๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 12:57:16



Konu Başlığı: Şartlı eman
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 12:57:16
Şartlı Eman


 

820- Kuşatma altmdakilerden biri Müslümanlara "bana e-man verin, yüz kişiden oluşan ganimeti size göstermek için ya­nınıza  geleyim" der ve inip  gelerek  onları söylediği yere gö­türse, ancak söylediği yerde kimse bulamayınca "Burada idi­ler, gitmişler, nereye gittiklerini bilmiyorum' derse, bu durum­da müslümanlar kaleyi fethedemezlerse onu emin olacağı yere gönderirler. Kaleyi fethederlerse yine darulharpte emin olacağı yere ulaştırırlar.

Çünkü karargaha emniyetle gelmiştir ve eman almıştır. Eman da kabul ile sabit olur. Yerine getirilmesi kabul edilen şeyin gerçekleşmesine kadar bek­lemez. Nitekim bin dirhem vermesi karşılığında köle azad edildiğinde bu para bundan sonra ödenmese de köle azad olur.

821- Burada da kişi kendisinin korunduğu yerden rehberlik yapmak üzere çıkıp gelirse, emanı almış olur. Söylediği şeyi ye­rine getirsin veya getirmesin müslümanlar d an eman almış olur ve onu emin olacağı yere ulaştırırlar.

Müslümanlar "Bize rehberlik etmek üzere eman verdik, ama sözünü tutmadı" diye itiraz ederlerse, cevap olarak denilir ki: Bu adam "size rehberlik yapmazsam benimle sizin aranızda eman olmaz" dememiştir.

Böylece İmam Muhammed şart mefhumunun delil olmıyacağını ifade et­miş olmaktadır. Mezhebimiz de budur[29] Yüce Allanın "Şahitlik yapması (o kadının ifade etmesi) onu cezadan kurtarır"[30]ayetini açıklarken İmam Ebu Yusuf'un da böyle dediğini İmam el-Kerhî rivayet etmektedir. Yani şahitlik yapmaması onu cezadan kurtarmaz, anlamına gelmez. Yüce Allah "Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir."[31] buyurmaktadır. Bu demek değildir ki evlenmeyip zina etmişse o azaba çarptırıl­maz. Çünkü şart mefhumu sıfat mefhumu gibidir. O da hüccet değildir. Yüce Allah buyuruyor: "Seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını... "[32] Bu sıfat onunla beraber hicret etmiyenlerin haram olduğuna delalet etmiş değildir. Yine "Öyleyse o aylarda kendinize yazık etmeyin"[33] buyurmaktadır. Bu da haram aylar dışında zulmün mubah olduğuna delalet etmez.

Onların "Bize rehberlik etmek üzere sana eman verdik" demeleri, "Reh­berlik etmediğin zaman sana eman yoktur" anlamına delalet etmez. Çünkü o muhtemeldir. Muhtemel (ihtimal) olan ise kesin zıt karşılığı olmaz ve hükmü­nü iptal etmez. Ama onlara" Size göstermezsem bana eman olmasın" derse, o takdirde birinci şıkka mukabil olabilecek esas haline gelir. Yani böyle söyle­diğinde sözkonusu düşmanı gösterirse emanı alır, göstermezse emam alamaz.

Bmanın geri alındığı ve savaş halinin geçerli olduğu bildirilmekle öldür­mek de, köle yapmak da helâl olur. Bu da şarta bağlanması muhtemel olan mutlak kabiİmdendir. Rehberlik yapmazsa ona eman olmaz. Bu durumda dev­let başkanı serbest olup dilerse öldürür, dilerse fey' sayar.

Bir ay süre ile bir adamın canını koruma tekeffül etmesi buna benzer. Te­keffül ettiği şahsı muhataba teslim etmedikçe bir ayın geçmesiyle tekeffül eden adam mesuliyetten kurtulmuş olmaz. Ama bir ay sonra kefalet sorumluluğum kalmaz, derse bir ay geçmekle dediği olur.

822- Bu adam elimizde esir olup "size düşmandan ganimet olacak yüz kişiyi haber vereyim, bana eman verin" deyip yu­karıdaki şekilde olay cereyan etse ve söylediği rehberliği yapa­mazsa, devlet başkanı onu öldürebilir.

Çünkü elimizde esir olmuş, devlet başkanının öldürmesi veya köle etmesi caiz olmuştur. Emam da yapacağını söylediği rehberliğe bağlamış, onu da yapa­mamıştır.

Bundan önceki durumda henüz teslim olmamış, düşman tarafındaydı. Gelişi sadece müslümanlardan aldığı eman sebebiyle idi. Bunun karşılığında müslümanlara yararlı olacak rehberliği üstlenmiştir. Bu görevi yerine getir­mediğinde devlet başkanının emin olacağı yere ulaştırması gerekiyordu.

Gerçekte ise iki olay arasında fark yoktur. Her iki durumunda da reh­berlik yapmadığından daha önceki durumuna iade edilir. Ancak bu esir, üstlen­diği görevden önce elimizde öldürülmesi veya köleleştirilmesi mubah olan biriydi. Burda da eski durumuna dönmektedir. Bu görevi üstlenmeden önce muhasara altında olan da düşman arasında emniyet içindeydi. Üstlendiği görevi yerine getirmediğinden onun da eski durumuna iadesi gerekir.

823- Muhasara altındaki adam "Size rehberlik yapmazsam fey' olayım veya köle olayım" demiş ve şartını yerine getirme-mişse, müslümanlara fey' olur ve devlet başkanı onu öldü-remez.

Çünkü bu fazla ibareyi söylememiş olsaydı şartı yerine getirmese bile öl­dürülmek ve köleleştirilmekten emin olurdu. Ama bu fazla ibare birinci duru­mun hükmünü iptal eden delil teşkil etmektedir. Mukabil taraf da delile göre işlemektedir. Sonra, bu şartın öldürülmek için değil, sadece köleleştirilmek için olabileceğini kabul etmiştir. Bu şartta yarar olup gözetilmesi gerekir.

824- Yine "şartımı yerine getirmezsem size zimnıî olayım" demişse, söylediği gibi olur. Şartı yerine getirmezse zimmî olur ve öldürmesi yahut köleleştirmesi caiz değildir.

Çünkü şartı yerine getirmek vaciptir.

825- "Kale kapısının size açılması için önce bize eman verin, sonra gelin bize İslamı anlatın, müslüman olalım" demişse, onlar hepsi eman altmda olurlar. Tekrar kalelerine dönmek ve muhkem duruma gelmelerine imkan tanımak için müslüman-ların kalelerini boşaltması, daha sonra savaş halinin yeniden geçerli olduğunu bildirmeleri gerekir.

Çünkü yerine getirmeden önce müslümanlar şartı kabullendikleri için on­lar eman kazanmışlardır. Vadettiklerini yerine getirmekten kaçınmalariyle eman geçersiz olmaz. Eman gereğince de emin oldukları eski yere iade edilme­leri, daha sonra savaş halini ilân etmeleri gerekir.

826- Müslümanlar "İslamı kabul etmezseniz aramızda e-man yoktur" der, onlar da kabul eder ve olay yukarıdaki şekil­de cereyan ederse, Islamı kabul etmedikleri taktirde köleleş­tirmek ve savaşanlarını öldürmekte bir sakınca yoktur.

Çünkü şart böyle koşulmuştur. İki taraf arasında meydana gelen ilişkiler­de sadece koşulan şarta riayet vaciptir. Bunun delili de Rasulullahtan rivayet e-dilen Ebu'l-Hukayk oğullan hadisidir. Rasulullah onlara "Benden bir şey giz­lerseniz korumamızdan yoksun olursunz." buyurdu: Onlar da bunu kabul etti­ler. Yalancılıkları açığa çıkınca öldürülmelerini ve köleleştirümelerini tercih etti.

Rivayete göre Uhut savaşından sonra ordu dönünce müşriklerden bir adam yolunu kaybetmiş ve Medine'ye gelerek akrabalık bağı bulunan Hz. Osman'ın evine gelmiştir. Bunun üzerine Hz. Osman Rasulullaha gelerek ona eman dilemiş, Rasulullah da "Üç güne kadar eman verdik, ondan sonra görür­sek kanı helaldir" diye üç günlük eman vermiş. Adam çıkmış, üç gün sonra Rasulullah ashabına "Arayın, umarım bulursunuz" demiş, üç günden sonra de­rin uykuya dalmış olarak bulmuşlar. Getirilip öldürülmüştür. Bu da gösteriyor kî öldürmenin caizliğine ve savaş halinin bildirilmesine dayalı olarak emanda belirlenen şart geçerlidir.

827- Bazıları Islamı kabul eder, bazıları da kabul etmezse, kabul edenler hür, diğerleri de fey olur. Çünkü parça, tümden sayılır.

Zaten bir topluluğa izafe edilen çoğul, o topluluğun her ferdini ayrı ayrı kapsar. Delili de şu ayeti kerimedir. "Kendilerini her çağırdığımda parmak­larını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine hüründüler."[34] Bu şartla sanki onlardan her birine "İslama girmezsen aramızda eman olmaz" demiş gibiyiz.

828- Muhasara altındakilerden biri "Bize eman verirseniz kendim gelir müslüman olurum" der ve müslüman olmayı red ederse, tekrar kalesine geri gönderilir.

Çünkü bize göre eman altındadır. Onun bu durumu için yüce Allah şöyle buyurmaktadır. "Müşriklerden biri sana sığınırsa, Allahm sözünü dinlemesi için ona eman ver, sonra onu güven içinde olacağı yere ulaştır."[35]

829- Müslümanlar ona "İslama girmezsen aramızda eman olmaz" şartını koşar, o da İslama girmeyi kabul etmezse, müs-lümanlara fey' olur.

Çünkü aramızda şart böyle koşulmuştur.

830- Devlet başkam İslamı kendisine sunduğunda kabul et­mediğinden fey1 saydıktan sonra İslama girecek olursa, o yine fey' olup hür olmaz.

Çünkü İslama girmemesiyle şartlı verilen emanın hükmü geçmiş sayılır ve müslümanlar elinde esir kalır.

831- İslama girince öldürülmeyip fey1 yapılır. Bu da başlan­gıçta İslamı red ettiğinde fey1 olarak sayılması durumundadır.

832- Devlet başkanı İslama davet ettikçe İslamı red etti­ğinde fey1 olarak kararlaştırılmayıp sonra İslama girdiğinde de fey olacağı kararlaştırılmamışsa, kıyasa göre yine fey' olur.

Çünkü isimi kabul etmemekle emanın biteceği şartı İslama girmeyi red ettiğinde gerçekleşmiştir. Şarta bağlı olan şey de, şartın bulunmasiyle sabit olur. Şartlı yapılan boşanma ve köle azadı gibi.

İstihsana göre ise, hür müslümandır.

Çünkü red etmesi tereddütle olup ihtimallidir. İslamdan nefret sebebiyle olmuşsa o gerçek red etmedir. Böyle değil de, kalbindeki şüphe gidinceye kadar üzerinde düşünme sebebiyle olabilir. Onun için red etmesinin şekli ve sebebi ancak hakiminin hükmü ile kararlaştırılır.

833- İslamı red etmeyip sadece "Bırakın düşüneyim" derse, devlet başkanı ona sadece üç gün mühlet tanır.

Çünkü düşünüp taşınma ve şüpheyi giderme bir müddet gerektirir. Böyle mühlet isterse ona üç gün süre tanınır. Çünkü bu yeterli bir süredir. Şartı tercih etmesi de buna delildir.

Bu meselede durumu mürtedde benzemektedir. Durumunu düşü­nüp taşınmak için süre istediğinde ona üç gün tanınır. Hz. Ömer hadisi bu­na delalet etmektedir. Ebû Musa el-Eşari tarafından Hz. Ömer'e bir adam geldi. Halkın durumunu ondan sordu. O da anlattı. Sonra yeni bir olay veya garip bir durum var mı? dedi. Evet, dedi. Müslüman iken bir adam küfre döndü. Ona ne yaptınız? dedi. Getirip boynunu vurduk, dedi. Onu üç gün bir eve kapatıp her gün ekmeğini ve suyunu vermeniz gerekmez miydi? Belki tevbe eder ve Allah'ın emrine bir daha dönerdi. "Allah'ım, şahid ol, ben bu olayda bulunmadım, emretmedim ve bana anlatıldığında razı olmadım," dedi.

İmam Şafiî bunun zahirine göre hükmetmekte, mürted isterse de, iste­mezse de seran bekletilmesi gerekir, demektedir.

Bize göre izahı ise şöyledir: Sözkonusu mürted onlardan mühlet istemiş, onlar ise red etmişlerdir. Hz. Ömer onun için bunu yadırgamıştır. İslam şeriatı­nın güzelliklerine vakıf olduktan sonra irtidat eden kimseye düşünüp taşınması için üç gün mühlet tanınıyorsa, İslama henüz vakıf olmıyan bu adanla mühlet tanımak öncelikle gerekir.

834- Kendisine İslam takdim edildiğinde kabul veya red ettiğini belirtmezse, devlet başkanı ona üç defa İslamı sunar ve her defasında kabul etmediği taktirde fey1 olacağını bildirir.

Çünkü susması, İslamı reddetmesi demektir. Ancak özrü tamamen orta­dan kaldırmak için ve başka ihtimal olduğunu gözönünde bulundurarak ona üç defa İsiami sunar ve her seferinde de uyarı olarak akıbetini kendisine haber verir. Buna rağmen red ederse fey1 olduğu kararlaştırılır. Tıpkı mahkemede sorulara cevap vermiyen hasmı hakimin inkar edici olarak sayması, yemin etmesi istenildiğinde yeminden kaçınması halinde hakimin onu haksız sayması ve üç defa yemin etmesi istenmesine rağmen yemin etmemesi halinde hakimin hüküm vermesi gibi.

835- Müslümanlara gelmek istediğinde "Bana İslamı arze-dersiniz üç gün mühlet içinde kabul edersem hür olurum, İsla-mı kabul etmezsem benimle sizin aranızda eman olmasın" demişse, kendisine İslam sunulduğu andan itibaren üç gün üç gece serbest olur.

Çünkü kendisi için böyle şart koşmuştur. Kendisine İslam arzedilince İs­lamı kabul edeceğini ancak üç günlük mühlet istediğini belirtmiştir. Böylece anlıyoruz ki sürenin başlaması kendisine Islamın arzedilişinden itibarendir. Gece ve gündüzden biri çoğul kipi ile zikredildiğinde diğerini de kapsar.

836- Süre geçtiği halde müslüman olmazsa fey' olur ve dev­let başkanının hükmüne gerek kalmaz.

Çünkü şart böyledir. Mutlak olması halinde hüküm vermenin şart koşul­ması, düşünme iîe red etmenin birbirinden ayırdedilmesi içindir. Burada da belirtilen süre ile bu gerçekleşmiştir. İcarede olduğu gibi vaktin tesbit edilmiş olması, o vakitten sonrasının önceki ile aynı hükümde olmasını engeller.

837- "Böyle olmazsa, aramızda eman yoktur" dememiş ve olay aynı şekilde olmuşsa, üç gün geçtikten sonra güven içinde olacağı yere gönderilir.

Çünkü üç günlük süre eman için değil, düşünüp taşınmak içindir. Üç gün geçtikten sonra İslamı red etmesi gerçekleşmektedir. Ancak üç günden sonra kendisiyle savaşılacağı ve emanın biteceği ona şart koşulmadığı için adam güven içinde olur. Onun için kalesine güven içinde ulaştırılması gerekir.

838- Kalesini müslümanlar fethetmişse, darulharpte emin olacağı en yakın yere ulaştırılır. Ondan sonra kendisiyle çarpış­mak helal olur.

839- Müslümanlara "üç gün içinde müslüman olursam ola­yım, olmazsam size köle olayım" demiş ve müslüman olmuşsa, hür müslüman olur, üç gün içinde müslüman olmazsa ganimet olur ve diğer ganimetlerle taksim edilir.

Çünkü böyle şart koşuldu.

840- Aynı şekilde tek başına veya bütün kale halkı "Size zimmî olalım" demiş ve üç gün içinde müslüman olmamışlarsa, müslümanlar a zimmî olurlar.

Çünkü böyle şart koşup kabul ettiler.

841- Muhasara altındaki adam "Bana eman verirseniz, size içinde ganimet olacak yüz adam bulunan bir köyü gösterece­ğim der ve müslümanlar eman vermeyi kabul eder, o da razı olduktan sonra onları boş bir köye getirir ve "Burada idiler, ama gitmişler" derse, müslümanlara feyp olur ve "Beni emin olacağım yere geri götürün" diyemez. Daha önceki durumun zıddıdır.

Çünkü müslümanlar emanı ona şartlı verdiler. O da rehberlik yapmasıydı. Şart gerçekleşmezse ona bağlı olan da yok gibidir. Halbuki daha önceki durum­da rehberlik yapmak üzere ona eman vereceğini kabul etmişlerdi. O da kabul etmişti. Böyle rehberlik yapsın yapmasın emin oluyordu. Nitekim kölesine "Bana bin dirhem verirsen hür olursun" diyen adamın kölesi bunu kabul ederse, bin dirhemi ödemedikçe hür olmaz. Ama "Sen hürsün, ancak bana bin dirhem vereceksin" derse ve köle de kabul ederse, hür olur, parayı ödesin veya öde­mesin, değişmez. Burada da durum aynıdır.

842- Yine "inersen ve müslüman olursan eman altında olursun" denildiğinde iner, ama müslüman olmazsa, fey1 olur.

Çünkü "ve müslüman olursan" cümlesi de şart üzerine atfedilmiş olup ay­nı hükme tâbidir ve şart kapsamındadır. Eman altında olmasını İslama girmesi şartına bağladıkları için İslama girmedikçe eman altında olmaz.

843- Ona "inmek ve müslüman olmak üzere sana eman verdik" derlerse, indikten ve İslama girmeden önce emin olur. Islama girmeyi kabul etmezse emin olacağı yere ulaştırılması lazımdır. Yine "inmek ve bize yüz dinar vermek üzere eman altında olursun" derlerse,o da iner fakat dinarları vermeyi red ederse, eman altında olur. Ama "iner ve yüz dinar verirsen emin olursun" demişlerse durum aksidir.

Çünkü burada eman dinarları ödemesi şartına bağlıdır. Öncesinde ise sadece bu işleri yapmayı kabul etmesi şartına bağlıdır.

844- İner ve ödemeyi kabul ederse, dinarları ödemesi lazım olup eman altında olur.

845- Vermeyi red eder veya param yoktur, derse ödeyin-ceye kadar hapsedilir. Ancak eman hakkını kazandığı için fey' olmaz, dinarları ödediği anda salıverilmesi ve emin olacağı yere ulaştırılması gerekir.

846- İslam devlet başkanının kendisini de beraberinde da-rulîslama çıkarıncaya kadar vermeyi red eder ve darulîslama çıktıktan sonra vermeyi kabul ederek verirse, serbest bırakılır ve emin olacağı yere gönderilir.

Çünkü eman altındadır. Borcundan dolayı hapsedilmiştir. Borcunu öderse üzerinde bir hakkımız kalmaz.

Ama darulİslamda uzun müddet kalır ve dinarları (borcunu) Öde-mezse, devlet başkanı onu zimmî sayar.

Çünkü darulİslamda kafir, cizye vergisini ödemeden uzun müddet otura­maz. Zaten darulİslamda dinarları ödemediği için hapsedilmişti. Kendisi ver­meyi kabul etmiyor veya ödeyemiyordu. Darulİslamda kafir hapsedilirse, rehin mesabessinde cizye vergisine bağlanır.

847- Devlet başkanı zimmî sayarsa, hapisten çıkarır ve di­nar borcu da düşer.

Çünkü o dinarları şahsi eman karşılığında borçlanmış ve üzerine almıştı yahut emin olacağı yere ulaşmak için onları kendine fidye yapmıştı.

Sadece eman sözkonusu ise bunu zaten en sağlam iki yoldan biriyle, müslüman olmak veya zimmîliği kabul etmekle kazanmış olur. Müslüman olur­sa cizye vergisi de düşer. Tıpkı efendisi tarafından âzad edilen sözleşmeli köle veya sözleşme yapmış ve efendisinin ölümü ile azad olacak ümmülveled cariye gibi. Sözleşme ile vermeyi taahhüt ettiği miktarı ödeme gereği kalmadığı için ödenecek olan borç düşer.

Ama mesele fidye ile kurtulmak ise, kendisini fidye ile kurtarmak istediği amaç da kalmamıştır artık. Çünkü İslama girmek veya zimmî olmakla artık vatandaşımız olur ve darulharbe dönmesi yasaktır. Diğer zimmîler gibi dinarları verse de dönme hakkı yoktur. Zaten bu dinarları ancak ehline ve emin olacağı yere dönebilmek için fidye olarak veriyordu.

Niçin mal karşılığında köleleştirilmedi ve zimmet akdinden sonra bor­cunu ödediği taktirde serbest olacağı belirtilmedi? diye sorulursa, deriz ki;

Çünkü bu adam asla müslümanların kölesi değildir ve olmamıştır. Mal, bir zamanlar köle olup hürriyete kavuşması veya azat edilmesi karşılığında ancak bedel olur.

848- Yerine başka birini vermek üzere müslümanlarla antlaşma yapsa, ortalama birini veya dirhem yahut dinar ola­rak değerini vermesi gerekir.

Çünkü fidye olarak gerekli olan bir şey, malın bedeli olmaz. Burada ol­duğu gibi bir kişi mutlak olarak zikredi İd iğinde şahıs veya değeri olan mal­dan hangisi almacaksa ortalamasından tesbit edilir. Hanımın kabulüne bağlı olarak belli kelimelerle boşama bedelinde ve kasıtlı öldürme barışında öde­necek diyette olduğu gibi.

849- Üzerine aldığını verir, ama kalesini açmazsa, sonra başka bir yere gitmek isterse, serbest bırakılır ve darulharpte dilediği yere gidebilir.

Çünkü biliyoruz ki kaleden inmiş ve tekrar kaleye dönmek üzere kalede korktuğu durumdan emin olmak için canı kırşılığında fidye vermiştir. Bu da darulharpten gitmek istediği yere gitme imkanı olduğu zaman gerçekleşir.

850- Darulharpte emin olacağı yere ulaştıktan sonra onunla savaşmak caiz olur.

Çünkü güven içinde olacağı ikinci bir yere ulaşmakla amacı gerçekleşmiş olmaktadır. Oraya ulaşmakla da kendisiyle müslümanlar arasındaki eman sona ermiş sayılır.

Ama müslümanlara "Siz darulİslama dönünceye kadar ben sizden eman altında olacağım" diye şart koşmuş veya "şöyle böyle yapıncaya kadar" demişse, o zaman koştuğu şarta bağlı kalmak lazımdır.

Çünkü halin delaletiyle emin olacağı yere ulaşmasiyle aramızdaki emanın sona erdiğini kabul ediyoruz. Çünkü daha önce muhasara altında korku için­deydi. Eman istemesinden maksadı o korkudan kurtulmaktır. Zıddına açıklama yapıldığı taktirde halin delaleti de sabit olmaktadır. Yani açıkça ifade edilince durumdan anlaşılan şey geçersiz olur.

851- Bu şartlardan birini koşmaz da kalesine dönmeyi tercih eder ve kaleye dönüp güvene kavuşursa, yine müslüman-Iarın emanı dışına çıkmış olur.

Çünkü kendi isteğiyle emin olduğu yere varmıştır. Emanın sona ermesi­nin sebebi budur. Ama şu kadar ay eman altında olmayı veya müslümanların darulİslama dönmesini şart koşmuşsa, o taktirde eman altında olur. Eman müd­detinin sürmesi için kaleye girmesi de emin olacağı başka bir yere ulaşması mesabesindedir.

852- Müslümanlar kaleyi fethederse, onu serbest bırakırlar. Ama kaleye döndükten sonra müslümanlarla savaşmışsa, ele

geçtiğinde fey' olur.

Çünkü güven içinde olduğu bir yerde müslümanlarla savaşırsa aramız­daki emanı bozmuş olur. Bozulduktan sonra öldürmek ve köleleştirmek konu­sunda emanm yasaklayıcı hükmü yoktur.

853- Müslümanlara "Bırakın ineyim ve size yüz dinar vere­yim, vermezsem bana eman olmasın" veya "yanınıza iner ve yüz dinar verirsem eman altında sayarsınız" dedikten sonra iner, ama vermesini istediklerinde red ederse, kıyasa göre fey'

olur.

Çünkü iki şıktan birinde emanı geçeriz sayma şartı gerçekleşmiştir, ikinci

şıkta ise emanın şartı gerçekleşmemiştir. Yani inmesine izin verildiği halde vermesini şart koştuğu parayı vermekten kaçınmıştır.

854- İstihsana göre ise devlet başkanına götürülüp parayı vermesini kendisine emretmedikçe fey' olmaz. Ama vermesini emredince, red ederse onu fey1 sayar.

Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi vermeyi red etmesinin değişik ge­rekçeleri olabilir. Red etmesinin sebebi ancak devlet başkanının hükmü ile

ortaya çıkar ve kararlaştırılır.

Nitekim müslümanlara "Size değil, emire vereceğim" veya "Ancak şahit­ler önünde size vereceğim" deseydi, bu şekilde vermeyi red etmekle fey' olur muydu? Elbette hayır. Onun için bu konuda kıyas geçersizdir.

855- "Üç güne kadar inip gelmek ve size bir başkasını yahut yüz dinar vermek üzere bana eman verin" dedikten sonra iner gelirse, eman altında olur ve üç günlük süre geçinceye kadar ona birşey yapılmaz.

Çünkü kendisi için bu süreyi şart koşmuştur. Vadeli borcu olanın hapse-dilmediği gibi bu da hapsedilmez.

856- Vermeyi kabul ettiği için süre geçse de eman altın­dadır. Ama ödemeyi yapıncaya kadar hapsedilir. Ancak müslü-man olur veya zimmîliği kabul ederse malı verme mükellefiyeti düşer.

Daha önce açıkladığımız iki sebepten mal mükellefiyeti düşer.

857- "Şu süreye kadar size yüz dinar vermek üzere bana eman verin, vermezsem aramızda eman olmasın" veya "Şu süreye kadar size verirsem eman altında olayını" der ve süre geçinceye kadar vermezse, fey' olur. Hakimin burada hüküm vermesine de gerek yoktur.

Çünkü kendisi için bir süreyi açıkça şart koştu. Belirttiği süre artırılmaz. Hakimin hüküm vermesini şart koşarsak süreyi artırmış oluruz. Halbuki nass üzerinde yapılan ziyade nesh anlamına gelir.

858- Adam "içinde ganimet olacak yüz adam bulunan bir köyü göstermek karıştığında bana eman verin. Köyü göster-mezsem aramızda eman olmasın" deseydi ve inmesinden önce veya sonra yahut göstermesinden önce veya sonra göstereceği köyü ınüslümanlar fethetmişse, bu rehberlik sayılmaz. Başka bir köyü gösterirse, şartı yerine gelmiş olur. Aksi halde fey1 sayılır. Müslümanlar o köyü önceden bilmiş ama henüz fethet-memişlerse, yine fey' olur.

Çünkü müslümanlara yararlı olacak bir rehberliği üzerine emanı almıştır. Müslümanlarca bilinen bir şeye delalet etmesi halinde yarar gerçekleşmiş ol­maz. Sonra, delalet, amaca kendisiyle ulaşıldığı taktirde gerçekleşmiş ol­maktadır. Onun rehberliğinden önce müslümanların o köye ulaşmaları zaten onun delaletiyle olmamıştır. Müslümanların o köyü zaptedip etmemeleri durumu değiştirmez. Nitekim ihramlı kimse bir ava delalet ettiğinde bu av ken­disine rehberlik edilen kimse tarafından daha önce biliniyorsa, ihramlıya bun­dan dolayı ceza düşmez.

859- Onunla beraber çıkmış ve yolu kendisi onlara göster­miş ve köyün yerini kendisi oraya varıp göstermeden önce ken­dileri tanıyıp çıkarmışlarsa, gösterme görevini yerine getirmiş ve emanı haketmiş olur.

Çünkü onun delaletiyle o yolu tanıdılar. Köyü tanımaları da o yola koyul­dukları zaman olmuştur. Onların sonradan öğrendikleri asıl sebebe onun dela­leti ilave edilmektedir. Yani köyü ve yolu tanımalarında asıl etken ve sebep odur ve katkısı olmuştur. Nitekim avın yolunu göstermekle ava delalet eden ihramlı cezayı haketmiş olur.

860- " Yine onlarla beraber gitmeyip sadece köyü tarif etse ve tarifi üzerine gidip köyü bulsalar, emanı hak etmiş olur.

Çünkü bu şekilde delalet gerçekleşmektedir. Zira birine yolu tarif eden kimse, beraberinde gitsin veya gitmesin, delaletiyle yol malum olduğu için delalet etmiş olur.

861- Yine "Size bir patriği ve ehlini göstermek üzere bana eman verin. GÖstermezsem bana eman yoktur" derse ve kale­den inip geldiğinde müslümanların bir patrik yakaladıklarım görünce "size gösterecek olduğum patrik budur" derse, sözüne

itibar edilmez.

Çünkü delaletiyle müslümanlara yararlı olacak bir şeye delaleti taahhüt etmiştir. Buradaki durumda da bu yarar sağlanmış olmaz.

862- "Kaleden kaçarak çıkan kale patriğini size göstere­yim" derse ve indiğinde müslümanların o patriği yakaladıkla­rını görürse, görevim yerine getirmiş sayılır ve emanı hak eder.

Çünkü şahsı veya soyu bilinen birini göstermeyi üzerine almış ve ona de­lalet etmiş olur. Sonra, vasıf (nitelik), muayyen olan şeyde muteber olduğu hal­de muayyen olmayanda muteber değildir.

Nitekim "Bu gençle konuşmam" deyip yaşlandıktan sonra onunla konu­şursa, yemini yemiş olur. Ama "Bir gençle konuşmam" der ve yemin ettiği esnada genç olan bir yaşlı ile konuşursa yemini yememiş olur.

Müslümanların onun göstermesiyle bilgi sahibi olmaları veya yarar sağ­lamaları şart koşulan şeyde muteber bir vasıftır. Bu da muayyen olmıyan şey­lerde ancak muteberdir. Ama muayyen olan şeylerde bu muteber değildir.

863- Buna göre müslumanlara belirsiz bir kaleyi veya şehri göstermeyi üzerine alsa ve muslümanlarm bildiği şeyi gös­terse, delaleti geçersiz olur. Yine müslümanların darulharbe daha Önceki gelişlerinde tanıdıkları, ancak bu gelişte yerini çıkaramadıkları bir yeri onlara gösterirse, koştuğu şartı yerine getirmiş ve emanı kazanmış olur.

Çünkü daha önceki bilgileriyle değil, onun rehberliğiyle o yere ulaşmış­lardır. Nitekim böyle bir durumda ihramh kişi ava delalet etmiş sayılır ve cezayı hak eder. Sonra, amaç müslümanlara yararlı olacak rehberlik yapma­sıdır ve bu da gerçekleşmiştir. Çünkü bu rehberlikten yararlanmışlardır. Daha önceki bilgileri de bu yeri tanımak veya bulmak için yeterli değildir. Böylece bu rehberliği sebebiyle koştuğu şart yerine gelmiş olur. En iyi bilen Allah'tır.[36]




[35] Tevbc. 9/6

[36] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/61-74