> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > İslam Hukuku - İmam Gazali > Lafızların Delaleti
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Lafızların Delaleti  (Okunma Sayısı 1767 defa)
07 Nisan 2010, 11:53:11
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 07 Nisan 2010, 11:53:11 »



Lafızların Delaleti

A. İktizanın Delaleti
B. İşaretin Delaleti
C. Hükmün Münasib Vasfa İzafesinden Ta´lili Anlamak
D. Mefhumu´l-Muvafakat (Fahve´l-Hıtab)
E. Mefhumu´l-Muhalefet (Deülu´l-Hıtab)
Mefhum İle İstidlal Edilebileceği Görüşünde Olanların Gerekçeleri
Delîlu´l-Hitâb´ın Dereceleri
F. Hz. Peygamberin Fiillerinin, Sükutunun Ve İstibşarının Delaleti
1. Fiilin Delaleti
2. Fiillerin Hükümleri Konusunda Farklı Gerekçeler
3. İki Fiilin Tearuz Etmesi


H. LAFIZLARIN FAHVA VE İŞARET YÖNÜNDEN DELALETİ

Lafızların, sıyga itibariyle değil de, fahvâ ve İşaret itibariyle delaleti beş çe­şittir: İktizanın delaleti, işaretin delaleti, hükmün münasip vasıfa izafesinden ta´lili anlamak, mefhumu´l-muvâfakat ve mefhûmu´l-muhâlefet. [1]

A. İktizanın Delaleti

iktiza, lafzın delalet etmediği, doğrudan söylenmiş (mantukun bih) olmayan, fakat lafzın zaruretinden kaynaklanan bir delalet çeşididir. Şu durumlarda lafzın zarureti söz konusu olur;

a) Sözü söyleyen kişinin (mütekellim) doğru kabul edilebilmesi böyle bir ik­tizanın varlığına bağlı ise,

b) Lafızla ifade edilen hususun şer´an var olabilmesi ancak böyle bir iktiza­nın varlığı ile mümkün oluyorsa,

c) Lafızla ifade edilen hususun aklen sabit olabilmesi, ancak böyle bir ikti­zanın varlığı ile mümkün oluyorsa. [ü, 187]

Lafzın zaruretine örnekler:

(a. şıkkına örnek)

Sözü söyleyen kişinin doğru sözlü sayilabilmesinin zarureti olan mukte-za´nın örneği, Hz. Peygamberin "Oruca geceden niyet (tebyît) etmeyenin oru­cu yoktur" sözüdür. Çünkü bu söz, geceden niyet edilmemesi halinde orucun mevcut olamayacağını belirtmektedir (nefy). Halbuki bu durumda oruç şeklen mevcut olmuyor değildir, öyleyse bu sözün manası "Oruca geceden niyet etme­yen kimsenin orucu sahih olmaz veya tam (mükemmel) olmaz" şeklinde olmalı­dır. 8u durumda orucun kendisi değil hükmü nefyedilmiş olmaktadır. Bu hadiste hüküm bahis konusu edilmemiştir, fakat Hz. Peygamberin söylediği bu sözün doğruluğunu gerçekleştirebilmek için hükmün takdir edilmesi (söylenmediği hal­de varmış gibi düşünülmesi) gereklidir. Biz buradan hareketle muktezanın umu­munun olmadığını söylüyoruz. Çünkü mukteza lafzen değil iktizaen sabit olmuş­tur.

Bu örnekleme, şer´î isimleri inkar edip, oruç lafzının lügatteki muktezası üzere kaldığını ve şer´î bir anlam kazanmadığını ileri sürenlerin görüşüne göre sahih olur. Oruç lafzı, lügat anlamını koruduğu İçin zikredilmediği halde (izmar) böyle bir hükmün varsayılmasına gerek duyulmuştur.

Oruç lafzını, şer´î oruçtan ibaret sayanlara göre ise, geceden niyet edilmeme­si halinde orucun mevcut olamayacağı hususu, iktiza yoluyla değil doğrudan doğruya söyleme (nutk) yoluyladır. Bunlara göre iktizanın misali; "Niyet yoksa amel de yoktur" ve "Ümmetimden yanılgı ve unutma kaldırılmıştır" gibi ha­dislerdir. Bunlara benzer örnekler "mücmel" konusunda geçmişti.

(b. şıkkının örneği):

Söylenen şeyin (mantukunbih) şer´an tasavvur edilebilmesi için iktizaen sa­bit olan şeylere örnek:

Birinin diğer bir kimseye, "Köleni benim adıma azat et" demesi, hiç söyle-nilmediği halde "mülkiyet"! tazammun ve iktiza etmektedir. Çünkü söylenilen (mantukunbih) azat etmenin nafiz olabilmesinin şartı, mülkiyetin azattan önce bulunmasıdır. O halde bu husus (mülkiyet) lafzın muktezası olmaktadır.

Aynı şekilde, başkasının kölesine işaret ederek "Vallahi ben bu köleyi azat edeceğim" dese, eğer yeminini yerine getirmeyi istiyorsa, o kölenin mülkiyetini elde etmesi gerekir. Gerçi o kölenin mülkiyetini elde etmeyi söz konusu etme­miştir, fakat yüklendiği şey (o kölenin azat edilmesi), zarurî olarak kölenin mül­kiyetini elde etmeyi gerektirmektedir.

(c. şıkkının Örneği):

Söylenen şeyin aklen tasavvur edilebilmesi için iktizaen sabit olan şeyler:

ALLAH Teala "Size analarınız... haram kılındı..." {Nisa, 4/23} buyurmak­tadır. Bu sözün, aklen doğru sayılabilmesi ve bir anlam ifade edebilmesi için, gizli bir vat´ (cinsel ilişki) lafzının varlığını takdir etmek gerekir. Böyle bir takdir yapılınca ayette ´Size analarınızı vat etmeniz haram kılındı´ denilmiş olmaktadır. [II, 188] Çünkü anneler, birer objedir (a´yân). Hükümler ise a´yana taalluk etmezler. Daha doğrusu, hükümlerin, mükelleflerin fiillerinden başka bir şeye taalluk etmesi dü­şünülemez. Öyleyse yukarıda geçen ayetin lafzı bir fiili gerektirmektedir ve bu fiil de, kullanım örfü sebebiyle diğer her hangi bir fiil değil, ´vat´ fiilidir.

Yine "Sîze meyte, kan haram kılındı" (Maide, 5/3), ve "Size behîmetu´l-en´âm helal kılındı" {Maide, 5/1} ayetlerinde, lafzın iktiza ettiği fiil ´yeme´ fiili­dir.

"Köye sor" {Yusuf, 12/82} lafzı da buna yakındır. Yani ´Köy ahalisine sor´ demektir. Çünkü sormanın makul olabilmesi için lafzın içerisinde gizli bir ´ahali´ lafzının bulunması gereklidir. Bu son örneğin, iktiza değil İzmar (gizleme) olarak adlandırılması da mümkündür, tzmar hakkında söylenecekler de iktîza´ya yakın­dır. [2]

B. İşaretin Delaleti

Lafızdan değil lafzın işaretinden çıkarılan anlam:

Bununla, özellikle kastedilmeksizin lafza tabi olan şeyi kastediyoruz. Msl. konuşan kimsenin konuşma esnasındaki işaret ve hareketlerinden, lafzın kendisinin delalet etmediği şeyler anlaşılabilir. Buna ´işaret´ denilir. Yine Iafıza, kaste­dilmeyen şeyler de tabi olabilir ve bu şeyler lafız üzerine bina edilir.

Msl. Alimler, kadınların temizlik süresinin (tuhur) en az ve hayız süresinin en çok miktarını 15 gün olarak belirlerken, şu hadise tutunmuşlardır. Hz. Pey­gamber, "Kadınlar, akılca ve dince eksiktir[3] demiş, kendisine "Dince eksik­lik nasıldır?" diye sorulunca da, "Kadınlardan her biri ömrünün yarısını evinin köşesinde, namazsız ve oruçsuz geçirir" demiştir. Aslında bu lafız, kadınların dince eksikliklerinin muhtevasını açıklamak için sevkedilmiştir ve bu sözün söy­leniş maksadı sadece budur. Fakat bu söz ile, hayzın en çoğuna, tuhurun en azına işaret hasıl olmuştur. Burada hayzın, ömrün (dehr) yarısından yani bir ayda 15 günden fazla olamayacağına da işaret vardır. Çünkü eğer 15 günden fazla olabi­leceği tasavvur olunabilseydi, Hz. Peygamber, dince eksiklik hususunda mübala­ğalı bir biçimde vurgulamak için buna da değinirdi.

Bunun misali, Şafii´nin (rh.) az suyun, kendisini değiştirmeyen bir necasetle [E, 189] necis olacağına, Hz. Peygamberin "Biriniz uykudan uyandığında, elini üç de­fa yıkamadıkça kaba daldırmasın. Çünkü uykudan uyanan kişi, elinin nere­de gecelediğini bilmez" hadisiyle istidlal etmiş ve ´şayet, yakînen bilinen neca­set (yakînu´n-necase) suyu pisletmiyor olsaydı, Hz. Peygamber´in bu sözü, müs-tehaplık (istihbab) bile gerektirmeyen bir kuruntu (tevehhüm) olurdu´ demiştir.

"Çocuğun ana karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır"

{Ahkâf, 46/15} ayetinden hareketle hamilelik müddetinin alt sınırının 6 ay ola­rak belirlenmesi de bu konuya örnek teşkil edebilir. Başka bir ayette "Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl İçindedir" {Lokman, 31/14} denilmektedir.

Ramazanda geceleyin cinsel İlişki kurup, cünüp olarak sabahlayan kimsenin orucunun bozulmayacağı sonucuna gidiş de bunun örneğidir. Şöyleki, ayette "Şimdi kanlarınızla mübaşeret edin" {Bakara, 2/187} denildikten sonra "Sa­bahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden ayrılıncaya kadar yiyin, için"

{Bakara, 2/187} denilmekte ve ruhsat, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya ka­dar uzatılmaktadır. Ayet, gecenin tamamında yeme içme ve cinsel ilişkinin caiz olduğunu ve cinsel ilişkiyi gecenin sonunda yapan kişinin, gusül yapma işini gündüze tehir edebileceğini hissettirmektedir. Eğer böyle olmasaydı, gecenin gu­sül yapmaya yetecek miktardaki son parçasında cinsel ilişkide bulunmanın haram olması gerekirdi.

işte bu ve bunun benzerleri pek çoktur. Buna lafzın işareti adı verilir[4].

C. Hükmün Münasib Vasfa İzafesinden Ta´lili Anlamak

"Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin" {Mâide, 5/38} ve "Zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer celde vurun" {Nur, 24/2} ayetleri böyledir. Bu ayetlerden, hırsızın elinin kesilmesi ve zina edene celde vurulması anlaşıldığı gibi, ki zaten bu açıkça söylenmektedir (mantuk bih), hırsızlık ve zi­nanın, söz konusu hükümlerin illeti olduğu da anlaşılmaktadır. Bunun İllet oldu­ğu açıkça söylenmemiştir (mantuk bih değildir), fakat, sözün akışından (fahva´l-kelâm) öyle bir anlam çıkmaktadır.

[II, 190] "İyiler cennette, kötüler cehennemdedir" {Infitâr, 82/14}, yani iyiler iyi oldukları için, kötüler de kötü oldukları için. Övgü, yergi, teşvik, sakındırma ka­bilinden söylenen tüm sözler böyledir. Aynı şekilde bir kimse, Taciri kına, itaat­karı Öv, alimi tazim et´ dese, hiç zikredil mediği halde, bütün bunlardan talil anla­şılır. Bu çeşit delalet, ´îmâ ve işaret* olarak adlandınIdığı gibi, ´fahve´I-kelam´ ve ´lahnu´l-kelam´ olarak da adlandırılır. Türüne ve mahiyetine vakıf olduktan sonra bu çeşit delalete istediğin ismi vermekte serbestsin[5].

D. Mefhumu´l-Muvafakat (Fahve´l-Hıtab)

Sözün siyakının ve maksadının delaletiyle söylenenden (mantuk) söylenme­yeni anlamak:

"Onlara öf deme ve azarlama" {Isrâ, 17/23} sözünden, sövmenin, dövme­nin ve öldürmenin haram olduğunun anlaşılması böyledir.

"Yetimlerin mallarını haksızlıkla (zulmen) yiyenler, karınlarına ateş doldurmuş olurlar" {Nisa, 4/10} ayetinden, yetim malını itlaf etmenin, yakma­nın ve helak etmenin haramlığı anlaşılmaktadır.

"Zerre miktarı hayır işleyen onu görür" {Zelzele, 99/7} ve "Ehli kitap­tan öyleleri...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Lafızların Delaleti
« Posted on: 20 Nisan 2024, 03:58:24 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Lafızların Delaleti rüya tabiri,Lafızların Delaleti mekke canlı, Lafızların Delaleti kabe canlı yayın, Lafızların Delaleti Üç boyutlu kuran oku Lafızların Delaleti kuran ı kerim, Lafızların Delaleti peygamber kıssaları,Lafızların Delaleti ilitam ders soruları, Lafızların Delaletiönlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 11:53:35
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2010, 11:53:35 »

Buna dört şekilde cevap verilebilir:

1) Bu, bir kere, vacibi ters yüz etmektir (aksu´l-vacib). Siz, bir amaç ve fay­danın varlığını, lügatin yapısını (vad´) bilme yolu yaptınız. Halbuki önce, lügatin yapısını bilmek gelir daha sonra da ona bir faydanın terettübü. Yararın varlığını bilmek, dilin yapısını bilmenin bir sonucudur. Dilin yapısını faydanın bilinme­sine tabi kılmak doğru değildir.

2) Bu iddia iki önkabule dayanmaktadır. Bunlardan biri, ´özellikle belirtme­nin bir amacı ve yararının olması´, diğeri de ´amaç ve yararın, hükmün sadece, özellikle belirtilen husus için geçerli olması´dır. Bu iki mukaddimenin sonucu da, "öyleyse amaç ve yarar budur" seklinde olacaktır.

Biz, birinci Önkabulü yani bir amaç ve yararın bulunduğunu kabul ediyoruz fakat ikinci önkabulü, yani ´amacın yalnızca bu (hükmün özellikle belirtilen hu- [n, 201] sus için geçirli olması) olduğunu´ kabul etmiyoruz. Bunda belki bir yarar ve amaç vardır. Ancak, yarar sadece bununla sınırlı değildir. Aksine, Özellikle be­lirtmenin (tahsis) birçok nedeni olabilir. Hükmün sadece özellikle belirtilen hu­sus için geçerli olması ise ise bu nedenlerden sadece birisidir.

Denirse ki:

Şayet özellikle belirtmenin bir yaran olsaydı veya bu özel belirtmenin, hük­mün yalnızca zikredilen husus için geçerli olmasından başka bir nedeni olsaydı biz bunu bilirdik.

Cevap:

Siz, her amaç ve yararın sizin tarafınızdan bilineceğini nereden çıkarıyorsu­nuz. Belki de amaç mevcuttur da, siz onu tesbit edememişsinizdir. Siz buradan hareketle, birbirinden tamamen farklı olan ´amacı bilememe´ durumu ile ´amacın olmayışı1 durumunu aynı şey haline getiriyorsunuz. Bu yanlıştır. Bu delilin temel dayanağı başka bir yarar ve amacı bilemeyiştir.

3) Onların bu delilini çökertecek mahiyette olan üçüncü cevap şudur:

Tahsisu´l-lakap (hükümde bir ismin özellikle zikredilmiş olması), usul ilmin­de mesafe alan hiç kimse tarafından benimsenmemiştir. Sîz, niçin onda da bir amaç/yarar aramadınız. Riba hususunda sadece altı eşya zikredilip, hüküm tüm ölçülebilir (mekîlât) ve yenilebilir (mat´umat) şeylere teşmil edilmişse; yine ine­ğin ve devenin de zekatını vermek vacip olduğu halde, özellikle koyunun zeka­tından bahsedilmişçe, aynı hükümde olmalarına rağmen böyle yapılmasının sebe­bi nedir?

Diyeceksiniz ki, belki de, bir soru, bir ihtiyaç ya da bizim bilmediğimiz bir sebep yüzünden böyle yapılmıştır. Biz de diyoruz ki, öyleyse, aynı şeyleri "tahsîsu´l-vasıf için de düşünün.

4) Hükmün özel bir sıfata tahsis edilmesinin birçok faydası vardır:

a) Şayet Sâri´, hüküm alanlarının hepsini içine alacak bir ifade kullansaydı içtihada yer ve imkan kalmazdı. Bazı lakapları ve vasıflan özellikle zikretmek suretiyle müctehidlerin ictihad ederek çok sevaba nail olmalarını istemiştir. Zira, bu suretle muctehidleri ilme iten sebepler çoğalmış olur ve ilim onların yönelmeleri, düşünce ve istinbat hususundaki aktiviteleri sayesinde muhafaza edilmiş olarak devam eder. Şayet böyle olmasaydı, kıyas yapmaya yer ve imkan kalma­yacak ölçüde, her hüküm İçin, hükmün tüm yönlerini (mecârî) içine alan toplayi-[H, 202] cı bir kural (dâbıt) zikrederdi.

b) Şayet Hz. Peygamber saime koyunu tahsis etmeksizin ´Koyunda zekat vardır9 deseydi, müctehid, zihninde doğan ictihad ile saime koyunu bu genel ifa­denin kapsamından çıkarabilirdi. Hz. Peygamber, zekatın vacipliğİ konusunda saime koyunu özellikle zikretti ki, ma´lufe koyun da buna kıyas edilsin ve eğer malufenin saime ile aynı durumda olduğuna kanaat getirilirse aynı hüküm onun için de verilsin; farklı olduğuna kanaat getirilirse aynı hüküm verilmesin. Bu su­retle saime koyun ictihad alanından uzak tutulmuş olmaktadır.

Aynı şekilde, Hz. Peygamber ´Yiyecek maddesini yiyecek maddesi karşılı­ğında satmayın´ deseydi, belki de müctehid ictihad ederek, buğday ve hurmayı bu kapsamın dışına çıkarabilirdi. Hz. Peygamber, kapsam dışı yapılamayacak şe­yi özellikle belirtip, yenilebilen şeylerin hükmünü içtihada bırakmıştır. Hele hele, yiyecek maddesini (taam) ve koyunu zikretseydi, ki bunlar âmm lafızlardır, umûm lafzın ne ifade ettiği hususunda kararsız kalanlar nazarında bu iki lafzın, hem umûm için, hem de sadece buğday veya sadece hurma veya sadece ma´lufe veya sadece saime´yi ifade için zikredilmiş olması muhtemel olacaktı. Bir vasfı özellikle zikretmek suretiyle, Hz. Peygamber, özellikle zikredilen şeyi kararsızlık ve tereddüt alanından çıkarmış ve gördüğü bir lütuf ve maslahat sebebiyle geri kalanları içtihada bırakmış olmaktadır.

c) Altı eşyayı özellikle zikretmeye iten sebep ya bunların yaygınlığı (umûmu vuku´) ya özel bir soru, ya bir olayın vuku bulması ya muamelenin özellikle o ko­nuda denk gelmesi olabileceği gibi bizim bilemediğimiz başka bir sebep de ola­bilir. Bizim bu sebebi bilemiyor olmamız, öyle bir sebebin yokluğu anlamına gelmez. Tam tersine biz diyoruz ki, buna iten, bizim vakıf olamadığımız bir se­bep her halde vardır. Vasıflar hususunda da durum böyledir.

Sekizinci meslek:

Mefhûmun delaletini savunanlar derler ki: Hükmün bir sıfata bağlanması (talik), tıpkı hükmün illete bağlanması gibidir. Nasıl ki, illetin varlığı (sübutu) hükmün varlığını, yokluğu da hükmün yokluğunu gerektiriyorsa, aynı şekilde hükmün sıfata bağlanması durumunda da, sıfatın varlığı hükmün varlığını, sıfatın yokluğu da hükmün yokluğunu gerektirir.

Cevap:

Sıfat ve illetteki görüş ayrılığının mahiyeti birdir. Hükmün illete bağlanması, illetin bulunması halinde hükmün de bulunmasını gerektirir. Ancak, illetin yoklu­ğu hükmün yokluğunu gerektirmez. Aksine, illet ortadan kalkarsa, aslın gerektir­in, 203] diği hüküm devam eder. Üstelik biz bir hükmün iki illetle talil edilmesini de mümkün görüyoruz. Şayet dinden dönme (riddet) sebebiyle ölüm cezasının vacip olması, riddet dışında öldürme cezası verilemeyeceği anlamına gelseydi, kısasın vacip olması, bu nefyi (yani riddet dışında ölüm cezası verilemeyeceği hükmünü) neshetmiş olurdu. Halbuki durum böyle olmayıp, illetin zikrediliş amacı, yalnız­ca râbıta´yı bilmekten ibarettir. Yoksa ki illetin zikrediliş amacı, o illeti bulundu­ğu yerden başka yere sirayet ettirmek değildir. Bu durum (sirayet), kıyas ile teab-büd etmenin varid olmasıyla bilinmiştir. Şayet böyle olmasaydı, ´Şarabı size şid­deti yüzünden haram kıldım* sözü, belli bir şiddette olan nebizin haram kılınmış olmasını gerektirmezdi. Çünkü bu durumda -mahalli dikkate almaksızın illete ta­bi olma konusunda bir delil ve teabbüd gelinceya kadar- illetin (şiddet değil) özellikle ve sadece ´şarabın şiddeti´ olması mümkün olurdu.

Dokuzuncu meslek:

Mefhumun delaletini savunlar, bu görüşlerinin doğruluğuna bir de, Kitab ve Sünnetteki -belli sıfatlarla mevsuf olan şeyin hükmünün, bu sıfatlan bulundur­mayan şeyin hükmüne aykırı olduğu- bazı özel belirtmelerle (tahsis) istidlal et­mişlerdir.

Bu gerekçeye verilecek cevap şudur:

Bu vasıflan taşımayan şeyler, ya asıl üzere kalmaları sebebiyle aykırı hüküm almışlardır, ya da bunların hükümleri (mefhumun delaletiyle değil) başka bir de­lil veya bir karine sebebiyle bilinmektedir. Şayet zikrettikleri şeyler delalet ede­cek olsaydı, Kitab ve Sünnette zıddı üzerinde hiç bir etkisi olmayan özel belirle­meler delalet ederdi. Msl. ihramda iken av cezası hususundaki "av hayvanını içi­nizden kim kasden öldürürse..." (Mâide, 5/95} ayeti böyledir. Zira ayette ´kasden´ denildiği halde, yanlışlıkla öldürene de keffaret gerekir. Yine "Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bîr köle azat etmesi gerekir" {Nisa, 4/92) ayetinde, Şafiî´ye göre, kasden öldürene de aynı keffaret gerekir. Yine "Eğer endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir sakınca yoktur" {Nisa, 4/101} ayeti, "Eğer karı-kocanın aralarının bozulmasından endişe ediyorsa­nız, bir hakem kocanın ailesinden, bir hakem de karının ailesinden gönde­rin" {Nisa, 4/35} ayeti ve "Hangi kadın olursa olsun, velisinin izni olmaksızın evlenmişse, nikahı batıldır" hadisi de böyledir. Bu gibi örnekler oldukça fazla­dır. [8]

Delîlu´l-Hitâb´ın Dereceleri:


Bilesin ki; isbattan nefyi tevehhüm etmenin (bir şeyin Özellikle belirtilerek ona bir hüküm verilmesinden hareketle, belirtilmeyen şey için bu hükmün yoklu­ğu sonucuna ulaşmanın) bir mertebesi vardır. Bu mertebeleri sekiz grupta topar­lamak mümkündür.

1) Mefhumu´l-lakab:


Mefhumu´l-lakap, bu mertebeler içinde en uzak olanı olup, mefhumu be­nimseyenler arasında muhassıt olan bilginler bile bunun batıl olduğunu itiraf et­miştir. Msl. Riba hükmünü yalnızca eşyay-ı şilteye tahsis etmek böyledir.

2) Cinse delalet eden türemiş (müştak) isim:


Msl. "Lâ tebtu´t-taâme bi´t-taâm" sözü böyledir. Taam lafzı, her ne kadar yenilen şeylerden türemişse de, taam cinsinin lakabıdır. Bu itibarla bu mertebe­nin de birinci mertebeye ilhak edilmesi mümkündür. Zira ´mâşiye´ lafzı müştak olduğu halde ´fi´l-ğanemi zekat sözü ile ´fi´l-mâşiyeti zekat´ sözü arasında her hangi bir fark idrak olunamıyor.

3) Arizi olarak ortaya çıkıp sonra kaybolan vasıfların tahsisi:


Msl. "es-Seyy´ıbu ehakku bi nefsihâ" ve "es-sâimetu tecibu fiha´z-zekâf sö­zü böyledir. ´Saimelik (sevm) vasfı, meydana gelip zail olabilecek bir vasıf oldu­ğu için, belki de zihin, tahsis sebebi aramaya hükmedecek; bulamayınca da bu bulamayışı hükmün bulunmadığına hamledecektir.

Bu da zayıf bir yaklaşım olup, tahsise sevkeden iç düşünceyi (bâis) bilme­mekten kaynaklanmaktadır.

4) Önce âmm ismi zikredip hemen arkasından, tamamlama (istidrak) ve açıklama kabilinden olmak üzere hâss sıfatı zikretmek: Msl. ´fi´l-ğanemi´s-sâimeti zekat´ demek böyledir. Yine "men bâe nahleten müebbereten fe semeruhâ ti´l-bâi"´ ve ´uktulu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

07 Nisan 2010, 11:53:55
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 07 Nisan 2010, 11:53:55 »


2. Fiillerin Hükümleri Konusunda Farklı Gerekçeler:

1) Birisi çıkıp, Hz. Peygamber´in fiili bize nakledildiğinde, müctehidin araş­tırması vacip olan şeyler ve müstehap olan şeyler nelerdir?´ diye sorabilir.

Deriz ki:

Sadece bir şey vaciptir; o da, bu fiilin, âmm bir hitabı açıklamak veya âmm ve bağlayıcı bir hükmün uygulanış biçimini göstermek (tenfız) olarak mı yoksa bu şekilde olmayarak mı varid olduğunu araştırmaktır. Eğer araştırma sonucunda fiilin, birinci kısımdan olduğu anlaşılırsa, bu fiile uymamız vaciptir; İkinci kısım­dan ise, bu fiil kendisiyle sınırlıdır. Fiilin, âmm bir hükmü beyan olduğuna dair bir delil kaim olmamışsa, bu fiilin Hz. Peygamber hakkında mendup mu, vacip mi, mubah mı, haram mı olduğunu veya kaza mı yoksa geniş zamanlı veya dar zamanlı bir eda mı olduğunu araştırmak gerekli değildir. Tam tersine bu araştirma, ilimde artı bir derece ve fazilet olup, miictehidin bunu bilmesi müstehaptır.

Denirse ki:

Fiil dışında, beyana muhtaç olan kaç sınıf şey vardır?

Deriz ki:

ihtimal götüren lafızların beyana ihtiyacı vardır. Bunlar; mücmel, mecaz, aslî konumundan nakledilmiş ve Şer´in tasarrufuyla nakledilmiş lafızlar, husus ihtimali bulunan âmm lafız; tevil ihtimali bulunan zahir, istikrarından sonra hük­mün neshi; ´yap´ sözünün, nedb mi yoksa vücub mu ifade ettiği ya da fevr mi terahimi ifade ettiği veya tekrar için mi yoksa bir kerelik İçin mi olduğu; birbirine atıfla bağlanıp, arkasından istisna gelen cümleler ve ihtimallerin tearuz ettiği bu kabil şeylerdir ve fiil de bunlardan biridir.

Denirse ki:

Hz. Peygamber, kendi fiili ile bize bir şeyin mendupluğunu beyan edecekse, [nj 222] O´nun bu fiili işlemesi vacip olur mu?

Deriz ki:

Bu fiil, beyan olması bakımından vacip -çünkü, bu fiilin işlenmesi Şer´in tebliğidir-, bir fiil olması bakımından ise menduptur. Bazı Kaderiler, vacibin be­yanının vacip, nedbin beyanının nedb ve mubahın beyanının ise mubah olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu mantık devam ettirifirse, haramı beyan etmenin de haram olduğunu söylemek lazım gelir. Haramın beyanı vacip olduğuna göre, nedbin be­yanı niçin vacip olmasın! Mubah da bunun gibidir. Bunlar, Allanın, kullan üze­rindeki hükümleri olup, Hz. Peygamber bunları söz ya da fiil yoluyla tebliğ ve beyan etmekle emrolunmuştur. Hz. Peygamber, söz ya da fiille açıklamak arasın­da muhayyer olup, fiili işlediği zaman, vacibin iki seçeneğinden birini yapmış olur ve O´nun bu fiili, vacip olarak vaki olmuş olur.

Denirse ki:

Hz. Peygamber´in fiilinin, beyan olduğu nasıl anlaşılır?

Deriz ki:

Bu husus, ya Hz. Peygamber´in sarih sözüyle, ki bu açıktır, ya da karinelerle anlaşılır. Bu karinelerden biri şudur: Mücmel bir hitab varid olur ve Hz. Peygam­ber bunu ihtiyaç anına kadar sözüyle beyan etmez; sonra ihtiyaç ve hükmü uygu­lama anında, açıklama sayılmaya müsait olan bir fiil işler. Böylece bu fiilin be­yan olduğu anlaşılır. Zira; şayet bu fiil, beyan olmayacak olsaydı, Hz. Peygam­ber, beyanı, ihtiyaç anından sonraya ertelemiş olurdu ki bu, kimilerine göre ak-len, kimilerine göre ise sem´an imkansızdır ve böyle bir durumun olmadığında it­tifak vardır. Fakat fiilin beyan için olduğu hususu, sahabe için açıktır; zira onlar, o ana kadar, sözlü bir açıklama olmadığını bilmektedirler. Bizim durumumuza gelince; Hz. Peygamber´in, bu fiilden önce sözlü bir açıklama yapmış olması ve bu açıklamanın bize ulaşmamış olması mümkün olduğu için, bize göre zahir olan, fiilin beyan için olmasıdır. Bu bakımdan, msl. Hz. Peygamberin, hırsızın elini bilekten kesmesi ve dirseklere kadar teyemmüm etmesi, "...ellerini kesin" {Mâide, 5/38} ve "yüzünüzü ve ellerinizi mesnedin" {Mâide, 5/6} ayetlerinin beyanı olur. [II, 223]

2) Aynı suyla mı yoksa yeni bir suyla mı olduğuna değinilmeksİzin, Hz. Peygamberin başını ve kulaklarını meshetmesi gibi mufassal olmayan bir fiil nakledilip daha sonra da kulakları için yeni su aldığının nakledilmesi durumunda, bu ikinci nakil, zahirde, birincideki ihtimali giderir, fakat, yine de, vacib olanın bir su, müstahap olanın ise yeni su olması ve iki fiilden birinin alt sınırı, diğeri­nin mükemmel olanı gösteriyor olması muhtemeldir.

3) Üçüncüsü, lazım gelen bir şeyi terketmesi olup, bu da onun kendisi hak­kında mensuh olduğunu gösterir. Başkaları hakkında ise nesih, ancak, hükümde­ki müşterekliğini beyanı ile olur. Birisi, Hz. Peygamber´in gözü önünde bu şeyi terkedip, Hz. Peygamber bunu bildiği halde karşı çıkmazsa, bu durum, neshin başkaları için de geçerli olduğunu gösterir.

4) Meyve (semer) veya nısab miktarına ulaşmayan bir şey çalmış olan biri getirildiğinde Hz. Peygamber bu şahsın elini kesmezse, bu durum ayetin tahsis edildiğini gösterir; şu şartla ki, kesme cezasını düşürecek başka bir şüphenin bu­lunmadığının da bilinmesi gerekir. Çünkü kendisine bir kılıç çalmış birisi getiril­diğinde Hz. Peygamber bunun elini kesmezse, biz kılıç ve demir hususunda el-kesmenin olmadığı sonucunu çıkaramayız; fakat bunun sebebini araştırırız. Se­mer ve nısab miktarının altındaki şeyler de bunun gibidir. Aynı şekilde Hz. Pey­gamber´in kunut´u, besmeleyi ve birinci teşehhüdü bir kere terketmiş olması, nes­he delalet etmez; zira bu unutmaya veya sünneti terketmenin caizliğini beyana hamledilir. Eğer bir kaç kere terkederse, bu terk, söz konusu şeylerin vacip olma­dığını gösterir. Yine baldırı açık olarak bulunursa, bu durum baldırın avret sayıl­madığını gösterir.

5) Hz. Peygamber´in namazda, -msl. husuf namazında bir rüku artırması ve Ümâme´yi sırtına alması gibi- ´şayet vacib olmasaydı namazı ifsad edecek olan´

[II, 224] bir fiil yaparsa, bu, az Fiilin namazı batıl kılmayacağını ve yapılan bu fiilin az fiil olduğunu gösterir ve bu uygulama "Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kı­lın" sözü ile birlikte bizim hakkımızda bir beyan olur.

6) ALLAH Teâlâ, namaz kılmayı, cizye ve zekat almayı mücmel olarak emret-se, ve akabinde Hz. Peygamber, cizye almaya başlasa, bunun bir açıklama ve hükmün tenfızi olduğu anlaşılır. Fakat ihtiyaç, beyanın ertelenmesi caiz olacak biçimde henüz gerçekleşmiş değilse, bu fiilin beyan olduğu taayyün etmez; aksi­ne, bu fiilin, Hz. Peygamber´in, özellikle, bu vakitte yapmakla emrolunduğu bir fiil olması ihtimali vardır. Öyleyse, başka bir karîne olmadıkça, bu fiil genel bir hükmün beyanı olamaz.

7) Hz. Peygamberin bir fiil yapan birinden bir mal alması veya ona vurması veya her hangi bir ceza uygulaması, bu fiili yapan kişinin bu malı ödemek duru­munda olduğuna dikkat çekmedikçe, özellikle kendisine ait bir fiildir; çünkü, her ne kadar malın alınması, adamın bu fiilinden sonra olmuşsa da, söz konusu fiilin mal almayı gerektirdiği taayyün etmiş değildir ve malın alınmasını ve ceza veril­mesini gerektiren başka bir sebebin bulunması imkansız değildir; dolayısıyla da bu uygulamanın sadece Hz. Peygamber´e has olması imkansız değildir. Hz. Pey-gamber´in, bir fiil işleyen biri hakkında mali veya bedeni bir cezaya hükmetmesi ise, -msl. bedevi hakkında, köle azat etmesine hüküm vermesi- bu hükmün söz konusu fiilin sonucu olduğunu gösterir; çünkü ravi, ancak bir karine ile anladık­tan sonra, ´Hz. Peygamber, falan kişi hakkında, falan işi yaptığı için şu hükmü verdi´ der.

Denirse ki:

Hz. Peygamber, bir fiil yapsa ve bu fiil bir beyan olsa; bu beyan bir yer ve zamanda ve bir biçim (hey´et) üzere vaki olacağına göre, aynca bu zaman, mekan ve hey´ete de tabi olunacak mıdır?

Denilir ki:

Hey´et ve keyfiyete tabi olunur; zaman ve mekan ise, -haccın Arafat ve Ka´be´ye özel olması ve namazların vakitlere has olması gibi- bu yöndeki bir delil sebebiyle, yapılan açıklamaya uygun olması durumu hariç, tıpkı, gök yüzünün bulutlu olması ve açık olması gibi olup, bunların hükümde hiç bîr rolü yoktur. Çünkü; şayet mekana tabi olunacak olsaydı, bu rivayete bizzat riayet etmek la- [n, 225] zım gelirdi ve bu vakte riayet vacip olurdu. Halbuki bu vakit geçmiştir ve geri döndürülmesi mümkün değildir; o vakitten sonraki zamanlar ise, misil değildir; öyleyse, fiilin geçmiş zamanda iadesi gerekir; bu ise imkansızdır. Kimi alimler, eğer fiil, bir yerde ve bir zamanda birkaç kez yapılmışsa, bu durum, o yer ve za­manın hususiyetini göstereceğini; aksi takdirde göstermeyeceğini söylemişlerdir. Bu anlayış, yukarıda geçen sebeplerden dolayı, fasittir.

Denirse ki:

Eğer Hz. Peygamberin fiili beyan ise, Hz. Peygamberin, bir fiili takriri, fiile ses çıkarmaması, karşı çıkmaması, fiili yapanı bu fiilden dolayı müjdelemesi ve­ya övmesi, söz konusu fiilin caizliğine delalet eder mi ve bu bir beyan sayılır mı?

Deriz ki:

Evet, bildiği halde susması ve karşı çıkmaması, caizlik delilidir. Zira; şayet o fiil haram olsaydı, buna karşı çıkmaması caiz olmadığı gibi, batıl bir fiil sebebiy­le müjdelemesi de caiz değildir, öyleyse ses çıkarmaması, -´kıyafet (kâiflik)´ prensibi konusunda nakledildiği gibi- o fiilin caizliğine delildir. Hz. Peygamber için sağâiri caiz görüp, bu fiili masiyete hamledenlere göre, karşı çıkmamanın delaleti düşer. Halbuki biz, sahabenin bunu inkar ettiklerini ve imkansız gördüklerini bilmekteyiz. Denirse ki:

Belki de, Hz. Peygamberin karşı çıkmasına bir engel vardı; msl. Hz. Pey­gamber, bu adama tahrimin ulaşmadığını ve bu fiili de bu yüzden yaptığını bildi­ği için veya bir kere aynı fiil yüzünden karşı çıkmış, bu karşı çıkma fayda verme­yince, tekrarlamaya gerek görmediği için karşı çıkmamış olabilir.

Deriz ki:

Bu, bir engel değildir; çünkü kendisine tahrim ulaşmamış kimseye, tahrimin ulaştırılması ve bir daha yapmaması için de, bu fiilin yasaklanması gerekir. Ken­disine tahrim ulaşıp da, halen vazgeçmeyene de, tahrimin neshedildiğini teveh-hüm etmesin diye, yeniden tekrarlamak gerekir.

Denirse ki:
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes