> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > İslam Hukuku - İmam Gazali > İslam Hukukunda Deliller
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslam Hukukunda Deliller  (Okunma Sayısı 5702 defa)
07 Nisan 2010, 15:36:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 07 Nisan 2010, 15:36:41 »



Bu çeşid nazımın, netice doğurabilmesi için İki şart vardır:

1) Birinci şart ilk mukaddime ile ilgili olup,-bu mukaddimenin olumlayıcı (isbat edici) olmasıdır. Eğer birinci mukaddime olumsuzlayıcı (nefyedici) ise ne­tice doğurmaz. Çünkü sen, bir şeyi bir şeyden nefyettiğinde, menfi hakkındaki hüküm, menfi anh hakkındaki hüküm olmaz. Mesela "Sarhoş edici hiç bir sirke yoktur" ve "Her sarhoş edici haramdır" dediğin zaman, sirke hakkında her hangi bir sonuç çıkmaz. Çünkü sen böyle demekle ´sarhoş edici´ ve ´sirke´ arasında bir aykırılık meydana getirmiş olduğundan, sarhoş edici hakkında nefıy ve isbat yo­luyla verdiğin hüküm, sirkeye sirayet etmez.

2) İkinci şart, ikinci mukaddimede olup, ikinci mukaddimenin ´genel küllî´ olmasıdır. Taki, mahkumun aleyh, ikinci mukaddimenin genelliği sebebiyle bu mukaddimeye dahil olabilsin.

Mesela "Her ayva yenilir", "Bazı yenilenler ribevidir" dediğinde, bundan ay­vanın ribevî olduğu sonucu çıkmaz. Zira, bazı yenilenler hakkında verdiğin hük­mün, ayvayı da içine alması zaruri değildir. Ancak, "Her yenilen ribevidir" der­sen, bu hüküm ayva hakkında da geçerli olur ve bu sonuç, haberin genelliği saye­sinde sabit olur.

Eğer "Bu na/.ım çeşidi daha sonra gelecek olan iki nazım çeşidinden nasıl ayrılır?" diyeceksen, bilesin ki; İllet, iki mukaddimeye ya ´mahkumun aleyh´ ya da ´mahkumun bih´ olarak konulur. Yada, birinde ´hüküm´ diğerinde ´mahkum´ olarak konulur. İşte bu sonuncu birinci düzendir. İkinci ve üçüncü nazım çeşitleri ise, ancak bu nazım çeşidine irca yoluyla son derece açık hale gelebilir. İşte bu yüzden bu nazım çeşidini daha önce anlattık.

İkinci Nazım:


İkinci nazım, illetin her iki mukaddimede de ´hüküm´ olmasıdır.

Örnek:

Allah Teâla cisim değildir; çünkü Allah müellef değildir.

Her cisim müelleftir.

Öyleyse Allah Teâla cisim değildir.

Burada üç kavram vardır: ´Allah´, ´müellef ve ´cisim´. Tekrarlanan kav­ram, ´müellef kavramıdır ve ´illet´ budur. Birinci nazımdaki ´sarhoş edici´nin aksine ´müellef, iki mukaddimede haber ve hüküm olarak bulunmaktadır. Zira ´sarhoş edici´, bir mukaddimede haber, diğerinde mübteda olarak bulunuyordu.

Bu nazımdan neticenin çıkış yönü ise şudur: Birisi için diğerinde olmayan bir şeyin sabit olduğu her iki şey birbirine aykırıdır. Müelief oluş (Telif), cisim [\y 40] için sabit, Allah hakkında ise müntefidir. Öyleyse cisim kavramı ile Allah kavra­mı arasında bîr buluşma yoktur. Yani, Allah cisim olmadığı gibi, cisim de Allah olamaz.

Bu nazımdan neticenin elde edilmesi, aks yoluyla ilk nazıma irca ile açıkla­nabilir. Biz bunu Mi´yâru´1-İlm ve Mihakku´n-Nazar adlı kitaplarımızda açıkladı­ğımız için burada sözü uzatmak istemiyoruz. Fakihler, "Cisim müelleftir", "Al­lah müellef değildir" dedikleri İçin, bu nazımı ´fark´ olarak adlandırmışı ardır. Bu nazımın özelliği, sadece ´soyutlayıcı olumsuz (nâfi sâlib)* bir önerme sonuç ver­mesidir. Halbuki birinci nazım, hem olumsuz hem de olumlu sonuç doğurabil­mektedir. ´

Bu nazımın şartlarından birisi, iki mukaddimenin nefy ve isbat hususunda birdiğerinden farklı olmasıdır. Eğer ikisi de müsbet olursa netice doğuratnazlar. Çünkü bu nazmın faydası, bir tek şey ile iki şey hakkında hüküm vermeye raci-dir. Halbuki, haklarında bir tek şey ile hüküm verilen her iki şeyden birisiyle di­ğerinden haber verilmesi zaruri değildir. Nitekim biz, siyahlık ve beyazlık üzeri­ne bir tek şey ile yani ´renklilik´ ile hükmediyoruz. Buradan hareketle, siyahı an­latırken onun beyaz olduğu söylenemeyeceği gibi beyaz anlatırken de onun siyah olduğu haber verilemez. Bu husus nazıma döküldüğünde şöyle denir;

"Her siyah, bir renktir", "Her beyaz bir renktir". Bundan, her siyahın beyaz, her beyazın siyah olduğu sonucu çıkarılamaz. Demek ki, biri hakkında, diğeri hakkında verilen haberin olumsuz biçimiyle haber verilebilen iki şey arasında bir aykırılık (infisal) bulunması gerekir ki, bu farklılık nefy´dir.

Üçüncü Nazım:

Üçüncü Nazım, illetin, iki mukaddimede ´mübteda´ olmasıdır. Fakihler bunu ´nakz´ olarak adlandırmışlardır. Bu nazım, şartları tamam olarak bulunduğunda, genel değil, özel bir sonuç doğurur.

Örnek: "Her siyahlık arazdır", "Her siyah bir renktir". Bundan bazı arazların renk olması lazım gelir.

Aynı şekilde, "Her buğday yiyecek maddesidir" "Her buğday ribevîdir". Bundan da, bazı yiyecek maddelerinin ribevî olması lazım gelir.

Bu nazımın delalet yönü:

´Ribevî´ ve ´yiyecek maddesi´, kendileriyle bir şey hakkında hüküm verdiği­miz iki şeydir. Öyleyse bu ikisi, o şey yani buğday üzerinde buluşurlar. Bu bu­luşmanın en ayt derecesi, Özel bir hüküm gereklirmesidir. Eğer bu genel değilse, "Bazı yiyecek maddesi ribevîdir" ve "Bazı ribevî, yiyecek maddesidir" demek mümkündür.[41]

İkinci Şekil (Nemat): Telâzüm metodu

İkinci nemat, iki mukaddimeye şamildir. Birinci mukaddime iki kaziyye´ye, ikinci mukaddime ise, iki kaziyyeden birinin, isbat veya nefy yoluyla ´tesJim´ olarak zikredilmesine -ki bu suretle iki kaziyyeden biri veya nakizi istintaç edebi-lebilsin- şamildir. Bu matodu ´telâzüm´ olarak adlandırıyoruz.

Örnek; "Eğer alem hadis ise, onun bir muhdisi vardır." (Birinci mukaddime) "Alemin hadis olduğu bilinmektedir." (İkinci mukaddime) Öyleyse alemin bir muhdisi vardır, (netice)

Birinci mukaddime iki kaziyyeye şamildir. Şart harfi düşürülürse, bu iki ka-ziyye birbirinden ayrılır. Bu iki kaziyyeden biri, "Eğer alem hadis ise", ikincisi "onun bir muhdisi vardır" sözüdür. Birinci kaziyyeyi "mukaddem", ikincisini de "lâzım" ve "tabî" olarak adlandırıyoruz.

İkinci mukaddime (kaziyye) ise, ´mukaddem´ adını verdiğimiz kaziyyenin aynının teslimini içermektedir ki bu "Alemin hadis olduğu bilinmektedir" sözü-müzdür. Bu iki mukaddimeden netice lazım gelmiştir. Bu netice "Öyleyse alemin bir muhdisi vardır" sözümüzdür ki bu ´lâzım´in kendisidir.

Fıkıhtan Örnek:

"Eğer vitir namazı, her halükarda binek üzerinde eda edilebiliyorsa, bu na­maz nafiledir",

"Vitir namazının binek üzerinde eda edildiği bilinmektedir", "O halde vitir namazı nafile bir namazdır".

Bu nematta, dört teslim bulunur. Bunlardan ikisi sonuç doğurur, ikisi doğur­maz.

Sonuç doğuran teslimler:

a) "Mukaddemin aynının tesliminin, lazımın aynını sonuçlaması"

Örnek:

"Eğer bu namaz sahih ise namaz kılan abdestli demektir."

"Bu namazın sahih olduğu bilinmektedir."

"Öyleyse namaz kılan abdestlidir."

Hissi şeylerden örnek:

"Eğer bu siyah ise bir renk demektir",

"Bunun siyah olduğu bilinmektedir",

"Öyleyse bu renktir".

b) Lâ/ımın çelişiğinin (nakîz) teslimi, mukaddimin çelişiğinin sonuçlar.

Örnek:

"Bu namaz eğer sahih ise namaz kılan abdestlidir",

"Namaz kılanın abdestsiz olduğu bilinmektedir",

"O halde namaz sahih değildir".

"Eğer göz Önünde olmayan şeyin (ğâib) satımı sahih ise, böyle bir satım, sa­rih ilzam ile bağlayıcı olur",

"Bu şekildeki satımın sarih ilzam ile bağlayıcı olmadığı bilinmektedir",

"O halde, bu satım sahih değildir".

Bu nematın cümleye delalet yönü şöyle gösterilebilir;

"Muhale götüren şey muhaldir", "Bu muhale götürüyor", "O halde, bu da muhaldir".

"Bârî Sübhanehu arş üzerinde yerleşmiş olsaydı, ya arşa eşit. ya ondan bü­yük, ya da küçük olurdu",

"Bunların hepsi muhaldir", "Muhale götüren şey de muhaldir", "Bu muhale götürmektedir", "O halde bu da muhaldir".

Sonuç doğurmayan teslimler: Sonuç vermeyen teslim, lazım´ın aynının teslimidir. "Namaz sahih ise namaz kılan abdestlidir", "Namaz kılanın abdestlİ olduğu bilinmektedir",

Bundan namazın sıhhati veya fesadı lazım gelmez. Zira namaz, başka bir il­let yüzünden de fasid olabilir.

Aynı şekilde, mukaddemin çelişiğini teslim de, lazımın aynını ve çelişiğini inlac etmez. Şayet biz "Namazın sahih olmadığı bilinmektedir" diyecek olursak bundan namaz kılanın abdestli veya abdestsiz olduğu sonucu çıkarılamaz.

Bu nemattan netice gerekmesinin mahiyeti şudur;

Bir şey bir şeye lazım kılındığında, melzumun lazımdan daha genel olmayıp, ona eşit veya daha özel olması gerekir. Daha özel olduğunda, daha özelin sabit olması, zaruri olarak daha genelin sabit olmasını gerektirir. Zira, siyahın sübu-(undan, rengin sübutu lazım gelir. Bizim ´lazımın aynının teslimi´ sözüyle kastet­tiğimiz budur.

Daha genelin sabit olmaması (intifa), zaruri olarak daha özelin de sabit olma­masını gerektirir. Zira, rengin sabit olmamasından, siyahın sabit olmaması lazım gelir. Bizim "lazım´ın nakizinin teslimi´ sözüyle kestiltiğimiz de budur. Ancak, daha genelin sübutu, daha özelin sübutunu gerektirmez. Rengin sübutu, siyahın sübutunu gerektirmez. Bunun içindir ki biz, lazım´ın aynının tesliminin sonuç doğurmayacağını söyledik.

[I, 42] Daha özelin sabit olmaması, daha genelin ne sabit olmamasını ne de sabit ol­masını gerektirir. Şöyle ki, siyahın nefyedilmiş olması, rengin nefyedilmiş olma­sını ve sübutunu gerektirmez. Bizim "Mukaddemin çelişiğinin teslimi asla sonuç doğurmaz" sözüyle kastettiğimiz de budur.

Daha özelin, daha genele lazım kılınması ise hatadır. Mesela "Eğer bu bir renk ise, bu siyahlıktır" demek böyledir.

Eğer lazım mukaddeme eşit ise, bundan dört teslim doğar.

Örnek:

Eğer muhsanfn zinası var ise recm vaciptir,

Fakat muhsanın zinası vardır,

Öyleyse recm vacibtir.

Fakat recm vacibtir.

Öyleyse muhsanın zinası vardır.

Fakat recm vacib değildir.

O halde muhsanın zin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslam Hukukunda Deliller
« Posted on: 24 Nisan 2024, 05:06:09 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslam Hukukunda Deliller rüya tabiri,İslam Hukukunda Deliller mekke canlı, İslam Hukukunda Deliller kabe canlı yayın, İslam Hukukunda Deliller Üç boyutlu kuran oku İslam Hukukunda Deliller kuran ı kerim, İslam Hukukunda Deliller peygamber kıssaları,İslam Hukukunda Deliller ilitam ders soruları, İslam Hukukunda Deliller önlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 15:37:27
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 07 Nisan 2010, 15:37:27 »


ikinci Fasıl: İstikra ve temsilin zikrettiğimiz hususlara raci olduğunun beya­nı

İstikra (tümevarım), hükmünü, bu parçalara şamil olan bir şeye verebilmek için, cüz´i şeyleri tek tek incelemekten ibarettir. (Parçalara dayanarak parçaları içine alan genel bir hükme ulaşmaktan ibarettir).

Örnek:

"Vitir namazı farz değildir, çünkü binek üzerinde kılınabilmektedir", "Farz namaz, binek üzerinde eda edilemez".

Burada "Farz namazın binek üzerinde eda edilemeyeceğini nereden biliyor­sunuz" denilirse, deriz ki "Biz bunu tümevarım yoluyla biliyoruz. Zira, biz, kaza, eda, nezredilmiş vb. gibi farz namazların binek üzerinde eda edilmediklerini gör­dük. Ve buradan hareketle, hiçbir farz namazın binek üzerinde eda edilemeyece­ğini söyledik".

Bunun delalet yönü ancak birinci nazım ile tamam olur. Birinci nazıma şöyle dökülür; "Her farz namaz, ya kaza, ya eda, ya da nezirdir", "Hiçbir kaza, eda ve nezir namazı, binek üzerinde eda edilmez", "Öyleyse hiçbir farz namaz binek üzerinde eda edilemez".

Ancak bu yol kusurlu olup, zannî konular için uygun olsa da katî konular için uygun değildir. Kusur, ´ya edadır´ sözündedir. Çünkü bunun hükmü *hiç bir çdânın, binek üzerinde yapılamayacağadır. Hasım buna mani olabilir. Zira, ona göre vitir namazı, vacib bir edadır ve binek üzerinde eda edilebilir. Hasım ancak, eda içerisinden, beş vakit namazı teslim edebilir. Vitir namazı ise, hasıma göre altıncı bir namazdır. Bu yüzden hasım şöyle diyebilir: "Sen incelemende vitir na­mazının hükmünü istikra ettin mi? ve onu nasıl buldun?". Eğer sen "Ben vitir na­mazının binek üzerinde eda edilmediğini gördüm" dersen, hasım bunu teslim et­mez. Yok eğer, vitir namazını araştırmadıysan, senin için yalnızca bazı eda çeşit­leri açıklık kazanmış olur. Böylece, ikinci öncül genel olmaktan çıkıp Özel´e dö­nüşmüş olur. Bu da sonuç vermez. Çünkü biz, birinci nazımdaki ikinci öncülün, genel olması gerektiğini açıklamıştık.

Bunun içindir ki, "Alemin sanatkarı cisimdir, çünkü her fail cisimdir", "Ale­min sanatkarı faildir", "Öyleyse lemin sanatkarı cisimdir" diyen yanlışa düşmüş­tür. Bu kişiye niçin "Her fail cisimdir" dedin denilirse, der ki; "Ben, terzi, yapı ustası, ayakkabıcı, haccâm, demirci ve diğer failleri araştırdım, hepsinin cisim ol­duğunu gördüm". Ona, "Peki alemin sanatkarını da araştırdın mı, yoksa araştır- [I, 52] madın mı? Eğer araş ti rmadıy san, faillerin hepsini değil bir kısmını araştırmış ve bazı faillerin cisim olduğunu görmüşsün demektir. Böylece de ikinci öncül, özel olmuş olur ve sonuç doğurmaz. Eğer Bâriyi araştirdıysan onu nasıl buldun? Eğer ´onu da bir cisim olarak buldum´ dersen, tartışma konusu zaten budur. Sen bunu öncüle nasıl koyuyorsun!" denilir. Bununla sabit oluyor ki; Eğer istikra tam İse, birinci nazma racidir ve kat´hi şeyler için uygun olur. Eğer istikra tam değilse, sa­dece fıkhi konular için uygun olur. Çünkü, çoğunluk her ne zaman bir nemat üze­rinde bulunur ise, diğerinin de böyle olduğu zanna galip gelir.

Üçüncü Fasıl: Neticenin Öncüllerden lazım geliş yönü:

Bu ´vechu´d-delîl´ olarak adlandırılır. Bu durum, zayıflara karışık gelir ve delilin vechînin, medlulün aynı mı yoksa gayrı mı olduğunu kestiremezler.

Diyoruz ki: Müfekkir kuvvetin bir araya getirip, birini diğerini nefy veya is-bat ile nisbet ederek akıla arzettiği her iki tekil karşısında aklın tavn iki şıktan bi­ri olur; Akıl bunu ya tasdik eder ya da tasdikten kaçınır. Eğer akıl bunu tasdik ederse, bu, vasıtasız bililen ´evvelî bilgi´ olur ve bunun inceleme/araştırma, delil, hile ve düşünme olmaksızın bilindiği söylenir. Bunların hepsi aynı anlamdadır. Eğer akıl bunu tasdik etmezse, tasdikin ancak bir vasıta ile olabileceği umulur. Bu vasıta İse, hükme nisbet edilip, hüküm kendisinden haber olan ve mahkumun aleyhe nisbet edilip, mahkumu aleyh kendisinden haber olan ve bunun sonucun­da tasdik edilen şeydir. Bundan, zaruri olarak, hükmün mahkumun aleyhe nisbe-tinin tasdiki lazım gelir.

Açıklaması:

Biz akıla, "Nebizİn haramlığına hükmet" dediğimizde akıl, bunu tasdik et­meksizin ´bilmiyorum´ der. Biz anlarız ki, zihinde bu önermenin iki tarafı, yani ´haram´ ve ´nebiz´, buluşmuş değildir. Öyleyse, bir vasıtaya İhtiyaç vardır. Öyle vasıta ki akıl hem bunun nebizde varlığını tasdik belki tasdik edebilir ve hem de bu vasıta için haramlık vasfının varlığını tasdik edebilir, dolayısıyla da matlubu tasdik etme durumunda kalır. Bunun için de şu yola başvurulur: "Nebiz, sarhoş edici midir?" denilir, Eğer akıl bunu tecrübe yoluyla öğrenmişse, ´evet´ der. Ar­kasından "Sarhoş edici şey haram mıdır?" denilir. Eğer bunu işitme yoluyla elde etmişse ki bu ´müdrek bis-sem"dir, ´evet´ der. son olarak da "Eğer bu iki öncülü tasdik ettiysen, kuşkusuz üçüncüyü yani nebizin zaruri olarak haram oluşunu da tasdik etmen lazım gelir" deriz. Artık aklın bunu tasdik etmesi ve tasdiki kabul­lenmesi gerekir.

Eğer sen, sonuncu önermenin önceki iki önermeden hariç olmadığını ve o ikisine bir ilave getirmediğini söylersen, bilesin ki; bu tevehhümün bir yönden doğru, bir yönden yanlıştır. Yanlışlık şudur; Bu, üçüncü bir bir önermedir. Çünkü "Nebiz haramdır" sözün, hem "Nebiz sarhoş edicidir" sözünden hem de "Sarhoş edici, haramdır" sözünden başkadır. Tam tersine bunlar, değişik üç öncüldür ve bunlarda kesinlikle tekrar yoktur. Aksine, çıkan (lazım) netice, bu sonucu gerek­tiren öncüllerden başkadır.

[I, 53] Doğruluk yönü İse şudur; "Sarhoş edici, haramdır" sözün, genel bir ifade olup sarhoşed içil erden biri olan nebiz´i de içine almaktadır. Dolayısıyla "Nebiz haramdır" sözün bu sözün içerisine zaten vardır, fakat fiilen değil kuvve olarak. Bazen, zihinde genel hazır bulunduğu halde, Özel hazır bulunmayabilir. Şöyle ki, "Cisim boşlukta yer kaplayandır" diyen kişinin aklına o sırada, belki de, tilkinin boşlukta yer kapladığı, hatta boşlukta yer kaplaması bir tarafa, belki de tilki hiç gelmemiş olabilir. Öyleyse netice iki öncülden birinde, ´yakın kuvve´ olarak bu­lunmaktadır. ´Yakın kuvve olarak var olan´ bir şeyin ´fiilen var olan´ bir şey ol­duğu zannedilmesin. Bilesin ki, bu netice, sırf iki öncülü bilmekle zihinde, kuv­veden fiile geçmez. Bunun kuvveden fiile geçebilmesi için, iki öncülün zihinde hazır bulunması ve neticenin bu iki öncülde kuvve olarak var olma yönünü hatı­rında tutman gerekir. Bunu düşündüğün zaman netice fiile dönüşür. Zira, karnı şişmiş katıra bakan kişinin, onun hamile olduğunu tevehhüm etmesi uzak ihtimal değildir. Ona "Sen katırın soysuz olup, hamile kalamayacağını bilmiyor musun?" denir. O, ´Evet biliyorum´ der. Ona bu defa "Peki sen bunun katır olduğunu bili­yor musun?" denilir. O "Evet biliyorum" der. Bunun üzerine "Peki nasıl oluyor da, sen bunun hamile olduğunu tevehhüm edebiliyorsun!" denilince, bu adam, her iki öncülü bilmesine rağmen, bunu nasıl tevehhüm ettiğine şaşırır kalır. Zira, iki öncülün düzeni şöyledir: "Her katır soysuzdur", "Bu bir katırdır", "O halde bu da soysuzdur".

Karındaki şişliğin ise, birkaç sebebi vardır. Demekk ki, katırın karnının şiş­kin olması başka bir sebeb yüzündendir.

Neticenin zihinde husule gelmesinin özel sebebi, bu neticenin kuvve olarak öncülde bulunduğunu kavramak (tafattun) olduğundan, zayıflara müşkil gelir ve delilin vechinin, medlulün aynı mı yoksa gayrı mı olduğunu bilemezler. Doğrusu şudur ki, matlub, istintaç edilen medluldür ve bu medlulün iki öncülde kuvve olarak varlığını kavramış olmaktan başka bir şeydir. Fakat bu kavrayışın hangi yolla, sonuçlanan medlulün sebebi olduğunda değişik bakış açılan vardır; mute­zileye göre bu, tevellüd yoluyladır; filozoflara göre, neticenin makul suretleri ba­ğışlayan faal akıl katından feyezan etmesi için iki öncülü kavrayışla birlikte hazır bulundurmaya kalbin kabiliyetli olması yoluyladır; Mutezilenin tevellüd görüşü­ne karşı çıkan ashabımızın çoğuna göre, öncüllerin neticeyi olması kaçınılmaz lüzum tarikiyle tazammun etmesi yoluyladır; Bazı arkadaşlarımıza göre ise, iki öncülün zihinde hazır bulunmasının akabinde, sonuçlanan medlulün Allahın kud­retiyle hasıl olması yoluyla olup, iki öncülün sonucu içerdiğinin kavranması da Allahın, âdeti -incelemenin tamamlanması akabinde yaratmayabilmesi sebebiyle yırtılması tasavvur olunacak bir biçimde- icra etmesi yoluyladır. Kimilerine göre ise, bu, onu hadis bir kudrete nisbet etmeksizin, daha doğrusu ona kulun kudreti taalluk etmeyecek bir biçimde olur. Kulun kudreti dahilinde olan ise, sadece, iki öncülü hazırlamak ve bu iki öncülün neticeyi içeriş yönünü, neticenin yalnızca kuvve olarak bu ikisinde bulunuş anlamı üzere mütalaa etmektir. Neticenin fiile dönüşmesine gelince, kulun kudreti buna taaluk etmez. Bazılarına göre de, bu, güç dahilinde olan bir kesbdir.

Bu konudaki doğru görüş, başlamış bulunduğumuz şeye uygun düşmez. Maksad, inceleme/araştmma üzerindeki Örtüyü kaldırmak ve delilin yönünün ne olduğu, medlulün ne olduğu, sahih nazarın ne olduğu ve fasid nazarın ne olduğu gibi hususları açıklamaktadır. Kitapların bu konuda sadra şifa olmayan uzun açıklamalarla doiu olduğunu görürsün. Bunların açıklanması ancak bizim takip [1-54] ettiğimiz yol ile olur. Senin, alışılagelmiş meşhur söze ilgi duymayıp alışılagele­ne aykırı bile olsa, açık ve faydalı söze ilgi duyman gerekir.

Nazarı inkar edenlerin bir mugalatası:

Nazarı inkar edenler şöyle derler: "Nazar ile talep ettiğin şey, senin için ma­lum mudur değil midir? Eğer malumun ise, bulduğun halde nasıl taleb ediyor­sun? Eğer talep ettiğin şeyi bilmiyorsan, bulduğun zaman, onun senin aradığın şey olduğunu nasıl anlayacaksın? Sen kaçmış köleyi onu tanımayan birinden na­sıl sorarsın. Çünkü o, köleyi bulsa bile, bunun soran kişinin aradığı olduğunu an­layamaz".

Diyoruz ki; sen delilini (şüphe) düzenleyişte hata ettin. Bir kere, senin bu taksimin hasredici (hasır) değildir. Zira "biliyor musun, bilmiyor mus...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Aralık 2013, 20:50:55
Kevser 9
Dost Üye
*****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 1.730



« Yanıtla #7 : 26 Aralık 2013, 20:50:55 »

ALLAH razı olsun öğrenmş olduk böyle büyük biri ile ilgili bilgileri
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
03 Ocak 2014, 16:08:05
AYÇAN

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 49


« Yanıtla #8 : 03 Ocak 2014, 16:08:05 »

Nazarî bilgilerin kaynaklan (algılama yollan) tanım ve burhandan ibarettir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
03 Ocak 2014, 16:10:26
Meryem Gamze
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 439


« Yanıtla #9 : 03 Ocak 2014, 16:10:26 »

ALLAH razı olsun bu değerli bilgileri bizimle paylaşıp öğrenmemize vesile olduğunuz için..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes