacak bir ya­lancı müşteri bulur. O da ölür, yerine başkası çıkar. Dünyânın âdeti böyledir. Verir alır, alır verir.

Sakın kapına gelen fakirleri boş çevirme. Bir şeyin varsa, gizleyip yok deme. Verdiğin sadakayı da öğünme vâsıtası yapma. Sağ elinin verdiği sadakayı sol elin bilmesin. Cömertlik tâcını giymek istiyorsan, Allahü teâlânın aç ve muhtaç kullarını kollamalısın. Allahü teâlânın huzûrunda makbûl olmak ister­sen, herkes için hayır dile, insanları şefkatle sev. Kim- senin işliyeceği hayra mâni olma. Ne kadar iyilik etsen, yaptıklarını sayma. En küçük hayır ve şer amel defterine yazılır. İhlâsla, içtenlikle ve riyâdan uzak işlediğin bir amelin olsa, Allahü teâlâ onu amel defterine dağlar kadar büyük olarak geçirtir. İyilik ettiğin kimseye yaptığını başa kakıcı olma. İyilik ettiğin kimseden sana minnet beslemesini istersen, yaptığın iyiliğin bir kıymeti kalmaz. Bana iyi desinler diye yapılan iyilikler riyâ eseridir."

Büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) he­nüz yedi yaşında iken bir gün Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bil­gilerde mâ­rifet sâhibi olan hocası Abdülmelik Harnutî´yi ziyârete gitti. Ho­cası ona; "Yâ Ahmed! Sana diyeceğim şu şeyleri hâfızanda tut, ezberle ve hiç unutma!" de­yince "Peki efendim." dedi. Abdülmelik Harnutî bu­yurdu ki: "Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz. Şüpheden kurtulamaya­nın, dünyevî düşünenin, nefsî arzu­larının peşinde olanın; felâha, hidâyete ka­vuşması düşünülemez. Bir kimse, kendi kusûrunu, noksanını bilmiyorsa, bütün zamânı da noksan geçer." Bu kıymetli sözleri hâfızasına nakş etti. Bir yıl bu sözlere göre amel etti. Bir yıl sonunda hocasından yine nasîhat istediğinde bu­yurdu ki: "Hakîkî âlimleri, evliyâyı tanıyamamak çok kötüdür. Tabîbin hasta ol­ması ne fenâ, akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür."

Seyyid Ahmed Rıfâî hazretleri buyurdular ki:


ŞAŞARIM ŞU İNSANA


Seyyid Ahmed Rıfâî, yazdığı eserinde,

Şu şekilde nasîhat, ediyor bir yerinde:



Şu kula şaşarım ki, ölüme inanıyor,

Buna rağmen gülüp de, neşelenebiliyor.



Şuna da şaşarım ki, inanıyor kadere,

Yine de mahzûn olup, boğuluyor kedere.



Ve şuna şaşarım ki, Cehennem vardır diyor,

Yine de fütursuzca, her günahı işliyor.



Şaşarım dünyâ fâni, diyen şu insana ki,

Sarılmıştır dünyâya, ayrılmıyacak sanki.



Yine başka yerinde, buyurdu: Ey insanlar,

Pek çok hayret ettiğim, iki türlü insan var.



Birincisi şudur ki, hep oruçtur gündüzün,

Gece de sabaha dek, tâattadır büsbütün.



Aslâ Hak teâlâya, etmez günah ve isyân,

Yine de görürsün ki, hüzünlüdür o insan.



Uğraşmasına rağmen, hep âhiret işiyle,

Yine ağlar görürsün, onu hep gözyaşıyle.



İkincisi şudur ki, yapmaz hiç tâatini,

Oyun ve eğlenceyle, geçirir her vaktini.



Günahları işler de, sıkılmadan mâlesef,

Yine de bu hâline, üzülüp etmez esef.



Yaşamasına rağmen, İslâmın hâricinde,

Görürsün onu dahî, yine neşe içinde.



Başka bir yerinde de, buyurdu: Ey insanlar,

Sakın siz ilminize, güvenmeyin ki zinhar,



Şeytan, sâhip olduğu, ilminin gurûrundan,

Kovulup, helâk oldu, Allah´ın huzûrundan.



Bir insan, her bir ilmi, bilse de ince ince,

Faydasını göremez, amel eylemeyince.



Bel´âm-ı Bâura da, çok ilim sâhibiydi,

Öyle ilim sâhibi, dünyâda yok gibiydi.



Lâkin kalbi bir mikdâr, meyl edince dünyâya,

Dünyâ ve âhirette, oldu rezîl ve rüsvâ.



Yine o buyurdu ki: Ediniz ilme gayret

Zîrâ ilim hayattır, ölümdür hem cehâlet.



Ve lâkin her bir ilim, bir vebâldir kul için,

Kurtulunmaz vebâlden, amel eylemeksizin.



İnsan, ameli dahi, yapmalı ki ihlâsla,

İhlâssız amellerden, bir fayda gelmez aslâ.



Yâni bir kul, muhakkak, ilim, amel, ihlâsı,

Temin etmelidir ki, budur işin esâsı.

Yine o buyurdu ki: Sâlih olan müslüman,

Allah´ın takdîrine, boyun eğer her zaman.



Mübtelâ olsa dahi, bir derde ve belâya,

Yine sabır gösterip, isyân etmez Allah´a.



Gâyet iyi bilir ki, kulu azîz ve zelîl,

Eden, yalnız Allah´tır; mevkî, makam, mal değil.



Resûl´ün sünnetine, tâbi olur o ekser,

O, ya hayır konuşur, yâhut da sükût eder.



Onun tek endîşesi, son nefes içindir hep,

Îmân ile, şehîden, ölmeyi eder talep.



Öfkelenmez kat´iyyen, dünyâlık şeyler için,

Ve atmaz tek bir adım, iyi düşünmeksizin..



Nefsine hâkim olup, girmez onun emrine,

Günah, küçük de olsa, işlemez aslâ yine.



Allah´ın rızâsını, almaktır tek gâyesi,

Hep bunu temin için, geçer günü gecesi."



Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on ikincisi olan Ali Râmitenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken."

Evliyânın büyüklerinden Alvân Hamevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında şöyle buyurdular: "Ey kardeşim! Bir rehber ara. Bâzı kimselerin o bü­yükler hakkındaki sözlerine değer verme. Bunu bulamazsan, âlim­lerden, Resûlullah efendimizin mübârek hayâtını, Eshâbının, Tâbiîn ve bu büyüklerin yolunda gidenlerin hayatlarını öğren. Onların yürüdüğü yolda yürü. Bu sûretle onların kavuştuklarına kavuşursun. Mezhebinin imâmı olan zâtın yolunda yürü ve ona uy. Zamânımızdaki âlim geçinen bozuk îtikât sâhiplerine aldanma. On­lara uyma ve yaklaşma. Onların meclisinde bulunma. İbn-i Atâ, Hikem isimli eserinde buyurdu ki: "Kendi nefsinden râzı olmayan câhille berâber bulunman, nefsinden râzı olan âlimle berâber olmaktan hayırlıdır, iyidir." Yine şöyle bu­yurdu: "Hâli ile sana fayda vermeyen kimseyle arkadaş olma. Takvâ ehlinin, ha­ramlar­dan kaçanın kölesi, hizmetçisi ol. Onu sev. Belki, Allahü teâlâ bu vesîle ile seni onların arasına katar. Allahü teâlâ Kur´ân-ı kerîmde meâlen bu­yuruyor ki: "Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azap korkusu yoktur. Nîmetlere ka­vuşmamak üzüntüsü yoktur. Onlar îmân edip takvâya ermiş olanlardır. Dünyâ hayâtında da âhirette de onlar için müjdeler ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes