Konu Başlığı: Müslümanların ve düşman esirlerin rehberlikleri Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Şubat 2011, 14:46:42 Müslümanların Ve Düşman Esirlerin Rehberlikten Dolayı Tahsis Edilen Ganimete Hak Kazanmaları 1355- Komutan " On esir almak için bize hangi müslüman rehberlik ederse, ona bir kişi verilecektir" derse ve bir müslüman kendisi gitmeyip onlara sadece sözle rehberlik ederse, onlar da gösterilen yere gidip adamın söylediği yerden esirleri alırlarsa, kendisi tahsis edilen ganimetten bir şey almaya hak kazanamaz. Kıyasa göre ganimeti almaya hak kazanıyordu. Nitekim avlanması haram olan bir ava bu şekilde delalet eden, ceza almayı hak eder. Ancak istihsan ile hükmederek İmam şöyle demektedir: 1356- Ganimete hak kazanmak sadece sözle değil, çalışma ile olmaktadır. Bu tahsisten maksat, teşviktir. Teşvik de çalışma ve cihad cinsinden bir işle yapılır. Kendisi onlarla beraber gitmeyip sadece sözle sözkonusu yeri tarif etmesi ile bu çalışma meydana gelmiş olmaz. Dolayısıyla tahsis edilen ganimeti de almaya hak kazanamaz. Ama düşmandan birine böyle bir şeye delalet etmesi İçin e-man verseler ve o da sadece sözle rehberlik yapsa, görevini yerine getirmiş olur. Nitekim mesela, Kûfe'de veya Şam'da (yani darulislamda) bulunan bir müslüman, İslam ordusuna "darulharpte uğradığım on kişiyi esir almanıza rehberlik yaparsam bana birini verir misiniz?" derse, onlar da "evet" derse ve kendisi beraberlerinde gitmeyip sadece tarifle söylerse, ganimeti almaya hak kazanır mı? Aynı sekile, kendisi darulharpte iken onlara rehberlik ederse, alınan ganimete kendisi de bir pay ile ortak olur mu? Ancak darulharpte kendisi de onlarla beraber gider ve rehberlik ederse, sanki ganimet tahsisi ve rehberlik şartı koşulmamış gibi, alınan ganimete kendisi de bir pay ile ortaktır. Ama darulis-lamdan onlarla beraber gidip on kişi üzerine delalet yaparsa, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanır ve kendisine onlardan bir tane verilir. Çünkü tahsis edilen ganimeti almaya müstehak kılan bir çalışmayı yapmıştır. Bu da onlarla beraber gitmektir. Ancak kendisine onlardan ortalama biri verilir. 1357- Aynı şekilde kendisi de beraber giderek yüz kişiye delalet etse, onlardan her on kişi başına ortalama bir kişi almaya hak kazanır. Beş kişiye delalet ederse, ortalama birinin yarısına hak kazanır. Çünkü müslümanların yararına olan bir iş karşılığında ona bu tahsis yapılmıştır. Bu sözü "kim on kişi getirirse biri onundur" söylemesi mesabesindedir. 1358- Komutan, aldığı düşman esirlere "Sizden kim bize on kişiye delalet ederse, hür olur" derse ve biri beraberlerinde gitmeyip sadece sözle onlara tarif ederse, kendileri de gittiklerinde tarif ettiği gibi on kişiyi görürse, bu adam hür olur. Çünkü bu işlem, şartlı azad etmektir. Bunda şartın varlığı hakikaten gözö-nünde bulundurulur. Özelliklerini belirterek tarif etmekle de şart hakikaten gerçekleşmiş olur. Zira komutan burada çalışmayı gerektiren bir şey karşılığında ona bu şartı koşmuş değildir. Onun için delaletin hakikatini burada bırakıp mecazi olarak anlamamıza gerek yoktur. Halbuki önceki durumda böyle değildir. Orada ancak çalışma ile hak kazanılan bir şey kendisine tahsis edilmiştir. Onun için lafzın hakikatini bırakıp mecazi olarak aldık. 1359- Alınan bu esirin darulharbe tekrar dönmesine müsaade edilmeyip darulislam da zimmet ehli olur. Çünkü esir edilmesiyle darislamda hapsedilmiş sayılır. Rehberlik etmesi karşılığında sadece hür olma hakkını kazanmıştır. Darulharbe tekrar dönme imkanına da sahip olması bu hakkın bir gereği değildir. Ancak darulislam da hür olarak yaşar. 1360- Onlarla beraber gitse de, gitmese de hüküm aynıdır. Ancak "Size rehberlik yaparsam yurduma dönmeme de izin verir misiniz?" diye şart koşar ve müslümanlar da hür olmasını ve yurduna geri dönmesini kabul ederlerse, koştuğu şart yerine getirilir ve dilediğinde yurduna dönmesine müsaade edilir. Çünkü bu iş kendisi ile komutan arasında yapılan bir sulh anlaşması mesabesindedir. Anlaşmada koşulan şarta riayet etmek gerekir. 1361- Ancak müslümanlara bir yarar sağlamadıkça komutanın böyle bir şey yapması doğru olmaz. Çünkü yetki elindedir. Müslümanlara sağlıyacağı büyük yarar karşılığında olmadan esirin müslümanlara tekrar düşman haline gelmesine müsaade etmemesi lazımdır. Mesela "Size düşmanın yüz patriğini göstereyim, bırakın yurduma döneyim" demesi ve bu durumda müslümanlara esir kalmasından daha çok yarar sağladığına kanaat getirilmesi gibi. Bu durumda onun koştuğu şartı kabullenmede bir sakınca yoktur. Kendilerine dokuz kişi gösterirse, beraberlerinde gitsin veya gitmesin hürriyete kavuşamaz. Çünkü hürriyete kavuşması burada şart itibariyledir. Koşulan şart da maş-ruta (şart koşulan şeye) tüm olarak tekabül etmektedir. Şartın tümünü yerine getirmedikçe hürriyete kavuşmaya hak kazanamaz. Yahut hür olması karşılığında yerine getirmeyi üzerine aldığı bir antlaşmadır. Bu şartı tümü ile yerine getirmedikçe antlaşma yerine gelmez ve üzerinde antlaşma yapılan şeylerden bir şey almaya hak kazanmaz. Halbuki müs-lümanın durumu böyle değildir. Çünkü tahsis edilen ganimete hak kazanması, müslümanlara yararı dokunan bir iş karşıhğındadır. Yapacağı bu işle sağlanan yarar oranında tahsis edilen ganimetten almaya hak kazanır. 1362- Aynı şekilde komutan esire "Bize on kişi gösterirsen seni öldürmiyeceğimizden emin olacaksın" derse ve esir on yerine dokuz kişi gösterirse, Öldürülmekten emin olma hakkını kazanamaz. Komutan onu öldürebilir. Çünkü öldürülmeme emanını şartlı vermiştir. Şart tümüyle gerçekleşmedikçe esir eman hakkını kazanamaz. 1363- Yine müslümanlar bir kaleye uğrasa ve kale sakinleri kendilerine "Düşmanın komutanlarından on kişi gösterirsek bize eman verir ve bizi bırakır döner misiniz? derse, müslümanlar da bunu kabul ederse, ancak kaledeki düşman on yerine beş veya dokuz kişi gösterirse dokunulmazlık hakkını kazanamazlar ve müslümanlar da onları bırakmak mecburiyetinde olmazlar. Çünkü şart yerine gelmediği için karşılığı da gerçekleşmez. 1364- Müslümanlara "Size yüz kişi veya bin dinar verelim, bize emniyet garantileyin ve bu yıl bizi bırakıp gidin" derlerse, ama söylediklerinin ancak bir kısmını müslümanlara verirlerse, eman altında olamazlar ve müslümanlar onlarla savaşabilir. Çünkü eman, malin tümünü verme şartına bağlanmıştır. Malın bir kısmını vermekle bu eman gerçekleşmez. Ancak onlarla savaşmak istedikleri taktirde kendilerinden aldıkları malları geri vermeleri ve eman vermediklerini söylemeleri lazımdır. Çünkü hile ve aldatmadan kurtulmanın yolu budur. Zira onlar kendilerini savunmak için mallarını verdiler. Ama düşmanın on patriğine delalet etmek meselesinde durum bunun aksinedir. Çünkü o meselede on yerine daha az patrik gösterirlerse, kendilerine bir şey geri vermeksizin onlarla savaşabiliriz. Çünkü onlara vadettiğimiz eman karşılığında herhangi bir mal almış değiliz. Kendilerine bir şey vermeksizin onlarla savaşacak olursak, mülkiyetlerini çiğnemek suretiyle kendilerine bir zarar vermiş olmayız. Halbuki burada kendilerine şart koştuğumuz şey karşılığında onlardan bîr mal almışız. Bu mal kar-şıhğnda emana kavuşmadıkları taktirde onu kendilerine geri vermek gerekir. 1365- Komutan, mallarını geri vermeyi tasvib etmiyecek olursa, koştuğu şarta bağlı olduğunu ve müsamaha ile davrandığını göstermek için onlarla savaşmaması ve bırakıp gitmesi lazımdır. Onlardan aldığımız esirlerin bir kısmı telef olduktan sonra onlarla savaşmak isterse, geri kalanları onlara iade etmesi ve telef olanların bedelini de vermesi gerekir. Çünkü geri vermekten maksat onları zarar ve ziyandan korumak ve hileden sakınmaktır. Bu da eşyanın kendisini vermek mümkün olmadığında kıymetini vermekle gerçekleşir. Tıpkı malın kendisini vermekle gerçekleştiği gibi. 1366- Bir yıl için kendilerine yüz kişi karşılığında eman verir ve anlaşma yapar, sonra onlarla savaşmaya tekrar karar verecek olurlarsa, düşman henüz caydırıcı gücünü bırakmadan (kaleden çıkmadan, silahını bırakmadan veya askerini dağıtmadan) önce mallarını geri vermeleri ve emanı bozduklarını bildirmeleri lazımdır. Çünkü bize düşman kaldıkça onlarla savaşmak haram olmaz. Ama aldatmak ve hile yapmak haramdır. Kendileri caydırıcı güce henüz sahip iken eman verilmediği bildirilince aldatma da ortadan kalkmaktadır. Ancak mal, bir şey karşılığında onlardan alınmıştır. Şart koşulan bu şey kendilerine teslim edilmedikçe, malın onlara geri verilmesi vaciptir. Tıpkı bedel (ivaz) gibi. Karşılığı olan şey verilmedikçe bunun geri verilmesi vaciptir. 1367- Alman esirler müsluman olmuşsa, bedellerini kendilerine geri vermek lazımdır. Çünkü kendilerini vermek artık imkansızdır. Çünkü müslümanın düşmana teslim edilmesi caiz değildir. Sanki telef olmuşlar gibi işlem yapılır. 1368- Onlardan malı almadan önce onanlarım geri almayı kararlaştırırlarsa, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü müslümanlar için en uygun olanı tercih ediyorlar. Nazar ve istidlal mahalli olan şeylerde durum her saat değişebilmektedir. Başlangıçta sulha meyletmeden savaşmayı nasıl kararlaştırmışlarsa, şimdi de savaşmanın daha uygun olduğunu kararlaştırdı ki arında emanı geri almalarında sakınca yoktur. Her sene onlardan yüz köle almak karşıhğnda kendileriyle savaşma-mayı uygun görmüş iken, aradan bir iki yıl geçtikten sonra ve müslüman-larin güçlendiğini gördüğünde onlarla savaşmak isterse, emanlarmı bozmasında bir sakınca yoktur. 1369- Esir alman m üs 1 uman lar d an yüz tane geri almak karşılığında bir yıllığına onlarla savaşmanıayı kabul etmişse ve düşman yüz yerine doksan esir geri vermişse, emanlarım bozmasında ve savaş açmasında bir sakınca yoktur. Çünkü şart koşulan ve emanın esası olan şey yerine gelmemiştir. Alman esirlerden de birşey geri verilmez. Çünkü hürriyete kavuşan esirler hiçbir zaman onların mülkü olmamışlardır. Onlara herhangi bir şey vermek karşılığında da esirleri onlardan almış değiliz. Dolay isiyle esirleri geri vermemekte onlara bir zarar verme sözkonusu değildir. Sadece zulümden kaçınma olmuştr. 1370- Bu kişileri geri kaçan veya antlaşmalı yahut müslü-manların olup onların elinde esir düşen çocuklu annelerden verirlerse, durum yine aynıdır. Çünkü bunlardan hiçbir şey onların mülkü değildir. Bir şeyde azad etme hakkının sabit olması, zorla temellük mahalli olmaktan çıkarmada azad etme hakikatinin sabit olması gibidir. Ancak onları karşılıksız efendilerine geri veririz. 1371- Onları ellerinde esir bulunan müslüman kölelerden verirlerse, sadece kıymetleri kendilerine geri verilir. Çünkü köleleri ele geçirmek suretiyle mülkiyetlerine geçirmişlerdi. Biz ise onları kendilerine bir şey vermeği şart koşmak karşılığında mülk edinmişiz. Şart koşulan şey kendilerine verilmedikçe onları geri vermek gerekir. Ancak müslüman oldukları için bizzat kendilerini vermek mümkün olmadığından kıymetlerini (tutarlarını) onlara vermek lazımdır. 1372- Şart koştukları gibi yüz kişiyi mülkiyetlerinde olmayan esirlerden verseler, komutan emanlarım geri aldıktan sonra ve onlara bir şey iade etmeksizin kendilerine savaş açabilir. Çünkü onların mülkü olan birşeyi kendilerinden almış değiliz. Zira bu esirler onların mülkü değildir. Ancak en iyisi onlara verdiği sözü tutmaktır. Onlar şart koştuklarım yerine getirdikleri gibi. Zira gelecekte ona güvenmeleri için bu daha iyidir. Böyle yapmazsa gelecekte böyle bir şeye güvenmezler. Çünkü böyle yapmadığında, esasında hiyanet olmayan bu işi, sadece esirleri kurtarmak için yaptığına kanaat getireceklerdir. 1373- Şart koşulan kişileri onlardan aldıktan sora savaşmadan bırakır dönerse, aldığı kişilerin durumuna bakılır; Bunlar hür kişiler ise serbest bırakır. Geri kaçanlar ise kıymet Ödemeksizin sahiplerine geri verir. Köle olup efendileri taksimden ve satıştan Önce onlara sahip olmuşsa, karşılıksız geri alırlar. Taksimden veya satıştan sonra sahip olmuşsa, isteklerine göre hareket eder ve dilerlerse kıymetlerini ödeyerek alırlar. Çünkü karşılık vermek suretiyle onları temlik etmek, zorla ele geçirip sahip olmak mesabesindedir. Nitekim her iki durumda da alınanlar fey' olup taksim edilmesi gerekir. 1374- Komutan esirlere "Kim bize savaşan on düşman gösterirse, hür olur" derse ve esirlerden biri kale içinde bulunan ve ele geçirilmeleri mümkün olmayan on kişi gösterirse, hür olmaz. Çünkü biliyoruz ki, komutanın amacı bu değildir. Amacı sadece müslü-manlara yararlı olacak bir rehberlik yapmalarıdır. Bu da olmamıştır. Sözünün zahirinden anlaşıldığına göre düşmandan savaşan on kişi kastedilmektedir. Bu düşman ister meydanda, ister kalede olsun aynıdır, denilirse, Cevap olarak deriz ki, dediğiniz doğrudur. Her iki durumda da düşmandır. Lakin komutanın amacı rehberlikten önce hakkında bilgi sahibi olmadığı düşman hakkında bir bilgiye sahip kılacak bir rehberliktir. Bu da yukarıda geçen delalet şekli ile gerçekleşmez. Zira darulharpte komutanın ve mülümanların ele geçirmeğe güç yetiremediği düşman nice on kişiler vardır. Bundan da anlıyoruz ki, komutanın amacı ele geçirebilecekleri on kişiye delalet etmeleridir. 1375- Sağlam bir savunma içinde bulunmayan ve ele geçirilmesi mümkün olan on kişi gösterse, ama müslümanlar görür görmez bu on kişi kaçsa, duruma bakılır; şayet bunlar müslü-manların ele geçirebileceği bir yere gelmeden önce kaçimş-larsa, bu delalet yine geçerli olmaz. Çünkü amaç olan ele geçirebilme imkanı gerçekleşmemiştir. 1376- Ama ele geçirebilecekleri bir yere gelmiş ve gevşek davrandıkları için düşman on kişi kaçmışsa, rehberlik yapan esir hür olur. Çünkü on kişiyi ele geçirilebilecek şekilde göstermekten ibaret olan şartı yerine getirmiştir. Bundan sonra müslümanlann yapacağı ihmalden kendisi sorumlu değildir. 1377- Gösterdiği on kişi ile müslümanlar arasındaki çarpışma sonuç vermeyip on kişi kaçıp kurtulmuşsa, bu delalet yine geçerli değildir. Çünkü bu adam caydırıcı güce sahip ve savunma içinde bulunan on kişiye delalet etmiştir. Zira kale içinde kendilerini savunmalan ile sahip oldukları kuvvetle kendilerini savunmalan arasında fark yoktur. Her iki halde de ele geçirilmeleri imkansız olmaktadır. Ama ele geçirme imkanı varken müslümanlann ihmalkarlığı sebebiyle kaçıp kurtulmuşlarsa, delalet eden esir şartını yerine getirmiş ve hür olmuş olur. 1378- Delalet ettiği on kişi ile müslümanlar arasında çarpışma olmuş ve çarpışmada bir kısmı öldürülüp diğerleri ele geçirilmişse, rehberlik yapan esir hür olur. Çünkü ancak onun delaletiyle onları yakalamış ve ele geçirme imkanı bulmuşlardır. 1379- Müslümanlar onları esir edemeyip çarpışma sonunda düşman on kişinin tümü ö I d ur ü im üsse, esir rehber yine hür olmaz. Çünkü delaletten amaç olan, on kişiyi yakalayıp esir etmek gerçekleşmemiştir. Üstelik böyle on kişiyi müslümanlar esirin delaleti olmadan da görebilirlerdi. Bundan da anlıyoruz ki, delaletten maksat bu değildir. 1380- Müslümanlar, on kişiden birini öldürüp dokuz kişiyi ele geçirince bakılır; Bunlar savunma içinde ve caydırıcı güce sahip ise, esir yine hür olmaz. Çünkü ele geçirilmeleri bir kişinin öldürülmesinden sonra mümkün olmuştur. Geri kalanlar da dokuz kişidir. Sanki baştan beri onlara dokuz kişi göstermiştir. Ama on kişiyi ele geçirdikten sonra birini öldürmüşlerse, rehberlik yapan esir hür olur. Çünkü onun delaletiyle on kişiyi yakalama imkanı bulmuşlardır. 1381- Müslümanlardan bazılarını öldürdükten sonra onlar sağ olarak yakalanmışlarsa, esir rehber yine hür olur. Çünkü onun delaletiyle on kişi yakalama imkanı bulmuşlardır. Bu yakalamanın çaba ve çarpışma sonunda gerçekleşmesi durumu değiştirmez. 1382- Müslümanlar onlara vardığında on kişinin silahı yoksa, ama müslümanlar m ihmalkârlığı sebebiyle kaçıp kurtulmuşlarsa, esir rehber hür olur. Çünkü rehberliğiyle on düşmanı yakalama İmkanım vermiş iken müslümanlann ihmalkârlığı sebebiyle kaçıp kurtulmuşlardır. 1383- Esir kişi müslümanlara "Size on kişi göstereceğim, gösterdikten sonra bir yere sığınıp korunur veya korunma-maları beni ilgilendirmez" der ve müslümanlar da razı olursa, esir, gösterdikten sonra on kişi korunsa, yine hürriyete kavuşur. Çünkü yüklendiği şartı aynı ile yerine getirmiştir, durumun ve sözden maksadın delâleti, ancak zıddı olan mefhum açıkça belirtilmediği zaman muteber olur. 1384- Komutan esirlere: "Bize kim şöyle bir kaleyi veya falan komutanın askerlerini yahut kralın askerlerini gösterirse, hür olur" derse ve esirlerden biri rehberlik ettiği halde müslümanlar ele geçiremezse, esir hür olur. Şart koşulan delâlet işini yapmıştır. Burada savunmaları içinde bulunan bir topluluğa delalet etmesi şart koşulmuştur. Bunu da yapmıştır. Halbuki bundan önceki durumda şart böyle değildi. Çünkü bundan önceki durumlarda genellikle savunması ve caydırıcı gücü olmayan düşman on kişiye delâlet etmesi şart koşuluyordu. Görmüyor musun? "Kim bize kadın veya çocuk on esir gösterirse, hür olur" derse ve bir ordunun himayesinde bulunan bu kişileri biri gösterecek olsa azad edilmez (hür olmaz). Çünkü genellikle maksat caydırıcı güce sahip olmayan ve ele geçirilmesi mümkün olan on kişiye delâlet etmektir. Her meselede söz ekseriyete hamledilir. 1385- Komutan yolu kaybedip müslümanlar "Sizden kim yolu bize gösterirse ona bir esir veya yüz dirhem vardır" derse ve biri yolu tarif ederek kendisi gitmezse ve tarifine göre müslümanlar giden yolu bulursa, ona bir şey verilmez. Çünkü vadettiği şey ganimet tahsisi şeklinde değil, ücret şeklindedir. Çünkü ganimetin kazanılmasından sonra ondan tahsis yapmak caiz değildir. Yolunu kaybetmiş bir kişiye yol göstermek ganimet tahsisini gerektiren bir ci-had değildir. Bundan anlıyoruz ki, söylenen şey ücrettir. Ücrete hak kazanmak da sözle değil, çalışma ile olur. Onun için kendisi de beraberlerinde gitmedikçe ücreti almaya hak kazanamaz. 1386- Onlarla beraber gidip yolu gösterirse, böyle bir iş için alınan ücret kadar ücret almaya hak kazanır. Çünkü fasid bir kira akdi ile bu işi yapmıştır. Fasiddir. Çünkü onlarla nereye kadar gideceği belli olmadığından ne kadar ücret alması gerektiği de belli değildir. Zira belki on adım sonra yola çıkarır, belki de on gün beraber giderek ancak yola ulaştırmış olur. Akid yapılan şey meçhul ise, akid fasid olur. 1387- Şart koşulan miktar yüz dirhem ise, bu çalışma ile alacağı misil ücret yüz dirhemi geçemiyecektir. Fasit kira akillerinde şart koşulan karşılık belli olduğu zaman uygulanan hüküm gibi. Şart koşulan şey bir esir ise, neye ulaşırsa ulaşsın mislinin ücretini almaya hak kazanır. Çünkü ücretle çalıştırma akdinde mutlak olarak " bir esir" şeklinde ifade edilmesi sahih bir tesbit değildir. Çünkü tümüyle razı olunduğu için şart koşulan şey onu geçemez. Bu da yüz dirhemde gerçekleşir ama, bir esir şartında gerçekleşmez. Çünkü maliyet bakımından esirlerin değeri farklıdır. 1388- "Bizimle falan yere kadar gelip yolu gösterene yüz dirhem veya şu esir verilecektir" derse ve biri gösterilen yere kadar onlarla giderse, şart koşulan şeyi almaya hak kazanır. Çünkü üzerinde akid yapılan şey belli, verilen ücret bellidir. Akid için hitap edilen şahıs belli değil iken akid nasıl sahih olur? denilirse: Deriz ki: Akid onlarla beraber yola koyulduğunda gerçekleşmiş olur. Yaptığı işe göre de ücreti almaya hak kazanır. Bu durumda meçhul bir şey kalmaz. 1389- Komutan yolu şaşırmayıp sadece "(aygır, kısrak v.s.) hayvanları kim sürüp yola çıkarırsa ona yüz dirhem verilecektir" derse ve bu işi bir cemaat yaparsa, yüz dirhemi aşmıyan misil bir ücret almaya hak kazanırlar. Çünkü götürecekleri mesafe meçhul olduğundan üzerinde akid yapılan şey meçhuldür. 1390- "Şu yere kadar" deseydi ve belirli bir mesafe belirt-şeydi, şart koşulan şeyi alırlardı. Çünkü üzerinde akid yapılan şey belli ve ücret bellidir. 1391- Belirli bir cemaate hitab ederek söylese ve bunu duyan başka bir cemaat belirtilen yere kadar hayvanları sürse, bir şey almaya hak kazanamazlar. Çünkü akid komutanla hitap ettiği cemaat arasında yapılmıştır. Başkaları bu işi yaparsa fahrî olarak yapmış olur ve bir şey alamaz. 1392- Bütün asker arasında ilan ederek bunu söylemiş ve duyan bir cemaat sürüp götürmüşse, ücreti almaya hak kazanırlar. Çünkü ücretle çalışma şeklinde bu işi yapmışlardır. 1393- Sesini işitmemiş bir cemaat bu işi yaparsa bir şey alamazlar. Çünkü sesi duymayıp bu işi karşılıksız gönüllü olarak yapmış sayılırlar. Bundan da anlışılıyor ki, burada ücrete hak kazanmak, ganimet tahsisi şeklinde değildir. 1394- Komutan yolu kaybedip sasırsa ve ellerinde bulunan bir esire "Bize yolu gösterirsen çocuklarını ve aile fertlerini sana veririz" derse ve esir de yola çıkarıncaya kadar ya kendisi beraber giderek veya tarif ederek bu işi yaparsa, hem kendisi, hem çocukları ve yakınları olduğu gibi fey' olarak devam ederler. Çünkü komutan esirin kendisinin kurtulacağına dair bir şey söylememiştir. Böylece kendisi esir olarak kalır. Kendisi müslümanların kölesi olunca, sahip olduğu şeyler de onların olur. Çocukları, eşi ve başkaları bunda eşittir. 1395- Şayet, "Sen, çocukların ve eşin" deseydi ve olay yukarıdaki gibi geçseydi, esir hürriyete kavuşurdu. Çünkü rehberliği karşılığında kendisinin hürriyetini şart koşmuştur. İşi gerçekleştirdiği için de hürriyete kavuşur. Eşini ve çocuklarını da şart koşul-duğu için alır. Ancak "ehli=yakınları" sözünden maksat sadece eşidir. Başka yakınları buna dahil değildir. Halbuki eman bahsinde durum böyle değildi. Çünkü bu meselede yakınları esir düşmekle başkasının mülkiyetine geçmişlerdir. Kesinlik olmadıkça bu mülkiyet onlardan zail olmaz. Bu kesinlik de sadece eşi için mevcuttur. 1396- "Çocukları" ismine de sadece kendi çocukları girmektedir. Torunları ise fey' olurlar. Çünkü kesinlik sadece kendi çocuğu hakkındadır. Buna hak kazanması da üzerinde kesinlik sağlanan şeye bina edilmektedir. 1397- Esirler arasında kendi çocukları yoksa, erkek çocuklarının torunlarını almaya hak kazanır. Çünkü bu isimde babalarının yerine kaimdirler. Babalan olmayınca kendileri bu ismin kapsamına girerler. 1398- Kızlarından olan torunlarını ise ancak komutanın özel olarak belirtmesiyle almaya hak kazanır. Çünkü çocuklarının değildirler 1399- Ancak bunların darulharbe çıkmalarına izin verilmez. Bilakis darulislâma götürülür ve müslümanlar arasında ehli zimmet (zimmî) olurlar. Çünkü esir düştükten sonra darulharbe tekrar dönmelerine imkan vermek caiz olmaz. 1400- Tarif ederek veya beraber giderek delalet etmesi aynıdır. Ama az önce geçen müslümanların delaletinde durum değişiktir. Çünkü orada müslümanın delalet etmesi ücretle çalışma şeklindedir. Sözle yerine getirilmesi imkansızdır. Burada ise, delalet sulh ve eman şeklindedir. Burada şartın varlığı hakikaten kabul edilir. 1401- Komutan darulharpte esirleri taksim ettikten veya sattıktan sonra yolu kaybedip esirlere "Kim bize yolu gösterirse hür olur" veya " yüz dirhem alır'" derse ve bu işi onlardan biri yaparsa, yüz dirhem verileceğini şart koşmuşsa yüzü geçmemek üzere kendisine böyle bir iş için verilen ücret kadar (misil) ücret verilir. Bu ücret de efendisine ait olur. Hangi şahsın mülkiyetinde oldukları belli olmuştur. Vereceğini va'd ettiği şey, eman ve sulh şeklinde değil, ücretle çalıştırma şeklindedir. 1402- Onun için beraberlerinde gitmeyip sadece tarif ederek rehberlik etmişse, bir şey almaya hak kazanamaz. Hür olacağını şart koşmuşsa, bu şartı geçersiz olur. Çünkü sahiplerinin mülkü olduktan sonra onların kölelerini azad etme yetkisine komutan sahip değildir. 1403- Esirleri taksim etmeden önce yolu şaşırıp "Sizden kim yolu bize gösterirse, hür olur" derse ve esirlerden biri darulislâma değil, darulharbe çıkan apaçık bir yolu onlara gösterse, bakılır: Darulharbe gitmek isterken yolu kaybetmişlerse, bu esir delâlet işini yapmış sayılır ve hür olur. Darulharpten çıkmağa çalışırken yolu kaybetmişlerse, esirin bu delaleti geçerli olmaz ve esir hür sayılmaz. Onlara darulharbe değil, darıılis-Iama çıkan bir yolu gösterirse, yapılacak uygulama öncekinin aksi olur. Çünkü sözün mutlakliğı halin delaletiyle mukayyed olur. Biliyoruz ki, komutanın giriş esnasında amacı darulharpde maksadına ulaştıracak bir yolun gösterilmesidir. Çıkarken de amacı darulislama ulaştıran bir yolun gösterilmesidir. 1404- "Şu kalenin yolunu bize gösterirsen, hür olursun" derse ve sözkonusu kaleye oradan bir yol gidiyorsa, onlara bilinen yoldan daha uzak bir yol gösteren kişi, şart koşulanı almaya (hür olmaya) hak kazanır. Çünkü halkın gidip geldiği yollar ise her ikisi de kaleye giden birer yoldur. Komutan "yol" ismini mutlak zikretmiştir. Mutlakı da delil olmadan sınırlandırmak caiz değildir. Komutanın sözünde de bunu sınırlandıracak bir delili yoktur 1405- O kaleye değil de, başka yere çıkan bir yol gösterir ve kendileri bu yoldan o kaleye varabilirlerse, bunun delaleti geçerli olmaz ve esir hür olmaz. Çünkü insan buradan Kaşgar'a gelip oradan da Buhara'ya varabilir. Ancak hiçbir kimse buradan Kaşgar'a varan yolu Buhara'nın yolu kabul edemez. Böylece anlıyoruz ki, bu esir şart koşulan delaleti yapmamış ve hür olma hakkını kazanmamıştır. 1406- Şu kalenin şu yolunu bize gösterirsen hür olursun" der ve kaleye götüren başka bir yol gösterirse, bakılır belirledikleri yolda müslümanlar için yakınlık veya emniyet veya yem çokluğu veya köylerin çok bulunması yahut alacakları esirlerin çokluğu yönünden daha faydalı bir yol ise, esir hürriyete ka-vuşmayıp fey' olmağa devam eder. Çünkü şartı yerine getirmemiştir. Onlar yaran bulunan bir yol belirlemişler, kendisi ise başka yol göstermiştir. Belirlemede fayda sözkonusu ise ona itibar etmek gerekir. 1407- Kendisinin gösterdiği yol onların belirlediği yoldan daha yararlı ise, kıyasa göre yine fey' olarak kalır. Çünkü şart koşulan şeyi yerine getirmemiştir. Bir şeyin kabul edilmesinde lafza itibar edilir. Çünkü insanların sözleri hikmetten ve güzel bir yarardan hali bulunabilir. İstihsana göre ise, bu esir hür olur. Çünkü onların istediğini fazlasıyla yerine getirmiştir. Zaten belirleme fayda sağladığı zaman ancak muteber olur. Yaptığı işin daha faydalı olduğu bilinince faydasız olduğu için belirlemenin itiban kalmaz. Hangisinin daha faydalı olduğu bilinmiyorsa, esir yine fey' olarak kalır. Çünkü belirleme akıllı biri tarafından yapılmıştır. Faydasız olduğu bilinmedikçe asıl ona itibar edilir. Faydasız olduğu da henüz belli olmamıştır. 1408- Buna göre "Bize kim Derbu'l-Hades'in yolunu gösterirse, hür olur" derse ve biri onlara Mıssîse yahut Malatya [15] yolunu gösterse bakılır. Gösterdiği bu yol daha yakın ve daha faydalı ise, esir hür olur. Böyle değilse, yahut böyle olduğu bilinmiyorsa, esir fey' olmaya devam eder. Çünkü kendisinden istenen şeyi yapmamıştır. Görmüyor musun? Belirttikleri yoldan başka bir yola onları götürse ve orada düşman kralı ordusuyla beraber bulunup onlarla savaşsa ve bazıları öldürülse yahut yem bulunmıyan bir yola götürüp hayvanları telef olsa veya kendileri açlıktan kırılsa, şart koşulan şey yine kendisine verilir miydi? Bütün bunlardan söylenmek istenen şudur: Belirleme ne zaman faydalı olursa, ona itibar edilmesi gerekir. En iyi Allah bilir.[16] [15] Bunlar Anadolu'da yer isimleridir. (Çeviren) [16] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/255-269 |