> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü A-İ > Dua İbadet Taat
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dua İbadet Taat  (Okunma Sayısı 1859 defa)
31 Mart 2010, 15:21:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 31 Mart 2010, 15:21:06 »



Dua-İbadet-Taat

Tâbiîn devrinde Kûfe´de yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Duâ yapılırken, mânevî bir zevk veriyorsa, kabul olacak demektir."

Hindistan´ın büyük velîlerinden Muhammed Huccetullah Nakşibend (rahmetullahi teâlâ aleyh) yazdıkları mektuplarından birinde buyur- dular ki: "Allahü teâlâya hamd olsun. Seçtiği kullara selâm olsun. Mektubunuzla şereflendik. İkrâmlarınız da geldi. Duâ etmemize sebeb oldu. Hadîs-i şerîfde; "Duâ kapılarının kendisine açıldığı kimseye (yâni duâ nasib olan kimseye) kabûl kapıları ve Cennet, yâhut rahmet kapıları da açılır" buyruldu. O hâlde duâda kusur etmemelidir. Kapalı kapıları duâ anahtarı ile açmalıdır. İhtiyaçlarını Allahü teâlâdan yalvararak ve O´na sığınarak istemeli, âhiret kurtuluşunu onlarda görmelidir.

Hadîs-i şerîfde buyruldu ki: "Duâ müminin silâhıdır, dînin direğidir. Göklerin ve yerin nûrudur. Herşeyi Hak teâlâdan istemelidir. Ayakkabının bağı, yemeğin tuzu bile olsa."

Duânın kabûl olması için olan şart ve edebler: Yemekte ve giymekte haramdan sakınmak, Allah´a karşı ihlâslı olmak. Duâdan önce namaz veya benzeri sâlih bir amel işlemek, abdestli olmak, temiz olmak, kıbleye karşı diz çöküp oturmak, duâ ederken Allahü teâlâya hamdü senâ etmek, Resûlullah efendimize salevât-ı şerîfe getirmek, iki elini uzatıp, o- muzları hizâsına kaldırmak, elinde eldiven olmamak, isterken Allahü teâlânın isimleri ve sıfatları ile istemek, meselâ; yâ Rabb-el-âlemîn, yâ Ekram-el-ekramîn, yâ Erhamerrâhimîn... gibi. Avuç içleri açık olmak, e- deb üzere bulunmak, hudû´ ve huşû´ hâlinde olmak. Kendini eksik, kusurlu, zavallı ve kırık bilmektir.

Duânın kabûl zamanları ise; Kadr gecesi, Arefe günü, Ramazân-ı şerîf ayı, Cumâ günü, gecenin ilk üçte biri, gece yarısından sonra, gecenin son üçte biri, gecenin ortası ve seher vakitleridir. Bunlardan en ö- nemlisi Cumâ saatidir.

Ezân okunurken onu dinleyip yapılan duâ kabûl olunur. Secdede, Kur´ân-ı kerîm okuduktan sonra, Kur´ân-ı kerîmin hatminde (bilhassa hat- mi okuyanın duâsı makbûldür), Zemzem suyu içerken, ölünün yanında, kuş öterken, sohbet meclislerinde, yağmur yağarken, Kâbe´yi gördüğü zaman, iki mübârek Allah lafzı arası duâ kabûl yerleridir. Oturduğu yerin de temiz olması lâzımdır. Kâbe´yi tavâf ederken, Hacer-i esved ile Kâbe´- nin kapısı arası olan Mültezem´in yanı, Altın oluğun altı ve Zemzem kuyusu yanı, Safâ ve Merve tepeleri, Sa´y edilen yerler, Safâ ile Merve arasında gidip gelirken, Arafat´la Minâ arasında bulunan Müzdelife, Arafat, Minâ, taş atmaya gelirken ve taş atarken, haccın menâsikinde, Resûlullah´ın mübârek Ravdasının yanında da duâlar müstecâbdır, makbûldür. Fâcir ve fâsık olsa da, mazlûmun duâsı makbûldür. Babanın, âdil pâdişâhın, sâlih ve velîlerin duâları müstecâbdır.

Allahü teâlâya duâ ederken, peygamberlerini ve sâlih kullarını da vesîle etmelidir. Duâ ederken sesini yükseltmemeli, kendisinin günahkâr, kusurlu olduğunu îtirâf etmeli, samîmî kalb ile, ciddî olarak, isteyerek ve gönül huzûru ile duâ etmelidir. Ettiği duânın mânâsını bilmelidir. Yakınındakilere, yâni komşularına da duâ etmelidir. Duâyı tekrar tekrar etmeli, duâ ederken ve dinlerken sık sık âmîn demelidir. Olmayacak şey için duâ etmemelidir. Duâdan sonra iki elini yüzüne sürmelidir. Duânın kabûlünde acele etmemelidir. Duâ ettim, kabûl edilmedi dememelidir. Sonra kabûl edilebilir. Yâhut kabûlü bir şeye bağlanır. Yâhut bir belâyı gidermiş olur. Bu sayılanlar duânın kabûl kısımlarıdır.

Çocukların da ana-babasına duâları, misâfirin duâsı, oruçlunun iftâr vaktindeki duâsı, müslümanın müslümana gıyâbında, yâni arkasından yaptığı duâ makbûldür. Allahü teâlânın İsm-i âzamı ile yapılan duâ kabûl olunur. Bu şekilde duâ edenin duâsını, Allahü teâlâ ânında kabûl eder. Bu da, enbiyâ sûresi 87. âyet-i kerîmesinin; "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn" kısmıdır. Bu hususta başka diyenler de olmuştur. Ama burada bu kadar yazmak yetişir.

Yâ Râbbî! Duâlarımızı kabûl eyle. Sen her şeyi işitirsin, bilirsin.

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerinden bir kimse duâ istediğinde şöyle duâ ederdi: "Allahü teâlâ senin kalbini dağınık etmesin. Seni, kendisinden alıkoyan her şeyden kurtarsın. Kendisine kavuşturan şeylere kavuştursun. Seni mâsivâ- dan (kendisinden başka şeylerden) kurtarıp, kendisiyle meşgul eylesin. Sana kendisiyle berâber olmaya lâyık bir edep ihsân eylesin. Kalbinden, râzı olmadığı, beğenmediği şeyleri çıkarıp, kendi rızâsını koysun. Seni kendisine ulaştıran yola kavuştursun."

Kendisine gelip duâ talep edenlere Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri şöy- le duâda bulunurdu: "Cenâb-ı Hak, kendisine kavuşturan şeyleri yap- mayı nasib etsin! Cenâb-ı Hak zenginliğini kalbine koysun! Seni bütün kötülüklerden alıp, kendisiyle meşgûl kılsın! Sana büyük edep ihsân etsin! Kalbinden râzı olmayacağı şeyi çıkarıp rızâsını koysun. Seni kendine varan en güzel ve doğru yola iletsin."

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri her zaman şöyle duâ ederdi: "Allah´ım sana dâimâ ve büyüklüğüne lâyık bir hamdle hamd olsun. Resûlullah e- fendimize, Ehl-i beytine, Eshâbına, O´nun yardımcılarına hayır duâlar ol- sun.

Yâ Rabbî! Yerde ve gökte sana itâat edenlere merhamet eyle. Ey kerîm olan Allah´ım! Lütuf ve keremin hürmetine bütün günahlarımızı, hatâ ve kusurlarımızı affeyle. Yaptığımız zulüm ve haksızlıklar sebebiyle olan kul borçlarından bizi kurtar. Kereminle eğriliklerimizi düzelt. Kötülüklerimizi iyiliğe tebdîl eyle.Ey dilediğini yok ve var eden Allah´ım! Kalan ömrümüzde bizi kötülüklerden koru. Râzı olmadığın, beğenmediğin şeyleri bize çirkin göster, beğendiklerini sevdir. Bizlere râzı olduğun işleri yapmayı nasîb eyle. Vefâtımıza kadar bu hâlimizi dâim eyle. İrâdelerimi- zi bu hususta kuvvet­lendir, niyetlerimizi sağlamlaştır. Bunlar için kalbimizi ıslâh eyle. Uzuvlarımızı bu işlere sevkeyle. Bizi muvaffak kıl ve işlerimizde yardım eyle.

Yâ Rabbî! Bize senden utanmayı, beğendiğin her söze koşmayı ihsân eyle. Seçtiklerine, sevdiklerine nasîb ettiğin, beğendiğin işleri yapma ve seni devamlı anma hâlini, sırf senin için yapılan amellerin en güzelini yapmayı ömrümüzün sonuna kadar devâm etmeyi nasîb eyle. Ölümümüzü iyi eyle. Ölümü bize ikram, ihsân, sana yakınlık ve sevinç eyle; piş- manlık ve üzüntü eyleme. Kabirlerimize neşe ve sevinç ile girmek nasîb eyle. Kabirlerimizi Cennet bahçeleri ve rahmetinin indiği yerler eyle. O- rada bizi korkudan emin eyle. Dirilteceğin güne kadar bizi emin ve kalp- leri huzurlu olanlardan eyle.

Ey mahlûkâtı, geleceğinden şüphe olmayan günde toplayacak olan Allah´ım! Bizim o günden aslâ şüphemiz yoktur. O günün korkularından emin kıl ve sıkıntılarından kurtar. O günün büyük sıkıntısını bizden kaldır. Bizi Muhammed aleyhisselâmın yanında bulunanların arasına kat. Allah´ım! Hesâbımızı kolay eyle. Lütfunla kereminle muâmele eyle. Bize amel defterimizi sağ tarafımızdan ver. Sıratı çabuk geçen ve gıbta edi­lenlerden eyle. Tartı gününde sevâbımızı ağır kıl. Cehennem´in sesini bize işittirme. Cehennem´den ve Cehennem´e yaklaştıracak işlerden ve sözlerden kurtar. Lütuf ve kereminle bizi Cennet´te kendilerine ihsânda bulunduğun peygamber, sıddıklar, şehîdler ve sâlihler ile berâber eyle. Onlarla arkadaş olmak ne güzel.

Yâ Rabbî! Orada bizi, babalarımız, annelerimiz, yakınlarımız ve çoluk çocuğumuzla en güzel bir hâlde berâber bulundur. Dünyâda iken bizimle ülfetleri, yakınlıkları olanları da bize kat. Onları umduklarına kavuştur. Dilediklerinden fazlasını ver. Dünyâdan îmânla ayrılan bütün mü- min erkek ve kadınlara rahmetinle muâmele eyle. Onlardan hayatta o- lanların günahlarını affeyle, tövbelerini kabûl eyle. Zulüm ve haksızlığa uğrayanlara yardım et. Hastalarına şifâ ver. Bize ve onlara nasûh tövbe etmek nasîb et. Çünkü sen, çok ihsân sâhibisin ve her şeye kâdirsin.

Yâ Rabbî! Senin yolunda cihâd edenlere yardım eyle. Hem idâreciyi hem de idâre edileni ıslâh eyle. Müslümanların işlerini üzerine alanlara, müslümanlara karşı şefkat ve merhamet nasîb et.

Yâ Rabbî! Sözlerimi birleştir. Bizden fitneyi gider. Belâlardan kurtar. Bize müslümanlar arasında ihtilaf gösterme. Bizleri sana yaklaştıran şeylerde birleştir.

Yâ Rabbî! Bizi aziz kıl, zelîl kılma. Bizi, senin rızâna götüren dünyâ ve âhiret işlerinde birleştir. Bu ancak senin yardımınla olur.

Yâ Rabbî! Bize, senden korkmayı, sana tâzim ve hürmeti, sevdiklerine lütfettiğin mârifet ve nîmetlerini bize ihsân ve bunları devamlı eyle.

Yâ Rabbî! Bedenlerimize, bütün kardeşlerimize, bizden sonra gelecek çoluk çocuğumuza, yakınlarımıza, sıhhat ve âfiyet ihsân eyle. Bu âfiyeti diğer bütün mümin erkek ve kadınlara da ver."

Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-İ Rûmî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) bir ara talebelerinin önde gelenlerinden Sirâceddîn´i ya- nına çağırdı ve ona bir duâ öğretti. Bunu hoş ve sıkıntılı zamanlarda okumasını tenbih etti: "Yâ Rabbî! Beni sana ulaştırmaya vesîle olan Mevlânâ´ya hasret çekiyorum. Sana vesîle olan sağlığı, sıhhati seni bol bol tesbîh etmek, anmak için istiyorum. Yâ Rabbî! Bana, ne senin zikrini unutturacak, sana olan şevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duy- duğum lezzeti kesecek bir hastalık, ne de beni azdıracak, şer ve kötü- lüğümü arttıracak bir sıhhat ver. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, merhametinle bu duâmı kabûl et."

Mevlânâ hazretleri gece-gündüz cenâb-ı Hakk´a niyâz eder yalvarırdı: "Yâ Rabbî! Bizim hâlimize bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsânına göre bize muâmele eyle.

Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla hidâyet ettiğin kalbi tekrar dalâlete, sapıklığa meylettirme. Belâları bizden sarf eyle, çevir ve değiştir.

Ey affı çok olan, günahları örten Rabbim! O günahlar dolayısı ile bizden intikam alma. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dua İbadet Taat
« Posted on: 28 Mart 2024, 23:25:51 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dua İbadet Taat rüya tabiri,Dua İbadet Taat mekke canlı, Dua İbadet Taat kabe canlı yayın, Dua İbadet Taat Üç boyutlu kuran oku Dua İbadet Taat kuran ı kerim, Dua İbadet Taat peygamber kıssaları,Dua İbadet Taat ilitam ders soruları, Dua İbadet Taatönlisans arapça,
Logged
31 Mart 2010, 15:22:01
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 31 Mart 2010, 15:22:01 »

Ahmed bin İdrîs hazretlerinin talebelerinden biri, Mekke-i mükerre- mede vefât etti. Onu Muallâ kabristanlığına defnettiler. Defin esnâsında orada bulunan keşf sâhibi bir talebe, Azrâil aleyhisselâmın Cennet´ten bir yaygı ve büyük kandiller getirdiğini ve kabri göz alabildiğine genişlet- tiğini gördü. Bu hâle gıpta edip; "Keşke, öldüğümde benim için de Rab- bim böyle bir ikrâmda bulunsa." dedi. O zaman Azrâil aleyhisselâm; "Siz- den herbiriniz, Allahü teâlânın sevgili kulu olan hocanız Ahmed bin İd- rîs´in devamlı okumuş olduğu salevât-ı şerîfeler bereketiyle böyle ikrâm ve ihsânlara kavuşacaksınız." buyurdu. O büyük salevât da şöyledir: "Al- lahümme innî es´elüke bi nûri vechillahil azîm. Ellezî melee erkân´el azîm bi kadri azameti zâtillahil azîm fî külli lemhatin ve nefesin adede mâfî ilmillahil azîm salâten dâimeten bi devâmillahil azîm, Ta´zîmen li hakkıke yâ Mevlânâ yâ Muhammed yâ zel hulukil azîm ve sellim aleyhi ve alâ âlihî mislü zâlike vecma´ beynî ve beynehû kemâ Cema´te beyner´rûh-ı ven-nefsi zâhiren ve bâtınen yakazaten ve menâmen. Vec´alhü yâ Rabbi rûhan lezzâtî min cemî´il vücûhi fid-dünyâ kablel âhira yâ Azîm."

Büyük velî ve âlimlerden Ahmed bin Muhammed Hânî el-Esrem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hocam Ahmed bin Hanbel´in, meclisten kalktığı zaman "Sübhânekellahümme ve bihamdike" dediğini işitir, devâmını anlayamazdım. Sadece dudaklarının hareketini görürdüm. Fakat zannediyorum, mecliste yapılan hatâlara keffâret olması için Resûlullah efendimizden rivayet edilen şu mübârek sözleri söylüyordu: Sübhânekellahümme ve bihamdike, eşhedü enlâ ilâhe illâ ente, estagfi- rüke ve etûbu ileyk."

Anadolu velîlerinden Ahmed Mürşidî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisini doğru yoldan ayırmaması, günahlarını affetmesi, ayıp ve kusurlarını gizlemesi için sık sık Allahü teâlâya duâ ederdi. Bu duâlarından biri şöyledir: "Yâ Rabbî! Bizi kötü huylardan koru. Bize, işlerimizi ihlâs ve içtenlikle yapmayı nasîb eyle. Yâ Rabbî! Bize ihlâs ile amel etmeyi nasîb kıl! Yâ Rabbî! Sen ayıplarımızı gizleyicisin, kulların günahlarını bağışlayacak da sensin. Çeşitli suçları ile Ahmed kapına geldi. Bütün sevâbı, senin vahdâniyetini, birliğini bilmesinden ibârettir. O senin sevgili Habîbinin sallallahü aleyhi ve sellem ümmetindendir. Bütün gece ve gündüz isteği rahmetinle Cennet´indir. Ettiğim isyanlara pişman olarak sana sığınıp umut kapına geldim. Ey yüceler yücesi Rabbim! Sen bizi kapından ayırma.

Yâ Rabbî! Bize doğru yolu göster. Sen kerîmsin. Kötü hallerden bizi selim kıl. Nefsimize ruhsat verme. Akıl ile selâmete erelim. Dâimâ alçak gönüllü olmamızı nasîb eyle! Âmin."

Büyük velîlerden Seyyid Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yanına bir gün birisi gelip duâ istedi. "Benim şimdi bir günlük nafakam var, onun için duâm kabûl olmaz. Onu bitirdiğim zaman gel, sana duâ edeyim." buyurdu ve öyle yaptı.

Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin yanına büyüklerden biri, duâ etmesi için bir hasta getirdi. Hasta birkaç gün kaldığı hâlde, Ahmed Rıfâî hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine hizmetçisi Yâkûb; "Efendim! Bu hasta için duâ etmemenizin sebebi nedir?" deyince; "Ey Yâkûb! Cenâb-ı Hakk´ın izzetine yemîn olsun ki, Allah katında, benim kabûl olunacağı vâd olunan yüz hâcetim vardır. Şimdiye kadar hiçbirini dilemedim." ce­vabını verdi. Yâkûb; "Bir tânesi bu biçâreye sarf edilse nasıl olur?" deyince, Ahmed Rıfâî hazretleri; "Sen benim edebe aykırı hareket eden bir kimse olmamı mı istiyorsun?" buyurup; "Dikkat ediniz, halk ve emir O´na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi Allah çok yücedir." (A´raf sûresi:54) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu, sonra; "Ey Yâkûb, aslında fakîr olan bir kişi, bir hâcet istirhâm edip, kabûle mazhâr olduğu zaman, eski vekar ve şerefinden de bir kademe kaybeder." buyurdu. Hizmetçisi; "Efendim, namazlardan sonra her zaman duâ ettiğinizi görüyorum." deyince de, Ahmed Rıfâî; "O başka, bu başkadır. Namazlardan sonra yapılan, ilâhî emre uymak için yapılan kulluk duâsıdır. Bu ise hâcet duâsıdır ve husûsî şartları vardır." buyurdular. Bu konuşmadan iki gün sonra o hasta şifâ buldu.

Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hikmet denilen şiirler yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet´te toplanmıştır. Bu manzumelerin konularından birisi şudur:

Allahü teâlâya tâat, kulluk ile ibâdet ve zikrin önemi ve bunlardan zevk alma:

Ne hoş tatlı Hû yâdı, seher vakti olanda

Baldan tatlı Hû adı, seher vakti olanda



Seher vakti kalkanlar, canın fedâ kılanlar

Aşk oduna yananlar, seher vakti olanda



Seher vakti hoş saat, kalkana olur râhat

Açılır devlet, saâdet, seher vakti olanda



Her gün yanar bu canım, kullukta yok dermanım

Sen bağışla günahım, seher vakti olanda



Evliyânın büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün hastalanmıştı. Hastalığın tesiri ile öyle hâlsizleşti ki, tâkati kesildi. Yanındakiler o gece vefât edeceğini zannettiler. Hastalığının verdiği şiddetli elem ile kendinden geçmiş olan Alâeddîn Âbizî, o hâlde uyuyakaldı. Rüyâsında hocası Sa´deddîn hazretlerini gördü. Hocası, "Bismillâhi Has- biyallahü, Tevekkeltü alellahi Va´tesamtü billâhi fevvadtü emrî ilallâhi Mâşâallahü Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" duâsını öğretti. Bu duâyı okuyarak uyandı. Bu duânın bereketi ile, üzerinde hastalıktan hiç bir eser kalmadığını hissetti. Abdest alıp, gâyet dinç ve rahat olarak sabah namazını kıldı.

Evliyânın büyüklerinden Seyyid Alevî bin Muhammed (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında Milibar bölgesinde (Hindistan) bir çeşit sinek zuhur edip, insanın kulağına girer girmez rahatsızlığa sebeb oluyordu. Pekçok ilaç kullanılmasına rağmen sinekleri kovmak mümkün olmadı. İnsanlar kulaklarını pamukla tıkamağa başladılar. Bu da çâre olmadı. Sineklerin çocuklara verdiği zarar daha büyük olup anne ve babalar, korumak için başlarında bulunmak ve uyumamak mecbûriyetinde kalıyorlardı. Nihâyet durumu Seyyid Alevî bin Muhammed hazretlerine arzet- tiler. Seyyid hazretleri ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Şu dertli kullarına selâmet ihsân eyle." diye duâ edince o bölgede bu çeşit sinek bir daha görülme- di.

Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) meyve ağaçları çiçek açtığı zaman, onlara zarar verecek bir durum olun- ca, o gece uyumaz, göz yaşları döker, Allahü teâlâya, meyvelere zarar verecek o hâlin kalkması için yalvarırdı.

Ali Havâs, müezzinin okuduğu ezânı duyduğu an, olduğu yerde sarsılır, Hak teâlânın heybet ve azametinden titreyerek, erir gibi olur ve huzûr-i kalble tam bir huşû´ içinde müezzinin dâvetine icâbet ederdi.

Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Allahü teâlâ hepimizi, yaptığımız iyi ameller ile gururlanmaktan muhâfaza etsin."

Büyük velî ve Hanbelî mezhebî fıkıh âlimi Ali bin Muhammed bin Beşşâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir sohbetinde Ahmed Bermekî, odanın en uzak kısmında oturdu. Sükûnet içerisinde, orada bu- lunanlarla birlikte sohbeti dinledi. Sohbetin sonunda, Lâ ilâhe illallah, de- di ve "O Balık sâhibini (Yûnus´u) da hatırla ki o, (dînini kabûl etmeyen kavmine) öfkelenerek gitmişti de, kendisini hiç bir zaman sıkıştırmaya­cağımızı sanmıştı. Derken (yutan balığın karnındaki) karanlıklar içinde: "Senden başka hiç bir ilâh yoktur, seni bütün noksanlıklardan tenzîh e- derim. Gerçekten ben, haksızlık edenlerden oldum." diye duâ etmişti." meâlindeki Enbiya sûresinin seksen yedinci âyet-i kerîmesini okuyup; "Yâ Rabbî! Sen, kendisini balığın karnında hapsettiğin zaman, sâlih bir kulun olan Zu´n-Nûn= Yûnus aleyhisselâm karanlıkta sana; "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn (Senden başka hiç bir ilâh yok- tur, seni bütün noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben, haksızlık edenlerden oldum.)" diye nasıl duâ edip yalvarmışsa, ben de sana öyle yalvarıyorum. Yâ Rabbî! Senin yüce kelâmın haktır. Sen sâlih bir kulun olan Yûnus´un bu duâsına karşılık; "Biz de onun duâsını kabûl ettik. Kendisini kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ sûresi: 88) buyurdun. Allah´ım! Onun duâsını nasıl kabûl edip, içerisinde bulunduğu sıkıntılı durumdan, rahmetinle onu nasıl kurtarmışsan, duâla- rımızı kabûl buyurup, sıkıntılı ve elem verici durumlardan bizi muhâfaza eyle. Yâ Rabbî! Sen Erhamürrâhimînsin (merhamet edenlerin en mer- hametlisisin). Sonra, on kere yâ Rabbî!" dedi. Fakat o, her yâ Rabbî de- diği zaman, Ahmed Bermekî içinden; "Yâ Rabbî! Bana genişlik, rahatlık ihsân et." diyordu. Daha sonra Ali bin Beşşâr´ın semâya doğru yönelmiş, sanki kendisine bir şeyler söyleniyor da, onları dinler bir durumu olduğu- nu gördü. Sonra Ahmed Bermekî´ye doğru döndü.

"Yazık sana, utanmıyor musun? Allahü teâlâdan Cennet´ini iste. Yi- ne O sana, insanlara muhtaç olmayacak kadar rızık ihsân eder. Hâlbuki sen devamlı, dünyâyı, rahatı ve genişliği istiyorsun." Allahü teâlânın izni ve bildirmesiyle, içinden geçeni öğrenmişti. Ondan sonra ona emrettiği gibi Allahü teâlâdan Cennet´ini istedi.

Evliyânın büyüklerinden Ali bin Muvaffak (rahmetullahi teâlâ aleyh) hacca gitmişti. Arafât Ovasında hacıların yalvarmalarını, içli iniltilerini duyunca; "Yâ Rabbî! Bu kardeşlerim içinde haccı kabûl olmayan birisi varsa, kendi haccımın sevâbını ona hediye ettim." diye duâ etti. Daha sonra Müzdelife´ye gitti. O gece rüyâsında kendisine; "Ey Ali bin Muvaffak! Rabbinin üzerine cömertlik mi yapıyorsun? O, buradakiler ve geride bıraktıklarını ve yakınlarının hepsini af ve mağfiret etti." buyruldu. Bu hâl Rabbine olan sevgi ve muhabbetini daha da arttırdı.

Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, Câfer Huldî şöyle anlatmıştır: "Ali Müzeyyen´i dâvet ettim. Sohbet sırasında bana faydalanacağım bir şey ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 15:22:40
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 31 Mart 2010, 15:22:40 »

Şöyle anlatılır: Bir genç fesad ve içki meclisi kurup, eğlenirdi. Birgün kölesine dört dirhem (gümüş) verip, meze almasını söyledi. Köle yolda giderken büyük velîlerden Mansûr bin Ammâr hazretlerinin meclisine uğradı. "Biraz oturup ne söylediğini anlayayım", diye düşündü. Mansûr, bir fakir için bir şey istiyor ve kim dört dirhem verirse, ona dört duâ edeceğim diyordu. Köle, bu dört dirhemi ondan daha iyi bir yere veremem deyip, elindekinin hepsini Mansûr´a verdi. Mansûr hazretleri nasıl duâ istersin deyince, köle: Birincisi; âzâd olmayı, kölelikten kurtulmayı, ikincisi; Allahü teâlânın efendime tövbe nasîb etmesini, üçüncüsü; dört dirhemin karşılığında dört yüz dirhem vermesini, dördüncüsü; bana, efendime, sana ve bu mecliste bulunanlara rahmet etmesini istiyorum." dedi. Mansûr hazretleri duâ etti. Köle evine döndü. Efendisi; "Nerede kaldın ve ne getirdin?" diye sorunca, köle de; "Mansûr bin Ammâr´ın meclisinde idim. Verdiğin dört dirhemle dört duâ satın aldım. Efendisi nasıl duâlar deyince, köle durumu efendisine anlattı. Efendisi: Seni âzâd ettim, bir daha içki içmeyeceğime Allahü teâlâya söz verip tövbe ettim, dört dirhem yerine sana dört yüz dirhem bağışladım. Dördüncü duân bana âid değildir, ben elimden geleni yaptım dedi. Efendi, gece rüyâsında bir sesin; "Sen elinde olanı, kendi eksikliğin ile yaptın, bana havâle ettiğini ise, eksiksiz yaptım: Sana, köleye, Mansûr´a ve meclisine merhamet ettim." dediğini işitti.

Büyük velîlerden Ma´rûf-ı Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir kimse gelip kendisinden kalbinin yumuşaması için duâ etmesini istedi. Ona; "Ey kalbleri yumuşatan Allah´ım! Ölüm benim kalbimi yumuşatmadan sen benim kalbimi yumuşat" diye duâ et buyurdu. Sırrî-yi Sekâtî hazretleri; "Kavuştuğum bütün nîmetlere Ma´rûf-ı Kerhî hazretlerinin bereketiyle kavuştum." buyurdular.

Muhammed bin Hişâm diyor ki: "Ma´rûf-ı Kerhî bana; "Sana on cüm- le öğreteceğim; beşi dünyâ, beşi âhiret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse, Allahü teâlâ onun duâsını kabûl buyurur" dedi. Ben; "Yazayım mı?" diye sordum. "Hayır. Behr bin Hânis nasıl tekrar tekrar okuyup bana öğret- tiyse, sana da tekrar tekrar okuyup öğretirim" dedi. Bu on cümle şunlar- dır: "Dînim için Allah bana kâfidir. Dünyâm için Allahü teâlâ bana kâfidir. Ehemmiyetli işlerim için Allahü teâlâ kerîmdir ve bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilm ve kuvvet sâhibi olan Allahü teâlâ kâfidir. Bana kötülük etmek isteyenlere, Şedîd olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Ölüm ânında rahîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Kabir suâlinde raûf olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Hesâb ânında kerîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Mîzân ânında latîf olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Sırat´ta, kadîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allahü teâlâ bana kâfidir. O Arş´ın Rabbidir ve ben O´na tevekkül ederim."

Ma´rûf-ı Kerhî hazretleri bir gün, talebeleriyle Dicle kenarındaki bir hurmalıkta oturuyorlardı. Dicle´nin yukarısından bir kayık geldiğini gördüler. Kayıkta bir kaç erkek içki içiyor, nâra atıyordu. Bu nâhoş manzara karşısında talebeleri; "Efendim bir duâ edin de, Allahü teâlâ bunları bu nehirde boğsun ve insanlar onların zararlarından kurtulsunlar." dediler.

Şöyle buyurdu: "Yâ Rabbî! Sen bu kullarını dünyâda neşelendirdiğin gibi âhirette de neşelendir." Talebeleri bu duânın mânâ ve sırrını anlamadıklarını söylediler. Bunun üzerine; "Benim söylediğimi (Allahü teâlâ) bilir. Bekleyin şimdi görürsünüz." buyurdu." O topluluk Ma´rûf-ı Kerhî´yi görünce sazlarını kırdılar, şaraplarını döktüler ve titremeye başladılar. Ma´rûf´un el ve ayaklarına kapanıp tövbe ettiler. Ma´rûf-ı Kerhî; "Gördüğünüz gibi herkesin istediği oldu; ne onlar boğuldu, ne de bir kimse on­lardan rahatsız oldu." buyurdular.



Midyen bin Ahmed el-Eşmûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh)

HÂLİS DUÂ



Midyen ibni Ahmed ki, doğdu Mısır ilinde,

Eşmûnî lakabıyle, tanındı halk içinde.



Tasavvufta o kadar, yükseldi ki bu velî,

İlminden istifâde, edenler çoktu hayli.



Dergâhının yanında, bir dere akıyordu,

O bir gün bu dereden, abdest tazeliyordu.



Henüz bitmemişti ki, abdesti, durdu bir ân,

Nâlininin tekini, çıkarıp ayağından,



Hiddet ve şiddet ile, fırlattı ileriye,

Şaşırdı talebeler, ?Acaba n?oldu?? diye.



Bu hâdiseden sonra, bir yıl geçti aradan,

Geldi bir talebesi, çok uzak bir diyârdan.



Elinde bir tek nâlin, dedi ki: ?Ey efendim,

Ben filan memlekette, ikamet etmekteyim,



Takrîben bir yıl önce, oldu ki bir hâdise,

Geldim ki arz edeyim, onu hazretimize.



Kızım bir gün ıssız bir, mahalleden gelirken,

Terbiyesiz biriyle, karşılaşmış âniden,



Uygunsuz lâflar edip, dokunmak isteyince,

Sizi vesîle edip, duâ etmiş hemence:

?Yâ İlâhî, babamın, üstâdı kimse eğer,

O velîyi şu ânda bana imdâda gönder.?



Kızım, bu duâsını, henüz bitirmemişken,

Ve henüz onun eli, kızıma değmemişken,



Havadan hızla gelen bir nâlin birden bire,

Suratına çarparak, devirmiş onu yere.



Kızım onu görünce, kurtulup çok sevinmiş,

O nâlini alarak, acele eve gelmiş.?



?Bahsettiğim o nâlin, işte budur? dedi ve,

Bıraktı o nâlini üstadının önüne.



Eşmûnî hazretleri, buyurdu ki o zâta,

?Kızın teslîmiyeti, demek tammış üstâda.



Erişirse birine, bir belâ, bir musîbet,

O dahî hiç kimseden, beklemezse bir medet,



Rabbine sığınarak, sırf O?na güvenerek,

O?na duâ ederse, tam tevekkül ederek,



O zaman Hak teâlâ, kâfi gelir kuluna,

Öyle imdâd eder ki, o dahî şaşar buna.?



Şâfiî mezhebi âlimi ve büyük velîlerden Muhammed Avfî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: ?Gençliğimde Şeyh Abdürrahmân?ı gör- düm. Yanına yaklaşınca Muhammed bin Anân alnımdan öptü ve şefkatle bana baktı. Sonra zikir etmemi, Allahü teâlâyı çok hatırlayıp anmamı tel- kin etti. Bu hususta benden söz aldı. Sonra bana; "Allahü teâlânın emâ- netinde olarak yaşa, Allahü teâlâya sığın. Allah, her işini kolaylaştırsın. Seni, kendisinin dışındaki şeylerden fânî kılıp, kendisi ile bâkî eylesin. Sen, asrının imâmı, zamânının bir tânesi, akranlarının en üstünü, din kardeşlerinin arasında mübârek bir kimsesin! Allah, seni koruyup gözet- sin! Fazl-u keremi ile ihsân ettiği şeylerle sevinç ve neşeni arttırsın!? dedi. Daha sonra kıymeti ve mânevî değeri çok yüksek bir elbise giydir- di. Sonra ?Artık bizim günlerimiz sona erdi, saatlerimiz tü­kendi.? dedi.

En büyük velîlerden ve on iki İmâmın beşincisi Muhammed Bâkır (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri gece geç vakte kadar ibâdet eder, sonra Allahü teâlâya şöyle yalvararak ağlardı: "Yâ İlâhî! Yâ Rabbî, gece oldu. Gökte yıldızlar var. Herkes uyuyor. Kimsenin sesi çıkmıyor. Yâ Rabbî! Sen dirisin. Her şeyi biliyor, yapılan her şeyi görüyorsun. Uyuman, uyuklaman olamaz. Seni böyle bilmeyen ihsânına kavuşamaz. Sen öyle kuvvet ve kudret sâhibisin ki, hiçbir şey, senin, olmasını dilediğin bir şeyin olmasına mâni olamaz. Senin bâkî ve ebedî oluşunda, gündüzün bitip gecenin başlaması ve gecenin bitip gündüzün başlaması gibi sebeplerle kesiklik, aksaklık olmaz. Rahmetin o kadar çoktur ki, rahmet kapılarını herkese açmışsın. Sana duâ edenlerin, yalvaranların duâlarını kabûl edersin. İhsân ettiğin nîmetlere hamd edenleri çok sever, onlara daha çok nîmetler verirsin. İnanarak ve güvenerek sana duâ edenler, eli boş dönmezler. Sana güvenen, kapına gelen kimseyi döndürmeye kim­senin gücü yetmez. Ey Rabbim! Ölümü, kabri ve sana hesab vereceğimi düşündükçe, önümde bunlar olduğunu bildikçe nasıl olur da senden sevinç ve neşe isteyebilirim. Amel defterimin, sağımdan mı, solumdan mı verileceğini bilemediğim aklıma geldikçe, nasıl olur da senden dünyâlık bir şey istiyebilirim? Can alıcı meleğin geleceğini ve canımı alacağını bildiğim halde dünyâ lezzetlerinden nasıl tat alabilirim?

Yâ Rabbî! Sana yalvarıyor, senden istiyor, rahmetinden ümid ediyor ve istiyorum ki, ölümümü, hesâbımı kolay ve rahat eyle ve sonra azâbı olmayan rahat bir hayat ihsân eyle. Âmin Yârabbel Âlemin."

Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi teâlâ aleyh) ?Kazancın temizliği bedenlerin de temizliği demektir. Allahü teâlâ, temiz giyip, temiz yedirene rahmetiyle muâmele etsin.?

Her sabah namazını kıldıktan sonra şeytanın şerrinden korunmak için şöyle duâ ederdi; ?Allahım, sen bize bir düşman (şeytan) musallat ettin ki, o ve maiyyeti bizi ve kusurlarımızı görür, fakat biz onu göremeyiz. Allahım, onu rahmetinden mahrum ettiğin gibi bizden de mahrum et. Affından ümidini kestirdiğin gibi, bizden de ümidini kestir. Rahmetinle onun arasını uzaklaştırdığın gibi, bizimle de onun arasını uzaklaştır. Zirâ muhakkak ki, senin gücün her şeye yeter, sen her şeye kâdirsin.?

Büyük âlim ve velî Seyyid Muhammed Emîn Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Nakşibendî yolunun üstünlüğünü anlatan eserin sonundaki ifâdelerinde; "Yâ Rabbî! Muhammed Emîn Arvâsî nâm fakîr kulunu, iki dünyânın sevgisinden kurtar. Kalp ve vücûdumuzu zâtının muhabbeti ile tezyîn eyle ve evliyâyı kirâmın hizmetçilerinden say..." diye duâ etmiştir.

Irak´ta ve Mısır´da yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sevenlerinden sâlih bir kimse vardı. Bu kimsenin doğan çocukları yedi gün yaşadıktan sonra ölürdü. Son olarak bir ç...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 15:23:34
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 31 Mart 2010, 15:23:34 »

Peygamber efendimizin arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa´d (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Ankebût sûresinden; "Muhakkak ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. O halde yalnızca bana ibâdet edin." meâlindeki 56. âyetini okudu ve; "Bulunduğunuz yerde fitnelerin yayıldığını görürseniz, o yerden başka yerlere gidiniz. Çünkü yeryüzü çok geniştir." buyurdular.

Bir sene yağmur yağmıyordu. Halk ile yağmur duâsına çıktı. İnsanlara karşı; "Ey insanlar! Hepiniz günahkâr olduğunuzu îtirâf eder misiniz?" diye sordu. Onlar; "Evet, hepimiz günâhkârız. Günâhlarımız çok, hepsine tövbe ettik." dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâya şöyle duâ etti: "Yâ Rabbî! Kur´ân-ı kerîmde meâlen; "İhsân edip doğru söyleyenlerin duâsını kabûl ederim." buyuruyorsun. Biz, çok günâhlarımızın bulun­duğunu îtirâf edip, doğruyu söyledik ve tövbe ettik. Bizi affet ve bize yağmur ihsân et!". Biraz sonra yağmur yağmaya başladı.

Hazret-i Bilâl bin Sa´d buyururdu ki: "Üç kimsenin hiçbir ibâdeti kabûl olmaz. Müşrik, kâfir ve râî" "Râî kimdir?" diye sordular. Dîn-i İslâmın bildirdiği hükümleri bırakıp, kendi re´yi, görüşü ile amel eden kimsedir."

Osmanlı âlimlerinin meşhûrlarından, büyük velî İmâm-ı Birgivî (rah- metullahi teâlâ aleyh) duâ ederken; "Ey yardımcıların en iyisi! Ey ümit- sizlerin sığınağı! Yâ Erhamerrâhimîn! Ey günâhları örten merhâmeti bol Allah´ım! Habîbin, sevgili Peygamberin hürmeti için ve bütün peygamberlerin, meleklerin, peygamberinin Eshâbının ve Tâbiînin hürmetleri için, günâhı çok olan bizlere acı! Suçlarımızı affeyle!" derdi.

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdu ki: "Süfyân-ı Sevrî bir adamı ziyâret ettiği zaman, Allah seni ateşten korusun diye duâ ederdi."

"Ana ve babanın evlatlarına duâları, bir peygamberin ümmetine olan duâsı gibidir."

Talebelerini ellerini açmış duâ ederken görünce; "Duâ, günahları terk etmektir." buyururdu. Rızık konusunda insanları haramlardan ve şüphelilerden sakınmaya teşvik ederdi. Özellikle ticâret erbâbını helâl ve temiz kazanca yönlendirmeye çalışırdı. Bu husustaki âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri sık sık tekrar eder; "Ekmeğini nereden kazandığına iyi bak. Kendini Cehennem´e atma." diye nasîhat ederdi.

Tâbiînden ve evliyâdan Câbir bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) cumâ namazı için mescide gelince ellerini açar ve; "Yâ Rabbî ben bugün sana (kavuşmağı) isteyenlerin en çok isteyeni, sana yaklaşanların en yaklaşanı, sana duâ eden ve seni isteyenlerin en başarılısı (duâsı ençok kabûl olanı) eyle." diye duâ ederdi.

Bağdât´ın büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hocası hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî´nin şu sözünü tekrâr ederdi: "Bir kimse, yaptığı ibâdetlerini ihlâs ile yaparsa, Allahü teâlâ o kimseye, boş hâllerden, lüzumsuz heveslerden halâs olmak, kurtulmak nîmetini, râhatını ihsân eder."

İstanbul´da yetişen meşhûr velîlerden Cemâleddîn Mahmûd Hulvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâya, dünyâ mertebesi ve halkın îtibâr ve sevgisini kazanmak için ibâdet edenler, Allahü teâlânın gazâbına uğrayan kişilerdir."

Tâbiînin büyüklerinden, hadîs âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) Ubâde bin Sâmit´ten rivâyetle, Resûlullah efendimiz şöyle buyurdular: "Bir müslüman, günâh ile duâ etmediği, sılâ-i rahmi (akrabâyı ziyâreti) terk etmediği müddetçe, Allahü teâlâ onun her duâsını kabul eder ve o kadar günâhdan da muhâfaza eder." Cübeyr bin Nüfeyr, Ebî Zerr-i Gıfârî´den rivâyetle Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Allahü teâlâ buyurdu: Ey Âdemoğlu günün başında dört rekât (sabah namazı) ile bana rükû ediniz, geri kalanına (diğer dört vakit namazı) ben sizlere kâfiyim (sizlere kolaylaştırırım. Kılmayı nasib ederim.)" Hadîs-i kudsîsini rivâyet etti.

Cübeyr bin Nüfeyr hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan Muhammed İbn-i Ebî Umeyre´den rivâyetle buyurdular ki: "Eğer bir kul doğumundan, ihtiyar bir halde ölünceye kadar her an secde ederek ibâdet etse (yâni pek- çok ibâdet etse) kıyâmet günü, bu ecir ve sevâbı kendisine yetmez, se- vablarını az görür."

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerine; "Hiç ibâdet ve tâat yapmadan karşılıksız olarak Allahü teâlânın lütfuna kavuşmak mümkün müdür?" diye sordular. Cevâbında; "Zâten gelen bütün nîmetler, bütün iyilikler, hep Allahü teâlânın lütfudur. Bu kadar âciz ve zavallı olan insanların yaptıkları ibâdet ve tâatlerin, O´nun lütfu olan nîmetlere karşılık olması mümkün müdür?" buyurdular.

Yine buyurdular ki: "İbâdet etmek bakımından dünyânın bir saati, kıyâmetin bin senesinden daha iyidir. Zîrâ bu bir saatte, sâlih faydalı amel işlenebilir. Hâlbuki kıyâmetin o bin senesinde bir şey yapılamaz. O hal- de, ey mümin kardeşim! Vaktini boş şeylerle geçirme! Zamânının kıyme- tini bil ve en iyi şeyler için kullan! Namazlarını vaktinde kıl ki, kıyâmet gü- nü pişman olmayasın ve büyük sevâba kavuşasın!"

Evliyânın büyüklerinden Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) dâimâ hüzünlü hâlde bulunurdu. Geceleri Allahü teâlâya yalvarır, duâ eder; "Yâ Rabbî! Sana olan korku ve muhabbetim bende en büyük dert oldu, öbür dertleri düşünecek zaman bırakmadı. Senin derdin uykumla arama girdi." der, sabahlara kadar Kur´ân-ı kerîm okur, namaz kılar, istiğfâr edip günahlarına pişmanlığını dile getirir, göz yaşı dökerdi.

Geceleri feryâd ederek ağlar; "Ey geceler bana bu gam herkesten fazladır. Bu gamla uyumak mümkün değildir. Gecelerde aydınlık yolları bulmak mümkün iken yollarda kalmak revâ mıdır? Yâ Rabbî! Beni bundan kurtar. Uykuyu gözlerimden gider. İbâdetlerimde uyanık ve dikkatli eyle." diye duâ ederdi.

Dâvûd-i Tâî hazretleri buyurdular ki: "Hayâtımda, gece ibâdet eden- lerden başka hiç kimseye imrenmedim."

Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "İbâdetin esâsı üçtür: Allahü teâlânın hükümlerinin hepsini kabûl et, O´nun yanında kıymeti olmayan bir şey yapma, O´ndan başkasından bir şey isteme."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İbâdet yetmiş iki bölümdür. Onların yetmiş biri Allahü teâ- lâdan hayâ etmek, diğeri de bütün iyiliklerdir."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr Vâsıtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vakitlerini ibâdetle geçirirdi. Zaman zaman kendinden bahseder: "Ebû Bekr Vâsıtî bülûğ çağına erdiğinden beri kimse gündüzleri yediğine ve hiçbir gece de uyku uyuduğuna şâhid olmamıştır. İbâdeti korumak, onu yapmaktan daha zordur. O, tıpkı çabuk kırılan cam eşyâ gibidir. Ona, riyâ, gurur, ucub, kibir dokunsa ve değse, kırar." buyururdular.

Suriye´de yetişen velîlerden Ebû İshâk İbrâhim bin Müvelled (rah- metullahi teâlâ aleyh) ihlâs ile Allahü teâlânın rızâsını düşünerek ibâdet ederdi. İhlâs ile ilgili olarak buyurdular ki:

"Yapılan ibâdetin tadı, ihlâs iledir. İhlâs ile yapılan ibâdet, kalbe, rû- ha rahatlık ve lezzet verir. Ucb, kendini ve amelini beğenmek durumu o- lursa bu tad kalmaz."

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İbâdetin tadını alan kimse ibâdetten usanmaz. Usanan kimse, Allahü teâlâyı az tanıdığı için usanır. Peygamber efendimiz o kadar çok namaz kılardı ki, mübârek ayakları şişerdi."

Bağdât´ın büyük velîlerinden Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsında yaptığı ibâdet sebebiyle vecde dalıp, kendinden geçmiş bir arkadaşını görünce; "Sakın ibâdetin verdiği tada kanma, aldanma. Çünkü bu tada dalmakta Rubûbiyet, Rablık vasfını unutmak vardır." "Peki bundan kurtulmak için ne yapmalı?" diye soran birine; "İbâdet eden, yaptığı ibâdeti Hakk´ın yardımıyla yaptığını bilip nefsini bir eliyle itmelidir. Yaratanına yönelip, böyle yaptığı takdirde, ibâdetin ha­bersiz iteceği çukura düşmekten kurtulur."

Hindistan´ın büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin babası Şah Muhammed Ömer´in çocuğu olmuyordu. Bir gün ağabeyi Muhammed Mazhar, babası Ahmed Saîd´in huzûrunda iken; "Kardeşim Şah Muhammed Ömer´in bir çocuğu olması için duâ bu- yursanız." dedi. Ahmed Saîd-i Fârûkî de; "İnşâallah çocuğu olur. Allahü teâlâ kerîmdir ve kâdirdir. Dilerse bir çocuk ihsân eder." buyurdu. Sonra Ahmed Saîd-i Fârûkî´nin tasavvur ve himmeti ile Muhammed Ömer´in ev- lenmesinden on sene sonra bir oğlu dünyâya geldi. Dedesi ona Abdülkâ- dir-i Geylânî hazretlerinin lakabı olan Muhyiddîn lakabını, Abdullah ismini ve hayırlı bir insan olması dileğiyle Ebü´l-Hayr künyesini verdi.

Allahü teâlâ Ebü´l-Hayr Fârûkî hazretlerinin bütün işlerini ve vakitlerini güzel hoş eylemişti. Mişkat kitabında geçen bir hadîs-i kudsîde; "Ey Âdemoğlu! Kendini bana ibâdete ver. Böyle yaparsan gönlünü zenginlik ile doldurur, ihtiyâcını gideririm. Eğer böyle yapmazsan elini meşgûliyetle doldururum. İhtiyâcını gidermem." buyrulmaktadır. Ebü´l-Hayr hazretlerinin bu hadîs-i kudsîye uygun şekilde Allahü teâlânın lütuf ve ihsânı ile gönlü mâsivâdan, dünyâ düşüncelerinden temizlenmişti. Onların her ânı böyle saf ve temiz idi. Kalbi her an Allahü teâlâyı zikrederdi.

Büyük velîlerden Ma´rûf-ı Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ne Cennet arzusundan, ne de Cehennem arzusundan dolayı ibâdet etti. O yalnız Allahü teâlâya olan aşkından ve muhabbetinden dolayı ibâdet etti. Allahü teâlâ da onu en yüksek makamlara yükseltti ve aradaki perdeleri kaldırdı. Hem Hak teâlânın hem de halkın sevgilisi oldu.

Evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Vücûdun rahat edip gece ibâdet yapmaya kalkabilmesi için istirahat şarttır. Çünkü bedenin derin uykuya dalmasına sebep şiddetli yorgunluktur.?

En büyük velîlerden ve on iki İmâmın beşincisi Muhammed Bâkır (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyurdular ki: "Mîde ve nâmusunun iffetini koru...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes