> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > İslam Hukuku - İmam Gazali > Tevatür
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tevatür  (Okunma Sayısı 7531 defa)
07 Nisan 2010, 12:05:33
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 07 Nisan 2010, 12:05:33 »



Tevatür

Mukaddime
A. Tevatür.
1. Tevatürün Bilgi İfade Etmesi
2. Tevatürün Şartlan
Mesele: (Bilgi Oluşturan Sayının Alt Sınırı Belli Midir?)
Mesele: (Bilgi Oluşumunun İki Şartı: Tam Sayı Ve Haberin Müşahede Kaynaktı Olması)
Tevatür Sayısı İçin Öngörülen Fasit Şartlar
3. Tasdik Ve Tekzip Açısından Haberin Kısımları



Mukaddime:

Sahabenin haberleri naklederken kullandığı lafızlar: sahabe, haberleri rivayet ederken beş türlü lafız kullanmıştır.

Birincisi, sahabinin, ´hz. Peygamberin şöyle söylediğini işittim´ veya ´bana şunu haber verdi´ veya ´bana şöyle dedi´ veya ´bana şöyle hitap etti´ diyerek na­kilde bulunmasıdır. Rivayet lafızlarından en kuvvetlisi budur. Bu rivayet biçi­minde ihtimal söz konusu olmaz. Zaten rivayet ve tebliğde asıl olan budur. Hz.

Peygamber ´ALLAH, benim sözümü işitip anlayan ve işittiği gibi nakleden kişi-

19 nin yüzünü ak etsin´ [1] demiştir.

İkincisi; sahabinin ´hz. Peygamber şöyle dedi´ veya ´şunu haber verdi1 veya ´şunu söyledi´ diyerek nakildo bulunmasıdır. Eğer bir sahabiden sadır olmuşsa, bu gibi lafızların zahiri, nakil olup sarih nass değildir. Zira, içimizden biri, her ne kadar bizzat hz. Peygamberden duymuş olmasa bile, kendisine nakledilen bir ha-[1,130] bere dayanarak hz. Peygamber şöyle dedi diyebilir. Sahabi de, kendisine tevatü-ren veya güvendiği birinin ağzından ulaşan bir habere dayanarak böyle söyleye­bilir. Bu şekilde yapılan rivayetlerde ihtimal bulunabileceğinin delili şudur: ebu hureyre hz. Peygamberden cünüp olarak sabahlayanın orucu yoktur´ [2] dediğini rivayet etmiş, kendisinden açıklama istenince de, ´bunu bana fazl b. Abbas haber verdi´ demiştir. Görüldüğü gibi ebu hureyre başlangıçta, başkasından duy­duğunu belirtmeksizin, hadisi kendisi duymuş gibi nakletmiştir. Yine îbn abbas, hz. Peygamberin riba ancak nesîededir´[3] sözünü nakletmiş, daha sonra kendi­sine bu hadis konusunda müracaat edildiğinde bu hadisi üsame b. Zeyd´den duy­duğunu söylemiştir. Her ne kadar bu lafızla rivayette, belirtilen ihtimal söz konu­su olabiliyorsa da bu ihtimal uzak bir ihtimaldir. Aksine zahir olan, sahabi ´hz. Peygamber dedi ki...´şeklinde rivayettc´hulunduğunda. Bunu hz. Peygamberden duymuş olmasıdır. Hz. Peygamberle çağdaş olmayan kişilerin ´resulullah dedi ki´ diyerek rivayette bulunmaları durumu ise farklıdır. Çünkü bu kişilerin karine-i halleri, rivayet ettikleri hadisi hz. Peygamberden duymadıklarını göstermekte olup, bu şekildeki rivayetleri, hadisi bizzat hz. Peygamberden duymuş oldukları­nı akla getirmez. Halbuki sahabinin bu şekildeki rivayeti, bunu hz. Peygamber­den doğrudan işitmiş olduğunu akla getirir. Dolayısıyla, sahabinin bu şekildeki rivayeti, duyma kaynaklı olmalıdır. Zahir olan budur. Haberlerin hemen hepsi bi­ze bu şekilde nakledilmiştir. Nitekim, rivayetler ´ebu bekr dedi ki; hz. Peygam­ber şöyle şöyle demiş´ ve ´ömer dedi ki; hz. Peygamber şöyle şöyle demiş´ şek­linde olmakta ve biz onların bunu hz. Peygamberden duymuş olduklarını anla­maktayız.

Üçüncüsü; sahabinin ´hz. Peygamber şunu emretti, şunu yasakladı´ gibi sözleridir. Bu lafızla yapılan rivayetler için iki ihtimal söz konusudur. Birinci ih­timal bunu hz. Peygamberce1 en duyup duymadığında; ikincisi ise, ´emretti´ ifade-sindedir. Çünkü sahabi, gerçekte emir olmayan bir şeyin emir olduğu görüşünde olabilir. Alimler, ´yap´ sözünün emir olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Bunun içindir ki, birkısım zahir ehli, hz. Peygamberin kendi ifadesi nakledilmedikçe, bu şekildeki rivayette hiç bir hüccet bulunmadığını söylemiştir. Doğrusu şudur; hz. Peygamberin bunu emrettiğini muhakkak surette bilmedikçe veya hz. Pey­gamberin ´şunu emrediyorum´ dediğini yahutta emir olduğunu gösteren karinele­rin bulunup zarurî olarak emri kastettiği anlaşılacak biçimde ´şunu yapın´ dediğini duymadıkça, sahabinin ´hz. Peygamber şunu emretti" şeklinde rivayette buluna­cağı düşünülemez. Sahabinin emir olmayan bir şeyi, bir yanılgı sonucu emir ola­rak algılaması durumuna gelince, ortada bunu gerektirecek bir zaruret olmadıkça, biz sahabe hakkında bu ihtimali söz konusu edemeyiz. Tam tersine, mümkün mertebe biz, sahabenin söz ve fiilinin zahirini selamete hamlederiz. Bunun için­dir ki, sahabe ´hz. Peygamber şöyle dedi´ dese, fakat, bir şart getirse ve bir vakit öngörse, biz buna ittiba etmek durumundayız. Bu durumda bizim, ´belki de saha­bi, şartı ve zamanlamayı anlama hususunda yanılgıya düşmüş, şart olmayan bir şeyi şart sanmıştır´ dememiz caiz olmaz. Aynı şekilde sahabinin ´şu hüküm nes-hedilmiştir1 sözünü de kabul etmemiz gerekir; çünkü sahabinin ´şu neshedilmiştir´ sözü ile ´şu emredilmiştir´ sözü arasında hiç bir fark yoktur. Bunun içindir ki ali, bîr kayıt getirmeksizin ´ben, antlaşmayı bozanlarla, bir bid´at ve dalalet sebe­biyle dinden çıkanlarla ve gerçekten sapıp zulmedenlerle savaşmakla emrolun-dum´ demiştir. Ali gibi birinin, emri gerektirecek bir dayanak olmaksızın, umum ve husus açısından üçüncü bir ihtimal girecek şekilde ´emrolundum1 demesi düşü­nülemez. Nitekim kimileri ali´nin bu mutlak ifadesinden hareketle, tüm ümmetin bununla emrolunmuş olduğunu söylemişlerdir. Sahih olan şudur; umum sıygasını [ı, 131] benimseyenlerin bu ifade hakkında da kararsız kalmaları gerekir. Zira ali´nin duyduğu şeyin, ümmet için veya bir grup için veya muayyen biri için bir emir ol­ması ihtimal dahilindedir. Bütün bunlar ona ´emretti´ deme imkanı verir ve aka­binde delile vakıf olabilir. Fakat, hz. Peygamberin bir kişiye olan emrinin, cema­at için bir emir oluşu buna delalet etmektedir; ancak bir kişiye yönelik emrin, yolculuk veya ikamet gibi, kendisine özel bir vasıf sebebiyle olması durumunda, cemaate yönelik olmaması muhtemeldir. Şayet böyle idiyse sahabi, msl. ´Yolcu-luk esnasında mestlerimizi üç gün üç gece çıkarmamakla emrolunduk[4] ifa­desinde olduğu gibi, bunu açıkça söylerdi. Şayet sahabi ´bize şunu emretti´ derse ve sahabinin bu ifadeyi, sadece tüm ümmetin emrolunmuş olması durumunda kullandığı biliniyorsa, bu durumda söz konusu emir tüm ümmet için anlaşılır. Sa­habinin böyle bir kullanım adeti yoksa veya bilinmiyorsa, bu takdirde söz konusu emrin, ümmet için veya sadece kendisi için veya belirli bir grup için olması ihti­mal dahilindedir.

Dördüncüsü; sahabinin, ´sununla emrolunduk, şundan nehyolunduk´ gibi sözleridir. Bu gibi sözler için yukarıdaki üç ihtimale ek olarak bir de, emreden kişinin kimliği ihtimali söz konusudur. Bu ifadeden, emreden kişinin hz. Pey­gamber mi yoksa halifelerden veya alimlerden biri mi olduğu anlaşılmamaktadır. Kimi alimler, taşıdığı ihtimal nedeniyle, bu lafızla yapılan rivayette hiç bir hüc­cet bulunmadığını ileri sürmüşse de, çoğunluk alimler bu ifadenin yalnızca alla­nın veya hz. Peygamberin emrine hamledileceğim söylemişlerdir. Çünkü nakilde bulunan sahabi, bu ifadesiyle bir şer´î hükmü isbatı ve hüccet ikame etmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu ifade, sözünde hüccet bulunmayan kişilerin sözü olarak yorumlanamaz.

Sahabinin ´şu, sünnettendir´, ´sünnet şu şekilde cereyan etmiştir´ gibi sözle­ri de bu kabildendir. Zahir olan şudur ki; sahabi bununla, özellikle hz. Peygam­berin sünnetini kastetmektedir. Îttiba edilmesi gereken, hz. Peygamberin sünne­tidir, itaat edilmesi vacip olmayan diğer kişilerin sünneti değil. Sahabinin bunu hz. Peygamberin hayatında söylemesi ile ölümünden sonra söylemesi arasında hiç bir fark yoktur.

Bir tabiînin ´emrolunduk´ sözüne gelince; bunun hz. Peygamberin emri olması muhtemel olduğu gibi, bütünüyle ümmetin emri olması da muhtemeldir ve her iki durumda da bu sözle hüccet gerçekleşir. Bu ifadenin ayrıca sahabenin em­ri olması da muhtemeldir. Fakat bir alimin, itaati vacip birini kastetmesi durumu hariç, bu ifadeyi kayıtsız biçimde kullanması kendisine yakışmaz. Her halükarda tabiinin bu sözündeki ihtimal, sahabinin aynı sözündeki ihtimalden daha da açık­tır.

Beşincisi; sahabinin ´şöyle yaparlardı´ şeklindeki sözüdür. Eğer sahabi bunu hz. Peygamber zamanına izafe ediyorsa, bu nakil söz konusu fiilin caizliğini gösterir. Çünkü sahabinin bunu hüccet olarak zikretmiş olması, hz. Peygamberin haberdar olmadığı bir fiili değil, haberdar olup ses çıkarmadığı bir fiili kastettiği­ni gösterir ve bu da söz konusu fiilin caizliğini gösterir. Msl. İbn ömerin "biz hz. Peygamber zamanında fazilet sıralaması yapardık ve hz. Peygamber­den sonra insanların en hayırlısının ebu bekr, sonra ömer ve sonra osman olduğunu söylerdik. Bu sözlerimiz hz. Peygambere ulaştığı halde o buna karşı bir şey söylemedi"[5] demesi, yine ibn ömer´in "biz hz. Peygamber zamanında ve ondan sonra kırk yıl tarım ortakçılığı (muhabere) yaptık. Ne zaman ki râfi´ b. Hadîc bize hz. Peygamberin bunu yasakladığı haberini rivayet edince bundan vazgeçtik´[6] şeklindeki rivayeti böyledir. Ebu said´in "biz hz. Peygamber zamanında fıtır sadakası olarak buğdaydan bir sa´ verirdik´ [7]sözü; aişe´nin "onlar değeri düşük şeylerde el kesmezlerdi"[8] sözü de böyle­dir.

Bir tabiî´nin ´onlar şöyle yaparlardı´ sözü ise, ümmetin tamamının değil, bir-kısmının böyle yaptığını gösterir ve tabiî bunu icma ehlinden naklettiğini açıkça belirtmedikçe bu sözde hiç bir hüccet yoktur. Tabiî bunu icma ehlinden nakledin- [ı, 132 ce bu nakil bir icma´ın nakli olur. İlerde geleceği üzere icma´ın tek kişinin habe­riyle sabit olup olmayacağı tartışmalıdır. Buraya kadar verilen bilgilerle neyin hz. Peygamber´den nakil (haber) olduğu ve neyin de haber olmadığı gösterilmiş­tir. Şimdi haberin bize ulaşma yollarını açıklayalım. Haber bize ya tevatür kana­lıyla ya da ahad kanalla ulaşır.[9]

A. Tevatür

1. Tevatürün Bilgi İfade Etmesi


Tevatür konusuna geçmeden önce haberi tanımlayalım. Haber; doğrulan­ması ve yanlışjanması mümkün olan sözdür. Diğer bir ifadeyle hab...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tevatür
« Posted on: 28 Mart 2024, 22:10:18 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tevatür rüya tabiri,Tevatür mekke canlı, Tevatür kabe canlı yayın, Tevatür Üç boyutlu kuran oku Tevatür kuran ı kerim, Tevatür peygamber kıssaları,Tevatür ilitam ders soruları, Tevatürönlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 12:59:56
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2010, 12:59:56 »


Mesele: (dört sayısının bilgi ifade etmek açısından değeri)

Kadı, dört kişinin sözünün, tam sayıdan kesinlikle eksik olduğunu söylemiş ve bu görüşünü şöyle gerekçelend irmiş tir: dört kişinin sözü şer´î bir beyyine olup, hakimin bunu, zannı galip oluşabilmesi için tezkiyecilere havale etmesi ic-ma ile caizdir; halbuki zarurî olarak bilinen bir hususta zann oluşturma peşine düşülemez. Kadı´nin bu yaklaşımı, her hangi bir karinenin bulunmadığı durumlar açısından doğrudur. Çünkü biz, dört kişinin verdiği habere kendimizi zorunlu hissetmiyoruz. Ancak eğer bu dört kişinin haberi yanında bir de karinenin bulun­duğu farzedilirse, tasdikin oluşması imkansız değildir. Şu kadar ki bu doğrulama salt dört kişinin haberiyle değil, bu habere karinelerin eklenmesiyle oluşmuş olur. Kadı, karinenin eklenmesi durumunda dahi dört kişinin haberiyle tasdikin imkansız olduğunu söylemektedir.

Mesele: (beş sayısının bilgi ifade etmek açısından değeri)

Kadı, dört sayısının eksik bir sayı olduğunu icma ile-bildiğini, fakat hakkın­da icma bulunmadığı için beş sayısı hakkında kararsız olduğunu söylemektedir. Kadının bu görüşü zayıftır. Çünkü biz bunu tecrübe ile bilmekteyiz. Beş veya al­tı kişiden duyduğumuz öyle haberler vardır ki bunlarla bilgi oluşmaz. Bu bakım­dan beş sayısının da eksik bir sayı olduğunda kuşkumuz yoktur.

Mesele: (Bilgi Oluşturan Sayının Alt Sınırı Belli Midir?)

Karinelerin yokluğunu varsaydığımızda, kendisiyle zorunlu bilginin oluştu­ğu an az sayı allah için malumdur; bizim için ise malum değildir ve bu sayıyı bilme imkanımız da yoktur. Biz, haberleri bize peşipeşine geldiğinde, mekke´nin, şafiî´nin ve peygamberlerin varlığına dair bilgimizin oluşum anını ve bunun yü­züncü veya ikiyüzüncü haberden sonra mı olduğunu bilemeyiz. Uğraşsak bile bu­nu tecrübe etmemiz mümkün değildir. Şöyle bir misalle nefislerimizi bir kontrol edelim: çarşıda bîr adam öldürülse ve bu olaya´şahit olan bir topluluk olay ma­hallinden ayrılıp bizim yanımıza gelerek ölüm haberini verseler; birinci kişinin haberi bizim zannımızı harekete geçirir, ikinci ve üçüncü kişilerin haberi bu zan-nımızı pekiştirir; haber verenlerin sayısı arttıkça bizim zannımız da iyice pekişir ve neticede artık kuşku duyamayacağımız zorunlu bir bilgi haline gelir. Şayet bilgimizin zorunlu olarak oluştuğu anı bilebilirsek ve habercilerin sayısını he«ap-liyabilirsek bilgimizin oluşum anını bilebiliriz. Fakat bu anı yakalayabilmek son derece zordur. Çünkü ıcanaatimizin kuvvetlenmesi, tıpkı mümeyyiz çocuğun ak­lının artarak teklif sınırına ulaşması ve sabah ışığının yavaş yavaş kemal noktası­na varması gibi, gizli bir tedriçle olmuştur. Bunun içindir ki kendisiyle zorunlu bilginin oluştuğu asgari sayı, bir tür işkal perdesi altında kalmış ve bunun idraki beşer kuvveti için neredeyse imkansız olmuştur.

[ı, 138] kimi alimler, cuma namazı için öngörülen sayıdan hareketle zorunlu bilgi-

Nin asgari sayısı olarak kırk sayısını; kimileri ´musa, buluşma vaktimiz için kav­minden yetmiş adam seçti´ {a´râf, 7/155} ayetinden hareketle yetmiş sayısını ve kimileri de bedr ehlinin sayısını tahsis etmişlerdir. Bunların hepsi de bozuk ve soğuk keyfi hükümler olup, hiçbirisi amaca uygun düşmez ve delalet etmez. Bu görüşlerin birbirleriyle çelişik olmaları, bunların sakatlıklarını göstermeye yeter. Öyleyse bu sayıyı net olarak bilmemiz mümkün değildir. Şu kadar ki biz, allah teala katında tam olan sayıdaki kişilerin haber verme noktasında biraraya geldi­ğine zorunlu bilgi ile istidlal ederiz.

Denirse ki: asgari sayısını bilmediğiniz halde, tevatür ile zorunlu bilginin oluştuğunu nasıl biliyorsunuz?

Deriz ki: tıpkı, en az miktarlarını bilmediğimiz halde, ekmeğin doyurucu, suyun kandırıcı ve şarabın sarhoş edici olduğunu bildiğimiz gibi ve yine tıpkı cinslerini hasretmeye ve en alt derecesini tesbit etmeye muktedir olamadığımı/, halde karinelerin, bilgi ifade ettiğini bildiğimiz gibi.



Mesele: (Bilgi Oluşumunun İki Şartı: Tam Sayı Ve Haberin Müşahede Kaynak­tı Olması)


Tam sayıdaki kişiler haber vermiş ve onların doğruluğu bilgisi oluşmamış-sa, bunların yalancı olduğuna kesin gözüyle bakmak gerekir. Çünkü bilginin olu­şumunda iki şart vardır. Bu şartlardan biri tam sayı, diğeri verilen haberin yakîn ve müşahede kaynaklı olmasıdır. Sayı tam olduğuna göre bu durumda bilginin oluşmamasının sebebi ikinci şartın eksikliğidir. Biz anlarız ki ya bunların hepsi yalan söylemiştir ya da içlerinden bir kısmının ´ben buna şahit oidum1 sözleri ya­lan olup, verdikleri haberi ya vehim ve zanna dayanarak vermişler veya bilerek yalan söylemişlerdir. Çünkü, şayet bunlar tasdik edilecek olsaydı, sayı tam oldu­ğuna göre, bilgi zorunlu olarak oluşacaktı. Dört sayısının tevatür sayısı olmadığı­nın bir delili de budur. Zira hakim için bunların doğruluğu bilgisi oluşmamış ve hakimin zannı galiple hüküm vermesi icmaen caiz olmuştur. Şayet sayılan tam olsaydı, bunların doğruluğu bilgisinin oluşmaması hepsinin veya içlerinden biri­nin yalancı olduğuna kesin bir delil olurdu ve biz içlerinden birinin yalancı veya vehim sahibi olduğunu kesin olarak bilirdik, içlerinden birinin yalancı veya ve­him sahibi olduğu bilinen dört kişinin şahitliği de makbul değildir.

Denirse ki: anlaşmalı olarak yalan üzerinde ittifak etmeleri ve bir ölçü altı­na girmeleri ve hiçbiri tek başına haber vermemek ve gizli tutmak üzere, yalan üzerinde yardımlaşmaları adeten imkansız olan bir çoklukta oldukları halde bun­ların sözleriyle bilgi oluşmuyorsa, onların bu yalanlan neye bağlanacak ve böyle bir şey nasıl tasavvur olunacaktır?

Deriz ki: böyle bir şey, onların doğru sözlüler ve yalancılar olarak ikiye ayırılmasıyla mümkün olur. Doğruların sayısı bilgi oluşturmaya yetecek sayıdan eksiktir. Yalancılara gelince; sayıları yalan üzerine anlaşmayacak meblağın altın­da olduğu için bunların yalan üzerinde anlaşmaları ihtimal dahilindedir. Sayılan yalan üzerinde anlaşmaları imkansız olmayan bir meblağın ise, o anda gizleyip bunu daha sonra haber vermeleri imkansız değildir. Şia´nın imamet hususunda

Nass bulunduğuna dair nakli, sayıca çokluklarına rağmen bilgi ifade etmemiştir. Çünkü onların bu haberi görme ve duyma kaynaklı değildir. Şayet onlar bunu se­leften duymuş olsalardı doğru söylemiş olurlardı. Fakat bu yalanı uyduran selefin [ı, 139] sayısı da, yalan üzerinde anlaşmaları imkansız olan meblağdan eksiktir. Belki de sonrakiler (halef), haberi ilk verenlerin sayısının, yalan üzerinde anlaşmaları im­kansız olan bir meblağ olduğunu zannetmişler; bu zanlarında hata ettikleri için hükme kesin gözüyle bakmışlardır. Onların yanılgılarının kaynağı da budur.[14]

Tevatür Sayısı İçin Öngörülen Fasit Şartlar:


Bazı alimlerce, tevatür sayısı için öne sürülen beş şartın fasit olduğunu açıklayarak bu bahsi bitirmek istiyoruz.

1) Kimi alimler tevatür sayısının belli bir sayı altına girmeyen ve bir belde­nin kendilerini içine alamayacağı bir sayı olmasını şart koşmuşlardır.

Bu şart fasittir. Hacılar hepsi birden, hac yapmalarını engelleyen ve arafata çıkmalarına mani olan bir olayı haber verse, sayıları belli bir sayı ile sınırlı ol­makla birlikte, onların bu sözü ile bilgi oluşur. Camide bulunanlar, cuma namazı­nı kılmalarına engel olan bir olayı haber verse, her ne kadar belde bir tarafa cami bunların hepsini içine alıyorsa da, bunların doğru söylediği anlaşılır. Yine medi­ne halkı hz. Peygamberden bir şey naklettiğinde, her ne kadar kendileri bir bel­deye sığıyor olsalar da, bilgi oluşur.

2) Kimileri, haber veren kişilerin bir babadan değil, farklı neseplerden ol­masını, bir yerden değil ayrı bölgelerden olmasını ve aynı mezhepten değil farklı dinlerden olmasını şart koşmuştur.

Bu şart da fasittir. Çünkü haber verenlerin aynı mahalleden ve aynı nesep­ten olması, yalnızca, anlaşmanın mümkün olması durumunda etkilidir. Sayı tam-ıtğına varan çokluk da bu imkanı giderir. Eğer böyle bir çokluk yoksa, kardeşler arasında anlaşma olabileceği gibi amca çocukları arasında da anlaşma olabilir ve yine bir mahalle halkı arasında anlaşma olabileceği gibi bir belde halkı arasında da anlaşma olabilir. Din farklılığına nasıl itibar edilebilir! Biz biliyoruz ki müslü-manlar bir ölümü, bir fitneyi veya bir olayı haber verdiğinde doğru söylediklerini bilmekteyiz. Hatta kayser´in öldüğünü haber veren istanbul halkının da doğru söylediğini biliriz.

Denirse ki:

Madem bunu biliyorsunuz, öyleyse isa´dan teslisi ve çarmıha gerildiğini nakletmeleri hususunda hınstiyanların doğru söylediğini de bilelim.

Deriz ki:

Hrıstiyanlar teslisi, isa´dan ihtimal götürmeyen sarih bir nas ile işitip anla­yarak nakletmediler. Tam tersine amacını anlayamadıkları vehme düşürücü lafız­lar sebebiyle bunu vehm ettiler. Nitekim müşebbihe fırkası da, amacını kavraya madıklan bazı ayet ve hadislerden teşbih anlamışlardır. Tevatürün, duyularla al­gılanan bir şeyden sadır olması gerekir, lsanın katli haberine gelince; onlar isa´ya benzeyen bir şahsın öldürüldüğüne şahit olduklarını söylerken doğru söylemiş­lerdir; fakat onlara öyle gösterilmiştir.

Denirse ki:

Duyularla algılanan şeylerde teşbih tasavvur olunabilir mi? Eğer bu tasav­vur olunabiliyorsa. Her birimiz eşini ve çocuğunu gördüğünde, acaba bu benim eşim mi yoksa bcn/.etiyor muyum diye tereddüte düşsün.

Deriz ki:

Eğer içinde yaşanılan zaman adetin yırtıldığı (harikuladeliklerin meydana geldiği) bir zaman ise, duyularla algılanan şeylerde teşbih olabilir. Bu zaman da, hz. Peygamberin doğruluğunun isbatı için, peygamberlik zamanıdır. Bu durum, başka zamanlarda kuşkuyu gerektirmez. Zira, peygamberin tasdikini sağlamak için, allah tealanın bastonu yılan yapmaya ve adeti yırtmaya olan kudretinde hiç bir değ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Nisan 2016, 18:50:50
Pelinay
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.696


« Yanıtla #2 : 27 Nisan 2016, 18:50:50 »

Tevatür detaylica anlatilmis.Rabbim anlayis kolayligi versin insallah.
Allah razi olsun hocam.emeginize saglik.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

27 Nisan 2016, 21:13:14
Sevgi.
Bölüm Görevlisi
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 17.948


« Yanıtla #3 : 27 Nisan 2016, 21:13:14 »

  Esselâmü Aleyküm Ve Rahmetüllah. Mevlam ilmimizi artırsın ve hakkıyla öğrenip hayatına nakşedebilen kullarından olabilmeyi nasip etsin bizlere inşaAllah. Amin
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Aralık 2018, 05:31:03
Mehmed.
Görevli Sorumlusu
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 18.662


Site
« Yanıtla #4 : 26 Aralık 2018, 05:31:03 »

Ve aleykümüsselam Rabbim bizlerin ilmini artırsın Rabbim paylaşım için razı olsun
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes