> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > İslam Hukuku - İmam Gazali > Hükmün Rükünleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hükmün Rükünleri  (Okunma Sayısı 1534 defa)
07 Nisan 2010, 13:45:46
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 07 Nisan 2010, 13:45:46 »



Hükmün Rükünleri

A. Hakim
B. Mahkumun Aleyh = Mükellef
Unutan ve Gafilin Mükellefliği
Emredilen Şeyin Varlığı Emrin Bir Şartı Mıdır?
Mahkumun Fih = Fiil (Hükmün Konusu
Emredilen Şeyin Yapılmasının Mümkün Olması Fiille Mükellef Tutulmanın Şartı Mıdır?
İki Zıddın Yasaklanması
Teklifin Muktezası
Mükrch Mükellef Midir?
Emredilen Fiilin Şartının, Emir Esnasında Bulunması Şart Mıdır?


III. HÜKMÜN RÜKÜNLERİ


A. Hâkim (Hüküm koyan)

B. Mahkûmun aleyh (mükellef)

C. Mahkûmun fıh (Hakkında hüküm verilcn=konu)

D. Hükmün kendisi (nefsu´1-hükm)

Birinci rükün bizzat hüküm olup, biz, bundan daha önce bahsetmiş ve bunun hitab´a raci olduğunu belirtmiştik.[1]

A. Hakim

Hâkim, hitapta bulunandır. Hüküm de bir ´hitab´ ve faili, konuşan olan bir ´söz´dür. Hükmün biçimsel varlığı hususunda şart olan bu kadarıdır. Hükmün ge­çerliliğe hak kazanması ise, sadece, yaratmayı ve emri elinde tutana aittir. Geçer­li olan hüküm, ancak, mülk sahibinin kendi mülkü hakkındaki hükmüdür; Yaratı-cı´dan (Hâlık) başka mülk sahibi olmadığına göre, hüküm ve emir sadece O´na aittir.

Hz. Peygamber, devlet başkanı, efendi, baba ve koca, bir şeyi emredip vacip kıldıklarında, bunların vacib kılması ile hiç bir şey vacib olmaz; ancak Allah´ın bunlara itaati vacib kılması sebebiyle vacib olur. Şayet böyle olmasaydı, bir yara­tılmış (insan) başka birine bir şeyi vacib kıldığında, kendisine vacib kılınan şah­sın, İcabı ters yüz ederek, bu şeyi vacib kılan kişiye vacib kılma yetkisi olurdu. Çünkü, vacib kılmaya, biri diğerinden daha hak sahibi değildir. Öyleyse vacib, Allah´a itaat ve Allah´ın kendilerine itaat etmeyi vacib kıldığı kişilere itaattir.

Denirse ki:

Hayır, aksine, ceza verme tehdidinde bulunup bunu gerçekleştirmeye gücü yeten herkes vacib kılmaya ehildir. Çünkü vücub. ancak ceza sayesinde gerçekle­şebilir.

Deriz ki:

Biz Kadı Ebu Bekir´in mezhebi olarak bunu zikrettik. Allah bir şeyi vacib kılsa, ceza tehdidinde bulunmamış bile olsa, bu şey vacib olur. Fakat, vücubun hakikati araştırıldığında, eğer kendisine sakındırılan bir zarar taalluk etmiyorsa,bir yarar sağlanmayabilir. Hğer ceza tehdidi dünyada ise, belki buna muktedir olunabilir. Ne var ki adet, bu ismin (ikab), ahirette kaçınılan bir zarara tahsis edilmesi yönünde cereyan etmiştir. Her ne kadar ceza (ıkab) sözcüğü, sakınılan her zarara ıtlak edilse de, ahırette bu, yalnızca Allah´ın kudretindedir. Dünya ise, insanoğlu buna güç yetirebilir. Bu durumda da insanın mucib (vacib kılıcı) olma-sı mümkündür. Fakat bu bizim onun buna güç yetireceğine kesin gözüyle bakma­mız anlamına geimez. Çünkü belki de, tehdidini gerçekleştirmeden Önce, bundan aciz kalabilir. Fakat yine de biz, onun buna güç yetirmesini bekleriz. Bunun ile de bir nevi korku hasıl olur.[2]

B. Mahkumun Aleyh = Mükellef


Teklifin (Mükellef olmanın) şartı, hitabı anlayacak şekilde akıllı (âkil) ol­maktır. Cansız şeylerin, hayvanın, hatta deli ve temyiz gücü olmayan çocuğun mükellef tutulması doğru değildir. Çünkü teklifin muktezası, taat ve imtisaldir. Bu da ancak imtisal kasdıyla mümkündür. Kasdın şartı ise, kastedileni (maksud) bilmek ve teklifi anlamaktır. Her hitab, ´anlama emrini´ de içerir. Anlamayan ki­şiye, nasıl, ´anla!´ denilebilir; cansız şeyler gibi, sesleri işitmeyenle nasıl konuşu­lur! Hayvan gibi, sesi işitip de anlamayanlarda, hiç işitmeyen gibidir. Şöyle-böy-le,bir şey anlayarak işiten, fakat bunu akledemiyen ve tesbit edemeyen, mecnun ve gayr-i mümeyyiz gibi, kişilerle konuşmak mümkündür. Fakat bu kişilerde sa­hih bir kasıt bulunmadığı için, hitabın bunlar açısından imtisalı iktiza etmesi mümkün değildir.

Denirse ki:

Zekat vermek, mâlî cezalan (garâmât) ve nafakaları ödemek, çocuklar üzeri­ne vacib olmaktadır.

Deriz ki:

Bu gibi şeyler, hiç bir hususta, teklif değildir. Zira, başkasının fiilî ile mükel-

12 lef tutmak imkansızdır. Mesela diyet ödemek âkile [3] üzerine vacibtir; fakat bu

demek değildir ki, âkile başkasının fiili ile mükelleftir. Fakat bu, başkasının fiili- [L 84] nin, akılenin zimmetinde borcun (ğurm) sübutu için bir sebeb olduğu anlamına gelir. Başkasının malını itlaf etmek de böyledir. Nısab´a malik olmak bu hakla­rın/borçların çocuğun zimmetinde sabit olmasının sebebidir. Yani, çocuğun nısâb´a malik olması, velinin, şu anda, ona eda etme hitabında bulunmasının se­bebidir ve çocuğun buluğdan sonra muhatab olmasının sebebidir. Bu imkansız bir şey değildir. Muhal olan, anlamayana ´anla!´ demek; işitmeyene ve akletme-yene hitab etmektir

Hükümlerin zimmette sübut ehliyeti ise, teklifi anlamaya yarayan akıl kuvvetini kabule, ileri ki bîr zamanda (fî sâni´1-hâl), kendisiyle hazır (istidatlı) olunan ´in­sanlık* vasfından elde edilir. Hatta, hitabı gerek bilfiil gerekse bilkuvve anlama ehliyeti olmadığı için, hayvan, zimmetine hüküm izafe edilmesine uygun değil­dir. Şartın, mevcut veya kısa zaman sonra hasıl olmasının mümkün olması gere­kir. Bu şartın bilkuvve mevcut olduğu söylenebilir. Nitekim, mâlikiyetin şartı ´insanlık*, insan olmanın şartı ´hayat´tir. Rahimdeki nutfe için, miras veya vasi­yet yoluyla mülk sabit olabilir. Halbuki hayat fiilen mevcut değildir; fakat bil­kuvve mevcuttur. Zira, bu nutfe hayata dönüşecektir. Ttpkı bunun gibi, çocuk da, sonunda ´aktl´a (gerekli aklî olgunluğa) kavuşacaktır. Bu yüzden, çocuk, şu anda teklife uygun olmasa da, zimmetine hüküm izafesine uygundur. Bu noktada he­men, bu hale göre, mümeyyiz çocuğun da namaz kılmakla emrolunması gerektiği söylenecek olursa, şöyle deriz; çocuk, veli tarafından namaz kılmakla emrolunur. Veli de, Allah tarafından çocuğa namaz kılmayı emretmekle emrolunmuştur. Ni­tekim, Hz. Peygamber, "Yedi yaşına geldiklerinde çocuklarınıza namaz kıl­mayı emredin ve on yaşına geldiklerinde -kılmazlarsa- dövün"[4] demiştir. Bunun sebebi şudur; çocuk velinin hitabını anlar ve dövmesinden korkar. Bu yüzden velinin hitabına ehil olur; Şari´in hitabını ise anlamaz. Çünkü çocuk he­nüz Şâri´i tanımamakta ve ahireti anlayamadığı için de, Şâri´in cezalandırmasın­dan korkmamaktadır.

Denirse ki:

Çocuk buluğa yaklaştığında, artık akletmeye başlar. Buna rağmen, Şer´ onu mükellef tutmamıştır. Bu onun, aklının eksikliğine delalet etmez mi?

Deriz ki:

Kadı, bu durumun, buluğa yaklaşmış çocuğun aklının eksikliğine delalet edeceğini söylemiştir. Fakat bu görüş, benimsenebilecek tutarlı bir görüş değil­dir. Çünkü, çocukt?wmeni gelmesi onun aklını artırmaz. Fakat, bu durumdaki Çocuktan hitabın kaldırılması, kolaylık olsun diyedir. Çünkü akıl, bu çocukta, he­nüz örtüktür ve peyderpey ortaya çıkacaktır. Çocuğun, Şer´in hitabını anladığı; peygamber göndereni, peygamberi ve ahıreti tanıdığı sınıra, birden bire, vakıf ol­mak mümkün değildir. Şer´, bu sınır için zahir bir alamet dikmiştir.

Mesele: (Unutan ve Gafilin Mükellefliği)

Unutan ve mükellef tutulduğu şeyden gafil (habersiz) bulunan kişinin mü­kellef tutulması mümkün değildir. Zira, anlamayana, nasıl ´anla!´ denilebilir! Ancak, bu kişinin, uyku ve gaflet halindeki fiilleri sebebiyle, mâlî borçlar (ğarâmât) vb. gibi bazı hükümlerin sabit olacağı inkar edilemez.

Aynı şekilde, tıpkı, unutanın, mecnunun ve işittiği halde anlamayanın mükellef tutulması mümkün olmadığı gibi, akledemeyen sarhoşun teklifi de muhaldir. Hatta sarhoşun durumu, uyandırılması mümkün olan uyuyandan; sözün çoğunu anlayan mecnundan daha da beterdir. Bununla birlikte sarhoşun boşamasının ge­çerli (nafiz) oluşu ve mâlî borcu ödemesinin lazım gelişi ise, hükümleri sebeblere bağlamak kabilindendir. Bu da inkar edilemeyecek hususlardandır.

Denirse ki:

Allah Teâlâ; "Sarhoş iken namaza yaklaşmayın...´1 {Nisa, 4/43} buyur­muştur. Bu sarhoşa hitab değil midir?

Deriz ki:

Sarhoşa hitabın imkansızlığı, burhan ile sabit olduğundan, bu ayetin tevil edilmesi gerekir. Bu ayet iki şekilde tevil edilebilir;

a) Bu hitab, aklı zail olmaksızın, kendisinde sallanma ve yalpalama belirtile­ri görünen ve henüz sarhoşluğun başında olan kişiye hitabtır. Bu durumdaki kişi [f5 85] daha önce güzel bulmadığı bazı oyun ve sevinçleri güzel bulabilir. Fakat bununla birlikte aklı başındadır. Allah Teâlâ´nın "...ne dediğinizi bilinceye kadar" {Nisa, 4/43} sözünün anlamı ise, ´sebatınız açıklık kazanıp tekamül edinceye ka­dar´ şeklindedir. Nitekim kızgın kişiye ´ne dediğini bilinceye kadar sabret!´ deni­lir; bunun anlamı ´kızgınlığın yatışıp, bilgin tam oluncaya kadar´dır. Halbuki, kızgın kişinin aklı yerindedir. Bu da sarhoş gibi, namazla meşgul olamaz ve belki

de, harflerin mahreçlerini düzeltmek ve tam bir huşu içinde olmak ona zor gele­bilir.

b) Bu hitab, İslamın başlangıcında, henüz şarap haram kılınmadan önce va-rid olmuştur. Bu hitab ile kastedilen, namazın kılınmaması değil, namaz vaklinde aşın içki içilmcmesidir. Nitekim Tıkabasa doymuş iken, teheccüde yaklaşma´ denildiğinde bunun anlamı ´çok yeme, çok yersen teheccüd sana ağır gelebilir´ demektir.

Mesele: [Emredilen Şeyin Varlığı Emrin Bir Şartı Mıdır?)


Birisi çıkıp ´Size göre, emredilen şeyin mevcud olması, emrin şartlarından değildir. Çünkü siz, Allah Teâlânın henüz yaratmadan önce, ezelde, kullarına emretmiş olduğuna hükmettiniz. Nasıl oluyor da, -şimdi- mükellefin işiten ve akıllı olmasını şar! koşuyorsunuz. Halbuki sarhoş, unutan, çocuk ve mecnun, mü­kellef tutulmaya -henüz mevcut olmayan- yok´lan daha yakındır1 diyebilir. Buna karşı biz de şöyle deriz:

Bir kere ´Allah Teâlâ emredendi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hükmün Rükünleri
« Posted on: 29 Mart 2024, 12:32:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hükmün Rükünleri rüya tabiri,Hükmün Rükünleri mekke canlı, Hükmün Rükünleri kabe canlı yayın, Hükmün Rükünleri Üç boyutlu kuran oku Hükmün Rükünleri kuran ı kerim, Hükmün Rükünleri peygamber kıssaları,Hükmün Rükünleri ilitam ders soruları, Hükmün Rükünleriönlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 13:46:46
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2010, 13:46:46 »

Denirse ki:

Emredilen kişinin kalkmaktan aciz olduğu bilinmiyorsa, kalkma laleLvr.ir. onun zatıyla kaim olması tasavvur edilebilir.

Deriz ki:

Bu, bilmeme (cehl) üzerine bina edilmiş bir taleptir. Cahil, bunun bir teklif olduğunu zannedebilir. Durum açığa çıkınca, bunun bir taleb olmadığı anlaşılır. Böyle bir şey Allah Teâlâ hakkında tasavvur olunamaz.

Denirse ki:

Hâdİs kudret, fiille beraber olduğu halde, varkılmada etkisi yoksa, her teklif, ´teklif-i ma layutak1 olur.

Deriz ki:

Biz, felçli olmayan oturana "eve gir? denilmesi ile ´göğe çık´ denilmesi ya da ´oturmanı devam ettirerek kalk´ veya ´siyahlığı harekete; ağacı ata çevir´ de­nilmesi arasındaki farkı zaruri olarak idrak ederiz. Ne var ki, İnceleme ve tartış­ma, bu farkın neye raci olduğu hususundadır; bu ayırımın, bu emirlerden sadece birine izafetle, temekkün (yapabilme) ve kudrete raci olduğu bilinmektedir. Ayrı­ca, kudretin etkisinin ve kudretin hudus vaktinin tafsili konusundaki inceleme, her nereye varırsa varsın, bizi bu konuda kuşkuya düşüremez. Bu yüzdendir ki biz, ´Bize, takatimizde olmayan şeyi yükleme* deriz. Bütün işler eşitse, bu duanın ne manası kalır! ve bu zaruri ayırımın ne anlamı kalır! öızim bu meseleden maksadımız, kudretin tesir yönünü ve vaktini araştırmaya bağlı değildir.

Özetle söylemek gerekirse, bu konunun kapalı (güç anlaşılır) olmasının se­bebi, teklifin, ´kelâmu´n-nefs´in özel bir türü olmasıdır. Kelamu´n-nefs´İn aslını anlamada kapalılık vardır. Dolayısıyla oradan hareketle yapılan açıklama ve onun kısımlarının tafsili, kuşkusuz, daha da kapalı olmaktadır.

Mesele: (İki Zıddın Yasaklanması)

´Hareket ve sükunu bir araya getir!´ denilmesi caiz olmadığı gibi, ´hareket etme ve durma´ denilmesi de caiz değildir. Çünkü her ikisini aynı anda terket-mek, tıpkı ikisini aynı anda yapmak gibi imkansızdır.

Denirse ki:

GasbcdİImiş ekili tarlanın ortasında bulunan kişinin, orada beklemesi de ha- ri ooı ramdır; çıkması da haramdır. Zira her İki halde de başkasının ekinine zarar ver­me söz konusudur. Öyleyse bu kişi, her iki davranış sebebiyle de asi olmuştur.

Deriz ki:

Bu konuda usulcüye düşen, bu durumda olan kişiye ´bekleme´ ve ´çıkma´ demlemeyeceğini ve tıpkı iki zıddı bir araya getirmekle emroİunamayacağı gibi, iki zıddan da nchyedilemeyeccğinİ bilmektir. Çünkü bu mu haldi r.Bu durumda o kişiye ne denilecektir diye sorulursa;

Deriz ki:

Tıpkı nikahlısı olmayan bir kadınla cinsel ilişkide bulunmakta olan biri ´çek­mek´ ile cmrolumıcağı gibi, bu kişi de ´çıkmak´ ile emrolunur. Her ne kadar çe­kerken de temas söz konusu olmakta ise de, ona ´lezzet alma kastıyla değil, tevbe kastıyla çek´ denilir. Bu Örnekte olduğu gibi, gasbedilmiş tarladan çıkma, zararı azaltır; orada bekleme ise artırır.

İki zarardan daha ehven (hafif) olanı, daha büyüğüne izafetle vacib ve taat olur. Nitekim, boğazında lokma düğümlenen kişinin, içecek başka bir şey bula­madığında, şarap içmesi vacib olur. Yine açlıktan ölmek üzere olan muztarr kişi­ye, başkasının malından almak vacib olur. Başkasının malını ifsad etroek liaynihi haranı değildir. Bu yüzden, bir kimse ölüm tehdidiyle başkasının malından alma­ya zorlansa, alması, duruma göre vacib veya caiz olur.

Denirse ki:

Öyleyse, adamın tarladan çıkması esnasında verdiği zararı tazmin etmesi ge­rekmez.

Deriz ki:

Tazmin´in vacib olması için zarar verme kasdmın (udvân) bulunması gerek-

mez. Nitekim başkasının malını itlaf etmesi vacib olduğu halde, mahmasa duru­mundaki muztann, verdiği zararı tazmin etmesi gerekir. Yine çocuğa ve yaptığı şey sebebiyle itaatkar olduğu halde, düşman saflarına ok atan kişiye de tazmin gerekir.

Denirse kî:

Fasid hacca devam etmek, kaza lazım geldiği için haram İse, vacib değildir; devam etmek vacib ve tâat ise, kaza niçin vacib oluyor ve kişi böyle yapmakla niçin asi oluyor?

Deriz ki:

Bu kişi, haccı bozan cima sebebiyle asi olmuştur. Halbuki o fasidi tamamla­mak suretiyle itaatkardır. Kaza ise, yeni bir emirle vacib olmuştur. Kaza bazan, kendisine bir halel girmesi durumunda, aslında tâat olan bir şey sebebiyle de ge­rekebilir, her ne kadar ortada başkasının hakkına tecavüz durumu varsa da, kaza borcu, gasbedilmiş evde kılınan namazla düşebilir. Kaza, tıpkı tazmin (daman) gibidir.

Denirse ki:

Siz, Ebû Hâşim´e, ´Şayet o adam tarlanın içinde beklese asi olur, çıksa yine asi olur; o kendi kendini bu vartaya atmıştır. Tecavüzün hükmü de, onun fiiline uygulanır´ dediği için niçin karşı çıkıyorsunuz!

Deriz ki:

Hiç kimsenin, kendi kendisini, imkansız olan şeyi tekellüf durumuna atma hakkı yoktur. Kendini duvardan atıp da ayağı kınlan kimse, oturarak namaz kıl­ması yüzünden asi olmaz. Ancak, ayakta namaz kılmayı terketmesi sebebiyle de­ğil, ayağını kırması sebebiyle asi olur. Yukarıda söylenilen ´isyanın (udvân) hük­mü de, onu fiiline uygulanır´ sözü ile eğer, bir şeyin,, zıddıyla birlikte yasaklan­ması kastediliyorsa, bu muhaldir. îsyan, yasaklanmış bir şeyi irtikab etmektir. Eğer yasaklama yoksa isyan da yoktur. Hem bir şeyin hem de zıddının yasaklan­ması nasıl varsayılabilir! Güç dahilinde olmayan şeyin teklifine aklen cevaz ve­renler, "Allah kimseye, gücünün üzerinde bir şey teklif etmez" {Bakara, 2/286} ayeti sebebiyle, bunun şer´an mümkün olmadığını söylemişlerdir.

Denirse ki:

Siz (yukarıdaki meselede), zararı azaltmak İçin, çıkma yönünü tercih ediyor­sunuz; etrafı, hiç boşluk kalmayacak biçimde, başka çocuklarla çevrili bulunan bir çocuk üzerine düşen kişi hakkında ne diyorsunuz? Böyle bir durumda, bilinir ki; eğer adam olduğu yerde kalsa, altındaki çocuğu öldürecek; hareket etse, etra­fındaki çocukları öldürecek. Adamın başka bir seçeneği de yoktur. Bundan çıkış yolu nedir?

Deriz ki:

Bu durumdaki adama ´bekle´ denilmesi muhtemeldir. Çünkü intikal, ancak gücü yeten canlının yapabileceği yeni başlanmış bir fiildir. Hareketi terketme ise, bir kudret kullanımına gerek duymaz. Yine bu kişiye, başka seçenek olmadığı [I, 90] için muhayyer olduğunun söylenmesi de muhtemeldir. Ayrıca, bu konuda Allah Teâlâ´nın bir hükmü olmadığı; dolayısıyla da bu kişinin dilediğini yapmakta ser­best olduğunu söylemek de muhtemeldir. Çünkü hüküm, ancak nass ile veya nıansûVa (hükmü nass ile belirtilmiş olana) kıyas ile sabit olur. Bu mesele hak­kında nass olmadığı gibi, mansûsât arasında, kıyasa medar olabilecek bir benzer mesele de yoktur. Öyleyse, hüküm, Şer´in vürudundan önceki hal üzere kalır. Bir hadisenin, hükümden hali olması da uzak değildir. Bütün bunlar" muhtemeldir; muhal olan ise muhalin teklifidir.

Mesele: (Teklifin Muktezası)


Teklif ile gerektirilen şeyin (el-muktezâ bi´t-teklif) ne olduğu konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir.

Mütekellimlerin çoğunluğuna göre, teklifle gerektirilen şey, ´yeltenme´ veya ´uzak durma´dır. Bunlardan her biri kulun kesbidir. Buna göre, orucun emredil-mesi, (yeme-içme ve cinsel ilişkiden) uzak durmanın emredilmesi demektir; uzak durma ise karşılığında sevab verilen bir fiildir. Zina etme ve şarab içmenin ya­saklanması ile gerektirilen de, bunların zıdlarından birini işlemektir, ki bu ´terk´ demektir. Bu suretle kişi, kendi fiili olan ´terk´ karşılığında sevab kazanmış olur.

Kimi MutezilTler de şöyle demiştir; teklif, bazan uzak durmayı gerektirir, ve bu bir fiil olur. Bazan da teklif, zıddını İşlemek kastedilmeksİzin, bir şey yapma­mayı gerektirir.

Birinciler (mütekellîmun) bunu inkar etmiş ve şöyle demişlerdir: Yasak se­bebiyle bîr şeyden uzak durana, sevab verilir. ´Yapmamak´ yokluktur; dolayısıy­la, yapmamak bir ´şey´ değildir ve ona bir kudret ilişmemiştir. Çünkü kudret bir ´şey´e ilişir. Yokluk da şey olmadığına göre, ´yoketme´nin kudret ile olması sa­hih değildir. Eğer kişiden bir ´şey* sadır olmamışsa, ´hiç bir şey´e (lâ şey) karşı­lık o kişiye nasıl sevab verilebilir! işin doğrusu, bu husustaki emrin bölümlenme-sidir. Orucu ele alalım; oruç hususunda ´uzak durma´ istenendir. Bunun içindir ki, oruçta niyet şart koşulmuştur. Zina etme ve şarap içmede ise, bu ikisinin ya­pılması yasaklanmıştır. Dolayısıyla bunları yapan cezalandırılır. Kendisinden bunlar sadır olmayan kişi ise ne cezalandırılır ne de ona sevaplandınlır. Ancak eğer yapabilecek durumda iken, bu ikisinden şehvetini kesmeyi kastetmişse, bu fiiline karşılık sevab alır. Yapılması yasaklanmış bir şeyi yapmayan kimse, ne ceza ne de sevab alır. Çünkü ondan hiç bir şey sadır olmamıştır. Şer´in amacı, belki de, zıdlarını işlemesini kastetmeksizin, kişinin ´fe vah iş´i istememesidir. .

Mesele: (Mükrch Mükellef Midir?)


Mecnûn ve hayvanın aksine, mükreh´in fiilinin teklif altına girmesi caizdir. Çünkü burada halel, teklif konusu şeyde değil, mükelleftedir. Mükellefi, teklif altına sokmanın şartı, ´duyma´ ve ´anlama´dır. Bu ise, mecnun ve hayvanda yok­tur. Mükreh ise anlar ve mükrehİn bunu yapması, imkan dairesindedir. Zira mük-reh, fiili gerçekleştirmeye de terketmeye de muktedirdir. Mesela birini öldürme­ye zorlanan kişi, bu fiili yapmayabilir. Çünkü her ne kadar bunda helak endişesi bulunsa da, mükreh buna muktedirdir.

Kişi, ikrah edildiği şey ile zaten mükellef ise, yani zaten yapmakla mükellef olduğu bir şeye zorlanıyorsa, kişinin, mesela, bir müslümanı öldürmeye teşebbüs eden bir yılanı kılıçla öldürmeye zorlanması mümkündür. Kaldı ki, kişinin bu du­rumda, o yılanı öldürmesi zaten vacibtir. Ya da kafir, müslüman olmaya zorlanır­sa ve bu ikrahın sonucunda müslüman olursa, ´bu kişi mükellef olduğu şeyi eda etti´ deriz.

Mutezile der ki: Bu (rnükrehin mükellef olması) muhaldir. Çünkü o kişiden, ancak yapmaya zorlandığı fii...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes