> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > İslam Hukuku - İmam Gazali > Hükmün Kısımları
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hükmün Kısımları  (Okunma Sayısı 21150 defa)
07 Nisan 2010, 13:48:23
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 07 Nisan 2010, 13:48:23 »



Hükmün Kısımları

Önbilgi
Vâcib
Mahzur (Haram)
Mübâh
Nedb (Mendûb)
Mekruh
Seçmeli Vacib
Dar Zamanlı Vacib- Geniş Zamanlı Vacib
Kişinin, Namaz Vakti İçerisinde, Namaz Kılmaya Azmettikten Sonra Namazı Kılamadan Ölmesi
Vacibin Ancak Kendisiyle Tamamlanabildiği (Gerçekleşebildiği) Şey Vâcib Midir?
Vacibin Alt Sının Üzerine Yapılan Ziyade Vaciplik Vasfını Alır Mı?
Vücubun Neshedilmesi Durumunda Geriye Kalan Hüküm Nedir?
Mubah Emredilmiş Kapsamında Mıdır?
Mubah Şer´in Kapsamına Dahil Midir?
Emir Kapsamında Mıdır?
Tür Ve Sayı İtibariyle Bir´in Mahiyeti
Tayin İtibariyle Bir
Mekruh Emir Kapsamında Mıdır?
Nehyin kısımları
Bir Şeyin Emredilmesi, O Şeyin Zıddının Yasaklanması Anlamına Gelir Mi?

II. HÜKMÜN KISIMLARI

Bu başlık altında bir önbilgi ve onbeş mesele yer almaktadır.

Önbilgi:

Mükelleflerin fiilleri için sabit olan hükümler, "vâcib´, ´haram (mahzur)´, ´ınübâh´, ´mendûb´ ve ´mekruh´ olmak üzere beş tanedir. Bu ayırımın hareket noktası şudur; Şer´in hitabı, ya ´yapmayı gerektirici´ bir şekilde, ya ´terketmeyi gerektirici´ bir şekilde, ya da ´yapma ve terketme arasında serbest bırakma´ şek­linde varid olur. Eğer Şer´in hitabı, yapmayı gerektirici bir şekilde varid olmuşsa, bu hitab ´emir´dir. Bu hitaba, söz konusu yapmanın (fiilin) terkedilmesi karşılı­ğında ceza (ıkab) olduğunu hissettiren bir şey bitişmiş ise, bu emir, vâcib; ceza verileceğini hissettiren bir şey bitişmemişse ´nedb (mendûb)´ olur. Yapmamayı gerektirme şeklinde varid olan hitab, yapma durumunda ceza olacağını hissettiri-yorsa, ´hazr´ (haram); ceza olacağını hissettirmiyorsa ´kerâhiyet´tir. Hitab, ser­best bırakma (tahyîr) biçiminde varid olmuşsa, bu ´mübâh´tir.

Şimdi bu hükümleri sırasıyla, birer başlık altında, tanımlayalım:

Vâcib:

Mukaddime bölümünde vacibin bir yönüne değinmiştik. Şimdi de vacibin tanımına ilişkin olarak söylenenleri zikredelim.

a) Vâcib, terkedilmesine karşılık ceza verilen şeydir. Bu tanıma, ´Vacibin terkedİlmeşine karşılık verilecek ceza affedilebilir, fakat vâcib, vâcib olmaktan çıkmaz. Çünkü vâcib hali hazırda mevcud; ceza ise, hali hazırda mevcut olmayıp beklenen bir şeydir´ denilerek itiraz edilmiştir.

[I, 66]

b) ´Vâcib, terkedilmesine karşı ceza verileceği, tehditü bir ifade ile, bildiri­len şeydir´. Bu tanıma, ´Şayet ceza tehdidi (vaîd) olsaydı, bu tehdidi gerçekleştir­mek vâcib olurdu. Çünkü Allah´ın sözü doğrudur. Halbuki, bu cezanın affedile­rek, şahsın cezalandırılmaması tasavvur edilebilmektedir´ denilerek itiraz edil­miştir.

c) Vâcib, terkedilmesine karşılık ceza verilmesinden endişe edilen şeydir. Bu tanım, haramlığında ve vâcibliğinde şüphe edilen şeyler sebebiyle batıl olur. Çünkü bu durumda olan bir fiil vâcib olmadığı halde, terkedilmesi halinde ceza verilmesinden korkulmaktadır.

d) Kadı Ebu Bekr [1] vâcib´in, ´terkedenin, şer´an, herhangi bir şekilde kınanıp verildiği şey? şeklinde tanımlanmasının daha uygun olduğunu söylemiş, (yani, bir Önceki tanımdaki ´ceza´ sözcüğü yerine ´yergi´ yi koymuş) ve buna ´Çünkü kı­nama hâlen mevcut olup, ceza ise şüphelidir´ şeklinde bir açıklama getirmiştir. Kadı, tanımda geçen ´herhangi bir şekilde (bi vechin-mâ)´ sözü İle, tanımın ´mu­hayyer (seçmeli) vâcib´e ve ´geniş zamanlı (müvessa1) vâcib´e şamil olmasını amaçlamıştır. Çünkü seçmeli vâcib, alternatifi ile birlikle terkedildiği zaman; ge­niş zamanlı vâcib ise. ifasına azmedil m ediği zaman ´kınama´ söz konusu olur.

Vâcib ile farz arasında fark var mıdır?

Bize göre, bu ikisi arasında fark olmayıp, kesinlik ve lüzum gibi, eş anlamlı lafızlardandır.

Ebû Hanîfe ashabı ise, ´farz´ ismini, vacipliği kesin olarak bilinen şeylere, ´vâcib´ ismini de, vacipliği zannî olarak idrak edilen şeylere tahsis etmek suretiy­le, farklı bir terminoloji geliştirmişlerdir. Zaten biz de, vacibin ´kesin´ ve ´zannî´ olarak ikiye ayrıldığını inkar etmiyoruz. Anlamlar anlaşıldıktan sonra, terimler hususunda hiç bir kısıtlama söz konusu değildir.

Kadı, ´Allah, terkedi I meşine ceza vermekle tehdit etmeksizin, bize bir şeyi vâcib kılsa, bu şey vâcib olur. Burada vaciplik, ceza sebebiyle değil, Allah´ın vâcib kılması sebebiyledir´ demektedir.

Bu, irdelenmesi gerekli bir görüştür. Çünkü bizim açımızdan yapılması ve terkedilmesi eşit olan şeyi, ´vücûb´ olarak vasıflamanın hiç bir anlamı yoktur. Şöyleki; Bİz, vücubu ancak, kendi maksatlarımıza nisbetle, yapılmasının terke-dilmesine ağır basması yoluyla kavrayabiliriz. Eğer böyle bir tercih (ağır basma) yoksa, yücub, asıl itibariyle, manasızdır.

Mahzur (Haram):

Vacibin tanımı anlaşıldıktan sonra onun karşıtı olan haramın tanımı artık ka­palı değildir.

Mübâh:

Mübah´ın tanımlarından biri ´Mubah terkedilmesi ve yapılması eşit olan şey­dir´ şeklindedir. Bu tanım, hem çocuk, deli ve hayvanın fiili ile, hem de Allah´ın fiili ile boşa çıkar. Nitekim, Allah Teâlânın fiillerindenbirçoğu bizim açımızdan terke müsavi olduğu halde, yapma ve terk Allah hakkında kesinlikle eşittir. Ayrı­ca Şer´in gelmesinden önce yapıp-etmeler, terketmeye eşit olduğu halde, bunların hiçbirine mubah denilmez.

Bizce, mubahın tanımı ´Mubah; yapan veya terkeden için her hangi bir övgü ya da yergi söz konusu edilmeksizin, yapılması ve lerkedilmesi hususunda Allah´ın İzin verdiği şeydir´ şeklinde olmalıdır. Yine, mübah´ın ´Mubah; Şer´in, terketmesi veya yapması durumunda, sırf yapması ya da sırf yapmaması yüzünden kişiye zarar ve yarar olmadığını belirttiği şeydir´ şeklinde tanımlanması da mümkündür. Bu tanım ile mubahın, bir masıyet işlemek suretiyle terkedilmesi durumu tamım dışı bırakılmaya çalışılmıştır (ihtiraz). Çünkü mubahı, bir masıyet işleyerek ter­ketmesi durumunda, kişi, mubahı tcrkeltiği için değil, masıyet işlediği için zarar görür.

Nedb (Mendûb):


Mendûb için getirilen tariflerden birisi ´Mendub; terkedilmesi durumunda bir kınama olmaksızın, yapılması terkedilmesinden daha hayırlı olan şeydir´ şek­lindedir. Bu tanım, Şer´in vürudundan önce yeme-içme´nin hükmü gündeme geti­rilerek reddedilebilir. Çünkü, Şer´in vürudundan önce, yeme-içme, hem lezzet yönünden hem de hayatı devam ettirme yönünden, daha hayırlı olduğu halde, he­nüz Şer´ vârid olmadığı için, bu durum mendûb olarak nitelendirilemez.

Kaderİyye ise mendûb´u, ´yaptığı zaman failinin övülmeye hak kazandığı; ancak terketmesi sebebiyle kınanmayı hak etmediği şey´ olarak tanımlamıştır. Bu tanım, Allah´ın fiili ile reddedilir. Çünkü Allah her fiile karşı övüldüğü ve hiç kı­nanmadığı halde, O´nun fiili ´nedb´ olarak adlandırılmaz.

Bizce, mendûb´un en doğru tanımı şöyledir: ´Mendub; bir bedele (alternatif) gerek duyulmaksızın, terkedilmesine, sırf terketme olması bakımından her hangi bir kınama gerekmeyen emredilmiş şeydir´. Bu tanımda, seçmeli vâcib ile geniş zamanlı vacibin tanıma dahil olmasından kaçınılmıştır.

Mekruh:

[I, 67] Mekruh lafzı fakihler arasında bir kaç anlamda müştereken kullanılmakta olup, bu anlamlardan bazıları şunlardır:

a) Haram (Mahzur):

Şafiî çoğu yerlerde ´Bunu kerih (mekruh) görüyorum´ demiş ve bununla ´ha­ranı´ ı kastetmiştir.

b) Tenzihen yasaklanmış şey:

Bu, yapılmasına ceza verilmediği halde, terkedilmesi yapılmasından daha hayırlı olduğu hissedilen şeydir. Bu anlamda mekruh, mendûbun mukabili ol­maktadır. Nitekim, mendub, yapılması terkedilmesmden daha hayırlı olduğu an­laşılan şeydir.

c) Yasaklanmamış bile olsa, ´evlâ olanı terketme (terku´1-evlâ):

Kuşluk namazının terkedılmesi böyledir. Bu namazın terkinin daha evlâ ola­nı terk sayılması, hakkında bir yasak varid olduğu için değil, fakat fazilet ve se­bebinin çokluğu yüzündendir. Hatta bu namazı terketmenin mekruh olduğunu söyleyenlerde olmuştur.

d) Haramlığrnda şüphe ve tereddüt olan şey:

Yırtıcı hayvanların eti, az miktarda içilen nebiz böyledir. Bu yorumun deta­yının açıklanması gereklidir. Şöyle ki, içtihadı, kendisini bunun haram olduğuna ulaştırdığı kişiye bunlar haram olduğu gibi, içtihadı helal olduğuna ulaşan kişi için de helaldir. Ve artık nebizin kerahîyetinin bir anlamı kalmaz. Ancak eğer hasmın şüphesinden dolayı nefsinde bir tereddüt hasıl olursa, o şey için kerahiyet devam eder. Nitekim Hz. Peygamber "Günah kalbin rahatsızlık duymasıdır´ [2]demiştir. Bu itibarla, zann-ı galib helalliği yönünde bile olsa, haramlık endişesi bulunan şeylere de kerahet isminin kullanılması çirkin değildir. Ne var ki bu söz, ietihad hususunda isabet edenin tek olduğu görüşünde olanların mezhebi açısın­dan doğrudur. Her müttehidin isabet ettiğini savunanlara göre ise, eğer şeyin he­lalliğine zannı galib hasıl etmişse, artık kendisi açısından o şey helaldir.

Hükmün kısımları hakkındaki bu önbilgiden sonra, şimdi de bu kısımlardan şubelere ayrılan meseleleri zikredelim.

Mesele: (Seçmeli Vacib)

Vâcib, hasredilmiş kısımlar arasında, ´belirli (muayyen) vâcib´ ve ´belirsiz (mübhem) vâcib´ kısımlarına ayrılır ve ´seçmeli (muhayyer) vâcib´ olarak adlan­dırılır. Keffaret seçeneklerinden (hısâl) biri böyledir. Yani vâcib olan bu seçe­nekler içerisinden belirli (muayyen) olmayan biridir. Mutezile, ´îcâb´ ile ´tahyîr´in, birbirlerine zıt olması sebebiyle birlikte bulunamayacakları, daha doğ­rusu, tahyîr olunca, Tcab´ın hiç bir anlamı kalmayacağı gerekçesiyle seçmeli vaci­bi inkar etmiştir. Biz ise bunun aklen caiz ve şer´an vaki olduğunu iddia ediyo­ruz.

Seçmeli vacib´in aklen cevazının deli...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hükmün Kısımları
« Posted on: 28 Mart 2024, 14:12:29 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hükmün Kısımları rüya tabiri,Hükmün Kısımları mekke canlı, Hükmün Kısımları kabe canlı yayın, Hükmün Kısımları Üç boyutlu kuran oku Hükmün Kısımları kuran ı kerim, Hükmün Kısımları peygamber kıssaları,Hükmün Kısımları ilitam ders soruları, Hükmün Kısımlarıönlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 13:50:09
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2010, 13:50:09 »

Mesele: (Kişinin, Namaz Vakti İçerisinde, Namaz Kılmaya Azmettikten Sonra Namazı Kılamadan Ölmesi)

Kişi namaz vakti esnasında, imtisale azmettikten sonra, aniden ölürse asi ol­maz.

Vücub anlamını tam olarak gerçekleştirmek isteyen bazıları, bu durumdaki kişinin asi olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş selefin icmaına aykırıdır. Biz bili­yoruz ki selef, zeval vaktinden itibaren dört rekat miktarı zaman geçtikten sonra veya sabah namazının öncesinden iki rekat miktarı geçtikten sonra ansızın Ölen kişiyi günah işlemiş saymadıkları gibi, onu kusurlu davranmakla da itham etmezlerdi. Hele bir de bu kişi, abdest almakla meşgul olmuş veya mescide gitmeye davranmış ve yolda ölmüşse, bunun asi sayılması mümkün değildir. Üstelik, na­mazı geciktirmesi de caiz görülmüştür. Kendisi için caiz olan bir şeyi yapan kişi nasıl asi sayılabilir!

Denirse ki:

Geciktirmesi, sonucun gerçekleşmesi (yani sonra yapılabileceğinden emin olması) şartıyla caizdir.

Deriz ki:

Bu muhaldir. Çünkü sonuç o kişiye gizlidir. Mesela bize gelerek ´Akıbet ba­na gizlidir. Ancak üzerimde bir günlük oruç borcu var ve ben bu orucu yarına ge­ciktirmek istiyorum. Akıbeti bilmiyor olmama rağmen tehir etmem bana helal midir yoksa tehir sebebiyle asi mi olurum?´ dese, elbette buna bir cevab verile­cektir. Bu durumda eğer ona asi olmayacağını söylersek, elinde olmayan Ölüm sebebiyle niçin günahkar olsun! Eğer asi olacağını söylersek, bu da geniş zaman- [I, 71] lı vâcib hususundaki icma´a aykırıdır. Eğer, ´Allah´ın ilminde senin yarından ön­ce öleceğin var ise, sen asi olursun. Yok eğer senin yarına kadar yaşayacağın var ise orucu erteleyebilirsin´ desek, o kişi bize ´Ben Allah´ın ilminde olanı nereden bileyim! Siz, Allahın ilminde olanı bilmeyen kişi hakkındaki fetvanızı söyleyin!´ der. Bu durumda, ertelemenin helal veya haram olduğunu kesin olarak belirtmek gerekir.

Denirse ki:

´Kişinin, uzun süreli olarak tehir etmesi caiz oluyorsa ve geciktirme esnasın­da Öldüğünde asi olmuyorsa vücub´un ne anlam* kalır!´.

Deriz ki:

Vücubun gerçekleşme şekli şudur; terketmek caiz değildir; ancak, yerine ge­tirmeye azmetmek şartıyla tehir edilebilir. Tehire azmetmek de, ancak normal şartlarda hayatta olabileceğine zannı galibi bulunan bir müddete kadar olursa ca­iz olur. Namazı, bir andan başka bir ana ertelemek, orucu bir günden başka bir güne ertelemek gibi. Bu ertelemeyi yaparken, her an ona zaman ayırma azminde olması gerekir.

Haccı bir seneden diğerine ertelemeye gelince; ölüme yaklaşmış hasta, bir ay tehire veya zayıf düşmüş yaşlı kişi birkaç sene tehire azmederse ve galip zan­nı o müddete kadar yaşayamayacağı yönünde İse, bu süre zarfında Ölmeyip onu yapmaya muvaffak olsa bile bu tehir sebebiyle asi olur. Bu kişi, zannının mucibi­ne göre sorumludur. Nitekim, tazir cezası uygulayan kişi ya da derideki yaraya operasyon yapan kişi, büyük ihtimal leiıelak olacağını bildiği halde öldürücü bir darbe vurduğunda, bu kişi kurtulsa bile vuran günahkar olur.

Bunun içindir ki, Ebu Hanife, haccı tehir etmenin caiz olmadığını söylemiştir. Çünkü, bir başka seneye kadar hayatta fcplmak bir galib zan değildir. Ama orucun ve zekatın bir iki ay tehiri caizdir. Çünkü bu süre içinde ölüm ihtimali za­yıftır.

Şâfıî ise, hasta ve yaşlının olmasa bile, sağlıklı genç açısından ikinci senede hayatta kalmanın zanna galib geldiği görüşündedir. Tazir cezasını uygulayan ki­şi, kendi zannınâ göre selametli olanı yaptığında, kişi yine ölmüşse, tazminle so­rumlu olur. Fakat, bu sorumluluğu, günahkar olduğu için değil, zanntnda hata et­tiği içindir. Hata yapan, günahkar değil fakat sorumludur.

Mesele: Vacibin Ancak Kendisiyle Tamamlanabildiği (Gerçekleşebildiği) Şey Vâcib Midir?

Mahiyetinin anlaşılabilmesi için bu konunun İki kısımda incelenmesi uy­gundur:

a)Yazı hususunda el, yürüme için ayak vb. gibi yapma kudreti mükellefe ait olmayan şeyler vâciblik vasfını almazlar. Aksine bunların olmayışı, icaba engel olur. Ancak, insanın güç dahilinde olmayan şeylerle sorumlu tutulabileceği (tek-lif-i mâ lâ yutak) görüşünde olanlara göre bunların olmayışı icaba (vâcib kılmaya ) mani değildir. Devlet başkanının (imam) cuma namazında hazır bulunması, cu­ma namazı için yeterli sayının sağlanması gibi şeyler de böyledir. Çünkü bunlar, mükellefin elinde olmayan şeylerdir. Bu itibarla bunlar vücub ile vasıflanamaz (yani cumanın vâcib olabilmesi içjn devlet başkanının bulunması ve yeterli sayı­nın olması ile mümkündür. Ancak1 bunları gerçekleştirmek, cuma namazı kılacak mükellefin elinde olan -şeyler değildir. Bu yüzden bunları gerçekleştirmek vâcibtir denemez.). Aksine, bunlar olmayınca, cumanın vücubu düşer.

b) Kulun ihtiyarına ilişkin Olan şeyler.

Bunlar da ´serî şart´ ve /maddî (hissî) şart´ olmak üzere ikiye ayrılır.

Şerl şart, -mesela namaz için abdest gibi-, namazın vücubu ile birlikte vücub ile vasıflanır (yapf, namaz kılması vâcib olduğunda, namazın gerçekleşme şartla­rından olan abdest de vâcib olur.). Çünkü namazın vâcib kılınması bir işi namaz haline getirecek şeylerin de vâcib olması demektir.

Maddî şart ise, cuma namazına koşmak, hacca yürümek ve menasikin ifa edileceği yerlere yürümek gibidir. Bunların da vücub ile vasıflanması gerekir. Zi­ra, Kabe´den ufakta olan birinin hac yapmakla emredilmesi, kuşkusuz onun ora­ya yürünmesini de emretmek anlamına gelir.

Aynı şekilde, yüzü yıkamanın vâcib olması ve bunun ancak başındır kısmını yıkamakla mümkün olması, orucun vâcib olması ve bunun sabahtan önce gece­nin bir kısmından imsak ile mümkün olması durumunda bunlar da vücub ile va­sıflanır.

Diyoruz ki; vacibe ulaşmak ancak kendisiyle gerçekleşebilen ve mükellefin fiili olan her şey vâcibtir. Bu görüş, ´Vacibe, vâcib olmayan şey ile ulaşmak vâcİbtİr´ dememizden daha evlâdır. Çünkü ´vâcib olmayanı yapmak vâcibtir´ sö- [^ 72] zümüz çelişiktir. Fakat ´vâcib olmayan şey, vacibe dönüşebilir´ sözümüzde bir Çelişki yoktur. Çünkü o vâcibtir. Fakat, asıl, kendisi kasdedilmek suretiyle icab ile vâcib olmuştur. Vesile, maksudun vâcib olması sebebiyle vâcib olmuştur. Vâcib olmasının illeti, maksudun vâcib olma illetinden başka bile olsa, ne suretle olursa olsun vâcib olmuştur.

Denirse ki:

Eğer vâcib olsaydı, takdir edilmiş (mikdan belirlenmiş) olurdu. Başın yıkan­ması vâcib olan mikdan, geceden imsak edilmesi gereken mikdar nedir?

Deriz ki:

Vâcib olan, bununla vacibe ulaşmaktır. Bunun mikdan ise belli değildir. Ak­sine, başın meshedilmesi vâcibtir. Bunun mikdarı belirtilmediği halde, kendisine mesh denilebilecek en az mikdar bunun için yeterlidir. Aynı şekilde, vâcib, ken­disiyle yüzün yıkanması mümkün olan en az mikdardır. Bu şekildeki mikdar be­lirleme (takdir) vücub hususunda yeterlidir.

Denirse ki:

Eğer vâcib olsaydı, yapılmasına sevab, terked il meşine ceza verilirdi. Halbu­ki, abdesti terkeden kişi, başı yıkamayı terkettiği için, hatta yüzü yıkamayı ter-kettiği için cezalandırılmıyor; yine, orucu terkeden, geceden imsaki terketmesİne karşılık olarak cezalandırılmıyor.

Deriz ki:

Bunu size kim haber verdi ve siz, hac hususunda Kabe´ye uzak olanın seva­bının, yakın olanın sevabından fazla olamayacağını ve ulaşma yoluyla bile olsa, ameli çok olanın sevabının fazla olmayacağını nereden anladınız!

Ceza meselesine gelince; bu ceza, orucu ve abdesti terketmeye karşılık ola­rak verilmektedir. Yoksa fiilin cüzlerine ayn ayrı dağıtılmamaktadır. Bu itibarla, cezayı, fiilin bölümlerine izafe etmek anlamsızdır.

Denirse ki:

Kişinin, sadece yüzü yıkamakla yetindiği düşünülürse bu kişi ceza görmez.

Deriz ki:

Bu doğrudur. Çünkü bu aciz olana vâcibtir. Güç yetiren açısından böyle bir vücub söz konusu değildir.

Mesele: (Nikahlı eşinin yabancı bir kadınla karışması)

Kimileri demiştir ki; nikahlı eş, yabancı bir kadınla karışırsa, her ikisindende uzak durmak vacib olur. Fakat, aslında haram olan, yabancı kadın olduğu hal­de ve nikahlı kadın ise helal olduğu halde, bu nikahlı kadından da uzak durmak vaciptir.

Bu söz çelişiktir. Aksine, haramlık ve helallik bu iki kadın için zatî vasıf ol­mayıp, fiile ilişkindir. İkisi hakkında da cinsel ilişkide bulunma fiili haram ol­duktan sonra, ´nikahlı ile cinsel ilişkide bulunmak helaldir; yabancı kadınla cin­sel ilişkide bulunmak haramdır1 demenin ne anlamı kalır! Tam tersine şöyle de­mek uygundur; ´Bu iki kadınla cinsel ilişkide bulunmak haramdır; Bu haramlığtn illeti birisi hakkında "yabancılık´, diğeri hakkında ise ´yabancı kadınla kanş-ma´dır. Burada ihtilaf hükümde değil, illettedir. Bunun vehimlerde meydana ge­lişi ise, helallik ve haramlık vasfının, acziyet ve kudret; siyahlık ve beyazlık vas­fına ve maddî (hissî) vasıflara benzetilmesidir. Bu benzetme, bir vehim ofup, biz buna işaret etmiştik. Zira, hükümler, kesinlikle, a´yan´ın (şeylerin) vasıfları değil­dir. Tam tersine biz şöyle deriz;, bir süt kızkardeş, bir beldenin kadınları ile karış­mış bulunsa, ve kişi bu beldeden bir kadınla evlense, evlendiği bu kadının Alla­nın ilminde kendi süt kız kardeşi olma İhtimali bulunduğu halde, bu kadın kendi­sine helal olur. Biz, bu kadının bu kişi için zevce olmadığını söyleyemeyiz. Zira zevce olmanın anlamı, nikah yoluyla cinsel ilişki kurmanın helal olmasıdır. Bu kadınla cinsel ilişkide bulunmak helal olduğuna göre, bu kadın hem kişi açısın­dan hem de Allah katında kendisine helaldir. Yine, bu kadının, Allah katında ha­ram; kulun zannı sebebiyle kendi katında helal olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü, kul onun kendisine helal olduğunu zannettiğinde, kadın Allah katında da kendisi­ne helal olur. Bu konunun mahiyeti, müctehidlerin tasvibi meselesinde ele alına­cak.

Diğer yandan, bir adam iki h...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

07 Nisan 2010, 13:51:13
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 07 Nisan 2010, 13:51:13 »

Mesele: (Tayin İtibariyle Bir)

´Tür itibariyle bir´ hususunda zikrettiklerimiz açıktır. Zeyd´in, Amr´den gas-bettiği evde kıldığı namaz gibi, ´tayin (belirleme) itibariyle bir´e gelince; 2£yd´in namaz esnasındaki hareketi, bizatihi bir fiil olup, Zeyd´in müktesebi ve kudreti­nin müteallakıdır.

Tür itibarıyla bir konusundaki görüşleri kabul edenler, bu konuda anlaşmaz­lığa düşmüşler ve ´Bu namaz sahih olmaz. Zira, bu namazın sahih olduğunu söy­lemek, muayyen bir fiilin hem haram hem de vâcib olması sonucuna götürür ki, bu çelişkilidir´ demişlerdir.

Onlara, bu görüşün, selef icmaına aykırı olduğu; çünkü selefin, tevbe etme­leri durumunda zalimlere, -birçok kez vuku bulmuş olduğu hafde- gasbedilmiş evlerde kıldıkları namazları kaza etmelerini emretmedikleri gibi, zalimlere, gas-bedümiş arazilerde namaz kılmayı yasaklamadıkları söylenmiştir. Buna cevap vermek Kadı Ebu Bekr´e müşkil gelmiş ve şöyle diyebilmiştir: ´Vücubun, bu na­maz ile (bihâ) değil, bunun yapıldığı anda (indehâ), sakıt olacağı icmâ delili ile sabittir. Dolayısıyla bu namaz, vâcib olarak vaki olmaz. Çünkü vâcib, yapılması­na sevab verilen şeydir; cezalandırılacağı şeye karşılık kişi nasıl sevab alabilir! Bu kişinin fiili bir olup, o da gasbedilmiş evde olmaktır. Bu kişinin secdeleri ve rükuu, ihtiyarî oluşlardır ve kişi bunlardan yasaklanmış ve buna karşılık olarak cezayı hak etmiştir. Tabiatına kelam ilmi hakim olmuş herkes, şu noktadan hare­ketle bu görüşün kesinliğine hükmetmişlerdir; gasbedilmiş evde namaz kılan ki­şinin bütün hallerdeki oluşları bir tektir. Bu kişiden meydana ge!en ise, ancak ve ancak karşılığında ceza göreceği ve yapmak suretiyle asi olduğu bu oluşlardır. Bir kimse, cezalandırılacağı bir şey ile aynı zamanda, nasıl takarrüb etmiş olabi­lir; asi olduğu bir şey İle nasıl mutî´ olabilir!

Bu görüş bize göre kabul edilebilecek bir görüş değildir. Aksine biz diyoruz ki; fiil, kendi nefsinde bir bile olsa, o fiil bir yönden ´matlub´, diğer yönden ´mekruh´ olabilir. İmkansız olan, fiilin bizzat mekruh görüldüğü yönden matlub olmasıdır. Söz konusu kişinin fiili, namaz olması yönünden matlub; gasb olması yönünden mekruhtur. Gasb, namaz olmaksızın anlaşılabilir. Bu İki yön, bir fiilde bir araya gelmiştir. Emir ve nehyin müteaUakı bu iki farklı yöndür. Aynı şekilde, efendinin, kölesine ´Bugün bin rekat namaz kıl! Şu elbiseyi dik! Şu eve de gir­me! Eğer nehyi irtikab edersen seni döverim. Eğer emre uyarsan seni azad ede­rim´ demesi makuldür. Kölenin elbiseyi evde dikmesi, bin rekat namazı da evde kılması durumunda, efendinin, ´Köle, elbiseyi dikmek ve namazı kılmak suretiy­le ilaal etti; eve girmek sureliyle de isyan cıti´ diyerek köleyi hem dövmesi ve hem de azat etmesi güzeldir.

İşte yukarıda söz konusu edilen mesele ile bunun arasında hiç bir fark yok­tur. Fiil, her ne kadar tek ise de, biri istenen, diğeri kerih görülen iki farklı duru­mu içine almışiir. Mesela, deJip kafire geçecek şekilde müslümana veya delip müslümana geçecek şekilde kafire bir ok fırlatsa, bu kişi hem sevab hem ceia [I 78] a´ır; nem kafirin seleb´ini [5] alır ve hem müslüman karşılığında kısasen öldürülür. Çünkü bu kişinin bir fiilî, iki farklı hususu içine almıştır. Denirse ki:

Yasaklanan şeyin işlenmesi, ibadetin şartını ihlal ediyorsa, ittifakla, ibadeti bozmuş olur. Namaz ile tekarrüb niyeti bir şarttır; masiyet olan bir şey ile tekar-rübe niyet etmek ise muhaldir; bu durumda tekarrübe nasıl niyet edebilir!

Cevap:

Buna bir kaç yönden cevap verilebilir;

a)Eğer, bu namazın (gasbedilmİş yerde kılınan namaz) sahih olduğu konu­sunda icma var ise, bu icma sebebiyle zaruri olarak bilinir ki; tekarrüb niyeti şart değildir veya bu namaz ile tekarrübe niyet etmek mümkündür. Ebû Hâşim,[6] ve bu namazın sıhhati konusunda muhalif olanlar, ümmetin, (gasbedilmiş yerlerde namaz kılan) zalimleri, sayıca çok olmalarına rağmen, namazları kaza etmekle mükellef tutmayı terk hususundaki icma´ı ile geçilmişlerdir. (Yani daha önce gas­bedilmiş yerlerdeki namazların sahih olacağında icma olduğu için, bunların söz­leri icmaa aykırı düşmüş ve dolayısıyla geçersiz olmuştur.) Alimler, farziyet ni­yetinin şart koşulmasında ve Allah´a izafe niyetinin şart koşulmasında ihtilaf edip, kimileri, sadece öğle veya ikindiye niyet edilmesi gerektiğini söylemişken, -ki bu nokta içtihada açıktır-, kimileri ise, namazın, vaktin sonunda vâcib oldu­ğunu; çocuk vaktin evvelinde namaz kılıp, vaktin sonunda buluğa erse, her ne kadar vaktin ortasında, henüz hakkında farziyet tahakkuk etmemişken baliğ ol­muşsa da, kıldığı namazın yeterli olacağını ileri sürmüşken, tekarrüb niyetinin ?düşeceği nasıl inkar edilebilir!

Burada, namaza niyet eden kişinin, yaptığı niyet´in, kurbet´i de içerdiği söy­lenecek olursa, deriz ki; tekarrüb niyeti imkansız olduğu halde, namaz icma ile sahih oluyorsa, bu niyet İlga edilir ve şöyle demek sahih olur; tekarrüb niyeti, na­mazın zikir ve kıraat gibi -malı gasbedilen kişinin hakkına zarar vermeyen- bazı cüzlerine taalluk etmiştir. Oluşlar (ekvân) da zaten, evin menfaatlerini içine alan şeylerdir. Diğer taraftan, ileride geleceği üzere, Mutezile´ye göre, emre muhatap olan kişi, emre uyup yerine getirmeden önce, kendisinin emredilen olduğunu ve ibadetin vâcib olduğunu bilemez. Yukarıdaki sözleri, bu görüşle nasıl bir araya gelebilir! Nasıl olur da, emredilen kişi, vücubunu bilmediği halde, vâcib ile ta-karrübe niyet eder!

b) Daha sahih olan ikinci cevap şudur:

Bu kişi, namaz ile tekarrübe niyet eder ve gasb sebebiyle asi olur. Biz bunla­rın birbirinden nasıl ayrıldığını açıklamıştık. Bunun içindir ki, namaz kılan kişi, her ne kadar gasbedilmiş evde bulunuyorsa da, kendi nefsinde, namaz ile tekar-rüb niyetini bulur. Çünkü, bu kişi hiç bir şey yapmaksızın dursa da, kudretini kullanmaması ve uyuması halinde de gasıb olur. Ancak bu kişi, fiilleri sebebiyle tekarrüb eder ve bu fiiller, onun gasıb sayılması İçin şart değildir.

Bu noktada, bu kişinin, oturma ve kalkma durumunda da, kendi fiili sebebiy­le ´ğâsıb (gaspeden)´ olduğu; namaz kılarken de bu fiilleri yaptığı ve bu fiillerle tekarrübde bulunduğu; dolayısıyla da bu kişinin, masiyet işlemiş olduğu fiille, aynı zamanda tekarrübde bulunmuş olduğu söylenecek olursa, biz de şöyle deriz; bu kişi, tıpkı, elbise dikme örneğinde belirttiğimiz gibi, evin menfaatlerini elinde toplaması itibariyle ´gâsıb´, namazın şeklini gerçekleştirmesi itibariyle de ´müte-karrib´dir. Zira, bu kişinin, namaz kılıyor olduğu bilinmediği halde, gâsıb olduğu düşünülebilir; gasıb olduğu bilinmezken de namaz kılıyor olduğu düşünülebilir. Fiilin kendisi, her ne kadar bir tek ise de, bu iki husus iki ayrı yöndür.

c) Üçüncü cevab:

Deriz ki; siz hangi gerekçeyle, Kadı Ebu Bekr´in icma delilinden hareketle söylediği ´farz, namaz ile değil, onun ifası anında (indehâ) düşer´ sözüne karşı çıkıyorsunuz! O, bu sözüyle, gasbm, masiyet oluşunu kabul etmektedir. Fakat, emir, -emredilenin yapılması durumunda- iczâ´ya {yerine getirme) delalet etmedi­ği gibi; nehiy de adem-i icza´ya delalet etmez. Aksine icza başka bir delilden alı­nır. -Bu konu aşağıda gelecek-.

Denirse ki:

Bu mesele içtihadı midir yoksa katt midir?

Deriz ki:  791

Bu mesele kat´îdir ve bu meselede isabet edip doğruyu tutturan tektir. Çünkü, gasbedilmiş evde kılman namazı sahih kabul edenler bunu icmâ´dan almıştır ki, icma kesindir. Bu namazı batıl sayanlar ise, kurbet ve masiyet arasındaki çelişki­den yola çıkmışlar ve akıl delili ile bunun muhal olduğunu iddia etmişlerdir. De­mek ki mesele kat´îdir.

Denirse ki:

Siz bu mesele hakkında icma bulunduğunu İddia ediyorsunuz. Halbuki Ah-med b. Hanbel, bu namazın ve cuma günü nida vakti yapılan satım da dahil ol­mak üzere, yasaklanmış bütün satımların batıl olduğu görüşündedir. Siz ona karşı icma ile nasıl ihticac edebiliyorsunuz?

Deriz ki:

tema, ona karşı da hüccettir. Zira biz biliyoruz ki, zalim idareciler, -vukuu çok olmakla birlikte-, namazlarını kaza etmekle emrolunmadılar. Eğer namazla­rını kaza etmekle emrolunsalardı, bu yayılırdı. Eğer (Ahmed), bunu inkar ederse, bundan daha açık olan husustan da inkar etmesi gerekir. Yani, eğer bunu inkar ederse, ona göre, üzerinde bir dirhemden daha az zulüm bulunan kocaya, karısı­nın helal olmaması; bu kişinin yaptığı satım akitlerinin, kıldığı namazların ve di­ğer tasarruflarının sahih olmaması; bu durumda olan birinin evlenip cinsel ilişki­de bulunduğu karının önceki kocaya helal olmaması gerekir. Çünkü bu kişi, zul­mü kaldırmayı terketmesi sebebiyle asi olmuştur. Zulmü de, evlenmesi, satması, namaz kılması ve tasarrufları ile ancak terketmiştir. Bu anlayış, kadınların çoğu­nun haram olmasına ve mülklerin çoğunun elden gitmesine yol açar ki, bu da ke­sinlikle icma´yı yıkmak demektir. Icma´yı yıkmaya da hiç bir yol yoktur.

Mesele: (Mekruh Emir Kapsamında Mıdır?)


Haram ile vâcib birbirine zıt olduğu gibi, mekruh ve vâcib de birbirine zıttır. Bir şeyin hem emredilmiş, hem mekruh olmaması için, mekruh emrin altına dahil değildir. Ancak eğer mekruhluk (kerahiyet), msl. hamamda, deve yatağında ve vadinin ortasında namaz kılmak gibi, emredilen şeyin özüyle ilgili olmayıp, onun dışındaki bir şeye yönelik ise, bu takdirde mekruh emrin altına dahil olabilir veya bu takdirde bir şey hem emredilmiş hem mekruh olabilir. Vadinin içinde namaz kılma durumunda mekruh olan şey, sel tehlikesine maruz kalmak; hamamda na­maz kılma durumunda mekruh, üzerine su sıçramasına veya şeytanların üşüşme­sine maruz kalmak; deve yatağında namaz kılma durumundaki mekruh ise, deve­lerin saldırısına maruz kalmaktır. Bunların hepsi de, namazda kalbi meşgul eden şeylerdendir. Belki de bunlar, kerahetin, emredilenin mahiyetinden, şartlarından ve rükünlerinden hariç olduğu için, emredilene d...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Nisan 2019, 04:24:20
Esila Esma
Dost Üye
*****
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 415


« Yanıtla #3 : 05 Nisan 2019, 04:24:20 »

İslam hükümleri bizleri neleri yapmamız gerektiğini, nelerden sakınmamız gerektiğini bildirmesi açısından çok önemlidir..dua ile..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes