๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:07:03



Konu Başlığı: Para karşılığında eman için antlaşma yapmak
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:07:03
Para Yahut Başka Birşey Karşılığında Eman İçin Antlaşma Yapmak


677- İmam Muhammed dedi ki: İslam ordusu bir kaleye gelip onu fethetmeğe kalkıştıklarında kale halkı onlara: Bizden on kişi çıkıp sizinle eman pazarlığı yapacaklar, onlar ne karar alırlarsa biz ona razıyız, derlerse, on kişi de çıkıp esir alınma­maları şartıyla kalede ne varsa hepsini askerlerin alabilecek­lerini söyleseler, fakat müslümanlar bu isteklerini rededer ve söz konusu on kişi bu sefer sadece kendileri ve çocukları için eman isteyip bu hususta müslümanlar la anlaşsalar, sonra da içeri girip kapıyı açınca müslümanlar girip kaledekileri esir almaya başladıklarında kaledekiler: Size gönderdiğimiz on kişi bizi esir etmeyeceğinizi söylediler, iddiasını ileri sürseler, bu iddialarına aldırış edilmez. SÖzkonusu on kişi onları doğrulasın veya doğrulamasın, farketmez. Belirlenen on kişi ve çocukları hariç, geri kalanların hepsi esir alınır.

Çünkü müslümanlar tarafından, bu on kişi dışında hiç kimseye açıkça eman verilmemiştir. Kalede bulunanlar tabi olma yoluyla bu on kişinin emanma dahil olmazlar. Kuşatma altında olana verilen eman ona hakikaten tabî olanı kapsamazken, ona tabî olmayanı nasıl kapsasın!

Ayrıca iddia ettikleri gibi bu on kişi esir edilmeyeceklerini kendilerine söylemişlerse, bu konuda on kişi yalan söylemiş demektir. Müşrikler, hain kişi­leri kendilerine elçi seçmişlerse, yaptıklan kendilerinedir. Müslümanlar tarafın-dan onlar aldatılmış değil, kendi kendilerine aldanmalardır.

678- Kalede bulunan bir grup müslürnan, pazarlık yapan on kişinin iddia attikleri gibi haber verdiklerine tanıklık etse, bu tanıklıkları fayda vermez. Çünkü delille sabit olan, bizzat gözö-nünde cerayan edenden daha kuvvetli değildir.

679- Sözkonusu on kişi kaieye girdikleri zaman kendilerine bunu haber verdiklerini müşahade etsek bile, onları köle edin­memize bu engel değildir.

Çünkü biz onlara böyle bir eman vermiş değiliz.

680- Kaledekiler bu on kişi antlaşma yapsın veya yapmasın kendilerine dönünceye kadar eman isteseler, bu ve daha önceki durum aynıdır.

Çünkü kendilerine verilen bu eman, sözkonusu on kişi geri dönünceye kadar geçerlidir. Ondan sonrası için onlara eman verilmemiştir.

681- Şayet bu on kişi geri dönünceye kadar eman almış ise­ler ve geri dönüp onlara durumu haber verdik, dedikleri halde kaledekiler, bize böyle haber getirmediler, diyecek olsalar, onla-ra verdiğimiz eman geçerlidir.

Çünkü bu on kişi kale halkına verdiğimiz emanın son bulduğunu iddia etmektedir. Kaledekiler ise bunu inkar ediyorlar. Onun için söz kaledekilerin-dir ve bu on kişinin bu konuda şahitlik yapma yetkileri yoktur. Çünkü kendi fiillerine şahİdlik etmektedirler. Yaptıklarının doğruluğunu ileri sürmektedir­ler. Kaledekilere haber verdik ve onlar da bunu kabul ettiler, diyorlar. Halbuki kişinin yapmış olduğunu temize çıkarmak için yapacağı şahitlik kabul edilmez.

682- Kalede bulunan müslümanlardan yahut zimmet eh-linden bir topluluk böyle dediklerine şahit olsalar, şahitlikleri kabul edilir ve onlar da esir edilirler.

Çünkü şehadetleri, kaledekilerin aleyhine bir delildir. Onların şehadetiyle sabit olan, kaledekilerin ikrarı ile sabit olan gibidir.

683- Şayet müslümanlardan şahitlik edenler fasik kimseler iseler, esir almanlar kaleye iade edilir ve durum eski şekline döner. Sonra da yeniden onlara savaş açılır.

Çünkü fasıkın haberine itibar edilmeyeceği ayetle sabittir. Hakkında şa­hitlik yapılan kişi müslüman olsun veya düşman olsun fark etmez. Fasıkm şa­hitliği her ikisi için geçersizdir. Bu on kişinin durumu onlara olduğu gibi anlat­tıkları tesbit edilemedikçe, onlar eman içerisindedir ve esir alınamazlar.

684- Müslümanlar kaleye girdiklerinde kaleleri yıkılmış ve kendilerini koruyacak durumu yitirmiş iseler, onları eman bu­lacakları yere ulaştırmak müslümanlar üzerine bir görevdir.

Çünkü onlara verdiğimiz eman hala devam etmektedir. Emin olacakları bir yere onları ulaştırmadıkça onlara verdiğimiz emanı geri alamayız.

685- Şayet bu on kişi, antlaşmayı olduğu gibi anlatmadık, sadece esir edilmekten emin kılındınız dedik, diye söylese, bu­nunla önceki durum arasında bir fark yoktur. Bu sebeple kale-dekileri esir alamayız.

Çünkü bu on kişi olup biteni olduğu gibi onlara anlatıncaya kadar kendi­lerine eman vermişizdir. Halbuki onlara doğrusunu anlatmamışlardır.

686- Şayet müslümanlar onlara: Bu on kişinin size haber verdikleri gibi kimseyi esir almayacağız ama kaledeki malları alacağız, çünkü siz buna razı oldunuz ve kaleyi açtınız, diyecek olsalar ve kaledekiler de: Şimdi biz buna rıza göstermiyoruz, deseler, malları kendilerine bırakılır.

Çünkü kendilerine verdiğimiz eman kalede bulunan herşeyi kapsamak­tadır. Başkasına razı olsalar bile kendilerine verilen eman devam etmektedir. Eman ne için verilmişse, o neticelenmeden bu eman son bulmaz. Verilen eman da, ancak meselenin olduğu gibi kendilerine intikal ettirilmesiyle son bulur. Bu haber kendilerine intikal etmedikçe, onlan eski durumlarına iade ettikten yahut emin olacakları bir yere ulaştırdıktan sonra ancak bu emanı bozabiliriz.

687- Şayet komutan bu on kişiyle birlikte müslümanlardan birini gönderecek olsa ve o müslüman kişi: Bu on kişi antlaş­manın nasıl olduğunu onlara haber verdiler, dese ve kale halkı da bunu inkar etse, söz kale balkınındır.

Çünkü bir kişinin şahitliği müslümanlar aleyhinde bağlayıcı olmadığı gibi kendilerine eman verilmiş kimseler hususunda da bağlayıcı değildir.

688- Müslümanlardan iki veya daha çok kişi gönderilip bu müslümanlar şahitlik edecek olsalar, o zaman kaledekilerin hepsi esir edilir.

Çünkü müslümanların şahitliği tam bir delildir. Onların şahitliği emanm son bulmasını gerektirir. Onların şahitliğini nasıl kabul edebilirsiniz? Onlar bu şahitlikleriyle kendilerine menfaat sağlamış oluyorlar. Çünkü ganimette onlarm da payı vardır? denilirse;

Cevap olarak deriz ki: Evet, doğrudur. Ama ganimet taksim edilip elle­rine verilinceye kadar ganimette hakları yoktur. Çünkü onlardan biri, ganimet taksim edilip kendisine verilmesinden önce ölecek olursa kendisine düşen pay mirasçılarına kalmaz. Böyle zayıf bir hak şahitliğin kabulüne engel değildir.

Nitekim müslüman askerlerden iki kişi bir zimmînin ganimetten bir şey çaldığını söyleyip çalınanı ayniyle belirterek gösterseler yahut çaldığına şahitlik etseler, genel ortaklık göz önünde bulundurularak ganimet veya hazinede menfaatlerinin bulunduğuna bakılmadan şahitlikleri kabul edilir.

689- İki adam, müslümanlar arasında şahitlikleri kabul edilmiyen kişilerden ise, onlar eman altında olurlar.

Çünkü bu şahitlikle emanı sona erdireek şey gerçekleşmiş olmaz. Sona erdirecek şeyin sabit olması İçin şahitliklerinin kabul edilmesi gerekir.

690- Zimmet ehline karşı şahitliği geçerli yine zimmet ehlin­den iki kişiyi  de  on kişi ile beaber gönderse, onlar yine fey' olurlar.

Çünkü eman alanlara karşı şahitlik etmektedirler. Şüphelerle geçersiz sayılan ve sayılmıyan şeylerde zimmet ehlinin eman alanlara karşı şahitliği geçerlidir. Onun için bu meselede zimmet ehlinden iki kişi müslümanlar maka-mındadır.

691- Buna bir erkek ve iki kadın şahitlik ederse, şahitlik geçerli olur ve adamlar fey' olurlar. Ancak öldürülmezler.

Çünkü şüphe ile beraber sabit olan şeylerde erkeklerle beraber kadınların şahitliği hüccettir, ama şüpheler bulunduğunda geçersiz olan şeylerde hüccet değildir. Çünkü kadınların şahitliğinde unutma ve yanılma olabilir.

692- On kişiyle birlikte kaledekilerde, eman verilen iki a-dam gönderir ve onlar da aleyhlerine şahitlik etseler, bu gönde­rilen iki kişi o yerin halkından iseler şehadetleri kabul edilir. Ama oralı değillerse, mesela onlar Türk[4] ve kale halkı da hıris-tiyan ise farklı memleketlerden olmaları sebebiyle şehadetleri makbul değildir.

Çünkü harp diyarı hüküm yeri değil, yenme yeridir. Güçlerinin farklı oluşu aralarında farklılığın olmasını gerektirir. Böylece farklı yerlerden iseler eman altmdakilerden bir kısmının diğerleri aleyhine şehadet etme yetkileri yoktur. Ama zimmîlerin hilafına eman altındaki kimseler bizim ülkemizde bir araya gelmiş olsalar, ülkemiz vatandaşı olmuş olurlar. İslam yurdu ise hüküm yurdudur. Hepsi aynı hakimiyet altında olduklarından dinleri farklı olsa bile bir kısmının diğerleri hakkında şahitlikleri makbuldür. Nitekim müslümanlar da mezhepleri değişik olsa bile birbirleri hakkında şahitlikleri makbuldür.

693- Kale halkının eman altında sayıldığı her hüküm, bu on kişi için de geçerlidir.

Çünkü eman kesinlikle onları da kapsamaktadır. Bu verilen eman geri

alınmadıkça onlara da dokunamayız.

694- Şayet on kişi dışında kale halkından dinine güvenilen bir topluluk, bu on kişinin antlaşma yapıldığını kendilerine haber verdiklerine dair şehadette bulunursa, şehadetleri kabul

olunmaz.

Çünkü ileri sürdükleri sebebiyle müslümanlara köle olmuşlardır. Şahitler, bu on kişinin haber vermesiyle emanm son bulduğunu ileri sürmektedir. O halde köle durumuna düşmüşlerdir. En azından durumları kölelik ve hürriyet arasındadır. Böylece mükâteb (sözleşmeli köle) durumundadırlar ve şehadet­leri kabul olunmaz.

695-  Şahitlikleri kabul olunmazsa, bu on kişi dışında, kale halkı mal ve kuleleriyle eman altında olurlar.

Bazı nüshalarda ifade böyle geçmektedir. Ancak bunun doğrusu "Bu on kişi aleyhine şehadet edenler hariç..." şeklindedir.

Çünkü bu on kişi için emanın devam ettiğinde şüphe yoktur. O halde, nasıl eman altında bulunanların dışında kalabilirler? Lakin bu şehadet edenler, kendileri emanın son bulduğunu itiraf etmektedirler. Bu itirafları ise, kendileri için geçerlidir. Böylece malları, köleleri ve onları doğrulayan hanımlanyla kü­çük çocukları fey1 durumuna düşmüş olurlar. Küçük çocuklar annelerine tabî olduklarından, anneleri kocalarını yalanlarlarsa, çocuklarıyla birlikte eman içe­risinde olurlar.

Annesi bulunmayan küçük çocuklar ise, babalarına tâbîdir. Çünkü ken­dileri köle ve anneler hür olunca, annelerin emanı devam ettiğinden çocukların yeri annelerin kucağı olur. Annesi olmayanlar, ister istemez babalarına tabi olur ve ona tabi olarak köle olurlar. Kendileri tasdik etmedikçe, büyük çocukları hakkında tasdik edilmezler. Onları tasdik ederlerse, kendi ikrarlarıyla o zaman köle olurlar.

696- İmam Muhammed dedi ki: Komutan, olup biteni bildi­ren bir mektup yazar ve altını mühürledikten sonra sozkonusu on kişiyle birlikte bir elçi eşliğinde bu mektubu kale komuta­nına gönderir ve kale açıldığında kale komutanı, elçi bana böy­le bir mektup getirmedi ve bana böyle birşey vermedi derse, elçi de: Mektubu kendisine teslim ettim, hatta huzurumda mektubu okudu, iddiasında bulunsa, kaledekilerin ilk emanı devam eder.

Çünkü elçi, mektubu ona ulaştırmakla emanın son bulduğunu iddia et­mektedir. Kale komutanı ise bunu inkar etmektedir. Söz, İnkar edenindir.

Çünkü emanın sonbulması halinde uygulanacak hüküm, onların öldürül­melerini yahut köle edinilmelerini mubah kılan bir hükümdür. Bu ise, şüphe­lerle geçersiz olan hükümlerdendir. Gönderilen elçi müslüman bile olsa, bir kişi olduğundan, bir kişinin verdiği haber tam delil değildir.

697- O elçiyle birlikte iki müslüman gönderilmiş ve kale konutanma onların huzurunda mektup okunmuş ve mektupta yazılanları anlamışsa, kaledekilerin hepsi esir alınır.

Çünkü delil ile sabit olan, düşmanın itirafıyla sabit olan gibidir. İki müs-lümanın şehadeti ise tam bir delildir.

698- Şayet gönderilen o iki müslüman, elçinin mektubu kale komutanına teslim ettiğini ve Arapça olarak mektubu ko­mutana okuduğunu, tercümanın da onu tercüme ettiğini, lakin tercümanın ona nasıl tercüme ettiğini bilmediklerini söyler­lerse, komutanın mektupta yazılanları anladığını tesbit edin­ceye kadar kıyas onların eman içerisinde olmalarını gerektirir. Çünkü biliyoruz ki, kale komutanı Arapça bilmemektedir. Şahitler de ter­cümanın doğru tercüme edip etmediğini bilmemektedirler. O halde komutanın yazılanları anladığına dair kesin delilimiz yoktur. Şüphe hala sözkonusudur. Onun için de öldürülmez ve esir alınmazlar. Ancak kıyas böyle olmakla birlikte istihsan deliline göre onlar fey' olurlar.

699- İmam Muhammed dedi ki: Bu durumda esir alınırlar. Çünkü müslümanlar, verilen emanı geri almak için başka bir imkana sahip değildirler.

Tercüman hainlik edip mektupta söylenenleri doğru aktar-ınamışsa, o zaman hain bir tercüman edinmekle kendi başla­rına geleni kendi elleriyle hazırlamışlardır.

İşin hakikatına vakıf olma imkanı bulunmadığı zaman hükmün hakikate göre verilmesi uygun düşmez. Zahire bakılır ve ona göre hüküm verilir.

700- Şayet müslüman elçiler kale komutanının meclisinde bulunmamışlar, lakin mektubun cevabı mühürlü bir mektup ile verilmiş ve sonra kale açıldığında kale komutanı mektup meselesini inkar eder ve: Bana ne mektup ulaşmıştır ne de o on kişi olup-biteni olduğu gibi anlatmıştır, derse, emanları olduğu gibi devam eder.

Çünkü ordu komutanına getirilen mektup şüphelidir. Olabilir ki, onlardan biri komutanları namına onu uydurmuştur. Böyle şüpheli bir mektupla da ölüm ve ganimet almayı mubah kılacak şekilde eman son bulmaz.

701- Şayet mektup kralları tarafından gönderilmiş ve o ülke işgal edildikten sonra kral böyle bir mektup göndermediğini iddia edecek olursa, durum aynıdır.

Bu da müslümanlarla aralarındaki eman akdini bozmaz. Çünkü burada da mektubun durumu şüphelidir. Mektup bir komutan namına uydurulabileceği gibi kral namına da uydurulması muhtemeldir.

702- Gerçek olup olmadığı bilinemeyen bu mektuba dayanı­larak kanları helal olmayacağı gibi,köle olarak da alınamazlar.

Şayet "Hükümlerde bir yargıcın diğer yargıca gönderdiği mektup delil sayılmaktadır. Halbuki aynı ihtimal onda da mevcuttur" diye itiraz edilse;

Buna cevap olarak deriz ki: Şüphe ile hükmü kalkan hususlarda mektup delil olmadığı gibi, şüphe ile birlikte hükmü sabit olan meselelerde de kıyasa göre hüccet kabul edilmez. Ancak şüphe ile birlikte hükmü sabit olan mesele­lerde istihsan yolu ile delil olarak kabul edilir. Çünkü zahire göre uydurma olmadığını kanıtlayan mühürle mühürlenmiştir. Ayrıca hem buna hem de için­dekilere şahitler şahitlik etmektedir. Böyle bir şey, krallarının bize yazdığı mektupta zaten olmaz.

En iyi Allah bilir.[5]




[5] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/9-16