๑۩۞۩๑ Açık Öğretim & İlitam Dunyasi ๑۩۞۩๑ => İslam Hukuku => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 07 Nisan 2014, 12:57:41



Konu Başlığı: Ünite 2 Soru-Cevap Ders Özetleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 07 Nisan 2014, 12:57:41
ÜNİTE 2  İSLÂM KİŞİ HUKUKU

S.   İSLAM HUKUKUNA GÖRE HAK NEDİR?
C.   Hak kelimesi Arapça sözlükte doğru, gerçek, sabit ve gerekli olan, batılın karşıtı, inkâr edilemez şey gibi anlamlara gelmektedir. Hak kavramı mal, mülk ve mevcut şeyler için kullanılır. Fıkıh kayaklarında, “Hak, her bakımdan ve şüphesiz bir şekilde sabit olan şeydir” şeklindeki tarif, hakkın sözlük anlamını; “Hak vakıanın itikada mutabakatıdır” tarifi de felsefî yönünü yansıtmaktadır. Bazı Hanefî kaynaklarda yer alan “Hak kişinin istihkak ettiği şeydir” tarzındaki tarif ise devir (totoloji) içermesi sebebiyle tenkit edilmiştir.

S.   GÜNÜMÜZ HUKUK ÂLİMLERİ HAK KAVRAMINI NASIL TARİF EDER?
C.   “Din ve hukukun (şer’) bir yetki ve yükümlülük olmak üzere benimsediği aidiyet” veya “şer'in belirli bir yararı gerçekleştirmek üzere başkasından bir ifanın gerekmesi veya bir şey üzerinde bir yetki şeklinde benimsediği bir aidiyet” olarak tanımlarlar.

S.   HAKKIN 4 UNSURU NELERDİR?
C.   Hakkın 4 unsuru:
1.   Hakkın sahibi: Kul hakları konusunda hakkın sahibi şahıstır. Mesela kocaya itaat edilmesinin gerekliliği hususunda hakkın sahibi kocadır. Allah hakları konusundaysa hakkın sahibi Allah’tır.
2.   Hak borçlusu: Eda ile mükellef olan şahıstır. Yani hakkı yerine getirme sorumluluğu kendi üzerinde olandır. Mesela Allah haklarında hakkın borçlusu insandır.
3.   Hakkın konusu: Buna hakkın mahalli veya hak edilen şey de denilir. Mesela beş vakit namaz, Allah hakkının konusudur.
4.   Hakkın meşruiyeti: Bundan maksat, söz konusu olan hakkın din ve hukuk sistemi tarafından izin verilmiş, tanınmış olmasıdır. Dinin ve hukuk sisteminin yasakladığı şeyler, hakkın konusu olamaz. Gayri meşru şeyler üzerinde hak iddiasında bulunulamaz. Kocanın, hayız veya nifas halindeki hanımından cinsel yönden faydalanma talebinin meşru olmaması gibi.

S.   ŞAHIS NE DEMEKTİR?
C.   Şahıs kelimesi Arapça sözlükte yüksekliği ve görünürlüğü olan cisim, kişi, insan anlamlarında kullanılmaktadır. Hukuk dilinde şahıs, “hakkın sahibi” veya başka bir tanımla “haklara ve borçlara ehil olan varlık” demektir.

S.   İSLAM ÂLİMLERİ ŞAHSI NASIL TARİF EDERLER?
C.   Gerçek kişi olarak düşünmüş ve genellikle emanet, ehliyet, zimmet, ahid, mükellef, taraf gibi kelimelerle birlikte ele almışlardır. Şahıs kavramı, fıkhın neredeyse bütün konularını ilgilendiren en temel kavram sayılabilir.

S.   19.YY. DAN İTİBAREN ŞAHIS KAVRAMI NASIL TANIMLANIR?
C.   Özel örgütlenme gerektiren bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen insan toplulukları veya belirli ve sürekli bir amaca tahsis edilen mal toplulukları’dır.

S.   ŞAHIS KAVRAMINDA İNSAN VE TOPLUMU NASIL AYIRT EDEBİLİRİZ?
C.   İnsan için hakîkî şahıs, gerçek kişi, doğal kişi, fiziksel kişi, maddi kişi, bireysel kişi, ferdi şahıs gibi tabirler; topluluklar için de hükmî şahıs, manevî şahıs, itibarî şahıs, tüzel kişi, kolektif kişi, sosyal kişi gibi tabirler kullanılmıştır.

S.   İSLAM HUKUKUNDA HAYVAN VEYA ÖLÜYE ŞAHIS MUAMELESİNDE BULUNULURMU?
C.   Hayır.

S.   İNSAN OLDUĞU HALDE HUKUKÎ ANLAMDA ŞAHIS KABUL EDİLMEYEN TEK İSTİSNA KİMDİR?
C.   Köledir. Kural olarak köle, hakkın sahibi değil ancak konusu olabilmektedir.

S.   İSLAM, KÖLELİK HAKKINDA NASIL BİR YOL ÇİZMİŞTİR?
C.   İslam, önceden beri var olan kölelik sistemini kökünden ortadan kaldırmayı tercih etmemiş, kölelik sebeplerini ancak savaş veya köle bir kadından doğmak şeklinde ikiye indirerek oldukça sınırlandırmış, şartlarını iyileştirmiş, kölelerin azat edilmesini teşvik etmiş, onlara insanca muamele yapılmasını istemiş, işkence ve zulüm yapanları cezalandırmıştır.

S.   KÖLELİK RESMEN HANGİ YÜZYILDA KALDIRILMIŞTIR?
C.   19. yüzyılda İngiltere ve ABD başta olmak üzere ardından Osmanlı ve diğer ülkelerde kölelik resmen yasaklanmış ve Milletler Cemiyeti bu yasağı bütün dünyada uygulanmak üzere teyit etmiştir.

S.   ŞAHSİYET KAVRAMI NEDİR?
C.   Şahsiyet kelimesi şahıs kelimesinden türetilmiş olup hukukta biri dar diğeri de geniş olmak üzere iki anlama sahiptir:
•   Dar anlamı: Şahıs olma hali yani gerçek veya tüzel kişiliktir ki haklara ve borçlara ehil olmayı ifade eder. Bu dar anlamıyla şahsiyet, vücub ehliyetiyle sınırlı bir anlama sahip olmaktadır.
•   Geniş anlamı: Kişinin hukukî ehliyeti, kişilik hakkı ve kişisel hakları şeklinde üç grupta ifade edilebilen özellikleri, kısacası hukuku ilgilendiren özelliklerinin bütünü demektir

S.   ZİMMET NEDİR?
C.   Zimmet kelimesi Arapça sözlükte ahid (yüklenme), emân (güvenliğini üstlenme) ve damân (sorumluluğunu üstlenme) gibi kelimelerle açıklanmaktadır. Fıkıh kaynaklarında çok kullanılmakla birlikte üzerinde ittifak edilen bir tanımı bulunmayıp farklı şekillerde tarif edilmiştir. Bir tanıma göre “kişiyi haklara ve borçlara ehil hale getiren vasıftır.” Zimmeti “akıl”, “vücub ehliyeti” veya “yükümlülüğü olan kişi (zat/nefs)” şeklinde tanımlayanlar da olmuştur.

S.   İLTİZAM NEDİR?
C.   İltizam, kişinin zorunlu olmadığı halde, kendi isteğiyle kendini başkasına karşı borç altına sokmasıdır. Buna göre, zorunlu olmadığı halde yapılan her türlü iyilik, bağış, bahşiş, sadaka, vakıf, adak, ariyet gibi işlemler iltizam kapsamındadır. İltizamın bir alt kavramı da ahidir.

S.   AHİD NE DEMEKTİR?
C.   Bir şey üzerine sağlam ve güçlendirilmiş söz vermek, yemin etmek, vasiyet etmek demek olup iltizamın bir türüdür.

S.   İLTİZAM VE AHİD ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?
C.   İltizam, ahidden farklı olarak, söz verilmeyen yükümlülükleri de kapsar; zimmet de, iltizamdan farklı olarak, zorunlu olan ve kişinin kendi iradesiyle üstlenmediği yükümlülükleri de kapsar.

S.   ZİMMETİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
C.   Zimmetin özellikleri:
1.   Zimmet, müstakil şahsiyete sahip gerek gerçek kişilerin ve gerekse tüzel kişilerin şahsiyet özelliklerinden biridir.
2.   Zimmet, şahsiyete tabi olan şeylerden biridir. Zimmet, temelini insan olma sıfatının teşkil ettiği vücub ehliyetinin ikinci unsuru olan iltizama (borç altına girebilme) bağlıdır. (CENİN dahi zimmet sahibidir)
3.   Her şahsın tek bir zimmeti vardır,
4.   Zimmetin genişliğinin bir sınırı yoktur.
5.   Zimmet, şahsın bizzat kendisiyle ilgilidir, onun malı ve servetiyle ilgili değildir.

S.   ZİMMETİN BAŞLANGIÇ VE BİTİŞ SÜRESİ NE ZAMANDIR?
C.   Boş da olsa ceninin zimmetini kabul edenlere göre anne karnına düşmekle başlar. Diğer bir görüşe göreyse anneden ayrılıp canlı olarak dünyaya gelmekle başlar. Kişi hayatta olduğu sürece zimmeti de onunla birlikte var olmaya devam eder. Kural olarak kişi öldüğü zaman zimmeti de sona erer.

S.   ÂLİMLERİN İHTİLAF ETTİĞİ ÖLÜMDEN SONRA ZİMMETİN  KALKIP KALKMAMASI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ NELERDİR?
C.   Âlimlerin ihtilaf ettiği ölümden sonra zimmetin kalkıp kalkmaması konusundaki görüşleri:
1.   Tereke üzerindeki haklar ödeninceye kadar zimmetin varlığı devam eder: Malikiler, Şafiiler ve bazı Hanbelilere göre hakların tasfiyesi sona erene kadar ölenin zimmeti devam eder. Zimmetin varlığının devam etmesi, üzerindeki borçların ödenmesinin bizzat ölenden istenmesi anlamında değil, varislerinden (terekeden) istenmesi anlamındadır. Mesela avlanmak üzere kurduğu tuzağa onun ölümünden sonra düşen hayvan onun mülküdür.
2.    Ölüm zimmeti sona erdirmez fakat zayıflatır: Bazı Hanefilere ait bu görüşe göre ölenin zimmeti, hayatta iken sebebi bulunan borçlarını/hakları tasfiyeye yetecek kadarıyla (zaruret miktarınca) kalır. Mesela sağlığında sattığı bir malın, onun ölümünden sonra, müşteri tarafından ayıp/kusur sebebiyle iadesi halinde, satılan malın bedelini vermek onun zimmetinde bir borçtur.
•   Ebu Hanife’ye göre müflis ölünün borcuna, öldükten sonra kefil olunamaz. Çünkü ona göre borç bir fiildir. Ölü fiilden aciz olduğuna göre onun borcu olamaz. Yani müflis borçlu öldüğünde borcu düşmüş olur, alacaklılar için bu dünyada yapacak bir şey yoktur.
•   Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’ göre ise ölenin borcuna kefil olunabilir. Çünkü ölüm, borcun devam etmesine engel değildir.
•   Hanefilere göre ölüye vasiyet de geçerli değildir.
3. Ölüm zimmeti sona erdirir: Hanbelî mezhebindeki bir görüşe göre zimmet, yaşayan şahsın özelliklerindendir. Öldükten sonra kişiden talepte bulunulamayacağına göre, zimmet de ortadan kalkmış olur. bir mal bırakmadan ölen kişinin borçları düşmüş olur. Şayet mal bırakmışsa, borçları bu maldan ödenir.

S.   İSLAM ÂLİMLERİNİN İTTİFAK ETTİĞİ ORTAK BİR GÖRÜŞ VARMIDIR?
C.   Evet. Varisleri veya velisi, geride mal bırakmadan ölen kişinin borçlarını ödemeye hukukî açıdan (kazaen) zorlanamaz. Ancak varis veya velinin bu borcu ödeme imkânı varsa, dindarlık (diyaneten) ve güzel ahlak gereği ödemesi güzel görülmüştür (müstehab).

S.   EHLİYET NEDİR?
C.   “Ehliyet” sözlükte, elverişlilik anlamına gelir

S.   USULCÜLERİN TERMİNOLOJİSİNDE EHLİYET KAÇ KISINDIR?
C.   İki kısımdır:
1.   Vücûb Ehliyeti: “Vücûb ehliyeti”, insan olarak haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme demektir. Bu nevi ehliyetin temelini hayatta olma özelliği teşkil eder. Bazı fakihler buna “zimmet” adını verirler. Günümüz hukuk dilinde buna “kanunî kişilik/ hukukî şahsiyet” adı verilir. Vücûb ehliyeti, sağ doğmak şartıyla anne karnındayken eksik olarak başlar, doğumla tam hale gelir ve ölümle sona erer.
2.   Edâ Ehliyeti: “Edâ ehliyeti”, kişinin, hukuken muteber sayılacak tarzda fiiller ortaya koyabilmesi demektir. Temyiz çağı(7 Yaş ) ile birlikte edâ ehliyeti nâkıs/eksik olarak başlar, buluğ ile tam hale gelir, temyiz gücünü etkileyen bir ehliyet arızasının zuhuru halinde duruma göre nâkıs/eksik hale düşebilir veya bütünüyle ortadan kalkabilir.

S.   EHLİYET AÇISINDAN İNSAN HAYATININ DÖNEMLERİ NELERDİR?
C.   Ehliyet açısından insan hayatının dönemleri:
1.   Cenîn dönemi: Cenin bir yönden annesinin bir parçası, diğer yönden de müstakil bir varlık olarak dünyaya gelme aşamasında olan bir canlıdır. Bu sebeple ceninin tam vücub ehliyeti yoktur; sadece kendi menfaatine olan ve doğumu için kabule ihtiyaç bulunmayan, miras, vasiyet ve vakıfta lehtar olmak gibi bir kısım hakların sübutuna imkân veren nâkıs vücub ehliyeti vardır.
2.   Temyiz çağına kadarki küçüklük dönemi (gayr-ı mümeyyiz küçük): Bu dönem doğumdan itibaren başlar ve temyiz yaşı olan yaklaşık yedi yaşa kadar devam eder. Bu dönemde kişi için tam vücub ehliyeti sabit olur. Haklar kazanmaya ve onun namına kanunî temsilcinin yerine getirebileceği tazminat, nafaka, (Şafiilere göre) zekât ve fıtır sadakası gibi hususlarda borçlar altına girmeye ehil kabul edilir. Mükellefiyet hitabını anlamak için yeterli aklî seviyeye ulaşmadığından, hakkında edâ ehliyeti sabit olmaz.
3.   Temyiz sonrası küçüklük dönemi (mümeyyiz küçük): Bu dönem temyiz gücünün kazanıldığı yaklaşık yedi yaş ile başlar ve buluğ çağına ulaşma ile sona erer. Temyiz, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı ayırt edebilme gücüdür. Bu dönemdeki insan, sınırlı olmakla birlikte belirli bir aklî seviyeye gelmiştir.
•   Mümeyyiz küçük eksik edâ ehliyetine sahip olur. Buna göre, mümeyyiz küçük, namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerden hiçbiri ile mükellef değildir (ancak eğitmek ve yetiştirmek için alıştırılır); söz ve davranışlarından ötürü bedenî cezaya çarptırılmaz; malî sonuçları olan hukukî tasarrufları ise geçerlilik açısından üç guruptur:
•   Birinci gurup: Tamamen menfaatine olan tasarruflar. Hibe, vasiyet, hediye ve sadaka kabulü gibi.
•   İkinci gurup: Tamamen zararına olan tasarruflar. Hibede bulunma, ikrâr, vasiyet, vakıf ve boşama tasarrufları gibi.
•   Üçüncü gurup: Hem menfaate hem zarara ihtimali olan tasarruflar. İster alıcı ister satıcı taraf olarak satım sözleşmesi, ister kiracı ister kiralayan taraf olarak kira sözleşmesi, ortaklık sözleşmesi ve evlenme sözleşmesi gibi.
4.   Buluğ sonrası dönem: Bu dönem, ya bilinen tabiî buluğ alametlerinin ortaya çıkması (ihtilam, ay hali vb.) ile veya -bu alametler görülmemiş ise- İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre on beş yaşının tamamlanması ile başlar. Ebu Hanife’ye göre baliğ sayılmanın azami yaşı kızlarda on yedi, erkeklerdeyse on sekiz yaşını doldurmaktır. Buluğa ermenin asgari yaşı da kızlarda dokuz, erkeklerdeyse on iki yaşını doldurmuş olmaktır. Buluğun asgari yaçına ulaştığı halde henüz buluğa ermemiş olan erkeğe “murâhik”, kıza da “murâhika” denir.Bu çağdaki çocuklar tam eda ehliyetine sahip olurlar.
5.   Rüşd dönemi: Rüşd kelimesi sözlükte olgunluk, düzgünlük, doğruyu bulma, hak yolunda istikamet üzere olma gibi anlamlara gelmektedir. Reşid, “Malına sahip olan, onu boş yere ve ölçüsüz harcamaktan uzak duran kimsedir”. Rüşdün zıddı “sefeh”tir.

S.   SEFEH NEDİR?
C.   Sefeh: Aklı olduğu halde, malında aklın gereğine uygun tasarrufta bulunamamak, boş yere ve ölçüsüz harcamak, saçıp savurmak demektir. Sefeh, ehliyet arızalarından biridir.

S.   KİŞİ BULÜĞ ÇAĞINA GELDİĞİ HALDE RÜŞDE ERMEMİŞSE NE YAPILIR?
C.   Ebu Hanife’ye göre üzerindeki velayet kalkar ancak malları kendisine teslim edilmez, bilfiil reşîd oluncaya veya yirmi beş yaşına ulaşıncaya kadar malları veli veya vasi tarafından idare edilir. Yirmi beş yaşına ulaştığında hala reşîd olamamış olsa dahi malları kendisine teslim edilir.

S.   EHLİYET ARIZALARI NELERDİR?
C.   Bunlar “semavî” ve “mükteseb” olmak üzere iki kısma ayırarak incelemişlerdir.
S.   SEMAVİ ARIZALAR NELERDİR?
C.   Semavî arızalar: Meydana gelmesinde insan çaba veya seçiminin (ihtiyar, tercih) bulunmadığı, elinde olmayan arızalardır.

S.   MÜKTESEB  (KAZANILMIŞ)  ARIZALAR NELERDİR?
C.   İnsanın çaba ve seçimi ile meydana gelen, gerçekleşmesi insan iradesine bağlı olan durumları ifade etmektedir.

S.   SEMAVİ ARIZALARI AÇIKLAYINIZ.
C.   Semavi arızaları:
1.   Akıl Hastalığı (Cünûn): “Cünûn”, kişinin aklını ve temyiz kudretini yok eden akıl hastalığıdır. Bu durumdaki kişiye (mecnun) denir. Gayr-ı mümeyyiz küçüğe uygulanan hükümler uygulanır: Hiç bir ibadet kendisine vacip değildir ve bunları edâ etmesi geçersizdir.
2.   Akıl Zayıflığı (Ateh): Bu durumdaki kişiye ma’tuh denir.
a.   İdrak ve temyiz kudretinden mahrum bırakan akıl zayıflığı. Bu durumdaki kişi, bütün hükümler bakımından az önce sözü edilen akıl hastası gibidir.
b.   İdrak ve temyiz kudretini ortadan kaldırmayan fakat normal bâliğ/reşîd kimselerin idrak derecesinden aşağı bir dereceye indiren akıl zayıflığı. Bu durumdaki kişi, bütün hükümler bakımından mümeyyiz küçük gibidir. Kendisine hiçbir ibadet vacip değildir. Fakat yaptığı ibadetler geçerlidir ve bundan ötürü sevabı hak eder.
3.   Uyku (nevm): Eda ehliyetini kaldırmaktadır. Uyku halindeki söz ve ikrarlar geçerli değildir. Uyku, vücub ehliyetini etkilemez.
4.   Bayılma (iğma): Uyku hakkında söylenenler, bayılma hakkında da geçerlidir.
5.   Kölelik (riq/rakabe): Kölelik, Allah’a karşı dini sorumluluklar dışında hukukî anlamda hükmî bir engeldir. Günümüzde kölelik resmen yasaklanmıştır.
6.   Hastalık (maraz): Akla ve ihtiyara zarar vermediği sürece ehliyete etki etmez. İslam âlimlerinin ehliyete etki ettiğini kabul ettikleri hastalık, kişiye ağır acı çektiren ve araya iyileşme girmeden ölüme götüren hastalıktır (maradu’l-mevt). Bağış ve vakıf gibi malının elinden çıkması neticesi doğuran her türlü tasarrufunda kısıtlı (mahcur) durumundadır. Borcundan fazla olan malından yaptığı bağışlar ise, vasiyet olarak değerlendirilir; borç dışındaki malın üçte birini geçemez ve varise verilemez.
7.   Borçluluk: Borçlu olmanın ehliyete bir etkisi yoktur.

S.   MÜKTESEB ARIZALARI AÇIKLAYINIZ.
C.   Mükteseb arızaları:
1.   Sefeh (Harcamalarda Tedbirsizlik): Ehliyeti ortadan kaldırmaz.Namaz, oruç,hacc ve zekât gibi ibadetlerin hepsi ile mükelleftir. Sefîhe hacir konması halinde, kendisine malî sonuçları olan tasarrufları açısından mümeyyiz küçüğün hükümleri uygulanır.. Ebu Hanife, sefehi bir hacr sebebi olarak görmez.
2.   Sarhoşluk (Sükr): Sarhoşluk iki yoldan meydana gelir:
a.   Haram olmayan yoldan sarhoşluk; Boğazına takılan bir şeyi geçirecek başka bir sıvı bulamayan ve bu sebeple ölme tehlikesiyle karşı karşıya olan kimsenin içki içmesi durumu, sarhoş edici olduğunu bilmeden alma durumu veya bazı ilâçların alınması ile meydana gelen sarhoşluk buna örnek gösterilebilir. Bu yoldan sarhoş olan kimse şer’ân sorumlu olmaz. Kendisine ceza uygulanmayacağı gibi, boşama ve alım-satım gibi tasarrufları geçerli olmaz.
b.   Haram yoldan sarhoşluk (kasti): Mükellefiyeti ortadan kaldırmaz. Boşama, alım-satım ve benzeri diğer hukukî tasarrufları geçerlidir
3.   Zorlama ve Tehdit (İkrâh): Zorlayana mükrih, zorlanana mükreh denir.

S.   HANEFÎLERE GÖRE İKRÂH, KUVVETİ VE ETKİ DERECESİ BAKIMINDAN KAÇ ÇEŞİTTİR?
C.   Hanefîlere göre ikrâh, kuvveti ve etki derecesi bakımından 2 çeşittir:
1.   İkrâh-ı mülci’ veya ikrâh-i kâmil: Öldürme, bir organı yok etme yahut işlevsiz bırakma veya toplumda mevki sahibi kişiyi alçaltıcı bir muameleye maruz bırakma tehdidini ihtiva eden ikrâhtır. Bu çeşit ikrâh “ihtiyâr”ı bozar ve “rıza”yı ortadan kaldırır.
2.   İkrâh-ı gayr-ı mülci’ veya ikrâh-ı nâkıs: Öldürme, bir organı yok etme yahut işlevsiz bırakma veya toplumda mevki sahibi kişiyi alçaltıcı bir muameleye maruz bırakma tehdidinden daha düşük seviyede olan ikrâhtır. Kısa süreli hapis ve dövme tehdidiyle yapılan ikrâh gibi. Bu çeşit ikrâh “ihtiyârı” bozmaz sadece “rıza”yı ortadan kaldırır.
*   İkrah ister mülci’ ister gayr-ı mülci’ olsun, “ehliyet”e zarar vermez.

S.   EHLİYET ARIZASI SAYILMAYAN DURUMLAR NELERDİR?
C.   Ehliyet arızası sayılmayan durumlar:
1.   Çocukluk (sığar)                 
2.   Ciddiyetsizlik ve laubalilik (hezl)
3.   Unutmak (nisyan)                               
4.   Yolculuk (sefer)
5.   Bilmeme (cehalet)                               
6.   Yanılma (hata)
7.   Aybaşı ve lohusalık (hayız ve nifas)   
8.   Ölüm (mevt)

S.   HAKİKİ ŞAHSİYETİN BAŞLANGICI NE ZAMANDIR?
C.   Hakiki şahsiyetin başlangıcı doğum ile başlar:
1.   Hakikî doğum: Ceninin anneden sağ olarak ayrılmasıdır. Çocuğun yarıdan fazlasının çıkmış olması, sağ doğmuş sayılması için yeterlidir.
2.   Takdiri doğum: Anne karnında canlı olan ceninin, vurma ve korkutma gibi bir sebeple düşmesi halinde, cenin sağ doğmuş sayılarak hüküm verilmesidir.

S.   CENİN MİRASÇI OLABİLİR Mİ?
C.   Evet. Rahimdeki cenin, mirasçılardan biri olarak kabul edilir. Mesela babasının ölümü halinde diğer varisler hisselerini alırken, cenin erkek farz edilerek mirası ayrılır ve doğumuna kadar bekletilir. Cenin lehine vasiyette bulunulabilir. Hamile kadının kocası varsa, vasiyetin yapıldığı tarihten itibaren en geç altı ay içinde ceninin doğması gerekir. Şayet kocası yoksa Hanefilere göre azami doğum süresi iki sene, Şafii ve Hanbelî âlimlere göre ise dört senedir.

S.   CENİNİN HAKLARI NELERDİR?
C.   Ceninin hakları:
•   Cenin lehine vakıf yapılabilir.
•   Lehine hak ikrarı geçerlidir. Miras ve vasiyet ikrarı gibi
•   Anne karnındaki cenin vurma ve benzeri bir yolla ölü olarak düşürülmesi halinde bunun cezai sorumluluğu vardır, failin ğurre denilen cenin diyetini ödemek gerekir.
•   Hamile bir kadın boşandığında, nafaka ve mesken hakkına sahip olur.
•   Hamile kadın öldüğünde, karnı yarılarak cenin çıkarılır ve yaşaması sağlanır.
•   Hamile kadının mahkûm olduğu had ve kısas türü cezalar, hamileliğin sona ermesine kadar ertelenir.

S.   HAKİKİ ŞAHSİYETİN SONU NE ZAMANDIR?
C.   Hakiki şahsiyetin sonu:
1.   Hakîkî (tabii) ölüm: Muayene/gözlem yoluyla bilinir ve gerektiğinde mahkemede şahitlik veya delil ile ispat edilir. Beyin ölümü de hakîkî ölümdür.
2.   Hükmî ölüm: Mahkemenin, geçerli hukukî sebeplere dayanarak, bir kişinin -gerçekte yaşıyor olsa bile- hukuken ölü sayılmasına dair hüküm vermesidir.
3.   Takdîrî ölüm: Annesine yönelik ğurre (cenin diyeti) gerektiren bir suç sebebiyle, annesi hayattayken veya annesinin ölümünden sonra annesinden ölü olarak ayrılan ceninin ölümü takdîrî ölümdür. Çoğunluğa göre ceninin hayatı, dolayısıyla mirasçı olma ehliyeti sabit olmadığı için cenin mirasçı olamaz, ğurre denilen diyetini almak dışında kendisine mirasçı da olunmaz. Ebû Hanife’ye göre ise, cinayet anında canlılığı ve cinayet sebebiyle öldüğü takdirle sabit olduğundan, hem vâris olur hem de kendisine mirasçı olunur.

S.   MEFKÛD NEDİR?
C.   Mefkûd: Nerede olduğu ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen, kendisinden haber alma ve izini sürme imkânı kalmayan kişi. Kişi kaybolup mefkud durumuna düştükten sonra hemen ölümüne karar verilmez, beklenir. Bu bekleme süresi Hanefiler gibi bazı fakihlere göre yaşıtlarının ölmesi veya bunun tespit edilememesi halinde doksan yaşına ulaşmasına kadardır. Malikilere göre normal şartlarda kaybolan için dört yıl, savaş durumunda ise bir yıl beklenir.

S.   MEFKUD HAKKINDAKİ 1917 TARİHLİ HUKUK-I AİLE KARARNAMESİNDEKİ DÜZENLEME NASILDIR?
C.   Mefkud hakkındaki 1917 tarihli hukuk-ı aile kararnamesindeki düzenleme:
•   Kaybolmadan önce elde ettiği hakların korunması bakımından mefkud hayatta sayılır. Buna göre malı varislerine taksim edilmez, eşi başkasıyla evlenemez.
•   Kazanılması hayatta olmaya bağlı haklar bakımından mefkud ölü sayılır. Buna göre vefat eden bir yakınına varis olamaz ve lehine yapılan vasiyete sahip olamaz. Gerekli bekleme süresi geçtiği halde mefkud ortaya çıkmazsa, mahkeme onun öldüğüne karar verir (hükmî ölüm). Ölüm kararından sonra mirası, o anda hayatta olan vârisleri arasında paylaştırılır. Eşinin talebi üzerine hâkim onu kocasından ayırır, kadın iddet bekler ve isterse başkasıyla evlenebilir. ölüm kararından sonra mefkudun ortaya çıkması halinde; şayet kadın başka biriyle evlenmişse bu ikinci nikâhı bozulmaz, onunla evli olmaya devam eder.

*   Mürted ise hükmen ölü sayılır ve mirası vârisleri arasında taksim edilir.

S.   HUKUKİ TEMSİL İŞLEMİNDE KAÇ ANA UNSUR BULUNUR?
C.   Hukuki temsil işleminde 3 unsur vardır:
1.   Temsil edilen: Temsilcisi vasıtasıyla kendi adına hukuki işlem yapılan kişi.
2.   Temsilci: Temsil ettiği kişi adına hukuki işlem yapan kişi
3.   Üçüncü şahıs: Temsilcinin, temsil edilen adına, hukuki işlem yaptığı kişi

S.   VELAYET NEDİR?
C.   Temsil edilen şahıstaki bir arızadan dolayı onun izin ve isteğine bakılmadan yapılıyorsa velayet veya vesayet denir. Arapça sözlükte yakınlık, yakınlaşmak, işi üstlenmek, başkası adına iş yapmak gibi anlamlara gelir.

S.   VEKÂLET NEDİR?
C.   Hukuki temsil, temsil edilen şahsın izin ve isteğiyle oluyorsa vekalet denir. “Belirli ve caiz olan bir tasarrufta, acziyetten dolayı veya keyfi olarak, başkasını kendi yerine geçirmektir”. Vekâlet verene müvekkil (temsil edilen), vekâleti alan da vekil (temsil eden) denir. Vekâlet verme işlemi (tevkil), müvekkil ile vekilin karşılıklı rızaya dayanan anlaşmaları ile olur.Her ikisi de tam ehliyete sahip kişiler olup iradî temsil söz konusudur.

S.   VELAYET HUKUKİ AÇIDAN KAÇA AYRILIR?
C.   Velayet hukuki açıdan ikiye ayrılır:
1.   Velayet-i âmme: Kamu adına kullanılan otoritedir. Yani devlet başkanı ve onun yetkilendirdiği diğer kişilerin kamu adına kullandıkları yetkidir. Ülkenin iç ve dış güvenliğinin sağlanması, adaletin tesis edilmesi, suç ve suçlularla mücadele, vergileri toplamak ve toplumda kimsesizlere sahip çıkmak ve dini görevlerin rahatça yerine getirilmesini sağlamaya varıncaya kadar kamu adına yapılan her işi kapsamaktadır.
2.   Velayet-i hâssa: Bu da kendi içinde üçe ayrılır:
a.   Hukuk veya mahkeme tarafından, ehliyetsiz veya eksik ehliyetli (kâsır) birinin şahsi ve mali işlerini görmek üzere reşîd bir kimseye verilen yetkidir.
b.   Bir vakfın mütevellisinin kullandığı velayet yetkisidir.
c.   Yakını öldürülen kimseye hukukun tanıdığı, katilin kısas edilmesini isteme veya affetme yetkisidir (İsra, 33).
*   Velayet-i hâssa, velayet-i âmme’den daha kuvvetlidir.
S.   VESAYET NEYE DENİR?
C.   Sözlükte, öldükten sonra birinin işi, malı veya ailesiyle ilgilenmeyi ifade eder. Bu işi yapan kişiye vasi denir. Vesayet, velayetten daha dar bir kapsama sahiptir. Hukuk veya mahkeme tarafından, ehliyetsiz veya eksik ehliyetli (kâsır) birinin sadece mali işlerini görmek üzere reşîd bir kimseye verilen yetkidir. Velayette hem şahsi hem de mali işleri yürütmek söz konusuyken, vesayette sadece mali işler söz konusudur

S.   KÜÇÜK ÜZERİNDE VELAYET VE VESAYET HAKKI KİME AİTTİR?
C.   KÜÇÜK ÜZERİNDE VELAYET VE VESAYET HAKKI:
*   Velayet hakkı:  Baba veya baba bulunmadığında, bi nefsihî asabe denilen akrabalarındadır. Miras hukukuyla da ilgili olan bi nefsihî asabe, kişiye sadece erkek yönünden bağlanan erkek akrabalar demek olup şunlardır: Oğul veya onun yokluğunda oğlun oğlu ve onun oğlu şeklinde devam eder. Sonra usul gelir ki bunlar: baba, babanın babası ve onun babası şeklinde devam eder. Sonra aslın füruu gelir ki bunlar: Baba tarafından (anne-baba bir veya sadece baba bir) erkek kardeşler (abiler) ve onların yokluğunda erkek çocuklarıdırSonra dedenin füruu gelir ki bunlar: Amcalar ve onların yokluğunda amca çocuklarıdır. Eğer binefsihî asabe grubundan kimse bulunmazsa, velayet anaya geçer.
*   Vesayet hakkı: Baba ve baba bulunmadığında, varsa babanın hayatta iken vasi olarak tayin ettiği şahsa veya o vasinin tayin ettiği vasiye geçer. Bu da yoksa dedeye veya onun tayın ettiği kişiye geçer. Şayet o da yoksa hâkim velayet-i amme yetkisine dayanarak küçüğün mallarını idare etmek üzere bir vasi tayin eder. Bu kişiye vasiyyü’l-kâdî (hâkim tarafından tayin edilen vasi), bu tür temsile de kazaî temsil denir.

S.   LAKİT NEDİR?
C.   Ailesi tarafından fakirlik korkusu, zinâ töhmetinden kurtulmak vb. sebeplerle terk edilmiş veya kaybolmuş, anne babasının kim olduğu bilinmeyen çocuktur.Kim bu çocuğa bakmak isterse herhangi bi şart aranmadan bakımını üstlenebilir.

S.   VELED-İ ZİNA NEDİR?
C.   Kadın ve erkeğin zinasından doğan veya kadının haram olan bir yoldan doğurduğu çocuktur. Veled-i zina çocuk, namaz imametinden, evlilikte denkliğe ve mahkemede şahitlik yapmaya kadar dini, hukuki ve sosyal nitelikli birçok konuda olumsuzluklarla karşılaşabilmektedir.

S.   VELED-İ ŞÜBHE  NEDİR?
C.   Evli olmayan bir kadın ile erkeğin hukuki şüpheye dayanan yani meşru zannedildiği halde gerçekte gayri meşru olan ilişkileri sonucu doğan çocuk demektir. Üç boşama (beynûnet-i kübrâ) ile boşadığı hanımıyla iddeti içinde ilişkide bulunmak gibi.Veled-i şübhenin biyolojik babasından nesebi sâbit olur.

S.   VELED-İ MÜLÂANE NEDİR?
C.   İslam hukukuna göre bir erkek, bir kadına zinâ isnadında bulunursa, bunu dört şahitle usulüne uygun şekilde ispat etmesi gerekir. Kocanın karısına zinâ isnadında bulunması veya ondan doğan/doğacak çocuğu reddetmesi durumu farklıdır. Böyle bir durumda olay mahkemeye intikal ettiğinde, hâkim önünde yapılan mülâane sonunda eşler, hâkim kararı ile birbirinden ayrılmış olurlar. Doğan veya doğacak olan çocuğun nesebi, baba yönünden reddedilmiş sayılır.

S.   YETİM KİMDİR?
C.   Babası ölmüş ve henüz erginlik çağına ermemiş çocuktur. Ehliyet yetersizliği içinde (kâsır) bulunduğundan, ihtiyaç ve işlerini onun adına bir başkası üstlenir.

S.   EVLATLIK (TEBENNÎ)  NEDİR?
C.   İslam dininde, nesebi belli olan birini evlat edinerek onun nesebini değiştirmek yoktur. Bakmak üzere evlat edinilen nesebi belli bir çocuk, eğer iki buçuk yaşından küçükse, bakan kadından bir miktar süt emerek onun süt çocuğu olma imkânına sahiptir. Nesebi bilinmeyen (lakit) bir evlatlık alındığında ise, yaş olarak müsait olması halinde onun babalık iddiası kabul edilir. Dolayısıyla bakıcı ailenin onu kendi evlatları olarak kaydettirilmeleri mümkündür.

S.   NESEPLER NASIL TASNİF EDİLİR?
C.   Neseblerin Tasnifi:
1.   Nesebi malûm olanlar: Nesebi sahîh ve bilinir olan, nikâhtan doğmuş çocuktur. Yetim, veled-i şübhe ve nesebi bilinen evlatlık da bu grupta yer alır.
2.   Nesepsiz, nesebi kesik olanlar: Veled-i zinâ ve veled-i mülâanedir. Bunların hukuken babadan sâbit bir nesepleri bulunmamaktadır. Veled-i mülâane, kocanın, daha sonra yalan söylediğini itiraf etmesi halinde, onun nesebine katılabilmektedir.
3.   Nesebi meçhûl olanlar: Lakît ve diğer nesebi bilinmeyenlerdir. Nesebi bilinmeyen evlatlık da bu gruba girer.
4.   Hali hazırda babası mevcut olmayanlar: Veled-i zinâ, veled-i mülâane, yetim, lakît ve diğer nesebi meçhûllerdir.

S.   EVLİLİKTE VEYA NORMAL ZAMANLARDA KİŞİNİN MESKENİ NASIL TAYİN EDİLİR?
C.   Evlilikte veya normal zamanlarda kişinin mesken tayini:
a.   Koca, karısının muaccel (peşin ödenmek üzere anlaşılmış) mehrini ödeyince, kocanın gösterdiği, makul şartlarda olan meskende ikamet etmeye mecburdur. Zira evlilikte mesken ihtiyacının karşılanması kadının hakkı, erkeğin de görevidir.
b.   Boşanmış veya eşi vefat etmiş olan kadın, zorlayıcı makul bir sebep olmadıkça, iddetini kocasının evinde beklemek zorundadır.

S.   KİŞİ NERDE OTURMAK ZORUNDADIR?
C.   Kişinin ikamet yeri:
a.   Kural olarak kadın, kocası hangi yerleşim yerine giderse oraya gitmek zorundadır. Ancak evlenirken ikamet olarak belirli bir yerleşim yeri dışına çıkılmaması şartı kadın tarafından talep edilmiş ve erkek de bunu kabul etmişse, erkek bu şarta uymalıdır.
b.   Boşanmış kadın, bakım ve terbiye için (hıdâne) kendine bırakılmış olan küçük çocuğunu, çocuğun babası (eski kocası) izin vermedikçe, başka bir yerleşim yerine götüremez.

S.   HUKUKÇULARA GÖRE HÜKMİ ŞAHIS KİMDİR?
C.   Hükmi Şahıs: Belirli bir gayeyi gerçekleştirmek üzere bağımsız bir varlık halinde teşkilatlanmış olup haklara ve borçlara sahip olma ehliyeti hukuk düzenince kendilerine tanınmış bulunan şahıs ve mal topluluklarıdır.

S.   İSLAM HUKUKUNDA HÜKMİ ŞAHSİYETE DELALET EDEN ESASLAR NELERDİR?
C.   Hükmi şahsiyete delalet eden esaslar:
a.   Gerçek kişi demek olan fertler ve bunlara mahsus haklar ile insan veya mal toplulukları ve bunların hakları birbirinden ayrılmıştır.
b.   Bugün dünyanın hükmi şahsiyet olarak kabul ettiği devlet, vakıf ve beytülmal (hazine) gibi kurumlara yer verilmiş ve düzenlemeler yapılmıştır.

S.   FERT VE TOPLUMU BİRBİRİNDEN AYIRT ETME PRENSİPLERİ NELERDİR?
C.   Fert ve toplumu birbirinden ayırt etme prensipleri:
1.   Devlet adına eman verme hakkı: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Müslümanların kanları (hayat hakları) birbirine eşittir. Onların en aşağıda olanı dahi diğerleri (Müslüman topluluk/devlet) adına eman verebilir. Onlar başkalarına karşı tek bir el gibidirler (yumruk gibi bütündürler).” (Buhari, feraz, 21). Bu hadise göre bir Müslüman bir fert, eman dileyen harbi (düşman ülkenin vatandaşı) bir kişiye eman (dokunulmazlık) verebilmekte ve onun bu kararı, bütün Müslümanları bağlamaktadır
2.   Kamu davası açma hakkı: Kamuyu ilgilendiren ve bir kötülük veya zarara sebep olan her türlü konuda, dinin bütün fertlere yüklediği emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker görevi çerçevesinde, her bir ferdin mahkemede dava açma yetkisi vardır.

S.   KAMU HUKUKU HÜKMİ ŞAHISLARI NELERDİR?
C.   Kamu Hukuku Hükmi Şahısları:
1.   DEVLET: Gerçek kişilerin oluşturduğu bir topluluk teşkilatı olan devletin bir kamu tüzel kişiliği olduğu, bütün dünya hukukçuları tarafından tartışmasız kabul edilmektedir.
2.   BEYTÜL- MAL (DEVLET HAZİNESİ): Beytülmalin gelirleri şöyle sayılabilir: Zekât gelirleri, menkul ganimet mallarından alınan beşte birlik pay, yeryüzünden çıkan madenlerden alınan beşte birlik vergi, bulunan define/gömülerden alınan beşte birlik vergi, düşmandan savaşsız alınan menkul mallar (fey).

S.   ÖZEL HUKUK HÜKMİ ŞAHISLARI NELERDİR?
C.   Özel Hukuk Hükmi Şahısları:
1.   VAKIFLAR: Arapçada hapsetmek, tutmak anlamına gelmektedir. Aynı sabit kalmak üzere, Allah rızası için bir malın menfaatinin bir hayır cihetine tahsis edilmesini ifade eder. Ebu Hanife’ye göre vakıf malın mülkiyeti vakfedene ait olmaya devam eder. İmameyne göre ise vakıf malın mülkiyeti vâkıftan çıkar ve Allah’a ait olur. Malını vakfeden şahsa vâkıf, vakıf mala vakıf veya mevkûf, bu maldan istifade edecek kişi veya cihetlere de mevkûfun aleyh, meşrût leh veya mesârifü’l-vakf denir. Vakıf malın idaresini yürüten kişiler nâzır, müşrif, kayyım/kayyûm ve mütevellî gibi isimlerle anılmışlardır
2.   MABEDLER: Kendileri vakıf olmayıp bilakis bir vakfın mevkûf aleyh’i yani yararlananı konumunda ayrı bir hükmi şahıs da olabilirler.
3.   ÂKİLE: Âkile, diyet ödeyenler demektir. Hata ile işlenen bir öldürme suçu sebebiyle diyet ödemek durumunda kalan katilin yakınları birleşerek diyeti beraber ödemektedirler. Bunlar kişinin asabe denilen erkek akrabalarıdır.
4.   DERNEKLER VE CEMİYETLER: Dernek veya eski adıyla cemiyet, genel anlamda belirli bir gaye için bir araya gelmiş şahıslar topluluğunu ifade eder. Günümüz Türk hukuku, kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmek üzere, en az yedi kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmeleri suretiyle oluşturdukları teşekkülü, tüzel kişiliği bulunan dernek olarak tanımaktadır.
5.   ŞİRKETLER: şirketler öncelikle mülk şirketi ve akit şirketi olmak üzere ikiye ayrılır:
a.   Mülk şirketi kendi içinde konu bakımından deyn (alacak) şirketi
b.   Diğer mülk şirketleri olmak üzere ayrılır.

*   Konusuna göre akit şirketi çeşitleri:
a.   Mal şirketi,
b.   Amel şirketi
c.   Vücûh (itibar) şirketleridir.

*   Eşitlik ve farklılık esasına göre akit şirketleri:
a.   Mufâvada Şirketi
b.   İnân Şirketi