> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü A-İ > İstiğfar - Tevbe
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İstiğfar - Tevbe  (Okunma Sayısı 1838 defa)
02 Ocak 2010, 16:02:03
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 02 Ocak 2010, 16:02:03 »



İstiğfar - Tevbe

İslâmiyetin ilk asırlarında yetişen velîlerden Ali bin Abdullah bin Abbâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) uzun boylu, heybetli, güzel yüzlü bir zât idi. Sesi gür ve çok tesirliydi. Allahü teâlâdan af ve merhâmet husûsunda Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini bildirdi: "Kim istiğfâra iyi sarılırsa, Allahü teâlâ, onu her türlü keder ve sıkıntıda bir ferahlık ve rahatlık, darlık zamânında ise, çıkış ihsân eder. Onu, kendisine yetecek şekilde rızıklandırır."

Tâbiîn tanınmışlarından büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında şöyle buyurdular ki: Günâhı çok yapı- yorsunuz. Halbuki istiğfârı çok yapmalısınız. Çünkü, insan âhirette, amel defterinde iki satır arasında istiğfâr görünce çok sevinir."

Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir hatâ işlediğiniz zaman istigfâr edin, hatâda ısrâr helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istigfâra devam etsin."

Yine buyurdular ki: "Bir kimse, sevdiği bir malının elinde devamlı kal- masını isterse, ona baktıkça, "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (yâni, Allah´ın dilediği olur, kuvvet O´nundur) desin!"

Hindistan´ın büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde sık sık şöyle nasihat ederdi: "Çok istiğfâr ve Lâ hav- le velâ kuvvete illâ billah, okuyunuz. Kalpteki vesveselerden ve günah- lardan uzaklaşmak için çok faydalıdır."

Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Kâdı Muhammed Zâhid (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir yandan Allahü teâlânın emirleri- ne uymayıp, bir yandan da, "Estagfirullah, Estagfirullah" demek, istigfâr değildir. İstigfârın mânâsı; Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Allahü teâlânın rahmetine ve magfiretine yol aça- cak sebeplere yapışmak lâzımdır. Zulüm ve isyân gibi işleri yapmaktan sakınmalıdır."

Tâbiînden, meşhûr hadîs hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rah-

metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Bir ümmet içerisinde, her gün, yirmi beş kişi Allahü teâlâya, yirmi beş defâ istiğfâr ederse (bağışlanmalarını dilerse), umûma âit azabla Allahü teâlâ, onları cezâlandırmaz.?

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahme- tullahi teâlâ aleyhâ) çok defâ şöyle derdi: "İstiğfâr etmekle kurtulduk sanırız... Halbuki o istiğfârımız da, bir başka istiğfâra muhtaçtır."

Evliyâdan ve büyük İslâm âlimlerinden Vekî´ bin Cerrâh (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri; birisi kendisine eziyet etse, hemen oracıkta oturur, çok üzülür ve; "Eğer Allahü teâlâya karşı bir günah işlemeseydim, Allahü teâlâ bunu başıma musallat etmezdi." der, istigfâra başlar, cenâb-ı Hakka günahını bağışlaması için yalvarırdı.

Horasan´ın büyük velîlerinden Ahmed Nâmıkî Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki:

TÖVBE BİR HAZÎNEDİR


Ahmed Nâmıkî Câmî, ümmîydi gerçi fakat,

Kitap yazıp herkese, ederdi çok nasihat.



Tövbe etmek hakkında, buyurdu: "Ey insanlar,

Büyük bir hazînedir, günahlara istigfâr.



Hak teâlâ buyurdu: "Tövbe edin hepiniz,

Ancak tövbe etmekle, kurtulabilirsiniz."



Benim tövbe edecek, bir hâlim yoktur demek,

Müslümana yakışan, bir söz olmasa gerek.



Şöyle ki, rağbet etse, bir insan bu dünyâya,

O, her bir nefesinde, her an girer günaha.



Zîrâ Peygamberimiz, şöyle buyurmuşlardır:

"Dünyâya düşkün olmak, günahların başıdır."



Bir saatte, bin nefes, insan alıp veriyor,

Bu, yirmi dört saatte, yirmi dört bin oluyor.



İşte bu nefesleri, kul alırsa gafletle,

Yâni sarılmış ise, dünyâya muhabbetle.



Ve bir günah işleyip, üzülmüyorsa şâyet,

Onun her nefesine, yazılır bir mâsiyet.



Bir günde yirmi dört bin, günah eder bu ise,

Demek ki tövbe etmek, ne kadar lâzım bize.



Eğer tövbe edersek, şartlarına uyarak,

Günahları sevaba, çevirir cenâb-ı Hak.



İstiğfârın üç şartı, vardır ki onlar şudur:

Birincisi, günaha, gönülden pişman olur.



İkincisi, Allaha, tövbe eder diliyle,

Üçüncüsü, o işi, terk eder bedeniyle.



Kul, böyle hâlisâne, tövbe ederse şâyet,

Hak teâlâ o kulu, eder af ve mağfiret.

.

Yerdeki hayvanâtla, göklerdeki melekler,

Onun iyiliğine, her an duâ ederler.



Tövbeyi, sırf günahta, lâzım bilme kendine,

İbâdet yapınca da, lâzımdır tövbe yine.



İbâdeti beğenmek, olur gurur ve kibir,

Bu dahî günah olup, tövbeyi gerektirir.



İslâma hizmetini, bilirse kendisinden,

Hemen tövbe istiğfâr, lâzım olur peşinden.



Bir âlim, kendisini, gayriden bilse iyi,

Bu da bir günah olup, gerektirir tövbeyi.



İnsan her adımını, atarken bile hattâ,

"Günah işlerim" diye, titremeli âdetâ.



Köle, efendisine, hizmette etse kusûr,

Ona, mükâfat değil, elbette cezâ olur.



Kul da, Rabbine karşı, bir kusûr işlemekten,

Korkmalı, titremeli, Cehennem´e düşmekten.



Hâlis kul, bu korkuyla, geçirir günlerini,

Îdâma mahkûm olmuş, biri görür kendini.



İşlediği günahlar, hâtırından çıkmaz hiç,

Bunun ızdırabıyle, bulamaz huzûr, sevinç



Azâba yakalanmak, korku endişesiyle,

Geceleri kalkarak ağlar hep göz yaşıyle.



Günahım af olmazsa, ne olur hâlim acep?

Diye düşünerekten, göz yaşları döker hep.



O kulun bu hâline, gıpta eder melekler,

Öğünür onun ile, basıp geçtiği yerler,



Oturup kalkar ise, bir toprak üzerine,

Diğer yerlere karşı, öğünür o da yine.



Bir su veya dereden, geçtiğinde, o sular,

Ederler onun için, heran tövbe istiğfâr."

Şam velîlerinin büyüklerinden Berk (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz- retleri buyurdular ki:



İŞİ GECİKTİRMEYİN




Şam şehrinde yetişen, büyük bir evliyâdır,

Şaşılacak yüzlerce, kerâmetleri vardır.



Güzel ahlâk sâhibi, üstün bir velî idi,

Herkesçe sevilir ve çok hürmet edilirdi.



Bir gün Şam´ın kâdısı, binerek hayvanına,

Hayvanını durdurup, ona baktı bir zaman.



Zîrâ hazret-i Berk´in, hâli çok mânidardı,

Bir elinde kalın ve büyük bir sopa vardı.



Bir hırka duruyordu, önünde hem o zaman,

O hırkaya şiddetle, vuruyordu durmadan.



Her vuruşta, hırkadan, kanlar fışkırıyordu,

Vurdukça çıkan kanlar, etrâfa sıçrıyordu.



Sanki harp ediyordu, düşmanla hazret-i Berk,

Kendinden geçiyordu, "Allah Allah" diyerek.



Hayretten dona kaldı, o an kâdı efendi,

O hal sona erince, yaklaşıp suâl etti.



Dedi ki: "Ey efendim, ne idi o hâliniz?

Hikmetini bana da, lütfen söyler misiniz?"



Buyurdu: "Kâfirlerle, müminlerden bir ordu,

Falan yerde tutuşmuş, çetin harp ediyordu.



Müminler zayıf idi, yardım ettim onlara,

Çok şükür müslümanlar, gâlip geldi küffâra.



Eğer yetişmeseydim, yardımına onların,

Hezîmeti olurdu, bu harp müslümanların.



Kâfirlerin halleri, çok fenâdır şu anda,

Ve küffâr kanlarıydı, o fışkıran kanlar da."



Şam kâdısı duyunca, hazret-i Berk´ten bunu,

Anladı bu kimsenin, hâl ehli olduğunu.



O günün târihini, not etti bir kenara,

Müslümanlar dönünce, sordu bunu onlara.



Onlar da hâdiseyi, şöylece anlattılar,

Dediler: "Kuvvetliydi, kat be kat bizden onlar.



Mağlup oluyorduk ki, neredeyse küffâra,

Havada çok heybetli, bir zât gördük o ara.



Elindeki sopayla, düşmana vurdu, vurdu,

Vurdukça küffâr kanı, etrafa sıçrıyordu.



Onun yarıdmı ile, düşmana gâlip geldik,

Lâkin o zât kim idi, onu hiç bilemedik."



Şam kâdısı dedi ki: "O, hazret-i Berk idi,

Size tâ Şam şehrinden, yardıma gelmiş idi.



Derdi ki: "Ey insanlar, sakın gaflet etmeyin,

Tövbe ve istiğfârı, bir an gecktirmeyin.



"Sonra tövbe ederim", derseniz bu gün eğer,

Nasib olmayabilir, âni gelir eceller.



İşi, biraz sonraya, bırakmayın ki aslâ,

Böyle geciktirenler, pişmân olur pek fazla.



Zîrâ buyurmuştur ki, bir gün Nebiyy-i zîşân;

"Sonraya bırakanlar, elbette eder ziyân."



Aklı olan, dünyâda, gelmeden henüz ecel,

Ölüm ve Âhirete, hazırlanır mükemmel.



Bilir ki dünya fânî, ebedîdir âhiret,

Esas âhiret için, gösterir fazla gayret."



Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Günâhlara tövbe etmeyi geciktirmek, Allahü teâlâya karşı mağrûr olmak, kibirli olmaktır."

Büyük velîlerden Ebû Câfer bin Sinan (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin işlediği günahlara tövbe etmem...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İstiğfar - Tevbe
« Posted on: 20 Nisan 2024, 01:34:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İstiğfar - Tevbe rüya tabiri,İstiğfar - Tevbe mekke canlı, İstiğfar - Tevbe kabe canlı yayın, İstiğfar - Tevbe Üç boyutlu kuran oku İstiğfar - Tevbe kuran ı kerim, İstiğfar - Tevbe peygamber kıssaları,İstiğfar - Tevbe ilitam ders soruları, İstiğfar - Tevbeönlisans arapça,
Logged
02 Ocak 2010, 16:03:35
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 02 Ocak 2010, 16:03:35 »

Mevlânâ hazretlerinin meşhûr talebelerinden Ateşbâz Velî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) Mevlânâ hazretlerinin şu mânâdaki şiirlerini dilinden düşürmezdi. "Tövbe bineği ne acâib binektir. Bir lâhzada sâhibini zemin- den semâlara eriştirir."

Büyük velîlerden ve tâbiînin meşhurlarından Avn bin Abdullah (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Günahlarından vazgeçip, Allahü teâlâya tövbe edenlerle berâber oturunuz. Çünkü onların kalbi, ince ve yumuşaktır.

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatmıştır: "Tövbe edip, tasavvufa yönelişim şöyle oldu. "Âileme ve çocuklarıma karşı kalbimde sevgi ve muhabbetim çok fazla idi. Bir gün evimde otururken, âileme ve çocuklarıma pek fazla iltifât ve muhabbet gösterdim. Bu sırada âniden kulağıma gizli bir ses geldi. "Her şeyi bırakıp Allah´a dönme zamânı daha gelmedi mi?" denildi. Bu sesi duyunca hâlim değişiverdi. Oturduğum yerde duramaz oldum. Hemen yakındaki nehre gidip, elbisemi yıkadım ve gusl ettim. Sonra iki rekat namaz kıldım. Bir daha günah işlememek üzere tam bir tövbe yaptım. Her şeyden el çekip, Allahü teâlâya döndüm. Nice seneler kıldığım o iki rekât namazın arzusundayım. Bu yola girdikten sonra Zeyvertûn köyünde oturdum. Beş vakit namazımı bu köyün câmisinde kılıyordum. Bir gün nasıl olduysa, bir vakit namazı cemâatle kılmayı kaçırmışım. Câminin, âlim ve takvâ sâhibi bir imâmı vardı. Bana; "Ben seni, ibâdet meydanının safını dolduran erlerinden zannederdim. Meğer sen, saf dolduran er değil, saf kıran imişsin." dedi. Buna karşılık imâma; "Zât-ı âliniz, hakkımda böyle düşünüyorsunuz, fakat ben yaldızlı ve parlak bir tuncum." dedim. Böyle deyince, imâm efendi şu beyti okuyarak cevap verdi:

"Kalbinin yönünü aşk pazarına çevir,

Demirin hâlis olması ateş iledir."



Bu söz kalbime ziyâdesiyle tesir etti ve içime öyle bir dert saldı, beni öyle bir aşka düşürdü ki bu aşk ile kararsız kaldım. Bundan sonra Allahü teâlâ bana lütuf ve kereminden kapılar açtı. Önceki dostlarımdan birkaçı, bir gece yoluma çıktılar. Bana her biri bir şeyler söyledi. Böylece benim kendilerine uymam için çok uğraştılar. Onlara tâbi olmak isterken, Allahü teâlânın inâyeti ile bir âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, Allahü teâlânın açtığı kapıyı kapatmaya ve kapamış olduğu kapıyı açmaya kimsenin gücü yetmez dedim. Bu söz, eski dostlarıma çok tesir etti. Onlar da benim bulduğum yola girdiler. Benim bütün gayretim, Allahü teâlâdan başka her şeyi bırakıp, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktı. Allahü teâlâya sonsuz hamdü senâlar olsun ki, bana inâyet-i Rabbânî, Allahü teâlânın yardımı erişti ve maksadıma kavuşturdu."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Annesinden kendisine bir ev mîrâs kalmıştı. Bu evi elli altına sattı. Altınları bir keseye koyup beline bağladı ve hacca gitmek üzere yola çıktı. Yolda eşkıyâ yolunu kesip; "Neyin var?" dedi. "Elli altınım var." buyurdu. Eşkıyâ; "Altınları ver!" deyince; çıkarıp verdi. Eşkıyâ altınları eline alıp bir müddet düşünceye daldı. Sonra geri verip, devesini çöktürdü ve; "Buyurunuz efendim, deveme bininiz!" dedi. Ebû Abdullah hayret edip; "Sana ne oldu?" buyurdu. O kimse; "Siz, bu altınların bulunduğunu inkâr etmeyip doğruyu söylediğiniz için kalbimde size karşı muhabbet hâsıl oldu. Ben şimdiye kadar yaptıklarıma pişman olup tövbe ettim. Sizinle berâber gelmek istiyorum." dedi. Berâberce hacca gittiler. O kimse, hazret-i Ebû Abdullah ile olan bu berâberliği ve sohbetinde bir müddet bulunmasıyla Allahü teâlânın velî kullarından oldu.

Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Bir gün canım bir şey arzu etmiş, ben de onu insanlardan istemiştim. O gece rüyâmda; "Mevlâsından istediğine kavuşan birinin, O´nun kulundan bir şey istemesi yakışık olmaz." denildi. O günden beri, o işime tövbe ederim."

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kerâmet ve mürüvvet îtibâriyle zamânında eşsizdi. Âbid, çok ibâdet eden, âşık, zâhid, dünyâyı terketmiş, gönül sultanı büyük bir zâttı. Allahü teâlâyı hatırlayınca, rengi değişir ve kendinden geçerdi. Yanında bulunup, onun bu hâlini görenler Allahü teâlâyı hatırlardı.

Onun tövbesi ve büyüklerin yoluna giriş hâli şöyle anlatılır: Bir câriyeyi sevmişti, ona kavuşmayı çok arzu ediyor ve bunun çârelerini araştırıyordu. Yakınları kendisine şöyle bir yol gösterdiler: "Senin derdine devâ bulacak yahûdî bir büyücü var, onun yanına git!" dediler. Ebû Hafs vakit geçirmeden büyücüye gitti. Durumunu anlattı yardım istedi. Efsuncu yahûdî ona; "İyiliği terkedeceksin, kırk gün gece ve gündüz namaz kıl­mayacaksın, hayırlı iş ve hak bildiğin şeylerin yanına varmayacaksın. Ancak o zaman murâdına kavuşturabilirim." dedi. Ebû Hafs, büyücünün dediği şeyleri yaptı. Kırk günün bitiminde, büyücü, Ebû Hafs´a sihir yaptı. Fakat Ebû Hafs murâdına nâil olamadı. Bunun üzerine yahûdî; "Sen mutlaka iyi bir iş ve harekette bulunmuşsun, hayır yapmışsın. Yoksa sihir tutardı. Yaptığın iyiliği hatırlamaya çalış!" dedi. Ebû Hafs; "Şu yaptığım iş hâriç, hiç bir güzel niyet ve hayrımı hatırlamıyorum. O da, giderken kimsenin ayağı takılıp düşmesin diye yoldaki bir taşı alıp kenara koymamdır." buyurdu. Yahûdî; "Sen, kırk gün O´nun emrini yerine getirmeyip hükmünü terk ettiğin halde O seni terketmedi. Sen Allahü teâlâ gibi, kerem sâhibini nerede bulacaksın. Öyleyse O´na dön ve başka şeyleri bırak." dedi. Bu sözler Ebû Hafs´ın içine ateş düşürüp her tarafını sardı ve dayanamaz hâle geldi. Oracıkta tövbe etti. Yahûdî de müslüman oldu.

Suriye´de yetişen velîlerden Ebû İshâk İbrâhim bin Müvelled (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın Zümer sûresi 54. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Başınıza azap gelip çatmadan (tövbe edip) Rabbinize dönün. O´na hâlis ibâdet edin, sonra kurtulamazsınız." Buyur- duğunu ve Allahü teâlâya kavuşacak yolu bildiği halde, O´ndan başkası ile meşgûl olana çok taaccüb edip şaşarım."

Tasavvufta Çeştiyye yolunun büyüklerinden Ebû İshâk Şâmî-i Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, dünyâya hiç ehemmiyet vermezdi. Değil günah işlemek, işlediği hayırlı amellere tövbe ederdi. Haftada bir yemek yer ve; "Açlık, dervişlerin mîrâcıdır." buyururdu. Vaktini, yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapılan amellere ayırırdı. Ömrü, hep ibâdet ve insanları doğru yola çağırmakla geçti. Ebû İshâk hazretlerinin sohbetlerinde bulunan kimse günahtan çok sakınırdı. Hasta bir kimse o meclise gelse, şifâ bularak çıkar giderdi.

Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ta- lebelerinden Ebû Amr bin Nüceyd tasavvuf yolunda yetişmek üzere soh- betlerine devâm ederdi. Sohbetinin tesiriyle günahlarına tövbe edip ken- dini toparladı. Bir ara işi gevşetip, sohbetlerden uzak kaldı. Ebû Osman hazretlerini gördükçe ondan kaçıyor ve sohbetlere gitmiyordu. Bir gün yine karşılaştılar. Onu görünce yolunu değiştirip uzaklaşmaya başladı. Ebû Osman hazretleri tâkib edip, yanına yaklaştı ve; "Evlâdım sâdece günahsız olduğun zaman seni sevenlerle arkadaşlık etme! Biz sana asıl bu kendini suçlu, günâhkâr halde bulduğun zaman faydalı oluruz." dedi. Bunun üzerine Ebû Amr bin Nüceyd tekrar tövbe edip, talebeliğindeki gi- bi önceki hâline döndü. Bu hocasının sohbetlerinde olgunlaşıp yetişti.

Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir gece Nah- şeb´in mahallelerinde dolaşırken, âniden kulağına sesler geldi. Dikkat e- dince bâzı erkeklerin, bir kadınla tartıştıklarını anladı. Kendi kendine, bu- raya gitmeliyim, bir mazlum ise ona yardım etmeliyim." dedi. Yanlarına varınca kadın onu gördü ve yanına geldi. "Ey üstâd! Fâsık ve ömrünü kötü şeylerle harcayan bir oğlum var. Yaptığı kötülükler, işlediği günahlar hakîkaten çoktur. Dün gece fısk meclisi kurmak ve şarab içmek istedi. Akşamdan sonra, Allahü teâlâ ona bir hastalık gönderdi. Şimdi hasta ya- tağında yatıyor. Evimiz mescidin yanındadır. Cemâat geceki sesleri du- yup geldi ve onu mahalleden çıkarmamı istedi. Ben de ağır hasta oldu- ğunu bildirdim. Ölürse hepimiz ondan kurtulur, yâhut tövbe eder, kendisi kurtulur. Ölmez ve tövbe de etmezse, o zaman onu şehirden dışarı çı- karın dedim." Ebû Türâb-ı Nahşebî, kadına yardım etti ve kalabalık da- ğıldı. Sonra aklına o genci görmek ve tövbe ettirmek geldi. Evden içeri girince, genç onu görür görmez feryâd edip ağlamaya başladı. "Allah´ım ne kadar kerîmsin. Benim gibi ömrünü boşa geçirmiş bir zavallının duâ- sını ânında kabûl eyledin." dedi. "Ey genç! Ne duâ ettin?" dedi. "Üstâ- dım, bugün seher vaktinde iki duâ ettim. Biri; yâ Rabbî sa­bahleyin bana, Ebû Türâb´ın yüzünü görmek nasîb eyle, ikincisi; yâ Rabbî, nasûh tövbe- si ihsân eyle dedim. Duâmın birini şu anda kabûl edilmiş görüyorum, umarım ikincisi de kabûl edilir. Ey hocam çok günahkârım. Tövbe etsem, kabûl olur mu?" deyince; "Ey genç! Ümitsiz olma! Çünkü Allahü teâlânın rahmet denizleri dalga dalga geliyor. Allahü teâlâ ziyâdesi ile tövbeleri kabûl edici ve affedicidir. Kulların günahlarını bağışlayıcıdır. Âsilerin töv- belerini kabûl edicidir. Âcizlere kâfidir. Düşkünlerin en iyi vekîlidir. Bütün günahlardan tövbe makbûldür." buyurdu. Genç elinde tövbe etti ve göz- lerinden yaşlar döküldü. Ebû Türâb oradan ayrılınca, genç annesine; "Ey anneciğim! Sana bir vasiyetim var. Yerine getir." dedi. Annesi; "Evlâdım, ne vasiyetin var, söyle!" dedi. Beni bu yataktan ve yumuşak yastıktan, hakîr ve zelîl toprağa indir. Ebû Türâb´la tövbe ettiğim andan sonra, yer- de Allahü teâlâya tekrar tövbe edeyim. Çünkü bu hastalık beni iyice sar- dı. Artık bu hastalıktan öleceğimi anlıyorum." dedi. Annesi isteğini yerine getirdi ve onu yere indirdi. Genç, yüzünü toprağa sürdü, kalp ve rûhunun derinliklerinden gelen ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

08 Şubat 2010, 19:20:04
akmina

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 477


« Yanıtla #2 : 08 Şubat 2010, 19:20:04 »

ALLAHIM nefsimize uyup işlediğimiz günahlara  tövbe etme fırsatı ver bizler, sana muhtacız Estağfirullah. Paylaşımın için teşekkürler
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes