> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü A-İ > Devlet İdaresi ve Siyaset
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Devlet İdaresi ve Siyaset  (Okunma Sayısı 1244 defa)
31 Mart 2010, 15:56:29
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 31 Mart 2010, 15:56:29 »



Devlet İdaresi ve Siyaset

Osmanlı âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında, Osmanlı Devleti içerisinde şehzâdeler kavgası kızışmıştı. Doğuda Şâh İsmâil, Osmanlı Devletinin bütünlüğünü tehdîd ediyordu. Ahmed ibni Kemâl hazretleri bu nâzik devrede devlet idâresi ve siyâset hakkında görüşlerini ortaya koyarak devlet adamlarının dikkatini çekti. Onun bu görüşleri şöyle özetlenebilir:

1. Saltanat ve mevkı ALLAHü teâlânın takdiri ile olur. ALLAH vergisidir.

2. Ordunun görevi memleketi korumak ve gerekirse ölümlerin en güzeli ve en şereflisi olan gazâda ölmektir. (Nitekim şiirinde de;



"Ölümden kurtuluş yoktur cihânda

O derdi çekmez olmaz ins-ü canda

Kişinin ömri çünkim âhir ola

Yeg olur kim gazâ yolunda öle"



demek sûretiyle ALLAHü teâlânın dînini yaymak için çarpışırken ölmenin ehemmiyetini çok güzel anlatmaktadır.)

3. İdâreci güzel silâh kullanacak ve tedbir sâhibi olacaktır.

4. Düşmanı hor ve küçük görmemeli ve plânlı olmalıdır.

5. Siyâset yâni idâre çok mukaddes bir vazîfedir. Herkes bunu yapamaz. Bâzı kâbiliyetler doğuştan veya irsî olarak verilmiştir.

6. Bir memlekette bir idâreci bulunmalı o da âdil, ihsânı bol, affedici, büyüğüne hürmetli ve saygılı olmalıdır.

7. İdâreci, adamı elde etmeyi bilmeli, tehlikeleri işâret edip, onları ne yolla avlarsa avlayabilmelidir.

8. İdâreci kiminle harb ve kiminle sulh yapacağını iyi bilmelidir.

Ahmed ibni Kemâl, İslâm dînini yaymak, düşmanın vatana el uzatmasına mâni olmak ve adâleti ayakta tutabilmek için devlet başkanının bu hasletlere sahib olmasını şart koşmaktadır. Ayrıca o dâimâ devlet politikasını, devlet-millet bütünlüğünü önde tutmakta ve bunu kimde görüyorsa onu desteklemektedir. Nitekim o, Bâyezîd Hanın oğlu Selîm lehine tahttan ferâgatı üzerine diğer kardeşlere karşılık Selîm´i destekledi.

Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Mûsâ el-Acîl (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) insanlardan çok hürmet ve îtibâr gördü. Devlet adamları gelir ziyâret eder meselelerini sorup duâsını alırlardı. Lâkin o makam sâhip- lerinin yanına gitmez mühim bir iş çıkınca mektup yazarak, yapacakları işleri bildirir, hayırlı ve doğru işlere teşvik ederdi.

Bir defâsında Sultan Muzaffer haber gönderip, Fakîh İsmâil Hadra- mî, Fakih Muhammed Hermel ve Ahmed bin Acîl hazretlerini sarayına dâvet etti. Maksadı onlardan birini kâdıların, hâkimlerin başkanı yapmak- tı. Haber Fakih İsmâil ve İbn-ü Hermel´e ulaşınca bunlar acele hazırlanıp yola çıktılar. Giderken Ahmed bin Acîl hazretlerine de uğradılar. Onu da berâberlerinde götürmek istediler. Ahmed bin Acîl hazretleri; "Sultana mı gidiyorsunuz?" deyince, "Evet." dediler. Ahmed bin Acîl haz­retleri; "Be- nim kanâatim, haberi işitince böyle yapmayıp yerinizde kalmanız, hiz- metlerinize devâm etmenizdi. Mâdemki yola çıkmışsınız gittiğinizde Sultâna benden bahsetmeyiniz. Şâyet konu açılıp mecbur kalırsanız; o kendi hâlinde yaşayan biridir. Eğer zorlarsanız bu diyârdan Habeşistan´a gider, deyiniz." buyurdu. Onlar varınca öyle yaptılar. Sultan da onun hâlini anlayıp daha çok takdîr etti.

Velî ve büyük mücâhîd Şeyh Ahmed es-Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Tarsûs Gazetesi muhabirine memleketin içine düştüğü durumun sebeplerini ve kurtuluş çârelerini şöyle belirtmiştir.

"Bu memleketin istikbâli her şeyden evvel ve her şeyin üstünde İslâmiyet´in ahlâkî prensiplerine dayanmaktadır. Bu prensipler üzerindedir ki şanlı yarının, geleceğin binâsını kuracağız. Evet bu memleketin istikbâli, dînimizin hükümlerine uymakta yasaklarından sakınmaktadır. Bu din en yüksek medeniyet, fikir ve ahlâk dînidir. Bize saâdet evini, yurdu- nu bağışlayan ancak bu dindir. Dînimiz bize adâleti, iyiliği, icâdı, ictihâdı, vatan muhabbetini, çalışmayı ve izzet-i îmânımızın muhâfazasını emre- diyor. Dînimiz en ahlâkî ve ictimâî bir dindir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyuruyorlar. Dînimiz fuhşiyâttan, müskirâttan, sefâhetten, tefrikadan, tembel- likten, cehâletten ve bütün kötü ahlâklardan nehyediyor. Görülüyor ki din, bütün hakîkatıyla güzel ahlâkla amel etmektir.

Bizim gücümüzü kıran ve şevketimizi yıkan, düşmanlarımızı üstün eyleyen en büyük sebep, hiç şüphesiz ki dînimizi ihmâl etmekliğimizdir. Hissiyâtımıza mağlûb olmaklığımızdır. Bu durum işlerimizin ve ihmallerimizin neticesi olarak bize acı bir ders oldu. Artık şimdi kendimizi ıslah etmek bize vazifedir. Yoksa büyük zaferin bize hazırladığı gâyeye ulaşmak müyesser olmaz. Din neyimizdir? Din hayatımızdır, onsuz hayat olamaz."

İstanbul´un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akşem- seddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul´un fethinden sonra, ziyârete gitmişti. Sohbet esnâsında; "Muhterem hocam! Elhamdülillah büyük yardımlarınızla İstanbul´u fethet- tik. Artık beni talebeliğe, dervişliğe kabûl buyurmanızı istirhâm ediyo- rum." dedi.

Akşemseddîn hazretleri; "Sultânım, sen bizim tattığımız lezzeti tadacak olursan, saltanâtı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. Dîn-i İslâmı yayma işi yarım kalır. Müslümanların rahat ve huzûr içinde yaşı- yabilmeleri için, devletin ayakta kalması şarttır. Talebelikle pâdişâhlığın bir arada yürütülmesi çok güçtür. Seni talebeliğe kabûl edersem, düzen bozulabilir, halkımız perişân olabilir. Bunun vebâli büyüktür. ALLAHü teâ- lânın gazâbına mâruz kalabiliriz." diyerek, teklifini reddetti. Bunun üze- rine Fâtih Sultan Mehmed Han, hocasına iki bin altın hediye etmek iste- miş ise de, bunu da kabûl etmedi.

İstanbul´da yetişen büyük velîlerden Atpazarlı Osman Fadlı Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Sultan Dördüncü Ahmed Han çok severdi. Zaman zaman saraya dâvet eder, vâz ve nasîhatlerinden istifâ- de ederdi. Sultan bilemediği takıldığı mevzuları ona sorar, istişâre eder- di. Hattâ Ramazân-ı şerîfte, iftarda Seyyid Osman Fadlı´nın önünden artan yemeklerinden bereketlenmek için ister, iftârını onunla ya­pardı.

Bir zaman İstanbul´da isyân oldu. Zorbalar her tarafı darma-dağın edip yağmaladılar. Seyyid Osman Fadlı, hiç çekinmeden talebeleri ile birlikte zorbaları yakalayarak adâlete teslim etti. Böylece din ve devlete büyük hizmetlerde bulundu. Sultan İkinci Süleymân pâdişâh olunca, büyük bir kargaşa oldu. Seyyid Osman bu kargaşalığın ortadan kalkması için duâ etti. Bu duâ bereketi ile ALLAHü teâlâ belâyı kaldırdı. Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden sonra, devlet işlerini düzeltme husûsunda en çok şöhret sâhibi Seyyid Osmân oldu.

Devlet işlerindeki tesiri gittikçe artan Seyyid Osman Fadlı´yı, devletin ileri gelenlerinden bâzıları çekemediler. Sultana, verdiği bir vâz yüzünden şikâyet ettiler. Çeşitli entrikalar çevirerek Magosa´ya gönderilmesini sağladılar. Kendisi; "Bu hâdise, dört ay önce ALLAHü teâlâ tarafından kalbime ilhâm edildi. Fakat; "Makâmından ayrılma, yerinde kal. Çünkü bunda ALLAHü teâlânın çeşitli hikmetleri var." dendi. Biz de bu emre uyup, yerimizden ayrılmadık." Dedi

Büyük İslâm âlimi ve velî olan Bâkıllânî el-Eş´arî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, zamânın hükümdarı Adudüddevle Bizans´a elçi olarak gönderdi. Bizans hükümdârı, kendisine meşhûr bir âlimin elçi olarak geldiğini duyunca, onu makâmına çağırdı. Yalnız, kendisine müslüman olmadığı için elçinin hürmet etmeyeceğini bildiğinden, bir hîle düşündü. Gelen elçinin huzûruna girerken, kendi tebeasının yaptığı gibi yerlere kadar eğilerek girmesini istiyordu. Bunun için, ancak eğilerek geçilebilecek üstü kapalı bir yer yaptırdı.

Bâkıllânî´nin bu dehliz gibi yoldan makâmına getirilmesini emretti. Bâkıllânî´ye, hükümdâr seni huzûruna çağırıyor diyerek, hazırlanan yerden geçirmek istediler. Bâkıllânî bu yeri görünce, öne eğilerek girmedi. Ters dönüp, eğildi ve Bizans hükümdârının odasına arka arka yürüyüp girdi. Girince doğrulup, yönünü hükümdâra döndü. Bu hareketi gören Bizans hükümdârı çok şaşırıp, heybeti ve vakarı karşısında ezildi.

Bâkıllânî hazretleri bir gün, Bizans hükümdârının sarayında, imparator meclisinde papazlarla münâzaraya oturmuştu. Papazlar hazret-i Âişe ile ilgili olan ifk hâdisesini konuşmaya başlayınca, Bâkıllânî, hazret-i Meryem´i ve hazret-i Âişe´yi kasdederek; "Biri kocasız çocuklu, biri kocalı çocuksuz iki mübârek kadının temiz oldukları vahiy ile bildirilmiştir." diyerek karşılık verdi ve papazları susturdu.

Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretlerini, devlet memurlarından bir kimse, zaman za- man ziyâret eder, vazîfesinden ayrılarak devamlı onun hizmetiyle şeref- lenmek istediğini bildirirdi. Mevlânâ da, vazîfesini bırakmamasını ister, o- na nasîhatler ederdi. Bir gün ona şu menkıbeyi anlattı: "Abbâsî halîfesi Hârûn Reşîd zamânında bir zâbıta âmiri vardı. Hızır aleyhisselâm ile her gün görüşüp sohbet ederlerdi. Zâbıta âmiri bir gün vazîfesinden istifâ et- ti. Zâhid olup insanlardan ayrı yaşamaya, kimseyle görüşmeyip tek başı- na ibâdet yapmağa başladı. Fakat istifâ ettikten sonra Hızır aleyhisselâm kendisine hiç uğramaz oldu. Bu duruma zâbıta âmiri çok üzüldü. Her gün sabahlara kadar cenâb-ı Hakka yalvarıp, gözyaşı döktü, tövbe istigfâr et- ti. Bir gece rüyâsında Hızır aleyhisselâmı görüp yalvardı. "Ey vefâlı dost! Ben seninle devamlı olarak sohbet etmek maksadıyla dünyâ makamla- rından istifâ ettim. Uzlete çekilip, yalnız başıma ibâdet etmeye başladım. Böylece san...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 31 Mart 2010, 15:57:54 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Devlet İdaresi ve Siyaset
« Posted on: 29 Mart 2024, 01:11:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Devlet İdaresi ve Siyaset rüya tabiri,Devlet İdaresi ve Siyaset mekke canlı, Devlet İdaresi ve Siyaset kabe canlı yayın, Devlet İdaresi ve Siyaset Üç boyutlu kuran oku Devlet İdaresi ve Siyaset kuran ı kerim, Devlet İdaresi ve Siyaset peygamber kıssaları,Devlet İdaresi ve Siyaset ilitam ders soruları, Devlet İdaresi ve Siyasetönlisans arapça,
Logged
31 Mart 2010, 15:59:35
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 31 Mart 2010, 15:59:35 »

Anadolu´da yetişen meşhûr velîlerden Pîr Ali Aksarâyî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer İbrâhim Edhem bu fakîrin zamâ- nında olsaydı, ona saltanatı terk etmesi için izin vermezdim. Onu kemâle erdirince hem dünyâ hem de âhiret sultânı olurdu." ve; "Sâdık mürîdin dünyâ saltanatını terk etmesi lâzım değildir

Tâbiînin büyük fıkıh âlimlerinden ve velî Sâlim bin Abdullah (rah- metullahi teâlâ aleyh) dedesi hazret-i Ömer´in hâlini anlatırken, Resû- lullah efendimizden ve Asr-ı saâdetten de kıymetli haberler vermektedir: "Hazret-i Ömer devlet başkanı seçildiğinde, hazret-i Ebû Bekir´e tâyin edilen maaş kadar ücret almaya başladı. Bu şekilde devam ederken, bir defâsında sıkıntıya düştü. Muhâcirlerden bir grup, toplanıp bu mevzuyu görüştüler. Zübeyr bin Avvam, hazret-i Ömer´e söylesek de maaşını biraz artırsak, buyurdu. Hazret-i Ali, ümid ederiz ki kabûl eder deyip, haydi gidelim buyurunca kalktılar. Hazret-i Osman; "Hazret-i Ömer´in hak ve adâlette ne kadar sert olduğunu biliyorsunuz. Bu isteğimizi kendisini kırmayacağı birisine söyletelim. Kızı Hafsa´ya (r.anhâ) gidip, bu meseleyi anlatalım. Bizim ismimizi vermeden, arzumuzu ona bildirsin" buyurdu. Kabûl ettiler ve doğru hazret-i Hafsa´nın yanına gittiler. Ona durumu an- lattılar ve bunu kabûl etmeden hazret-i Ömer´e kimsenin ismini söyleme- mesini de tenbih ettiler. Sonra da dışarı çıktılar. Bunun üzerine Hafsa (r.anhâ), hazret-i Ömer´in yanına gitti. Durumu anlattı. Hazret-i Ömer ce- lâllenip, "Kimdi onlar?" diye suâl etti. Hazret-i Hafsa, "Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem" dedi. Hazret-i Ömer; "Eğer kim olduklarını bil- seydim, iyice döverdim. Ama, duâ etsinler ki, arada sen varsın. Peki Haf- sa, Allah aşkına söyle, Resûlullah efendimiz senin evinde kalırken giydi- ği en kıymetli elbise neydi? " Hafsa (r.anhâ); "İki tane renkli elbisesi var- dı. Elçileri onlarla karşılar, Cumâ hutbelerini onlarla okurdu" dedi. Hazre- t-i Ömer; "Peki yediği en iyi yemek neydi?" diye sorunca, kızı; "Bizim ye- diğimiz ekmek, arpa ekmeğiydi. O sıcakken, yağ kabının altına koyardık. Ekmek yumuşar ve yağlanırdı. Onu yerdik ve güzel bulduğumuz için başkalarına da ikrâm ederdik" diye cevap verdi. Hazret-i Ömer tekrar; "Senin yanında kaldığı zamanlarda kullandığı en geniş, rahat yaygı neydi?" diye sordu. Hazret-i Hafsa; "Kaba kumaştan yapılma bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar ve altımıza yayardık. Kış gelince de yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik" diye cevap verince, halîfe; "Yâ Hafsa! Benim tarafımdan onlara söyle. Resûlullah efendimiz kendine yetecek miktarı tespit eder, fazlasını ihtiyaç sahiplerine verir ve kalanla iktifâ ederdi. Vallahi ben de kendime yetecek kadarını tesbit ettim. Artanı ihtiyaç sâhiplerine vereceğim ve bununla iktifâ edeceğim. Resûlullah efendimiz, hazret-i Ebû Bekir ve ben bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun so­nuna vardı. Diğeri de aynı yolu takip etti ve O´na kavuştu. Sonra üçüncüsü yola koyuldu. Eğer o da öncekilerin gittikleri yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer, öncekilerin gittikleri yoldan başka bir yol takip ederse, onlarla buluşamaz" buyurdu."

Yine hazret-i Ömer´in şöyle buyurduğunu rivâyet eder; "Vallahi biz dünyâ zevklerine rağbet etmeyiz. İstesek bir hayvan kestirir, ekmek ve kuru üzümden şıra yaptırır yer, içeriz. Fakat, biz bu nîmet ve güzellikleri öbür dünyâya bırakmak istiyoruz. Çünkü Allahü teâlâ meâlen şöyle buyuruyor: (Kâfir olanlara, ateşe arz edecekleri gün şöyle denir) "Siz dünyâ hayatında bütün zevklerinizi yaşayıp bitirdiniz ve bunlarla sefâ sürdünüz. Artık bugün hakâret azâbı ile cezâlanacaksınız, çünkü yeyüzünde haksız yere kibir taslıyor, bir de dinden çıkıyordunuz (fâsıklık ediyordunuz)" (Ahkâf sûresi: 20)

Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin, Sâlim bin Abdullah hazretlerine yazdığı bir mektubta şöyle buyuruyor: "Müminlerin emîri Ömer bin Abdü- lazîz´den, Sâlim bin Abdullah´a! Sana selâm ederim. Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamd ederim. İsteklisi olmadığım halde, bu ümmetin halîfeliği bana verildi (halîfe oldum). Allahü teâlâ böyle takdir etmiş. Yüklendiğim bu vazifede beni muvaffak kılmasını, insanları söz dinler ve itâatkâr eylemesini, yardımcı kılmasını, benim onlara karşı mer- hamet ve adâletle muamele etmemi nasîb eylemesini, Allahü teâlâdan dilerim. Bu mektûbum sana ulaşınca, bana Ömer bin Hattâb´ın çeşitli kimselere gönderdiği mektublarını, onun hayâtı ve yaşayışı ile alâkalı bilgileri, vermiş olduğu hükümleri hemen gönder. Çünkü ben onun izin- deyim. Onun hayâtını ve yaşayışını kendime örnek alıyorum. Allahü teâ- lâ bu yolda bizi muvaffak eylesin. Vesselâm."

Tâbiînin büyük âlim ve evliyâsından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) Medîne vâlisinin yanına gitti. Vâli; "Bana nasîhat et" dedi. Ebû Hâzım hazretleri şöyle buyurdu. "Kapına gelenlere bak. Eğer, iyi insanları yaklaştırırsan, kötüler yaklaşmaz. Kötüleri yaklaştırırsan, iyiler gelmez."

Süleyman bin Abdülmelik, Ebû Hâzım hazretlerine dedi ki: "Keşke, yarın huzûr-i ilâhîde durumumun nasıl olacağını bilseydim. "Ebû Hâzım şöyle dedi: "İyi kimsenin durumu, ehlinden (âilesinden) uzun zaman ayrılıp, sonra onlarla buluşturulan gâib kimse gibidir. Kötü kimsenin durumu, kaçıp da, sonra yakalanıp efendisine teslim edilen kimsenin durumu gibidir." O zaman Süleyman bin Abdülmelik çok ağladı.

Süleyman bin Abdülmelik yine sordu. "Allahü teâlânın rahmeti nerededir?" Ebû Hâzım; "Allahü teâlânın rahmeti muhsinlere (iyi kimselere) yakındır" buyurdu. Tekrar; "Bizim durumumuz nasıl iyi olacak?" diye sor- du. Cevâbında; "Kibri terk eder, mürüvvete (insâniyet-vakar) yapışırsınız."

En âdil şey nedir? sorusuna; "Kişinin kendi nefsine güvenip, korktuğu kimsenin yanında doğruyu söylemesidir."

En çabuk kabûl olan duâ hangisidir? sorusuna; "İyi bir kimsenin, iyi olan kimselere duâsıdır."

İnsanların en akıllısı kimdir? sorusuna; "Allahü teâlâya itâate muvaffak olup ve onunla amel edip, insanların da bunu yapmasına rehberlik eden kimsedir." buyurdu.

Süleyman bin Abdülmelik duâ isteyince, şöyle duâ etti:

"Ey Allah´ım! Süleyman eğer senin velî kullarından ise, ona dünyâ ve âhiretin hayırlarını ver. Eğer senin düşmanlarından ise, râzı olduğun şeyleri ona nasîb eyle."

Ebû Hâzım daha sonra şöyle söyledi; "Eğer ehli isen, çok açıklama yaptım. Eğer ehli değilsen, neye yarar?"

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on dördüncüsü olan Seyyid Emîr külâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında Timûr Hân Semerkand´a yerleşince, Buhârâ´ya gitmeyi arzu etti. Bu sebeple Emîr Külâl hazretlerine haber gönderip, bizim Buhârâ´ya gelmemize müsâade ederler mi? Şâyet izin verilmezse, kendilerinin Semerkand´ı teşrîf etmelerini arzu ediyoruz, nasıl buyururlarsa öyle yapalım." dedi. Timûr Hânın bu arzusu üzerine, Emîr Külâl hazretleri ne gelmesini, ne gitmeyi kabûl edemeyeceğini ve kendilerine duâ etmekte olduğunu söyledi. Bunları bildirmek ve Timûr Hânla görüşmek üzere, oğlu Emîr Ömer´i vazifelendirdi. Oğlunu gönderirken şöyle dedi: "Ey oğlum! Emîr Timûr´a söyle! Eğer Allahü teâlânın râzı olduğu yolda yürümek istiyorsa, takvâdan ve adâletten aslâ ayrılmasın. Bunları kendisine şiâr edinsin ki, kıyâmet günü kurtulabilsin! Yine talebelerimizle her zaman ona duâ ettiğimizi söyle. Eğer dünyâya meylederse, bu durumların faydasına kavuşamaz." Emîr Külâl hazretlerinin oğlu Emîr Ömer, Semer- kand´a gidip, Timûr Hân ile görüştü. Babasının söylediği şeyleri aynen bildirdi. Birkaç gün sonra da, Buhârâ´ya dönmek üzere Timûr Han´dan müsâade istedi. Ayrılırken, Timûr Han ona; "Buhârâ ve çevresini sizin emrinize bırakayım, ne olur kabûl edin." dedi. Emîr Ömer; "Buna izin yok." dedi. Bunun üzerine Timûr Hân; "Öyleyse Buhârâ şehrini Emîr Kü- lâl hazretlerine bağışlayayım." deyince, Emîr Ömer yine; "Buna izin yok." dedi. Timûr Han; "Hiç olmazsa, Buhârâ yakınında ikâmet etmekte oldu- ğunuz köyü size bağışlıyayım." diyerek, çok temennide bulundu. Emîr Ömer şöyle dedi: "Babamdan şu sözleri işittim: Sizin için; "Eğer, Allah adamı olan büyüklerin kalbinde bir yer kazanmak istiyorsa, takvâdan ve adâletten ayrılmasın. Kıyâmet günü Allahü teâlânın rahmetine kavuşmak bununla olur." buyurdu.

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Seyyid Velâyet (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak nakledilir ki: Sultan İkinci Bâyezîd Hân, ömrünün sonuna yakın; "Yerime, en lâyık olan Yavuz Sultan Selim?dir. Sağlığımdayken saltanat vazifesini ona vereyim" diye, onu İstanbul?a dâvet etti. Ancak Şehzâde Sultan Ahmed?in sevenlerinin ısrâr etmesi üzerine, İkinci Bâyezîd tereddüde düştü. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, sâlih ve âlim zâtlardan yardım ve duâ istedi. Bu sırada Seyyid Velâyet ile de görüşmek istedi. Fakat Seyyid Velâyet onunla görüşmeyi kabûl etmedi. Şehzâde Yavuz Sultan Selim?in ısrârı üzerine görüştü. Yavuz Sultan Selim, Seyyid Velâyet hazretlerinden duâ istedi ve pâdişâh olup, olamıyacağını sordu. Seyyid Velâyet bir müddet cevap vermedi. Sonra; "Üzülmene lüzûm yok. Saltanat yakında sana nasîb olacaktır. Ancak, pek uzun sürmeyecektir" buyurdu. Dediği gibi olup, Yavuz Sultan Selim?in pâdişâhlığı sekiz yıl sürdü.

Mısır evliyâsının büyüklerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Sultân-ül-Ulemâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) kâdılığı sırasında Mısır´da, vezîr Fahreddîn Osman, câminin yanına davul çalınacak bir yer inşâ edilmesini emretti. Bunu haber alan İzzeddîn bin Abdüsselâm, oranın inşâsını durdurdu. Buna râzı olmayan vezîr, derhâl İzzeddîn bin Abdüsselâmı görevinden azletti. Sultânın ağzından halîfe Mu´tasım´a bu durumu anlatan bir mektup yazıp gönderdi. Halîfe Mu´tasım, mektubu getirene; "Bunu sana sultan mı verdi?" diye sorunca, o da; "Hayır, vezîr Fahreddîn ver- di." dedi. Bunun üzerine halîfe; "İzzeddîn bin Abdüsselâm´ın söylediği doğrudur. Hemen o câ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes