> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü A-İ > Evliyanın Halleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Evliyanın Halleri  (Okunma Sayısı 983 defa)
28 Mart 2010, 18:15:17
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 28 Mart 2010, 18:15:17 »



Evliyanın Halleri

Büyük velîlerden Abdurrahmân Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin sohbeti çok tatlı idi. Bir kimse onun meclisinde bulunsa, ay­rılmak istemezdi. Herkese iyilik ederdi. Âlimleri çok sever, onlara izzet ve ikrâmlarda bulunurdu. Fakirlere çok yardım ederdi. Hâliyle, sözleriyle in­sanları ALLAHü teâlânın dînine çağırırdı. Kış ve yaz giydiği tek elbisesi vardı. Huzûruna gelenleri hayırlı işlere teşvik eder, Kur´ân-ı kerîm, Pey­gamber efendimize salevât ve çok istigfâr okumalarını tenbih ederdi. Ta­savvuf yolunu, bu yolun büyüklerini, onların sözlerini ve hâllerini sevmeyi bildirirdi. Bilhassa Şeyh-ul-Ekber Muhyiddîn-i Arabî´ye rahmetullahi aleyh çok hürmet ve tâzim eder ve ona saygıyı emrederdi.

Suriye´de yetişen velîlerden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf (rahmetullahi teâlâ aleyh) güzel ahlâk sâhibi olup hep iyilik eder- di. Kimseye karşı çççkardeşlik akdi yapmışlardı. Yanına ilk defâ bir köylü sûretinde gelen Hızır aleyhisselâm devamlı onu ziyâret ederdi. Bir gün çok güzel bir koku duyan talebelerinden biri bu kokunun kaynağından suâl edince, hazret-i Hızır´dan bahsetti.

ALLAHü teâlâya çok ibâdet eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf gecenin son üçte birini ibâdetle geçirirdi. Kur´ân-ı kerîmi çok okurdu. Gündüzleri insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatır, on­ların dünyâ ve âhiret saâdetlerine vesîle olmak için çalışırdı. Otuz sene boyunca gece ve gündüz çok az uyudu. "Neden uyumuyorsun?" diyen­lere; "Sağ tarafına yattığında Cennet´i, sol tarafına yattığında Cehenne- m´i gören kimse nasıl uyur?" diye cevap verdi.

Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretlerinin meclislerinde evliyâdan ve ricâl-i gayb denilen zâtlar da hazır bulunurdu. Bu zâtlar ara- sında İmâm-ı Gazâlî, Abdülkâdir Geylânî gibi büyükler de vardı. O bü- yüklerin rûhâniyetlerinden istifâde eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf kutbiyyet makâmına yükselmişti.

Âlimler ve evliyâlar, hâllerini gizlemesi sebebiyle ona Sekkâf lakabını vermişlerdi. Çünkü o insanları hâliyle, makâmıyla ve sözüyle üzmezdi. İlmiyle ve ameliyle insanlara karşı büyüklenmezdi. Şöhretten şiddetle kaçınırdı. Hâlbuki o, zamânındaki evliyânın en yükseği idi. Abdurrahmân es-Sekkâf sâdece ALLAHü teâlâdan rızâsını kazanmak için çırpınır; "Val­lahi kalbim ALLAHü teâlânın başka, evlâda, mala, âile fertlerine, Cennet´e ve Cehennem´e hiç iltifat etmez. ALLAHü teâlânın rızâsına muvafık olma­yan ne bir ev, ne bir mescid binâ ettim, ne de bir hurma fidanı diktim." buyururdu.

Abdurrahmân es-Sekkâf insanlara karşı güzel huylu, tatlı dilli ve gü­ler yüzlü davranırdı. Kimseyi üzmemeye çok dikkat ederdi. Ancak ona zarar verenler veya onu üzenler başlarına bir hâl gelip pişman olurlardı.

On dokuzuncu yüzyılın büyük velîlerinden Seyyid Abdurrahmân Tâgî (rahmetullahi teâlâ aleyh) âilesinin de teşvik ve desteğiyle küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı ve Kur´ân-ı kerîm okumayı öğrendi. Anne terbiyesi ve yaratılışındaki temizlik sebebiyle akranları arasında farkedilir oldu. Oyunla ve boş işlerle meşgûl olmuyor, hep faydalı işlerle ve ilim öğrenmekle vakit geçiriyordu.

Abdurrahmân Tâgî, çocukluğuyla ilgili olarak şöyle derdi: "Annemin güzel terbiyesi yüzünden rûhlar âlemiyle ilişkim kesilmezdi. ALLAH´tan gâfil olmazdım. Çocukların arasında kendimi devamlı kusurlu görürdüm."

Abdurrahmân Tâgî hazretleri; Gerek ilim öğrendiği, gerekse ilim öğ­rettiği medreselerde en fazla yakınlık duyduğu kimseler, dünyâya gönül vermeyenlerdi. Bu sebeple kendisi, dünyâya meyl etmeyen, ALLAHü teâlâın rızâsına kavuşmayı asıl maksad kabûl eden bir zât idi.

Şeyh Abdülbârî Çarçâhî´ye talebe oldu. Şeyhi ona, oruç tutmak, az yemek, az uyumak ve sık sık mezarlıkları ziyâret etmek gibi vazîfeler verdi. Bâzı geceler bir iki saat kabristânda kaldığı zamanlar oldu. Hattâ Tâhî köyünün mezarlığında açık bir mezâr vardı. Bâzı geceler bu me­zara girerek orada sabahlardı. Bu arada insanlardan, dünyâ zevklerin­den uzaklaşıp soğudu. Hocası ona bir gün ve bir gece boyunca yüz yet­miş bin kere "Lâ ilâhe illallah" demesini emretti ve; "Kalbini ateşten bir taş ve Lâ ilâhe illallah kelimesini de ateşli bir demir parçası say. Kalbini bu yüce cümle ile muhabbet ve cezbe (Hakka tutulmaklık) içinde döv. Böylece demir darbeleri altında kalan taşlarda görüldüğü gibi kalbinden kıvılcımlar çıksın." dedi. Bu tavsiyelere uyan Abdurrahmân Tâgî mânevî hallere kavuştu.

Sıbgatullah Arvâsî hazretleri ona icâzet vererek irşâdla, yâni İslâmi- yetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.

Anadolu´da yetişen evliyânın büyüklerinden olan Abdurrahmân Tâgî hazretleri bir gün talebelerinden birine bir hizmeti yapmasını emretti. Fa­kat talebesinde bu işe karşı bir isteksizlik meydana geldi. "Bu hizmeti başka bir sûfî yapsa onun için daha iyi olur. Bu iş bana ağır geliyor." diye kendi kendine söylendi. Bu durumun farkına varan Abdurrahmân Tâgî talebesine şöyle buyurdu:

"İnsanoğlu daraldığı zaman bir işi yapması, yapmamasından daha zor olur. Ama kendisine zor gelen bir işi başkasına teklif etmesi kolay gelir. Halbuki insan, o işten gelen hayrın başkası için değil kendisi için olduğunu bilmez. Buna karşılık zevkli bir iş olunca insan o işi yapmayı, yapmamaya göre daha kolay bulur. Fakat bu defâ kendine değil de ar­kadaşına o işi yapmamayı tavsiye etmek kolayına gelir. Oysa o işi yap­mamanın zararı arkadaşının değil kendisinindir, bunu bilmez."

İnsanlara ALLAH rızâsı için iyiliği emr ederek ve kötülüklerden sakındı­rarak tasavvuf yolunda ilerlemelerine çalışan Abdurrahmân Tâgî, on se­kiz yıl kaldığı ve irşâd vazîfesinde bulunduğu Nurşîn beldesinin insanla­rını dâvet etmekten bir an geri kalmadı. Vefât etmeden önce ağır bir hastalığa yakalandı. Buna rağmen hiç bir sünnet namazını dahi ihmâl etmeyip, hepsini ayakta kıldı. Gece ibâdetini aslâ bırakmadı. Halbuki bu sırada ancak dört yanına yastık dayayarak oturabiliyor, oturamayınca sırtını duvara dayıyordu. Bu durumu kendisine hatırlatılarak; "Siz hasta­sınız bu şekilde ibâdet yapamazsınız." diyenlere aldırış etmiyor, hattâ bu şekilde konuşmalarını istemiyordu.

İstanbul´un en yüksek üç evliyâsından biri olan Abdülfettâh-ı Bağ­dâdî Akrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) küçük yaşta Bağdâd´ın tanınmış â- limlerinden ilim öğrendi. Çok zeki olup kısa zamanda Kur´ân-ı kerîmi ez- berledi. Genç yaşta tefsîr, hadîs ve bilhassa fıkıh ilminde mütehassıs bir âlim oldu. Asrının en büyük âlimi, İslâm bilgilerinin mütehassısı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine talebe oldu. Bundan sonra hocası­nın her emrini yerine getirmek için canla başla çalıştı. Verilen her vazî­feyi ânın- da yapardı. Nefsinin hiçbir arzusunu yapmaz, arzu etmediği şeyleri ya- pardı. Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mübâhların fazla- sını terkeder, dünyâya hiç meyletmezdi. Tek arzusu ho­casından hiç ay- rılmamak, onun kalplere şifâ olan kıymetli sohbetlerini dinlemek, verdiği vazîfeyi canı pahasına da olsa yerine getirmekti. Dert­lere, sıkıntılara, meşakkatlere çok dayanıklı idi. Gelen sıkıntıları gülerek karşılar, verenin ALLAHü teâlâ olduğunu düşünerek sevinirdi. Hattâ, dert ve belâ gelmediği zaman; "Rabbimin husûsî ihsânına kavuşamadım." diye üzülürdü.

Hocası Mevlânâ Hâlid hazretleri, bu güzel hasletlerini bildiği için, ona en zor işleri yaptırır, diğer talebeleri ile haberleşmeye bunu gönderirdi. Yolculukta herhangi bir vâsıtaya, bineğe binmesini yasaklamıştı. Yaya gitmesini emrederdi. O da bunu zevk ile yapar, çok uzak yolculuklara hiçbir şeye binmeden giderdi. Yürüyerek, yolculuk ânında doğan mih­netlere, sıkıntılara katlanarak nefsini terbiye eder, rûhunun yüksek dere­celere vâsıl olmasını sağlardı. Vazîfeli olarak İstanbul´a iki defâ yaya gitmişti. Bu tahammülü sebebiyle hocasının iltifâtlarına kavuştu ve önde gelen talebeleri arasına girdi. Öyle ki artık hocasının evine girer çıkar, hizmetini ve işlerini görürdü. Bu hizmeti netîcesinde çok faydalara ka­vuştu. Kendisine insanları yetiştirmek, ilim ve edeb öğretmek izni verildi.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî´nin ilminin derinliği, evliyâlığının üstünlüğü, dünyânın her tarafına yayılmıştı. Her yerden akın akın talebeler, onun ilminin bir damlasına kavuşmak için geliyordu. Saltanat şehri olan İstan­bul´dan da pekçok kimse, Bağdad´a gidip, onun talebesi olmakla âhirette yüksek derecelere kavuşmak istiyorlardı. İsteklilerin hepsinin Bağdad´a gitmesi mümkün değildi. Bu sebeple Mevlânâ Hâlid hazretleri, Hak âşık- larının yanan rûhlarını serinletmek için Abdülfettâh-ı Bağdâdî´yi İstanbu- l´a gönderdi.

Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîle­rinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) İmâm-ı Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup seyyiddir. Hazret-i Ali´ye kadar bü­tün babaları âlim ve velî idi. Birçoğu zamânının kutbu, devrinin en büyük evliyâsı ve rehberiydi. Babası Seyyid Mustafa, Seyyid Tâhâ-i Hakkârî´nin oğlu Seyyid Ubeydullah´ın halîfesiydi. Gördüğü kimsenin hangi namazı kılmadığını, ALLAHü teâlânın ihsânı ile yüzünden anlardı. Dînin emir ve yasaklarına bağlılıkta fevkalâde titiz, din bilgilerini yaymada gayretli ve çok cömertti. Âlimlere, bilhassa on yedinci asırda Hindistan´ın Siyalkut şehrinde İslâm âlemini her yönüyle ışıklandırmış olan Abdülhakîm Siyal- kûtî hazretlerine pekçok muhabbeti vardı. Bir oğlu olursa ona Abdülha- kîm ismini verecekti. Seyyid Mustafa Efendinin bir oğlu olduğu gece, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin torunlarından büyük âlim Seyyid Tâhâ hazretlerinin küçük birâderi Abdülhakîm Efendi kendisinde misâ­firdi. Seyyid Mustafa Efendinin içindeki dileğine bu ilâhî hikmet de ekle­nince, doğan oğluna Abdülhakîm ismini verdi.

Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse bana düşmanlık etse, ben ona şu üç halden biriyle karşılık veririm. Bu kims...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 29 Mart 2010, 03:07:09 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Evliyanın Halleri
« Posted on: 29 Mart 2024, 09:29:10 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Evliyanın Halleri rüya tabiri,Evliyanın Halleri mekke canlı, Evliyanın Halleri kabe canlı yayın, Evliyanın Halleri Üç boyutlu kuran oku Evliyanın Halleri kuran ı kerim, Evliyanın Halleri peygamber kıssaları,Evliyanın Halleri ilitam ders soruları, Evliyanın Halleri önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes