> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü A-İ > Aşk Muhabbet
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Aşk Muhabbet  (Okunma Sayısı 1788 defa)
07 Nisan 2010, 15:11:56
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 07 Nisan 2010, 15:11:56 »



Aşk-Muhabbet

İstanbulda yetişen büyük velîlerden Abdülehad Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Sultanahmed Câmiinde vâz verirken şu şiiri söyledi:



Semâdan sırr-ı tevhîdi duyan, gelsin bu meydâna.

Derûn içre bugün, ALLAH diyen gelsin bu meydâna

Duyanlar sırr-ı Settârı, görenler nûr-i Gaffârı

Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâna



Sezâdır ehl-i irfâna getirsin cânı meydâna

Fedâ kılmaya ol cânı duyan gelsin bu meydâna

Gönül maksûdunu buldu, cihan envâr ile doldu.

Bugün iklim-i oldu, duyan gelsin bu meydâna



Anadolu evliyâsından Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) ALLAHü teâlânın aşkı ile çok güzel şiirler söylemiştir. Bunlardan bi­risi;

Cemâlullaha olan âşık hevâ ile sivadan geç

Karışma fi´l-i Hakka ey gönül çûn-u-çirâdan geç.



Bekâdan neş´edâr ol bâde-i tevhîd ile ey dil

Gönülden hâzır ol Hakk´a heman mülk-i fenâdan



Libas-ı fahri neyler câme-i aşk âşıka kâfî

Abâ-yı aşkı gey İlmî bütün dârû devâdan geç.



Ey gönül erbâb-ı câha etme arz-ı ihtiyaç

Bâb-ı Hak meftûh iken gayra ne lâzım ilticâ.



Hindistan evliyâsından ve Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrü­nün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı. İbâdetlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı. Buyururdu ki:

Şu şiiri okuduğum zaman ALLAHü teâlâ vücûduma bir güç kuvvet ve­riyor, gençleşiyorum.

Gerçi ihtiyârım, kalbim hasta, dermansızım,

Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim.



Yâni; her ne kadar ihtiyâr, hasta ve mecâlsiz olsam da, hakîkî sevgi­linin aşkı ve O´na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim.

Himmetzâde Abdullah Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) 1688´de hacca gitti. İliklerine kadar Resûlullah aşkı ile yanarak şu kıtayı söyledi:



.

Ravzana yüz süren bulur amân

El amân ey Fahr-i âlem el amân

Her gelen dilhaste, bulur tâze can

El amân ey Fahr-i âlem el amân.



ALLAHü teâlâyı tam bir muhabbetle sevmek, O´ndan başka her şey­den yüz çevirmek aşk adını alır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, "Nefsin kötü ar- zularına yâni şehvete aşk ve muhabbet adını takmamalıdır. Aşk, muhab- bet kalpte olur ve kıymetli­dir. Gerçek aşk, ALLAHü teâlâyı ve O´nun sev- diklerini sevmektir." buyur­muştur. (E. Ans. c.1, s. 6)

İbrâhim Hakkı Erzurumî de; "Aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzel­leştirir. Aşk, insanın kalbinde bir ateş olup, kalpte ALLAH sevgisinden baş- ka bir şey bırakmaz. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi, doğru ve saftır. Uyanık kalpli ve hatâdan uzaktır." demiştir. (E. Ans. c.1, s.7)

Anadolu velîlerinin büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Kuddûsî mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır.

Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddûs Kuddûs diye ALLAHü teâlâyı zikr ediyormuşum. Birgün annem babama bu durumu söy- leyince, babam; "Kimseye söyleme bu oğlumuz kemâl sâhibi olur inşaallahâ- ALLAH." demiş.

Ahmed Kuddûsî bu durumu şu şiirinde de anlatır.



Kuddûs´a mensûb olmuşam,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!

Hem O´na meczûb olmuşam,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Bil ana rahminde beni,

Ki etmişem takdîs O´nu,

Anam işitmiştir bunu,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



On ikiye erdi yaşım,

Aşk oldu yâr u yoldaşım,

Takdîs-i Hakk idi işim,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Yiğirmide ettim hereb,

Gezdim Hicâz´ı, Şam´ı heb,

Kuddûs´e çektim çün nasab,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



.

Şevkiyle oldum bî karar,

İçimde ışık odu yanar,

Kuddûs´e etmişem firâr,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Çektim sivâsından eli,

Buldum O´na giden yolu,

Varsun desün münkir, deli!

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Yetmiş, dahî üç oldu sin,

Hayran bana hep ins ü cin,

Kuddûs´e kalbim mutma´în,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Tedbîr-i dünyâ bilmezsem,

Arzû-yı Cennet kılmazsam,

Ağyâra mensûb olmazsam,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Kuddûsî´yi cezb etti ol,

İster O´na her dem vusûl,

Der bilmeyip iz´an usûl,

Kuddûsî´yem! Kuddûsî´yem!



Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki: "Ey dostlar! Bir kim- se, ALLAHü teâlânın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde çok usta bir dal- gıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan vahdâniyet denizine gi­re- mez. Ona girmek için çok usta ve dikkatli bir dalgıç olmak gerekir."

"Gönlünde ALLAHü teâlânın aşkını taşıyanlar, dünyâ ile tamâmen alâ­kalarını kesmişlerdir. Halk içinde Hak ile olurlar. Bir an ALLAHü teâlâyı unutmazlar."

Evliyânın büyüklerinden Alâeddîn Âbizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İçinde hakîkî aşk acısı bulunmayan kimseye, bu yolda i- lerlemek nasîb olmaz."

Suriye´de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâyı taleb ve O´nun rızâsını isteme husûsunda samîmî ve doğru olan, insanların kendisini terk etmelerine aldırmaz!"

Osmanlılar zamânında yetişen İslâm âlimlerinden ve tasavvuf bü­yük- lerinden Behiştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şiirlerinden bâzı beyitler:

.

Visâlın Kâbe´dir, rûz-ı ecel azmi zamânıdır

Kefen ihrâmı, tâbût, ol yolun taht-ı revânıdır.



(Sana kavuşmak Kâbe´ye kavuşmak demektir. Ecel günü ise dün­yâ- dan gitme zamânıdır. Bu yolda kefen ihram, tabût da yürüyen bir taht­tır.)



Bülbül-i gülşen-i kudsüm bu cihân dâmımdır

Beni bunda tutan ol serv-i gül-endâmımdır.



(Ben aslında mukaddes ve azîz olan gül bahçesinin bülbülüyüm. Fakat vücûd denen dünyâ evinde hapsedildim. Beni burada eğleyen boyu gül gibi olan ve salınan servi boylu sevgilidir.)



Yâ sabır, yâ sefer derler, ne Rûm ü ne Acem kaldı

Dolaştım rub´ı meskûnu, hemen mülk-i adem kaldı.



(Âşık için yâ sabır yahut da sefer lâzımdır. Ben Anadolu´dan, Acem mülküne kadar dünyânın dört bir tarafını gezdim, gezip görmediğim sâ­dece yokluk ülkesi kaldı.)

Bağdât´ın büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "ALLAHü teâlâya âşık olanlar, insanı O´ndan uzaklaştıran her şeyden uzak olup, alâkalarını keserler."

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamazsa, hakîkî âşık değildir."

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa´da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri için yazılan bir şiir:



Gerçi âşıklara salâ denildi,

Derdi olan gelsin dermânı buldum.

Âh ile vâh ile cevlân ederken,

Cânımın içinde cânânı buldum.



Akar gözlerimden yaş yerine kan,

Zerrece görünmez gözüme cihân.

Deryâlar nûş edip, kandırmaz iken,

Âşıklar kandıran ummânı buldum.



Âşıklar meydana doğru varırlar,

Erenler cem olmuş, verir alırlar.

Cümle velîler, dîvân dururlar,

Hakk´a mahbûb olan sultânı buldum.

.

Açılmış dükkânlar kurulmuş pazar,

Canlar mezâd olmuş dellâl de gezer.

Oturmuş ümmetin berâtın yazar,

Cevâhir bahş olan dükkânı buldum.



Emîr Sultan ne hoş pazar imiş,

Âşıklar meydan edip gezer imiş.

Cümlenin maksûdu ol dîdâr imiş,

Hakk´a karşı duran dîvânı buldum.



SOFU BABA´NIN AŞKI




Seyyid Fehîm her sene, Van´a gidip bir defâ

Güzel sohbetleriyle, nûr saçardı etrafa.



Mevsim yaz olduğundan, hava bir sıcaktı ki,

İnsanlar harâretten, kavruluyordu sanki.



Gençten bir kimse vardı, hem de Fehîm isminde,

Yaşardı o zamanlar, günah işler içinde.



Bu genç, dağdan bir tabak, kar temin edip bir gün,

Getirip huzûruna, arz etti o büyüğün.



Seyyid Fehîm o gence, buyurdu: "İsmin nedir?"

O gâyet sıkılarak, dedi: "İsmim Fehîm´dir."



Bir makbûl olmuştu ki, getirdiği soğuk kar,

Şefkatle etti ona, bir teveccüh ve nazar.



Bu, öyle bir teveccüh, öyle nazardı ki hem,

Kalbi, Seyyid Fehîm´in, aşkıyla doldu o dem.



Öyle bir muhabbetle, bağlandı ki o zâta,

Onun muhabbetiyle yanar oldu âdetâ.



Sonradan Seyyid Fehîm, Arvas´a etti avdet,

O sene kış mevsimi, şiddetli geçti gâyet.



Ve lâkin yanıyordu, o aşkla onun gönlü,

Onun ayrılığına, yoktu hiç tahammülü.



.

En son dayanamayıp, dedi ki: "Anneciğim,

Heybemi hazır et ki, Arvas´a gideceğim."



Dedi: "Gitme evladım, bir baksana şu kışa,

Çıkarsan yem olursun, dağlarda kurda kuşa."



Lâkin o, kararını, vermiş idi pek kat´i,

Zîrâ onun aşkından, kalmamıştı tâkati.



Heybes...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 07 Nisan 2010, 15:13:21 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Aşk Muhabbet
« Posted on: 25 Nisan 2024, 07:38:41 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Aşk Muhabbet rüya tabiri,Aşk Muhabbet mekke canlı, Aşk Muhabbet kabe canlı yayın, Aşk Muhabbet Üç boyutlu kuran oku Aşk Muhabbet kuran ı kerim, Aşk Muhabbet peygamber kıssaları,Aşk Muhabbet ilitam ders soruları, Aşk Muhabbetönlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 15:18:52
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2010, 15:18:52 »

Anadolu´da yetişen büyük velîlerden Mustafa Mânevî Efendi (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin şiirlerinden biri:



SELÂM EYLE



Sabâ! Vakt-i seher ol zülf-i cânâne selâm eyle,

Yolun uğrarsa koş! Arş-ı Rahmâna selâm eyle,

Seherde bülbül-i şeydâyı tahrîk eyledim bildim,

İden ol gulgule feryâd u efgâne selâm eyle.



Medîne şehrine var Ravda-ı pâke sürüp yüzler,

Varıp, ol hâk-i pây-ı rûh-ı sultâna selâm eyle.

Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ali ile Hasan Hüseyin,

Cenâb-ı Fâtıma ol binti cânâne selâm eyle.



Süheyb-i Rûm u Ammâr ibni Yâsir, Hamze vü Abbâs,

Bütün ahbâb ile ervâh-ı ihvâna selâm eyle.



Azizim Hazret-i pîrim, efendim hâkine yüz sür,

Derûnî iştiyâk ile o cânâne selâm eyle,

Varıp ol, Kâbetullah´ı ziyâret kıl, tavâf eyle,

Safâ vü Merve´de sa´y eyle, kurbâna selâm eyle.



Erişip, İbn-i Abbâs kabrini bir hoş ziyâret kıl,

Bütün Eshâba, İbn-i Ammi sultâna selâm eyle.

Oradan uğra Bağdât´a sürüp ol hâke hem yüzler,

Dahi ol kutb-ul-aktâba Şeyh Geylâne selâm eyle.



Eşiğine yüzünü sür fedâ kıl canla başı,

Ol Abdülkâdirî´nin sen Âsitânına selâm eyle.

Eriş Mûsâ-ı Kâzım hem eimme zümresine hep,

Ferîd-üd-dehr olan ol ismi Nu´mân´a selâm eyle.



Cemî-i müctehidler mâ takaddem ve mâ teehhar hep,

Kubûrin kıl ziyâret ehl-i irfâne selâm eyle.

Bilâd-ı ehl-i İslâm´ın cemîsini ol devvâr,

Ledünnî ehline hep, pâdişâhâne selâm eyle.



Tarîk-ı Nakşibendî Hâcegân ser çeşme-i aktâb,

O pîr-i ekreme, o bahr-ı ummâna selâm eyle.

Dolaşıp Rûm diyârını hep ziyâret eyle onları,

Gelip Şam-ı şerîfe bahr-ı Kur´ân´a selâm eyle.



Bilâl ile nice Eshâb u ehlullah makbûrdur.

Dahî Şeyh Arabî, hem Şeyh Arslan´a selâm eyle.

Varıp kırklar makâmına husûsen hazret-i Yahyâ,

Ânın ol ravda-i pâkine rindâne selâm eyle.



Demişler onda yetmiş bin kadar var enbiyâ cümle,

Salât eyle selâm et, cümle yeksâne selâm eyle.

Cemî-i enbiyânın merkad-i pâkine bir bir vur,

Mübârek rûhlarına pek garîbâne selâm eyle.



Umûmun merkadi ma´lûm değildir, şüphesiz hakkâ,

Umûmun rûh-ı pâkine habîbâne selâm eyle.

Husûsan Şam içinde garka-i rahmet onlardan,

Ne denlî var ise, hep ehl-i îmâna selâm eyle.



Erişip Tûr-i Sinâya münevver kabr-i Mûsâ´ya,

Sürüp akdâmına yüzler, kelîmâne selâm eyle.

Ne küllü var ise hep enbiyâ vü evliyâ cümle.

Zebûr, İncil ü Tevrât ve ehl-i Kur´ân´a selâm eyle.



Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında Anadolu´da yaşayan velîlerden Seyyid Alâeddîn Ali Semerkândî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rine, "Âşıktan" sorduklarında; "Aşk ateşinin harareti âşıkı çekip alır, ya­nıp tutuşan dervişde inlemek, ağlamak, gönlü yaralı olmak gibi halleri olur. Böyle haller gayri ihtiyâri olup ellerinde değildir. Onların derdine düşmeyen onları yermesin, ayıplamasın, başa kakmasın ve taşlamasın." buyurdular.

Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretleri hakkında sâlihlerden bir zât şöyle anlatıyor: "Bir defa Sır- rîyi Sekatî´yi ziyâret etmek için evine gidip, kapısını çaldım. İçeriden "Kim o?" dedi. "Âşığın birisi" dedim. "Eğer âşık olsaydın, hep Allahü teâlâ ile meşgûl olur, bana gelmezdin" buyurdular ve; "Yâ Rabbî! Bu kimseyi hep kendin ile meşgûl eyle ki, başkaları ile meşgûl olmasın" diye duâ etti. Bu anda bende çok değişiklikler hâsıl oldu. Duâsı kabûl ol­muştu."

Hindistan´ın büyük velîlerinden Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender (rah- metullahi teâlâ aleyh) yazdığı kıymetli mektuplarından birinde buyu­ruyor ki: "Ey kardeşim! Senin evliyâlık yolunda ilerlemene yardım ettikle­rinde ve sana bir cezbe verip, seni, senin senliğinden çaldıklarında bilir­sin ki, aşk sana gelir, güzellik sana görünür. O güzelliği bilince, mâşûku tanır- sın ve mâşûka âşık olursun.

Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhe­binden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı, Ahmed bin Hanbel (rahme- tullahi teâlâ aleyh) Abdullah bin Mübârek hazretlerinin gelmesini ve onunla görüşmeyi çok arzu ediyordu. Nihâyet bir gün oğlu; "Babacı­ğım! Abdullah bin Mübârek geldi, kapıdadır, sizi görmek istiyor." dedi. İmâm-ı Ahmed; "İçeri alma!" dedi. Oğlu; "Babacağım, bunda ne hikmet vardır ki, senelerdir onu görmek arzusu ile yanıyordun, bugün bu saâdet, bu nîmet kapınıza geldi de içeri almıyorsunuz?" dedi. Ahmed bin Hanbel; "Evet, söylediğin gibidir. Ama korkarım ki, onu gördükten sonra ayrılığına daya- namam. Onun kokusu için bir ömür harcadım. Onu ayrılmak olma­yan yerde görmek isterim." dedi.

Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine muhabbetten sordular; cevaben: "Muhabbet Allahü teâlâya aşırı sevgi duymak ve sevgilinin irâdesine kusursuz teslim olmak ve emirlerine uymakla ele geçer." buyurdular.

Hindistan evliyâsından Ahmed Şeybânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Peygamber efendimize olan muhabbet ve aşkı pek çokdu. Kendisine bir kimse gelerek; "Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm." dese, derhâl kendisini toparlar, o kimsenin karşısında ayakta durur, elleri bağlı olarak, büyük bir hürmet ve edeb ile anlatmasını beklerdi. O kimse anlattıkça, ellerine, ayaklarına kapanır, o zâtın elbisesini yüzüne gözüne sürerdi. O kimse; "Filan yerde gördüm." derse, o yere gider, orayı öper, yüzünü sürerdi. Orada bir taş varsa, taşı yıkar, suyunu içer, o suyu gül­suyu ile elbisesine sürerdi.

Amasya´da yetişen velîlerden Ali Hâfız Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyururdu ki: "Muhabbet edene muhabbet edilir. Seven sevilir. Unutmayan unutulmaz."

Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yururdu ki: "Allahü teâlâyı hakkıyla tanıyan O´ndan başkasında sükûn ve râhat bulamaz."

"Allahü teâlâya yaklaşmak, Allahü teâlânın velî kulları hâriç, bütün mahlûklardan uzaklaşmaktır. Allahü teâlânın velî kullarına yakınlık, in­sanı Allahü teâlâya yaklaştırır."

Meşhûr velîlerden ve akâid imâmı Amr bin Osman Mekkî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Muhabbet rızâya, rızâ da mu­habbete dâhildir. Rızâsız muhabbet, muhabbetsiz rızâ olmaz. Çünkü in­san ancak sevdiğine râzı olur, râzı olduğunu sever."

Büyük velîlerden ve fıkıh âlimi Ayn-ül-Kudât Hemedânî (rahmetu-l lahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde şöyle buyurdular: Bir hadîs-i şe­rîfte buy- rulduki: "Size bir kavim bildiriyorum ki, onların Allah katında mertebeleri benim gibidir. Ancak onlar, peygamberler, şehîdler değildir. Enbiyâ ve şühedâ onlara gıbta ederler. Onlar birbirine, Allah rızâsı için muhabbet ederler."

İran´da yetişen şâir ve velîlerden Baba Tâhir Uryân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir şiiri:

ÇARE BULMAZLAR




Ne mutlu onlara ki cân ile vücûdu fark etmezler.

Candan cânânı, cânândan cânı ayrı bilmezler

Onun derdine alışırlar, aylarca yıllarca

Fakat kendi dertlerine bir çâre bulmazlar.



Âşık olan herkes cânından korkmaz

Âşık kütük ve zindandan korkmaz

Âşıkın gönlü aç bir kurtun heyheyinden

Korkmadığı gibi hiçbir şeyden korkmaz.

Yâ Rabbî! Gönlümün feryâdına yetiş

Kimsesizler kimsesi sensin, ben kimsesiz kaldım

Herkes diyor ki Tâhir´in kimsesi yoktur.

Allah benim yardımcımdır, başkasına ne hâcet.



Ben ne alış-veriş fikrindeyim ne de kâr

Yüreğimde ne iyilik ne de varlık düşüncesi var.

Çeşme başı, su kenarı istemem

Çünkü hergözüm binlerce akan nehir gibidir.



Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyu­ruyor ki: "Bütün âlemin yerine beni Cehennem´de yaksalar ve ben de sabretsem, Allahü teâlâya muhabbeti dâvâ edinmiş birisi olarak yine bir şey yapmış olmam. Allahü teâlâ da benim ve bütün âlemin günahını af­fetse, rahmetinden ve ihsânından bir şey eksilmiş olmaz."

"Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadı­ğının alâmeti; kendisinde deniz misâli cömertlik, güneş misâli şefkat ve toprak misâli tevâzu gibi üç hasletin bulunmasıdır."

Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine "Bu yüksek makamlara nasıl kavuş­tunuz?" diye sordular. Cevâbında şöyle anlattı: "Bir gece herkesin uyu­duğu bir sırada, Bistâm´dan çıktım. Ay her tarafı aydınlatıyordu. Gider­ken âniden karşımda çok heybetli bir makam gördüm. On sekiz bin âlem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu. Aklım başımdan gitti. Beni fevkalâde bir hâl kapladı. O halde iken; "Yâ Rabbî! Bu kadar büyük, bu kadar güzel bir dergâh acabâ niçin böyle boş?" dedim. Hemen; "Bu der­gâhın boşluğu, kimse gelmediği için değil, belki gelenlerin lâyık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabûl etmeyişimizdendir." di­yen bir ses duydum. Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması için şefâatçi olayım diye kalbime geldi. Fakat, bu şefâat makâmının Sultân-ül-Enbiyâ Muhammed Mustafâ efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim öyle düşünmemin, bu şefâat makâmına karşı edebe riâyetsizlik olacağını an- layıp, o düşüncemden vazgeçtim. Bir ses duydum ki; "Ey Bâyezîd, Sultâ- n-ül-Enbiyâ´ya olan muhabbetin ve edebe riâyetin sebebiyle, biz de senin edeb ve mertebeni yükseltiyoruz. Kıyâmete kadar, Sultân-ül-Ârifîn, diye anılırsın buyuruyordu."

Gâziantep velîler...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes