> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Usulü Fıkıh Eserleri > İslam Hukuku - İmam Gazali > Hükmün Hakikatı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hükmün Hakikatı  (Okunma Sayısı 1694 defa)
07 Nisan 2010, 13:52:19
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 07 Nisan 2010, 13:52:19 »



Hükmün Hakikatı

Önbilgi
Mesele: (Husun-Kubuh)
Mesele: Nimet Verene Şükretmek Uklen Zorunlu Mudur?
Mesele: (Şer´in Varid Olmasından Önce Fiillerin Hükmü)


I. HÜKMÜN HAKİKATİ

Bu başlık altında bir önbilgi ve üç mesele yer almaktadır.

Önbilgi:

Hüküm, bize göre, Şâri´in, mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabıdır. Haram, hakkında ´terkedin´, ´yapmayın´ denen şeyler; vâcib, hakkında ´yapın´, ´terket-meyin´ denen şeyler; mubah, hakkında ´dilerseniz yapın, dilerseniz terkedin´ de­nen şeylerdir. Şâri´den böyle bir hitap yoksa, hüküm de yoktur. Bunun için diyo­ruz ki; akıl, bir şeyin güzelliğine (husn) veya çirkinliğine (kubh) hüküm vereme­diği gibi nimet verene şükretmeyi de gerektirmez. Kısaca Şer´in vürûdundan önce fiillerin hükmü yoktur.

Şimdi bu meseleleri tek tek ele alalım.

Mesele: (Husun-Kubuh)


Mutezile, fiillerin ´güzel (hasen)´ ve ´çirkin (kabîh)´ olmak üzere iki kısım [I 561 ocuğunu ileri sürmüş ve bunların idrak ediliş yollarını da şöjle açıklamıştır:

a) Bu fiilerden birkısmı, aklî zaruret (zarûretu´1-akl) yoluyla idrak edilir. Bo­ğulmak üzere olanları ve ölmek üzere olanları kurtarmanın, nimet verene şükret­menin ve doğruluğun güzelliğini bilmenin güzeî oluşu; nimete nankörlük etme­nin (küfrân-ı nimet), suçsuza acı çektirmenin ve hiç bir amacı olmayan yalanın çirkin oluşu böyledir.

b) Bırkısmı da aklî inceleme (nazaru´l- akl) yoluyla idrak edilir. Bir zararı ih­tiva eden doğrunun güzelliği ve bir yarar ihtiva eden yalanın çirkinliği böyledir.

c) Bazıları ise, Sem´ yoluyla İdrak edilir. Namaz, hac ve diğer ibadetlerin gü­zel oluşu böyledir. Mutezile, bunlann, -fahşaya engel olma ve tâate teşvik gibi-taşıdıklan zatî bir vasıf sebebiyle diğer fiillerden ayrıldığını, fakat aklın bunu tek başına idrak edemeyeceğini iddia etmiştir.

Biz diyoruz ki, birisinin ´Şu güzeldir´, "Şu çirkindir´ şeklindeki sözlerinin unlunu, gü/ellik ve çirkinliksin anlamı anlaşılmadıkça anlaşılamaz. Zira. güzellik ve çirkinlik lafızlarının kullanımında birbirinden fark 1 Hiç kullanım (ıstılah) var­dır. Bu itibarla/önce bu kullanımları kısaca açıklamak gerekir.

1) Halka ait yaygın kullanım: Bu kullanıma göre fiiler;

a) Yapanın amacına uygun olan fiiller,

b) Yapanın amacına aykırı olan fiiller,

e) Yapanın amacına ne uygun ne aykırı olan fiiler olmak üzere üç kısma ay­rılır.

Yapanın amacına uygun düşen fiiler, ´güzel´, aykırı olanlar ´çirkin´, ne uy­gun ne aykırı olanlar ise ´abes (boş, faydasız)´ olarak adlandırırlar. Bu kullanıma göre, fiil bir şahıs için uygun başka bir şahıs için aykırı ise, bu durumda bu fiil, uygun düşen açısından güzel, aykırı düşen açısından çirkindir. Mesela büyük bir hükümdarın öldürülmesi, hükümdarın düşmanları açısından güzel, dostları açı­sından ise çirkindir.

Bu anlayışta olan kişiler, kendi amaçlarına aykırı olduğu zaman, Allah´ın fii­lini dahi çirkin görmekten çekinmezler. Bu yüzden feleğin, hiç bir gücü olmayan bir emir kulu olduğunu bildikleri halde, ´Yuvan yıkılsın felek!´, ´Kahrolasıca za­man!´ diyerek felek ve zamana (dehr) söverler. Bunun için Hz. Peygamber "Dehr´e sövmeyin! Allah, o dehr´in kendisidir"[1] demiştir.

Bunlara göre, güzel ve çirkin isimlerinin fiiler hakkında kullanımı, şekiller (suver, tip) hakkında kullanımı gibidir. Mesela bir şahsın tip veya sesinden hoşla­nan kişi, bunun güzelliğine hükmeder. Öyle şahıslar vardır ki, bazı tabiatlar on­lardan hoşlanır, bazıları nefret eder. Dolayısıyla aynı şahıs birine göre güzel, di­ğerine göre çirkin olabilir. Yine bazı insanlar esmer rengi güzel bulurken, bazıla­rı çirkin bulur. Demek oluyor ki bunlara göre, güzellik ve çirkinlik, uygunluk (muvafakat) ve aykırılıktan (münâleret) ibaret olmaktadır. Uygunluk ve aykırılık ise sübjektif (izafî) olup siyah ve beyaz gibi değildir. Çünkü bir şeyin, Zeyd´e gö­re siyah, Amr´a göre ise beyaz olması tasavvur olunamaz.

2) Şer´in, yapanını övmek suretiyle güzel gösterdiği şeyin güzel olduğunu söylemek.

Buna göre, amaca uygun veya aykırı olsun, Allah´ın fiili her halükârda gü­zeldir. Şer´an, gerek nedb (mendup) gerekse îcâb (vacip) olarak, emredilen şeyler güzeldir. Mübâh ise güzel olmaz.

3) Failinin, yapabilme hakkı ve yetkisi olan her fiil güzeldir.

Bu kullanıma göre mubah, emredilen şeyler gibi gü/.cldir. Allah´ın fiili de her halükarda güzeldir.

Bu anlamların üçü de sübjektif vasıflardır ve hepsi de ma´kûldür. Güzel´i bu [I, 57] üç anlamdan her hangi birine göre kullanan kişiye bir kısıtlama getirilemez. Çünkü lafızlar hususunda tartışma olmaz. Buna göre, eğer Şer´ (şer´î bildirim) varid olmamışsa, bir fiil diğerinden ancak uygun düşme ve aykırı olma yoluyla ayrılabilir. Uygunluk ve aykırılık ise fiilin zatî bir vasfı olmayıp, bakış açılarına göre değişebilir.

Denirse ki:

Biz sizinle, ne bu sübjektif durumları ve ne de üzerinde anlaşma sağladığınız ıstılahlar hususunda tartışıyoruz. Fakat biz, zulüm, küfrân-ı nimet, yalan, cehalet vb. gibi bazı şeylerdeki güzellik ve çirkinliğin, güzel ve çirkin´in, aklın zarureti ile idrak edilebilen zatî bir vasfı olduğunu iddia ediyoruz. Bunun için de, çirkin oluşları yüzünden bu şeylerden hiçbirini, Allah hakkında caiz görmüyoruz ve bunları Şer´in varid olmasından önce de akıllı kişilere haram sayıyoruz. Çünkü bu gibi şeyler, özleri itibariyle çirkindir. Akıllıların tamamı, herhangi bir duruma izafe etmeksizin, her halükarda, bunların yok edilmesinde hemfikir oldukları hal­de, bizim görüşümüze nasıl karşı çıkılabilir!?

Deriz ki:

Siz bu ifadenizle üç hususu tartışma gündemine getirmiş oluyorsunuz:

a) Çirkinliğin zatî bir vasıf olduğu,

b) Bunun, akıllıların zaruri olarak bileceği şeylerden olduğu,

c) Akıllılar şayet bu hususta ittifak ederlerse, bu durumun, onun zaruri olu­şuna kesin bir hüccet ve delil olacağı.

a) Çirkinliğin zatî bir vasıf olduğu iddiası, makul olmayan bir gerekçeyle ve­rilmiş keyfi hükümdür (tahakküm). Nitekim onlara göre, öldürme, öncesinde bir cinayet bulunmaması ve arkasından bir bedel (ivaz) gelmemesi şartıyla, bizatihi kötüdür.[2] Zaten hayvanların kesilmesi ve avlanması da faydalanma gerekçesiyle caiz olmaktadır. Allah´ın buna izin vermiş olmasa Allah açısından çirkin değildir.

Çünkü Allah, onları buna karşı ödüllendırecektır.

Halbuki öldürmenin bizatihi bir hakikati olup, bu hakikat, öncesinde bir ci­nayet bulunmasına veya arkasından bir yarar (lezzet) gelmesine göre değil, an­cak, faydalara ve amaçlara nisbetle değişebilir. Aynı şekilde yalan da bizatihi kö­tü olamaz. Şayet yalan, -yerini onu öldürmek isteyen bir zalimden gizlemek sure­tiyle-, bir peygamberin hayatını kurtarma amacına yönelik ise, güzel, hatta vâcib olur ve (erkeden günahkar olur. Zatî vasıf, durumlara göre nasıl değişebilir! (Ya­ni güzellik ve çirkinlik, fiilin zatî vasfı olsaydı, bu şekilde değişemezdi)

b) Çirkinliğin akillılarca zarurî olarak idrak edileceği iddiası; .

Biz sizinle bu hususu tartışabildiğimize göre, bunun zarurî olduğu nasıl ta­savvur olunabilir! Zaruri olsaydı hiç tartışmaya girmeksizin bizim de kabullen­memiz gerekirdi. Zaruri olan bir hususta, bunca akıllı insan tartışmaz.

Sizin "Siz zorunlu olarak biliyorsunuz ve buna muvafakat ediyorsunuz; Fa­kat tıpkı Ka´brnin[3] haberin mütevatirliği bilgisinin dayanağının inceleme/düşün­me (nazar) olduğunu zannetmesi gibi, siz de bilginizin dayanağının Sem´ (Şâri´den duyma) olduğunu zannediyorsunuz. Halbuki bilmenin kaynağında (müdreku´1-ilm) kapalılık ve karışıklık olabilir; bilginin (marifet) kendisinde ihti­laf etmek İse oldukça uzaktır. Bunda ihtilaf olmaz" şeklindeki sözlerinize karşı da şunları söyleriz;

Bu, tutarsız bir sözdür. Çünkü biz, Allah açısından, hayvanlara acı vermek güzeldir diyoruz, fakat bunun hayvanlar için bir cerime veya sevab olduğu kana­atinde değiliz. Bu da gösteriyor ki, biz sizinle bizzat bilginin kendisi hakkında tartışıyoruz.

c) Üçüncü iddianıza gelince; biz, akıllıların bu konuda hemfikir olduklarını kabul etsek dahi, bu ittifak çirkinliğin zaruri I iği ne bir hüccet olmaz. Zira, akıllıla­rın buna mecbur oldukları kabul edilemez. Aksine bu ittifakın, zaruri olmayan bir şey üzerinde vuku bulmuş olması da mümkündür. Nitekim, insanlar, Yarattcı´nın İsbatı ve peygamber göndermenin cevazı hususunda ittifak etmiş, buna çok az ki­şi muhalefet etmiştir. Şayet, bunlar da çoğunluğa tabi olsalar bile, bu husus yine de zaruri olmaz.

Aynı şekilde, insanların bu inanç üzerinde ittifak etmeleri farklı hareket nok­talarına dayanabilir. Kimileri, bu şeylerin çirkinliğine delalet eden Sem´ delilin­den hareketle; kimileri, doğrudan sem´î delilden hareketle değil, Sem´ deliline gö- İh 58] re davrananların yorumuna uyarak; kimileri de, dalalet ehli için varid olan şüphe­den hareketle bu inanca ulaşmış olabilir. Bu farklı sebebler sonucunda oluşan it-lifak, bunun zarurî olduğuna delalet etmediği, gibi bunun hüccet olduğuna da de­lalet etmez. Hatta şayet Şer´, özellikle bu ümmetin toptan yanlışa düşebilme imkanını kaldırmasaydı, bu ittifak hüccet bile olmazdı. Zira herkesin taklid´den ve şüpheden kaynaklanan bir yanlışa düşmesi uzak ihtimal değildir. Mülhidler ara­sında bu şeylerin çirkinliğine, zıtlannın güzelliğine kanaat getirmeyen kimseler varken akıllıların ittifakı nasıl iddia edilebilir!

Onlar (mutezile), şöyle bir gerekçeye dayanmışlardır:

Biz kesinlikle biliyoruz ki, bir kişi açısından doğru söylemek ve yalan söyle­mek eşit olsa, bu kişi eğer akıllı ise, doğruluğu tercih edip ona yönelir. Bu ancak doğruluğun güzelliği sebebiyledir. Nitekim, bölgeleri istila eden büyük bir hü­kümdar ölmek üzere ola...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hükmün Hakikatı
« Posted on: 28 Mart 2024, 21:51:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hükmün Hakikatı rüya tabiri,Hükmün Hakikatı mekke canlı, Hükmün Hakikatı kabe canlı yayın, Hükmün Hakikatı Üç boyutlu kuran oku Hükmün Hakikatı kuran ı kerim, Hükmün Hakikatı peygamber kıssaları,Hükmün Hakikatı ilitam ders soruları, Hükmün Hakikatıönlisans arapça,
Logged
07 Nisan 2010, 13:53:00
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 07 Nisan 2010, 13:53:00 »


Mesele: Nimet Verene Şükretmek Uklen Zorunlu Mudur?

Mutezilenin aksine, nimet verene şükretmek aklen zorunlu (vâcib) değildir. Bunun delili, Allah´ın vâcib kılıp emrettiğinden ve terkine ceza tehdidi getirdi­ğinden başka vâcib olmamasıdır. Bu yönde bir hitab olmayınca, vücubtan bahse­dilemez.

Bu konuda sözün özü şudur:

Akıl, nimet verene şükretmeyi, ya bir fayda için ya da bir fayda amacı ol­maksızın gerektirir. Aklın bunu bir fayda olmaksızın gerektirmesi imkansızdır (muhal); çünkü aklın faydasız bir şeyi zorunlu görmesi abes ve sefihliktir. Eğer akıl şükretmeyi bir fayda için gerektiriyorsa; bu fayda, ya Mabûd´a yöneliktir -ki, bu İmkansızdır, çünkü Ma´bûd, bütün amaçlardan yüce ve mukaddestir- ya da ku­la yöneliktir; kul için bu faydanın gerçekleşmesi de ya dünyada ya da ahırettedir. Şükretmenin, dünyada kul için bir faydası yoktur; aksine, kul, inceleme, düşün­me, bilme ve şükretme uğraşısı sebebiyle yorulur ve bu yüzden birtakım şehvet ve lezzetlerden mahrum kalır. Şükretmenin, ahırette de ona faydası dokunmaz. Çünkü sevab, Allah´ın bir lütfü olup, Allah´ın vaadi ve haberiyle bilinir. Eğer kendisine bu yönde bir haber verilmemişse, kut, nimete şükretmesine karşılık kendisine sevab verileceğine nereden bilsin!

Burada, kulun, küfrân-ı nimet ettiğinde ve yüz çevirdiğinde, belki cezalandı­rılacağını hatırına getirebileceği ve aklın da, emniyet (kurtuluş) yoluna girmeye davet ve sevk edeceği söylenecek olursa, deriz ki; hayır! İş böyle değildir. Tam tersine, akıl kurtuluş yolunu gösterir ve sonra tab´, o yola girmeye teşvik eder. Çünkü her insan, kendi nefsini sevme ve elemi kerih görme üzerine yaratılmıştır.

Sizin ´Akıl, davet (ve sevk) edicidir´ sözünüz de yanlıştır. Bunun doğrusu; aklın, ´doğru yolu gösterici (hâdî)* olmasıdır. Sevkediciler ve davet ediciler ise, aklın hükmüne tabi olarak nefisten fışkırır.

Yine siz, ´insan, özellikle şükür ve marifete karşılık sevab alabilir´ sözünüz­de de yanılgıya düştünüz. Çünkü bu düşüncenin dayanağı, şükür tarafında, şükrü küfrandan ayıran bir amacın tevehhüm edilmesidir. Halbuki şükür ve nankörlük Allah Teâlânın ululuğuna nisbetle eşittir. Dahası, vehim kapısı açılacak olursa, belki de kişi, şükretse ve üzerinde düşünse bile nimetlerin sebeblerini Allah hazırladığı için, Allah´ın yine de kendisine ceza verebileceğim hatırına getirebilir. Belki de Allah onu refaha ulaşsın ve türlü nimetlerden yararlansın için yaratmış­tır; dolayısıyla kişinin kendisini sıkıntıya sokması, Al I ah in mülkünde O´nun izni olmaksızın tasarrufta bulunmaktır.

Onların (Mutezilenin) iki şüphesi (delil) vardır:

Birincisi; ´Akıllıların, şükrün güzelliği ve küfranın çirkinliği hususundaki it­tifaklarını inkara yol yoktur´ sözleridir.

Bu söz doğru kabul edilebilir (müsellem), fakat kendi haklarında. Çünkü on­lar, şükretmekten hoşlanıyor, rahatlık duyuyorlar; nankörlük sebebiyle de üzülü­yorlar. Halbuki, Allah Teâlâ açısından bu ikisi birbirine eşittir. Dolayısıyla masi-yet ve taat de Allah açısından eşittir. Şöyle ki;

a) Evinin bir köşesinde ellerini oğuşturarak krala yakınlaşmaya çalışan kişi, n 62] kendisini küçük düşürmektedir. Kulların ibadeti de Allah in celaline nisbetle rüt­be bakımından bundan daha aşağıdır.

b) Kralın, açlıktan Ölmek üzere olan birine bir ekmek kırıntısı tasadduk et­mesi ve bu kişinin bölgeleri dolaşıp insanların toplandığı yerlerde, krala bu iyili­ğinden dolayı teşekkür etmesi, krala nisbetle çirkin ve aşağılayıcıdır. Allahın, kullarına olan nimetleri, makduratına oranla, ekmek kırıntısının kralın hazinesine olan nisbetinden daha da azdır. Çünkü, kralın hazineleri sonlu olduğu için, bu kı­rıntıların emsali ile tükenebilir. Halbuki Allah´ın makduratı, kullarına verdiğinin kat kat fazlası ile dahi son bulmaz.

îkinci şüpheleri de, onların "Vücub kaynaklarını Şer´e hasretmek peygam­berlerin susturulmasına yol açar. Çünkü peygamberler mucize gösterdiklerinde, (dine) çağırılanlar derler ki: ´Sizin mucizelerinizi bakmak (itibara almak), bize ancak Şer´ vasıtasıyla vâcibtir; yoksa ki, Şer´, sizin mucizelerinize bakmamız (İn-ceİememİz) yoluyla sabit olmamaktadır. Siz, Önce, mucizeye bakmamız gerekti­ğini bize isbat edin ki, öyle bakalım. Bakmadıkça da, bakmamız gerektiğini anla­yamayız´. Görüldüğü gibi bu anlayış kısır döngüye yol açmaktadır" şeklindeki sözleridir.

Bu şüpheye iki yönden cevab verilebilir:

a) Birinci cevab, işin özü (tahkik) yönündendir. Siz, bizim, Şer´in kabul edi­lip yerleşmesinin, bakma´ya (inceleme) bağlı olduğunu savunduğumuzu zannet-^mekle yanılgıya düştünüz. Zira, vacibin bir manası vardır; o da, bilinen veya veh­medilen bir zararı gidermek suretiyle, yapılması yapılmamasına ağır basan şey­dir. Vücubun anlamı da, yapmanın yapmamaya ağır basmasıdır. Vacib kılan (Mûcib), ´müreccih´tir (ağır bastıncı). Müreccih, Allah´tır; Peygambere öğreten ve ona, küfrün öldürücü bir zehir, masiyetin hastalık, taatin da şifa olduğunu in­sanlara öğretmesini emreden de O´dur. Allah müreccih, Peygamber ise haber ve­ricidir (muhbir). Mucize, akıllıya tercihi bilme imkanı veren sebeb´tir. Akıl ise tercihi haber verenin doğruluğunu bilmenin aracıdır. Azabtan acı duyma, sevap­tan hoşlanma üzere yaratılmış olan tab´ (insan tabiatı) ise, zarardan sakınmaya teşvik eden ´sâik´tir (bâis, iç etken). Hitap geldikten sonra, tercih demek olan va­cip kılma (icab)oluşur. Mucize ile teyid edilmek suretiyle de, inceleme yapan akıllı hakkında tercih imkanı doğar. Zira akıllı, bununla rüchâm bilmeye mukte­dir olur.

Yukarıda geçen ´Bilmedikçe bakmam, bakmadıkça da bilemem´ sözü için şöyle bir örnek verilebilir: Baba, çocuğuna ´Arkana bak! arkanda, eğer dikkat et­mezsen, sana saldırmak üzere olan yırtıcı bir hayvan var´ dese, çocuk da, ´Arka­ya dönmemin gerektiğini bilmedikçe, dönmem. Arkamda yırtıcı bir hayvan oldu­ğunu bilmediğim sürece, arkama dönüp bakmam gerekmez. Arkama dönmedikçe de orada yırtıcı bir hayvan olduğunu bilemem´ diye karşılık verse, baba ona, ´Sen bilirsin, arkana dönmeyi terketmen sebebiyle Ölürsün ve bunda mazur da değilsin; çünkü inadı bırakıp arkana dönmeye muktedirsin der.

Peygamber de aynı şekilde der ki: ´Ölüm arkanda. Eğer inanmayı ve taati terketmişsen sonrasında eziyet veren böcekler ve çok acı azap vardır. Bunu, gös­terdiğim mucizeye en ufak bir bakışla anlayabilirsin. Eğer bakıp da itaat edersen kurtulursun. Gafil davranıp yüz çevirirsen, Allahın sana da ameline de ihtiyacı yok. Sen kendi kendine zarar vermiş olursun´. Bu yaklaşımda bir çelişki veya kı­sır döngü söz konusu değildir.

[I, 63] b) İkinci cevabı, onlara kendi görüşlerinde hareketle vereceğiz. Onlar, aklın mûcib (gerektirici) olduğunu söylemişlerdir. Halbuki akıl, özü itibariyle, hiç kimsenin ayrılamayacağı zaruri bir İcabı gerektirmez. Çünkü, eğer böyle olsaydı, hiç bir akıllının aklı, vücubu bilmekten hali olamazdı. Aksine vücubun bilinebil­mesi için, kafa yorma ve düşünme gereklidir. Şayet kişi, inceleme (nazar) yap­mazsa, incele´menin vacipliğini de bilemez, incelemenin vacipliğini bilmediği za­man da inceleme yapamaz. Bu durum, yukarıda geçtiği gibi, kısır döngüye götü­rür.

Denirse ki:

Akıllı insan, şu iki şeyi düşünmekten kendini alıkoyamaz:

a) Araştırıp düşünerek şükrettiği takdirde ödüllendirileceği,

b) Araştırmayı terkettiği takdirde cezalandırılacağı. Bunun hemen peşinden, kurtuluş yoluna girme düşüncesi belirir.

Deriz ki:

Bu düşünce hatırına gelmeksizin üzerinden yıllar geçmiş, hatta, ´Madem ki Allah açısından bu ikisinden biri diğerinden ayrı değildir; o halde, ne bana ne de Ma´bud´a faydası olmayan şeyler yüzünden niye nefsime eziyet edeyim´ düşün­cesine sahip olan nice akıllı kişiler vardır. Ayrıca, eğer bu iki düşünceden ayrı ol­mamak, bilmeye imkan verme hususunda yeterli olsaydı, Peygamber gönderilip,

mucize göstermek suretiyle davet ettiği zaman, bu düşüncelerin oluşması daha kolay olurdu. Hatta, Peygamberin uyan ve sakındırmasından sonra, bu düşünce akıldan hiç çıkmazdı.

Biz, İnsan korkuyu hissettiği zaman, tab´mın onu kaçınmaya teşvik edeceğini inkar etmiyoruz. Bu hissetme de zaten, akıldan doğan teemmül sayesinde olmak­tadır. Her ne kadar, kimileri vücubun göstericisini (muarrifu´l-vücûb), mûcib ola­rak isimlendirmişlerse de bu, mecazi bir kullanımdır. Kendisinde mecaz bulun­mayan gerçek ise, mûcib´in Allah olduğudur. Yani, Allah, yapmayı terketmeye icrcih ettirendir; Peygamber, haber veren´dır; Akıl ´tarif eden´dir; Tab´, \scvke-den´dir (bâis) ve mucize, ´tarifi mümkün kılan´dır.

En iyi bilen Allahtır.

Mesele: (Şer´in Varid Olmasından Önce Fiillerin Hükmü)


Mutezileden kimileri, Şer´İn vürudundan önce fiillerin *mübahlık ´ (ibâha) üzere olduğu; kimileri, ´haramlık´ (hazr, yasaklık) üzere olduğu; kimileri de ´be­lirsizlik´ (vakf) üzere olduğu görüşündedir. Herhalde bunlar, bununla, yukarıda açıklanan mezheblerine uygun olarak, gerek zarurî gerekse nazarî olarak, aklın güzellik ve çirkinliğine hüküm veremediği hususları kastetmişlerdir. Bu görüşle­rin hepsi de batıldır.

Biz diyoruz ki; mübâh, ilmin bir bilen, zikrin bir zikreden gerektirmesi gibi, bir mübah-kilan (mübîh) gerektirir. Bu mübah-kilıcı, hitabiyla, yapma ve yapma­ma arasında muhayyer bırakan, Allah´tır. Eğer herhangi bir hitap yoksa, muhay­yer bırakma (tahyir) olmayacağı gibi, ´ibâha´ da yoktur. Eğer, bir şeyin mubah oluşuyla, yapma ve yapmama hususunda herhangi bir sıkıntının olmadığını kas­tediyorlarsa, anlamda İsabet etmişler, fakat lafızda hata etmişlerdir. Çünkü yapıp-yapmadıklarında herhangi bir sıkıntı olmadığı halde, hayvanın, çocuğun ve deli­nin fiili mübahlık ile vasıflanamaz. Fiiller, yani Allah´tan sadır olan fiiller, terki hususunda Allah açısından bir sıkıntı olmadığı halde ´mubah´ olarak nitelen...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes