Konu Başlığı: Sınır ve miktarı belirtilmeyen ganimetler Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Şubat 2011, 15:06:32 Sınır Ve Miktarı Belirtilmeyen Ganimet Tahsisleri 1169- Komutan "Sizden kim bir şey getirirse onun bir kısmı kendisinindir" derse ve bir adam, yiyecek veya elbise yahut esirler getirse, bunlardan ne kadar alacağını komutan tesbit eder. Onu ve askerleri gözönünde bulundurarak uygun göreceği bir miktarı kendisine verir. Çünkü getirebileceği şeyleri mevcutlar için kullanılabilen en genel lafızla dile getirmiş ve "şey" sözünü kullanmıştır. Bu da adamın getireceği her şeyi içine alır. Getirilen bu şeylerden bir kısmını ona tahsis etmiştir. Bu da belirsiz bir miktarın ismidir. Ne varki bu belirsizlik, en geniş anlamda bolluğu ifade eder ve tahsisi yapan veya onun yerine bakan kişi genişlikle tasarruf edebilir. Bu meselede, ganimet tahsisini yapan, komutan (devlet başkanı) dır. Bütün tarafları gözetmekle mükelleftir. Onun için tarafları gözettiği bir ölçü ile paylaştırması gerekir. Bu paylaşması da taraflarca makbul olması lazımdır. Mesela, malının bir kısmını birine vasiyet eden bir kimse gibi. Varis kişi, vasiyet edilen bu maldan dilediği kadar o kişiye verebilir. Çünkü O, tahsis yapan kişi makamında kâimdir. Vasiyet yapan kişinin varisleri yoksa malı bütün müslümanlarındır. Devlet başkanı bu malı değerlendirir ve vasiyet yapılan kişi ile diğer müslümaniarı gözönünde bulundurarak mirastan o kişiye uygun bir miktar verir. 1170- "Kim bir şey getirirse ondan kendisine bir şey veya biraz yahut az bir miktar vardır" derse, bu da bundan önceki meseleye bakılarak çözümlenir. Ancak bu meselede ganimet tahsisi yapan komutanın vereceği miktarın, getirilen ganimetin yarısına varması doğru değildir. Çünkü getiren kişiye getirdiğinden az veya basit yahut belirsiz bir şey tahsis etmiştir. Bunlar da azlığın delilidir. Azlık ve çokluk ortak isimlerdendir. Ancak mukabele (karşılaştırma) ile anlaşılır. 1171- "Kim birşey getirirse onun bir cüzü kendisinindir" derse, getirilen ganimetten ne kadar pay verileceği yine tahsisi yapan komutana kalmıştır. Ancak bu meselede de sadece yarıya kadar verebilir. Çünkü iki cüzden en küçük cüz budur ve yarımdır. 1172- "Bîr kısmı verilecektir" demesi de "bir miktar" demesi meabesindedir. Çünkü azlık ve çokluk bir şeyin bazısı ve bir miktarı olur. Kesin miktar belirten bir şey tahsis lafzında yoktur. Onun için ne kadar verileceğini tahsisi yapan kişi kararlaştırır. 1173- "Kim bir şey getirirse, ondan kendisine bir pay vardır, derse, Ebû Hanife'nin kıyasına göre ona getirdiğinin altıda biri verilir. Çünkü Ebû Hanife'ye göre bir pay altıda biri ifade eder. Nitekim, bir adam başkasına malından bir pay vasiyet ederse, varisleri ona altıda bir oranından az veremezler. Bu da ibni Mes'ud'dan rivayet edilmiştir. İmam Ebu Yusuf ve Muhammedî'in vasiyyet konusunda görüşleri ise şöyledir: Varislerden birinin aldığı pay kadar pay alır. Aynı zamanda Şureyh'in de görüşü budur. Bunu vasiyyetler bölümünde belirtmiştik. Burada imamların görüşüne kıyasla komutan bir pay tahsis ettiğinde yandan fazla olmıyacak şekilde uygun görülen miktar verilir ve bu da bir cüz mesabesinde olur. Çünkü en az iki paydan bir paydır, iki cüzden bir cüz gibi. 1174- "Askerden birinin alacağı pay kadar pay vardır" derse, orduda süvari ve piyade olsa bile sadece piyade bir askerin payı kadar verilir. Çünkü ancak kesin olan miktar kendisine verilir ve bu da asgari paydır. Mesela, beş oğlu ve beş kızı bulunan bir kimsenin malından başkasına bir pay vasiyet etmesi gibi. Bu durumda kendisine vasiyet yapılan kişi kızlardan birinin alacağı pay kadar pay alır. Miras mal bu durumda onaltı paya taksim edilir. Çünkü kesin olan budur. Bu meselede de durum aynıdır. Bütün bu meselelerde kendisine ganimet tahsisi yapılan kişi payını aldıktan sonra getirdiğinden artakalan şeyler kendisi ve asker arasında ganimet taksimi esasına göre taksim edilir. Kendisine yapılan ganimet tahsisine bakılarak arta kalan ganimetten mahrum edilmez. Kendisine yapılan tahsis ile getirdiği ganimette ortak olunca, arta kalan şeylerde tekrar nasıl ortak olur? diye sorulursa; Derizki; Ganimet tahsisi bir şeye bedel (ivaz) olduğu zaman, sözü edilen bu şey yasaktır. Gazi kişi düşmana çok zarar verdiği şeylerde şart ile bedele (ivaza) müstehak olmaz. Buna ancak teşvik için yapılan ganimet tahsisi ile hak kazanır. Şeref ve üstünlük anlamından dolayı tahsis edilen paydan sonra arta kalan ganimette askerle ortak olur. 1175- "Bin dirhem getirene iki bin dirhem vardır" derse ve bir adam dediği kadarını getirse, sadece getirdiği kadar alabilir. Çünkü teşvik ve yarar, getirdiği şeylerin tümünü veya bazısını ona tahsis etmeyi gerektirir. Getirdiğinden fazlasında teşvik manası sözkonusu olmadığından ona müstehak olamaz. 11756- Dinar, mukavemet görmeden tutulan esir ve at gibi birinci sınıf ganimet malı sayılan şeyler dışında bizatihi mak-sud olmıyan ve getirilmesi şart koşulan bütün şeyler hakkında durum aynıdır. Getirilen şeylerin kıymeti, tahsis yapılarak şart koşulan şeylerin kıymetinden az olduğunda daima getirilen şeylerin kıymeti kadarına hak kazanır. 1177- "Kim bir esir getirse o kendisinindir ve ayrıca beşyüz dirhem de alacaktır" derse, bu tahsis geçerli olur ve bundan sonra alınan ganimetlerden ona beşyüz dirhem verilir. Nitekim, bir düşman komutanını yakalıyana hem yakaladığı kişi hem de bin dinar vardır veya kralı yakalayıp getirene hem kral hem yirmi esir daha verilecektir, derse ve askerden biri bunu gerçekleştirse, düşmana bu işi ile zarar verdiği için, getirdiğinden çok da olsa kendisine yapılan tahsisi almaya hak kazanır. Mesela, "kralı kim öldürürse ona on bin dinar vardır" derse ve adamın biri onu öldürürse, müslümanlar onun ölümü ile hiçbir mal kazanmasa bile, onbin dinarı almaya hak kazanır. 1178- Surun üstünden saldıran bir müşrik görüp "Kim sura tırmanır ve onu yakalarsa, kendisine hem o, hem beşyüz dirhem verilecektir" derse ve adamın biri bunu gerçekleştirirse, tahsis edilen şeyi almaya hak kazanır. Çünkü amaç düşmana zarar vermesidir ve bunu da fiili ile gerçekleştirmiştir. 1179- Saldıran düşman kişi kaleden çıkarken surun üstünden müslümanlann kendisine ulaşabilecekleri bir yere düşse ve müslümanlardan biri onu yakalasa yahut öldürse, bir şey almaya hak kazanamaz. Çünkü komutan ona bu tahsisi, sura tırmanması ve yakalayıp Öldürmesi şartiyle yapmıştı. Bunda da, düşmana büyük zarar vermek vardır. Bu da kaleden çıkarken damın yere düşmesi ve müslümanlann onu öldürmesinde mevcut değildir. Onun için kendisi düşmana bu zararı veremediğinden, bir şey almaya hak kazanamaz. Nitekim düşman kişi müslümanların saldırısından emin ola-miyacak şekilde müslüman askerler arasına düşse ve adamın biri onu Öldürse, kendisine tahsis yapılan kimse yine hak kazanır mıydı? Hayır. 1180- Ama kalenin içine düşse ve müslümanlardan biri tırmanıp onu yakalasa veya öldürse, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanır. Çünkü şart koşulan şeyi fazlasiyle yapmıştır. Kaleye tırmanmak ve içeri girip onu yakalamak, düşmana zarar vermek ve kuvvet izhar etmek bakımından sadece sura tırmanmaktan daha büyüktür. 1181- Düşman kişi olduğu gibi sur üstünde dursa ve tırmanan müslüman onu yakalayıp müslümanlann ulaşamiyacağı bir yere atsa, sonra yakalayıp öldürse, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanır. Çünkü koşulan şartı anlam olarak yerine getirmiştir. Yaptıkları sebebiyle adam kaleden düşmüştür. Bu da düşman kişinin yanına çıkmak gibidir. Nitekim adamın boynuna kemend geçirip surdan aşağı atsa ve öldürse, tahsis edilen şeyleri almaya hak kazanır. 1182- Komutan "Onu kim yakalarsa kendisinindir" deyip sura tırmanmayı belirtmeseydi ve düşman kişi kaleden çikarken surdan düşseydi, duruma bakılırdı; müslümanların ulaşa-mıyacağı bir yerde iken adamın biri onu yakalarsa, kendisinin olur. Müslümanların ulaşacağı bir yerde iken yakalanırsa, bütün müslümanlara ganimet olur. Çünkü müslümanların ulaşacağı bir yere düşmüşse, bütün müslümanlar tarafından yakalanmış sayılır. Bundan sonra kim yakalarsa yakalayan şahıs söz-konusu değildir. Ama müslümanlann ulaşamıyacağı bir yere düşmüşken gidip biri yakalarsa, bu durumda yakalıyan kişinindir. 1183- "Kim sura tırmanır ve içerideki düşmana saldırırsa, kendisine beşyüz dirhem vardır" derse ve bu işi bir adam yapsa, tahsis edilen şeyleri almaya hak kazanır. Çünkü düşmana zarar verme gerçekleşmiştirt> Ama sura tırmanıp düşmana saldırmak için yanlarına inemezse, tahsis edilen şeyleri almaya hak kazanamaz. Çünkü yaptığı işle şart koşulan zarar gerçekleşmemiştir. 1184- Müslümanlar bir gediğin yanma geldiklerinde, komutan "Kim bu gedikten girerse, ona on dinar vardır" der ve bir adam girer, ama kimseyi öldürmezse, on dinarı alır. Çünkü koşulan şartı yerine getirmiştir. Amaç onlara zarar vermektir ve o da gerçekleşmiştir. 1185- Başka bir gedikten girer veya bir duvardan, kalenin içindeki düşmanın yanına inerse, bakılır; adamın cesaretini, düşmana verdiği zararı ve müslümanlara yararını gösteren sura tırmanış gibi zor ve ona eş bîr güçlükle bu işi başarmışsa, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanır. Çünkü şart koşulan şeyi fazlasıyla gerçekleştirmiştir. 1186- Kaleye girdiği yer sura tırmanmaktan daha kolay veya daha zor, ancak müslümanlara yararı daha az ise, tahsis edilen ganimeti alamaz. Bu bölümün sonuna kadar zikredilen meselelerde esas budur. 1187- Amaca nisbetle şart koşulan şeyden azı gerçekleştirildiğinde, kişi bir şey almaya hak kazanamaz. Ama o kadarı veya fazlası gerçekleştirilirse, tahsis edilen şeyi almaya hak kazanılır. Hatta "güzelinden bin dirhem getirene yüz tanesi verilecektir" denilse ve biri değişik türden bin dirhem getirse, hiçbir şey alamaz. Çünkü burada amaç, mal menfaatidir. Getirdiği şey ise şart koşulanın altındadır. 1188- "Normalinden bin dirhem getirene güzelinden yüz dirhem vardır" derse ve adamın biri güzelinden bin dirhem getirse, sadece normalinden yüz dirhem alabilir. Çünkü şart koşulandan daha yararlısını getirmiştir. Ancak şart koşulurken tahsis edilen şeyden başkasına hak kazanamaz. Çünkü hak kazanma tahsiste belirtme itibariyledir. 1189- "Kim güzelinden bin dirhem gatirirse ona verilecektir" derse ve biri normalinden bin dirhem getirse, getirdiğini almaya hak kazanır. Çünkü burada şart koşulan şeyde müslümanların menfaati sözkonusu değildir. Getirilen şeyde kalite ve nitelik, müslümanların menfaati için gözönünde bulundurulur. Şart koşulan şeyde hem getirenin, hem de müslümanların menfaati sözkonusu olduğu zaman getirilen şeyin kalite ve niteliği gözönünde bulundurulur. Ama getirilen şeyin tümü getirene ait ise, bu şeyler sözkonusu olmaz. 1190- "Normalinden kim bin dirhem getirirse, o kendisinindir" derse ve biri beytülmal parasından bin dirhem getirirse, sadece normalinden bin dirhem alabilir. Çünkü hak kazanma, tesmiye (belirtme) itibariyledir. Kendisine tahsis edilen şey İse, normalinden bin dirhem fazladır. Kendisine tahsis edilenin fazlası umumî ganimete eklenir. Buna göre daha sonra şöyle denilmiştir: "Kim saf altın getirirse..." En iyi Allah bilir.[13] [13] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/195-200 |