๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 12:54:37



Konu Başlığı: Müslümanlar eman vermeden eman altında olanlar
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 12:54:37
Müslümanlar Eman Vermeden Eman Altında Sayılan Kişiler


864- Müslümanlardan biri darulharpte evlendiği ehli kitap­tan kadını darulİslama çıkarıp getirirse, kadın hür olur.

Hür olması, evlendiği adamın kendisine eman vermesi sebebiyle değil­dir. Çünkü esir olsun, tacir olsun veya düşmandan müslüman olan biri olsun, müslümanin darulharpte verdiği eman geçersizdir. Kadın, erkekle beraber da-rulislamda ikamet etmek için gelmiştir. Bu da eman isteyen kadının sıfatıdır. Bundan sonra darulharbe dönmek İsterse dönemez. Çünkü müslümanla evli bulunmaktadır.

865- Darulîslamda eman altındaki kadın bir müslümanla evlenirse zimmî sayıldığı gibi, darulîslamda bir müslümanla evlenince de aynı olur.

Çünkü kadın ikamette erkeğe Tâbîdir. Erkek darulİslamm vatandaşı

olduğu İçin o da vatandaş olur.

866- Erkek, kadın için "Onu darulharpte yakalayıp zorla getirdim" derse, kadın da "Hayır, zorla değil, nikâhlıyarak getirdi" diye iddia ederse, burada zahirin delaletine göre hük­medilir. Onu bağlıyarak getirdiyse, zahir durum erkeğe şahit­lik eder ve dediği olup kadın onun cariyesi sayılır. Ama bağlı olmaksızın beraber gelmişse, bu da kadının lehine şahitlik olur ve kadın hür zimmî sayılır. Bu durumda erkek nikahı iptal edecek şahitlikte bulunduğu için arada nikah diye birşey kal­maz. Çünkü kadını zorla yakalayıp getirdiğini söyledi. Zaten erkeğin nikahın bulunmadığını itiraf etmesi nikahı iptal eder. Tıpkı karısının dinden döndüğünü iddia etmesi ve kadının bu­nu red etmesi durumu gibi. Darulharpte zorla yakalayıp getir­diğine dair müslümanlardan veya ehli zimmetten delil getirir­se, kadın onun cariyesi olur.

Çünkü delil ile onun mülkü olduğunu ispat etti. Ama darullslamda müs-lüman erkeğin nikahlısı olduğunu itiraf etmesi ve ehli kitaptan şahit getirme­siyle kadın zahirde zimmîdir. Ehli kitabın ehli kitap hakkındaki şahitliği geçer­lidir.

867- Müslüman darulharpte eman ile duruyorsa, yaptığı yadırganır ve kadını azad edip salıvermesi emredilir.

Çünkü darulharbe eman ile girince onlara hiyanet etmemeyi ve zarar ve­recek bir şey yapmamayı taahhüt etmiş sayılır. Böylece taahhüt ettiği şeye ria­yet etmesi emrolunur, ancak hüküm itibariyle mecbur edilmez. Çünkü bütün müslümanların değil, şahsî emanına hiyanet etmiştir. Bu da kendisi ile ALLAH arasında bir iştir.

868- Aralarında esir ise yahut onlardan İslama giren biri ise, bu şeylerden hiçbiri ona emredilmez.

Çünkü imkan bulduğunda şer'an onları köle edinmesi ve mallarını alması serbesttir. Az önce de belirttiğimiz gibi kadınla evlenmesi, ona eman vermesi demek değildir.

Getirdiği kadına humus (beşte bir) pay da düşmez.

Çünkü gizli ve hırsızlık yolu ile getirmiştir.

Onu zorla yakalayıp getirdiğine dair eman altındaki harp ehlinden göstereceği şahitlerin şahitliği de geçerli değildir.

Çünkü zahire göre kadın zimmîdir. Daha önce kan koca olduklarında da birbirini tasdik ettiler. Köleleştirilerek eman altına, girenlerin zimmî hakkındaki şahitliği de makbul değildir.

869- Kadın "Beni ne zorla getirmiş, ne de benimle evlen­miştir. Sadece eman verdiği için beraberinde çıkıp geldim" derse, durumun delaletine göre isteyerek geldiği için o kadın hür olup adama karı olmaz.

Çünkü adam nikahlısı olduğunu iddia ediyor, kadın ise bunu red ediyor.

870- Darullslamda kadınla evlendiğini iddia etse, delil getir­medikçe sözü kabul edilmez. Darulharpte kendisiyle evlendiğini kadın iddia ettiğinde de durum aynıdır. Kadın darulharbe dönmek isteyecek olursa, dönmesine izin verilmez.

Çünkü evliliği inkar ettiği için nikah sabit olmadığından kadın adama tâbi bir zimmî olur.

871- Bu meselede erkek, zorla getirdiğine dair darullslam­da eman altındakilerden delil getirirse, delili kabul edilir.

Çünkü zahire göre eman atındadır. Kölelik yolu ile eman altında bulunan kadın hakkında eman altındakilerin şahitliği makbuldür.

872- Kadını elleri kolları bağlı olarak darulİslama çıkar-mışsa, onun cariyesi olur ve üzerine humus düşmez.

Çünkü zahiri ona şahitlik etmektedir. Ellerini ayaklarını ancak darulls­lamda bağladığı bilinmiyorsa, Ebû Hanifeye göre kadın bütün müslümanlara fey1 olur. Çünkü kadın nikahı inkar edince darulîslamda eman hakkım kazana­maz. Halbuki eman ile gelen ülkemizde ikamet için gelmektedir. Ama nikahı inkar edince gelişinin sebebi bizce meçhul olmaktadır. Böylece darulîslamda emandan yoksun bir düşman olmaktadır.

Ebû Hanifenin prensibine göre düşmandan biri eman almadan darulİs­lama girip bir müslüman tarafından yakalandığında o düşman fey' olur. İki îma-ma göre ise yakalıyan kimseye ait olur, Ona humusun vacip olup olmadığında ise iki rivayet vardır.

873- Darulharbe bir zimmî eman ile girip düşmandan bir kadınla evlense ve müslümanlardan onun için eman aldıktan sonra beraberinde getirse, kadın hür olur.

Çünkü eman altındaki biri olarak gelmiştir. Sonra ona eman istediğinde

müslümanlar ona eman verdiler.

O da kocasına tabî olarak ülkemizde zimmî vatandaş olur. Tıpkı va­tandaş zimmî bir kadının eman altındaki yabancı ile darullslamda evlen­miş olması gibi. Bu durumda kadın darulharbe dönemez.

Ancak kocası bu konuda ona izin verir veya boşarsa, onun için eman almak şart değildir. Sadece koca ile istiyerek çıkmasiyle kadın eman altın-da olur.

Çünkü kocasiyle beraber ikamet için gelmiş olup kocası da ülkemiz vatandaşıdır.

874- Bu zinımî vatandaş kızı veya kız kardeşi için eman alırsa, eman altında olur.

Çünkü müslümanlar o kıza veya kız kardeşine eman verdiler. Zaten onun için eman alınınca eman altında olarak gelmiş olur.

Dilediği zaman bu kız veya kızkardes darulharbe dönebilir. Çünkü ergin olup zimmî babasına veya kardeşine tabî değildir.

875- Ona eman almadan beraberinde çıkarıp getirirse, Ebû Hanifeye göre fey1 olur.

Çünkü eman altındaki gibi gelmiş, halbuki eman almış değildir. Beraber geldiği kardeşine de tabî değildir.

876- Zimmî "Darulharpte zorla ele geçirip getirdim" der ve kız onu yalanlar ve arada akrabalığı da yoksa, adamın sözü kabul edilmez.

Çünkü durumun zahiri sözünü yalanlamaktadır. Zira elleri bağlı olmadan beraberinde gelmiştir. Müslümanların onda hakkı da sabit olmuştur. Bu hakkın iptali konusunda zimmînin sözü tasdik edilmez.

877- Müslümanlardan ona bu konuda şahitler olursa, kız ona cariye olur.

Çünkü mülkiyet hakkına sahip olduğunu delil ile ispat etmiştir. Bu konuda zimmîlerin şahitliği makbul değildir.

Çünkü kız ona zahire göre cariye olmuş olup zimmîlerin şahitliği müslti-manların aleyhine olmaktadır.

878- Ama elleri ayakları bağlı çıkardığı bilinince, adamın sözü tasdik edilir.

Çünkü zahir durum ona şahitlik etmektedir.

879- Darulharpte değil de, ancak darulislamda onu zorlayıp getirdiği anlaşılırsa, Ebû Hanifeye göre kız müslümanlara fey1 olur.

İki İmama göre ise adama aittir ve ondan beştebir pay alınır. Tıpkı darul-İslamda zimmînin bir define (rikaz) bulması gibi. Bu durumda definenin hu­musu (beşte biri) alınır ve gerisi ona ait olur.

880- Düşmandan güçlü bir kafir müslümanla beraber ordu karargahına çıkıp gelse ve müslüman "onu esir aldım" dediği halde, kafir "Hayır, eman ile geldim" derse, düşmanın sözü kabul edilir.

Çünkü eman altındakiler gibi geldi. Dış görünüşü (zahir) de ona şahitlik etmektedir. Çünkü onunla beraber gelince zorla gelmediği açıktır. Çünkü bir kişi bir kişinin hakkından gelebilir. Nitekim kafir tek başına bu şekilde gelsey­di, eman altında olurdu. Bir müslümanla beraber gelince de durum aynıdır.

881- Beraber gelirken kafirin elleri veya ayakları bağlı ya­hut boynunda çekilen bir ip varsa, müslümanın sözü tasdik edilir.

Çünkü durumun delaleti ona şahitlik etmektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi böyle durumlarda durumun şahitliğiyle hükmedilir.

882- Bu düşman bîr grup müslümanla beraber elleri kolları serbest gelmiş ve müslümanların "onu esir ettik" dedikleri halde, kafir "Hayır, onlarla beraber eman ile geldim" derse, müslümanların sözü tasdik edilir.

Çünkü müslüman gruba mağlub ve makhur olup kurtulmak veya hak­larından gelmek isterse buna gücü yetmez. Tıpkı bağlı olan gibidir.

Nitekim müslümanlar yüz kişi olup onun etrafını tutsa ve aralarından ka­çıp kurtulma gücü olmazsa, öncelikle herkesin aklına gelen şey, bu adamın e-man altında değil, esir oluşudur. Böylece bütün askerlere fey' olur.

883- Eman ile geldiğine iki müslüman şahitlik yaparsa, şahitlikleri kabul edilir.

Çünkü müslümanların şahitliği bütün müslümanlar için tam delildir.

884- İki kişi şahitlik etmeyip halktan sadece bir kişi bunun eman ile geldiğini itiraf ederse, sözü tasdik edilmez.

Çünkü tek kişinin sözü hüküm için delil olmaz. Hepsinin onda ortaklığı da genel bir ortaklıktır. Paylaşma sonunda payına düşen kişinin hakkındaki şahitliği dışında, tek kişinin ikran geçersizdir.

885- Bir müslüman darulharpten çıkar ve beraberinde ge­tirdiği kadın için "Karım değildir. Onu sadece eman verip ge­tirdim" derse, kadın kıyasa göre fey1 olur.

Çünkü darulharpte ona verdiğini söylediği eman geçersizdir. Zira kendisi düşmanın elinde darulharpte yenik ve makhurdur. Kadın darulîslama gelmekle yakalanmış bir fey' olur. Ondaki müslümanlarm hakkını iptal etmede verdiği eman geçerli olmaz.

İstihsana göre ise kadın eman altında hürdür. Dilediği zaman darulharbe dönebilir.

Çünkü verdiği emanı devam ettirerek beraber darulİslama çıkınca, oraya ilk ayak bastığında yeni bir eman vermiş gibi olur. Müslümanların kadın üze­rinde hakları ise darulİslama ancak emansız girdiği takdirde sabit olur. Halbuki kadın darulİslama ancak eman altında gelmiştir. En azından, hem müslümamn ona eman vermesi hem de müslümanlarm onda haklarının sabit olması sözko nusudur.

ŞÖyleki: İkisi ne müslümanlarm ne de düşmanların emin olduğu (ortak sınır) yerine vardıklarında darulharb ehlinin tahakküm ve üstünlük alanı dışına çıkmış olup bu yerde müslümamn ona eman vermesi sahih olur. Müslüman­ların emin olduğu yere varmadıkça kadın darulîslamda yakalanmış sayılmaz. Ama kadına eman vermiş ve kadın tek başına çıkmışsa, durum değişir. Çünkü darulharpte ona eman vermesi geçersizdir. Eman vermenin geerli olduğu yerde kendisi beraberinde değildir ki orada yeni bir eman vermiş gibi olsun. Onun için kadın fey' olur.

886- Darulharpte bir müslüman büyük sayıdaki düşman askerine eman verir ve onunla beraber darulİslama çıktıktan sonra müslümanlar onları yakalarsa fey' olurlar.

Çünkü bu müslüman darulharpte olsun, darulİslamda olsun onlarla bera­ber oldukça onların tahakküm ve saldırısından emin değildir. Her iki yerde de onların tahakkümü ve tehdidi altında olduğundan verdiği eman geçersizdir.

Nitekim bu askerler darulİslama kaçak girip bir müslüman onlara vanr ve eman verirse, bu eman da geçersiz olur. Çünkü onların tehdit ve tahakkümün­den emin değildir. Darulharpten çıkıp o emanı devam ettirmesi durumunda da netice aynıdır. Ama onlardan bir kişiye eman verip beraberinde çıkarsa, durum değişir. Çünkü bir kişiyle bir adam mağlub ve makhur olmaz. Belki ondan korunabilir ve zahirde onu haklıyabilir. Onun için darulİslama girmiş ve eman vermiş gibi ona verdiği eman sahih olur.

887- Darulharpte düşmandan yirmi kişiye eman verip on­larla beraber darulİslama çıksa, hepsi eman altında olurlar. Darulİslamda bu sayıdaki düşman fertlere yeni eman vermiş gibidir.

Bu adam bu sayıdaki düşmandan yirmi kişiye eman verip onlarla beraber darulİslama çıksa hepsi eman altında olurlar. Darulîslamda bu sayıdaki düş­man fertlere yeni eman vermiş gibidir.

Evet, şahsı itibariyle tahakküm altında ve güven içinde değildir. Ama müslümanlarm gücü ve himayesiyle o güçlü ve güven içindedir. Çünkü bu yir­mi kişi müslümanlara karşı koyamazlar. Darulîslamda müslümamn gücü bütün müslümanlar beraberinde olduğu içindir. Darulİslamda bu yirmi kişi müslü­manlara karşı koyamıyorsa bu adam hükmen onlara mağlup değil, galip sayılır. Verdiği eman da geçerli olur. Halbuki düşmanın çok sayıdaki askerinin durumu farklıdır. Onlar kendi güçleriyle müslümanlara karşı koyabilmekte ve tek müs­lüman darulharpte olduğu gibi darulislmda da onlara karşı yenik sayılmaktadır. Nitekim müslümanlara karşı koymaktan aciz bir topluluk eman almadan da­rulîslama girer ve müslümanlar yakalarsa, müslümanlara fey' olurlar,

888- Düşmandan büyük bir ordu darulİslama girer ve müs-lümanlardan bir cemaat onlarla savaşıp yenerse, düşman ordu­su sadece yenen müslüman cemaate ganimet olur.

Aradaki fark şuradadır: Müslümanlara karşı koyma gücüne sahip düşman darulîslama girmiş olmakla mağlup olmuş değildirler. Ama müslümanlara karşı koyamayanların durumu ise farklıdır.

Söylediğimiz de şu şekilde gerçekleşmiş olur. Şayet düşman İslam ce­maatine karşı koyacak güçte olmadığından onlarla beraber gelen müslümam verdiği eman geçersiz sayılacak olsaydı, onlara hiyanet edilmiş olurdu. Çünkü o kişinin emanına güvenerek karşı koyabilecek oldukları yerlerinden aynldılar. Ama çok sayıdaki düşman askerinin durumunda ise bu sözkonusu değildir. Çünkü bunlar adamın emanı dolayısiyle caydırıcı durumlarından ayrılmış ol­mayıp darulharpte imişler gibi darulİslamda da toplu güçleri sebebiyle caydı­rıcı tavır içindedirler.

Buna göre müslüman kişi onları caydırıcı durumlarını yitirecekleri biçim­de darulharpte İslam ordusunun karargahına çıkarıp getirse, eman altında olur­lar. Çünkü bu yerde tek askerin gücü müslümanların askeriyledir. Böylece ge­tiren mülüman kendi ordusunun askerlerine geldiğinde mağlub değil, galip sa­yılır. Ama düşman askeri çoklukları sebebiyle müslümanlara karşı koyabilecek güçte iseler, beraberlerinde çıkıp gelseler bile eman geçersiz olur.

889- Müslümanlar bir kaleyi kuşatsa ve kaledeki düşman arasında bir müslüman bulunup düşmandan caydırıcı gücü olmıyan bazılarına eman verip beraber çıkarıp getirse, bunlar birinci durumun aksine eman altında olmazlar.

Çünkü kuşatma altındakiler bir bakıma makhur olmuş ve durumları esir olanların durumuna dönmüştür. Aralarında iken müslümanın onlara eman vermesi geçerli olmaz. Çünkü birinci durumun aksine, müslümanların onlarda gerçekleşen hakkını iptal etmektedir.

Sonra, bu eman caiz olursa, müslümanlar onları asla egemenlikleri altına alamazlar. Çünkü yenileceklerine kesin inansalar bazıları müslüman olur ve diğerlerini de beraber alıp çıkar. Halbuki bu durumda müslümanların köle etmelerini önliyecek şeyi söylemek caiz değildir.

Şöyleki; müslümanların elleri muhasara altındakilere onlarla birlikte çıkacak olan bu müslümandan daha önce uzanmıştır. Bu kuvvet itibariyle önce uzanan elin hakkı geçersiz olmaz. Halbuki bundan önceki durumların hepsinde vaziyet farklıydı.

890- Düşman karı ve kocadan kadın müslüman olsa, üç hayız görünceye kadar aradaki nikah devam eder.

Çünkü devlet başkanının kocaya İslamı teklif etmesi ve İslama girmesini söylemesi imkanı yoktur. Üç hayız görmesi kocaya üç defa İslamm arzedilmesi yerine sayılır. Çünkü İslamı kabul etmediği taktirde aralarının ayrılmasında esas alınır. Boşanmadan sonra itibar edilen üç hayız olayında olduğu gibi. Küfürde ısrar etmesiyle İslamı istemediği anlaşılır.

891- Karı koca darulİsiama çıkıncaya kadar kadın hayız görmezse, koca müslümanlara fey1 olur.

Çünkü eman almış olarak çıkmamıştır. Ama aralarındaki nikah devam eder.

Çünkü adamın sabit olan köleliği aralarında nikahın başlamasına aykırı olmadığı gibi, devamına da aykırı değildir. Ayrılmayı gerektiren sadece vatan farklılığıdır ki, o da meydana gelmemiştir. Çünkü adam müslümanlara köle olunca o da vatandaşımız olmuş olur.

892- Sonra, adama İslam arzedilmedikçe kadın üç hayız görse bile, araları ayrılmaz.

Çünkü üç hayız, İslamı adama arzetmenin mümkün olmadığında bu arz etmenin yerini tutuyordu. Bu da kendisinden umulan gaye gerçekleşmeden önce yok olmuştur. Halef (sonraki) ile kastedilen şey meydana gelmeden önce asıl olana güç yetirmek, halefi itibardan düşürür. Onun için kendisine İslam arzedilir.

893- Adam müslüman olursa, karı kocalıkları devam eder. İslama girmeyi red ederse araları ayrılır.

894- Adam kendisi müslüman olmuş, kadın da ehli kitap olmayıp hiç hayız görmeden ikisi darulİsiama çıkarsa, kadın hür ve eman altında bir kadın olur.

Çünkü eman altındakiler gibi geldi. İkamet yönünden kocaya tâbidir. Ül­kemizde ikamet etmek üzere gelen de eman altında olur. Erkek ise, ikamette kadına tabî değildir. Kendisi eman ile değil, aldanma sonucu gelmiştir. Çünkü eman istemediği gibi, istediğini gösteren bir durumu da olmamıştır.

895- Kadın ehli kitaptan ise zimmî olur.

Çünkü aradaki nikah devam etmektedir. Bundan dolayı kocasiyle darul­İslamda oturması gerekir.

896- Ehli kitaptan değilse, arada nikah kalmaz ve kadın zimmî olmaz. Ancak ona İslam arzedilir. Ya İslama girer, ya da araları ayrılır. Araları aynlırsa kadın darulharbe isterse dönebilir. Çünkü eman altındadır. "Talak" bölümünde eman altındaki eşlerden birinin daruIİslamda İslama girmesi duru­munda olacaklarla ilgili değişik rivayetler olduğunu belirttik ve rivayetlerden birine göre İslam yurdundan imişler gibi arala­rının ayrılmasının kadının üç hayız görmesine bağlı olduğunu ifade ettik.

Diğer rivayete göre ise iki durumdan, yani karı kocadan İslama girmemiş kişiye İslamın arzedilmesi veya üç hayız gör­mesi durumlarından hangisi önce olmuşsa ona itibar edilerek araları ayrılır. Burada da buna itibar edilmiştir. Çünkü ger­çekte karı koca devlet başkanının yetki ve gücü dahilindedir. İslamı onlardan küfürde ısrar edene arzedebilir. Küfürde ısrar eden de hükmen darulharpten sayılır. Böylece üç hayız geçme­siyle araları ayrılır,

897- Kadın Islama değil de ehli kitap dinlerinden birine girerse, aradaki nikah devam eder. Tıpkı daha önce ehli kitap­tan olması ve zimmî sayılması durumundaki gibi.

İmam Muhammed, kadın ve erkeğin müslüman olmaları arasındaki farka değinerek şöyle demektedir:

898- Kadın müslüman olunca, erkek onun aile fertlerinden olmaz. Ama erkek müslüman olunca, kadın onun aile fertlerin­den olur. Onun için erkekle beraber darulîslama gelirse, eman altında olur.

Nitekim düşmandan biri darulîslama gelmek için eman isteyip geldiğinde karısını da getirirse, kadın eman altında olur. Müslüman olması durumunda da netice aynıdır.

899- Düşmandan bir kadın müslüman olup kocasını da be­raber darulîslama getirirse, ona tabî olarak adam eman altın­da olmaz. Kadının müslüman olması durumunda da netice aynıdır.

900- Ama müslüman olan kadın darulîslama getirmek üze­re kocasına eman vermiş ve beraber getirmişse, adam eman altında olur.

Çünkü darulîslama çıkınca eski emanın devam ettirilmesi, daruIİslamda yeni eman verilmesi gibidir.

901- Kadın "ona ben eman verdim ve beraber getirdim" derse, müslümanlar da "eman almadan seninle beraber çıkıp gelmiştir" diye iddia ederse, kadının sözü geçerli olur.

Çünkü zahir durum ona şahitlik etmektedir. Onunla beraber çıkıp geldi­ğini gördüler. Eman almadan küfürde ısrar ederek onunla çıkıp gelmiyeceği de açıktır. Gerçeğine vakıf olmanın imkansız olduğu şeylerde zahire göre hük­metmek vaciptir.

902- Kuşatma altındaki düşmandan biri müslüman olur ve kafir olan karısını da beraberinde çıkarırsa, kadın müslüman­lar a fey1 olur.

Çünkü muhasara altında iken eman ister ve çıkıp gelirse, karısı ona tabî olmaz. Müslüman olması halinde de durum aynıdır.

Yine kadın müslüman olup kocasına eman verirse, eman geçersiz­dir. Emanda ona tabî olarak eman altında olamıyacağı gibi kadının emam ile de eman altında olmaz.

903- Ama kuşatma altında olmayıp İslam ordusu karargâ­hına veya darulîslama eman ile gelirse, karısı, küçük erkek ve büyük küçük kız çocukları ona tabî olur.

Çünkü orada mağlup etme hükmü bunları kapsamıyordu. Muhasara altın-dakileri kapsayabileceği halde emanını ve eman vermesini şahsı için tercih edebilir.

904- Zimmî bir erkek darulharpte bir kadınla evlenir ve beraberinde getirirse, kadın hür zimmî olur.

Çünkü zimmîlik akdi, eman akdinden daha güçlüdür.

905- Karısı ile birlikte eman ile çıkar gelirse, kadın hür ve emaıı altında olur.

906- Zimmî olarak karısı ile beraber darulİslama girince evleviyetle eman altında olur. Sonra, ikamet itibariyle vatan­daşımız olan birine, yani zimmîye tâbidir. O da zimmî olur.

907- Zimmî olan bir erkek daruiharpten eman almadan büyük kızını veya kızkardeşini getirirse, bunlar fey olur.

Çünkü damlİslamda ona tabî olarak ikamet etmemektedir. Onunla bera­ber çıkması eman altında olduğunu göstermez. Ama adamın eşi için durum aksidir.

Eman altındaki biri beraberinde kızını veya kız kardeşini daruiharpten çıkarıp getirdiğinde onlar da eman altında olduklarına göre zimmînin beraber getirdikleri için de durumun aynı olması gerekmez mi? deilirse;

Cevap olarak deriz ki; Orada adama tabî olan karısı darulharbe istediği zaman dönebilirdi. Tıpkı eman altındaki adamın kendisi gibi. Bu hükmü kızı ve kızkardeşi için de geçerli saymak mümkündür. Zira zahir itibariyle karısının geçim ve himayesini sağladığı gibi bu ikisinin de geçim ve himayesini sağla­maktadır. Zimmînin ise karısı darulharbe bir daha dönemez. Damlİslamda oturma mecburiyeti konusunda erkeğe tabî olmadıkları için bu hükmün kızı ve kız kardeşi için geçerli sayılması mümkün değildir. Zira tabî olan şey için asıl hakkında sabit olan hükümden başkası geçerli olamaz.

908- Zimmî adam beraberinde eşi olduğunu iddia ettiği bir kadın getirir ve kadın da onu tasdik ederse ve bu durum sadece ikisinin ifadeleriyle ancak anlaşıhyorsa, kadın hür karısı olur.

Çünkü bu konuda birbirlerini tasdik ettiler. Zahire göre de darulharpte aralarında mevcut olan nikah için damlİslamda şahit bulamazlar. Başka bir mu­halif bulunmadıkça zaruretten dolayı sözleri kabul edilir. Nitekim beraberinde erkek ve kadınlar getirip bunlar köle ve cariyelerimdir, der ve onlar da bunu tasdik ederse, sözleri kabul edilir.

909- Yine eman ile darulİslama gelip aynı şeyleri iddia eder­se, hakkında iddia edilen kişi de onu tasdik edince, iddiası kabul edilir.

910-  Kadın, adamı yalanlar ve "aramızda ne nikah, ne ak­rabalık vardır" derse, kadın fey1 olur.

Çünkü birbirlerini yalanlayınca tabî olmayı gerektiren sebep de sabit ol­mamış olur. Böylece darulîslamda emandan yoksun bir düşman olarak kaldığı için fey olur.

911- Bir müslüınan daruiharpten beraberinde bir kadın veya bir adamla gelir ve "Bu kölemdir yahut bu cariyemdir" diye iddia eder ve bunlar onu yalanlayıp "Hayır, o bize eman verdi de beraber çıkıp geldik" derlerse, kadın da, erkek de fey' olur.

Çünkü sahip olduğu iddiası ikisinin yalanlamasıyle geçersiz olmuş, eman

iddiaları da onun yalanlamasiyle sabit olamamıştır.

İstihsana göre ise ikisi de hürdür ve dilerse darulharbe dönebilirler.

Çünkü birbirlerini yalanlamakla müslümanların onlar üzerinde bir hak ve egemenlikleri olmadığını iki taraf tasdik etmiş olmaktadır. Zaten sebepler on­lara terettüp edecek hükümler için olup bizzat kendilerinin varlığı amaç değil­dir. Hükümde ittifak sağlandıktan sonra sebeplerde ihtilaf muteber değildir. Şöyleki: Sebebin farklılığı şekildedir. Manada ise sebep birdir. O da adama tabî olarak yahut maksat olarak ikisi için emamn sabit olmasıdır. Tıpkı adam "fala­nın benden bin dirhem alacağı vardır" diye itiraf etmesi ve alacaklı tarafın da "o para gasbedilmiştir" demesi durumunda adamm parayı bu sebepten ödemeye mecbur tutulması mesabesindedir.

912- Kadını beraber getiren adam zimmî veya eman altında düşman olup "Bu karımdır" der ve kadın "Hayır, karısı deği­lim, bana eman verdi de getirdi" diye söylerse kadın müslü-manlara fey1 olur. Çünkü kadın inkar ettiği için nikah sabit olmaz. Zaten zimmî veya eman

altındaki düşmanın eman vermesiyle çıkıp geldiğini iddia etmiştir. Bu da asılsız

olup geçersizdir.

913- Düşmandan biri iki müslümanla beraber darulîslama gelip "bu kişi bana eman verdi" der ve ikisi onu yalanlarsa, adam fey1 olur.

Çünkü sebebi meçhul birşeyi onlar için iddia etmektedir. Delili olmadık­ça tasdik edilmez. Zahir itibariyle onda müslümanların hakkı sabit olmuştur. Çünkü darulİslamda emandan yoksun düşmandır. Müslümanların hakkını iptal ettiği için tasdik edilmez.

914- Müslümanlardan biri tasdik ederse, eman altında olup dilediğinde darulharbe dönebilir.

Çünkü müslümanlardan biri tasdik etmezse bile, diğeri tasdik ettiği için emani sabit olur. Sanki tasdik eden için iddia etmiş olur ve tek müslümanın verdiği eman da geçerli olur.

915- "Bu eman verdi" dediği adam yalanlar ve diğeri "ona eman veren benim" derse, ama düşman kişi onu yalanlarsa ve herbiri sözünde ısrar ederse, düşman adam fey' olur.

Çünkü yalanlamakla düşman kişi eman kazanmamış olur. Ona eman ver­diğini iddia eden tarafından da emanı sabit olmamıştır. Çünkü kendisi onu ya­lanlamıştır. Böylece adam fey1 olur. Tıpkı müslüman adam ona "Ben sana eman verdim" dediğinde, düşman kişi "Hayır, darulîslamdan biri bana eman verdiğini yazdı" demesi gibi. Bu durumda adam tasdik edilmez ve fey' olur.

916- Yine ölmüş veya hazır olmıyan bir müslüman için "Fa­lan müslüman bana eman verdi" derse, sonuç aynıdır.

Çünkü ölmüş veya hazır olmıyan kişinin eman verdiğini salt iddia etme­siyle emanı sabit olmaz. Eman verdiğini itiraf eden müslümanı da düşman adam yalanlamıştır. Bu da önceki durumun aksinedir. Orada eman belirli bir cihet tarafından olup aradaki ihtilaf sadece sebeptedir. Burada aradaki ihtilaf ise emanın kimin tarafından verildiği üzerindedir. İki durumda da yalanlama olduğundan hiçbiri sabit olmaz.

917- Eman verdiğini itiraf eden adamın itirafı ardından düşman adam "Evet, sen bana eman verdin, ben yanlış söyle­dim" derse, kıyasa göre adam yine fey' olur.

Çünkü müslümanm itirafı adamın yalanlamasiyle geçersiz olmuştur. Bundan sonra tasdik etmesi geçerli olmaz. Çünkü eman yalanlamadan sonra tasdike ve feshe ihtimali olan bir akiddir. Sonra, yapılan tasdik neseb, vela' gibi bozulma ihtimali olmıyan şeylerde ancak geçerli olur.

İstihsana göre ise, yalanlama üzerinde ısrar etmezse, adam eman

altında olur.

Çünkü bu konuda yanılma olabilir. Zira daha önce kendisine eman veren kimseyi görmemiştir. Bir defa görme ile de tanımak çok nadirdir. Yanıldığı an­laşılınca zararı önlemek için doğru söylediğini kabul etmek gerekir. Ama yalan­ladıktan sonra yalanlamada ısrar ederse, durum değişir. Çünkü bu durumda yanılmayı tevehhüm etmek geçersizdir.

Şuna benzer: Adam yanında oturan bir kadına "Bu süt kardeşimdir" der, sonra "yanıldım, kanındır" derse, sözü tasdik edilir ve aralan aynlmaz. Ama doğruluğu araştırıldıktan sonra sözünde durmayıp, daha sonra yanıldım, derse sözü tasdik edilmez ve belirttiğimiz sebepten araları ayrılır.

918- Düşman adam "Müslümanlardan kimse bana eman vermiş değil, kendim eman almadan çıktım" der ve müslüma­nın kendisine eman vermediğini söyledikten sonra tekrar ver­diğini iddia ederse, sözü kabul edilmez ve fey1 olur. Çünkü bunda yanıldığını vehmettirecek bir şey yoktur. Darulîslama çıkan bir düşman için en önemli şey emandır. Emanın kaynağı bakımından şüphesi olmıyan bir müslümanın emanı ile çıkıp gelmiş, ama emanın kaynağını inkar ettikten sonra onu tekrar tasdik etmesine itibar edilmez.

Birinci durumda ise böyle değildir. Kimin tarafından eman verildiğinde şüpheye düşebilir. Onun için tekrar tasdik etmesi muteber olup bu konuda ya­nılmasında mazur görülür.

919- Düşmandan bir kadın ve erkek darulîslama gelir ve ıkı müslüman bunların müslümanlardan birinin emanıyla geldik­lerine şahitlik eder, onlar ise "yalan, kimse bize eman verme­di" deyip yalanlarsa, Ebû Hanife'nin kıyasına göre kadın eman

altında, adam ise fey1 olur.

Çünkü zahire göre ikisi köle olmuştur. Dava olmaksızın, cariyenin azad olduğuna şahitlik yapmak, ittifakla gecelidir. İki İmamın görüşüne göre köle­nin azad edilmesinde de makbuldür. Ebû Hanifenin görüşünde ise makbul değildir.

920- Bunu inkardan sonra iddia eder ve iki müslüman son­ra buna şahitlik yaparsa, şahitlik makbul olur.

Çünkü bu iddiada çelişkilidir. Çelişki de hürriyet konusundaki delilin kabul edilmesine engel değildir.

921- Düşman kadın ve erkeğe iki zimmî yahut eman altında iki kişi şahitlik yaparsa, şahitlikleri kabul edilmez.

Çünkü müslümanların aleyhinde olmaktadır.

İki müslümamn şahitliğinden sonra kadın ve erkek darulharbe dönmek isterse, alıkonulmazlar.

Çünkü eman altında oldukları eman ile sabit olmuştur.

İkisi köle olduklarını başta itiraf ettiler. İki düşman olarak daruîharbe na­sıl serbest bırakılırlar? diye İtiraz edilirise, deriz ki;

Çünkü devlet başkanı söylediklerinde yalancı olduklarını delile daya­narak kararlaştırdı. İtiraf eden kişi itirafında yalancı çıkınca itirafının hükmü de düşer ve muteber olmaz.

922- "Eman almadan çıktık" deseler ve çıkmadan önce müslüman olduklarına iki kişi şahitlik yapsa, ikisi de şahitleri tasdik etse, şahitlerin durumuna bakılır; Şahitler müslüman ise ikisi de hür olur. zimmîlerden ise ikisi de müslümanlara köle olur.

Çünkü zimmet ehlinin şahitliği müslümanlar aleyhine geçerli olmaz. Müslüman oluşları ancak müslümanlara fey' olduktan sonra ortaya çıkmıştır. Onun için köleliklerini iptal etmez.

923- Müslüman iki şahide "Yalan söylediniz, biz hiç müs­lüman olmadık" derlerse, İslama girmeğe mecbur edilirler.

Çünkü iki müslümanın müslüman olduklarına dair şahitliği haklarında tam delildir.

924- İslama girerlerse, hür olurlar.

Ama Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre meselede bir kapalılık yoktur. Ebû Hanifeye göre ise, bu şahitlikte adam bir hakkı iltizam etmektedir. Müslü-

manlar da bu konuda hasım taraftır. İnkar etmesi, delili kabul etmesine engel değildir. Tıpkı zad olmayı inkar ederken, Öldürme dışındaki şeylerde kısası veya iffetli kadına zina iftirası cezasını hakkında birinin iddia etmesi gibi.

925- İslama girmeyi reddederlerse, adam öldürülür ve ka­dın müslüman oluncaya kadar hapsedilir.

Çünkü hür ve mürted oldukları delil ile sabit olmuştur. Danılİslamda onlara ayrı bir statü tanınmaz. Sadece mürted kadın ve erkeğe mürtedlerin hükmü uygulanır.

926- İkisi "Hiç müslüman olmadık" der ve iki şahit "Falan gün darulharpte müslüman oldular" diye şahitlik ederse, sonra ikisi "O vakitten sonra darulharpte hiristiyandık" diye iddia ederlerse, İslama girmeğe mecbur edilirler. İslama girerlerse, erkek hür, kadın ise fey' olur.

Çünkü kendi itiraflariyle darulharpte irtidat ettikleri ve mürted olarak da-rulİslama çıktıkları ortaya çıkmıştır. Darulharpte irtidat eden durumun aksine­dir. Orada müslüman olduktan sonra irtidat ettikleri ancak darullslamda sabit

olmuştur.

Orada da müslüman olduklarına dair iki müslüman şahitlik yaptıktan sonra kafir olduklarını ikisi de aynı şekilde itiraf etmişti, diye itiraz edilirse,

deriz ki;

Evet, ama o durumda yeni bir küfre girdiklerini itiraf etmediler ki irtidat sayılabilsin. Sadece şahitlik yapılan konuyu inkar ettiler. Burada ise, darul­harpte müslümanhkları delil ile sabit olduktan sonra yeni bir küfre girdiklerini

itiraf ettiler.

Buna da itiraz edilip bu şahitlik kadının hür olduğunu ispat etmektedir. Şahitler hür olduğuna şahitlik yaptıktan sonra neden kadının sözü muteber sayılıp cariye kabul edilmektedir? denilse, cevap olarak deriz ki;

Çünkü bu, köle olduğuna dair kendi itirafıdır. Kadının köleliğine dair itirafı makbuldür. Tıpkı yolda bulunan sahipsiz (lakît) kızın cariye olduğunu itiraf etmesi gibi.

927- Düşmandan bir kadın darulharpte müslüman olur ve müslümanlığı yaygın olduktan sonra esirler arasında alındı­ğında "Beni esir almanızdan önce irtidat etmiştim" derse, kadın fey' olur. Çünkü köleliğini kendisi itiraf etmektedir. O-nun için sözü tasdik edilir.

928- Aynı şekilde müslüman olup darulharbe girmiş ve esir­ler arasında alındığında darulharbe mürted olarak geldiğini iddia ederse, yine cariye olur. İddiasını babası yalanlasa bile sözü tasdik edilir ve cariye sayılır.

Çünkü zahir olan bir sebeple cariyeliğini kendisi itiraf etmiştir. Çünkü darulharpte yakalanmış olup şirk hükmü onda zahirdir.

929- Yine zimmî bir kadın veya erkek darulharbe girdikten sonra müslümanlar tarafından esir alındıklarında "Biz ara­mızdaki antlaşmayı bozarak darulîslamdan çıktık" derlerse, söyledikleri tasdik edilir ve ikisi de fey' olur.

Çünkü köle olduklarım itiraf edip köle olmayı kabul etmektedirler. Bütün bunlar kadının darulharpte müslüman olduğuna dair iki müslümanın şahitliği­nin, daha sonra darulharpte irtidat ettiği için köleliğini itiraf etmesinin geçerli­liğine mani olmadığını açıkça göstermektedir.

930- Darulİslamda ana babası belli hür müslüman bir ka-

dına biri sahip çıkar ve "Benim cariyemdir" der, kadın da "Doğru söyledi, irtidat edip darulharbe katılmıştım. O esir edip getirdi" derse, kıyasa göre onun cariyesi olur.

Çünkü onun mülkü olduğunu gerektiren bir sebep üzerinde birbirini tas­dik etmiş ve görerek yahut delil ile sabit olmuş gibi birbirlerini tasdik ettikleri şey (cariyelik) kabul edilir.

Şöyleki; kadın hükmen kendisini telef edecek bir şeyi kabul ve itiraf et­mektedir. O da cariyeliktir. Hükmün yerine hakikaten kendisini telef edecek kısas, recim gibi bir şeyi kabul ve itiraf ederse sözünün kabul edilmesi vaciptir. Çünkü kendisi muhataptır. Yukarıda anlatılan durumda sözünün kabulü evlevi-y etledir.

İstihsana göre ise kadının sözü tasdik edilmez ve hür olup kimse karışamaz.

Çünkü inşasına malik olamadığı şeyi itiraf etmektedir. Zira aslın hürriyeti onun için sabititir. Çünkü iptaline yetkili olmadığı bir şekilde ana babası hür­dür. Kadın ikrar ettiği sebebte itham altındadır. Çünkü kadınlar nefis arzusuna uymağa meyledecek şekilde yaratılmışlardır. Belki de nikahlamak istemiyen bu adamı sevmiş ve elde etmek için cariyesi olduğunu itiraf etmiştir. Bu sebepten yalancı olup amacı gerçekleşmez.

Ama darulharbe iltihak ettiği biliniyorsa, durum aksi olur. Çünkü bu durumda zahir durum ikisinin de söylediğine şahitlik etmekte­dir. Zira müslüman kadın normal olarak İslama bağlı olmaya devam ettikçe darulharbe iltihak etmez. Şöyleki;

Kadının inancı gizli olup üzerine vukufiyet mümkün değildir. Onun için inancı konusunda söylediğini kabul etmekten başka yol yoktur.

Ama darulharbe iltihakı açık olup üzerine vukufiyet mümkündür. Bu konuda söylediğini mutlaka kabul etmeğe ihtiyaç yoktur.

Bunun neticesi şudur: Darulharp esir, ganimet ve köle alma yeridir. Kadı­nın darulharbe iltihakı kesin olunca, adamın onu köle alma yerinden aldığı anlaşılır ve engel ortaya çıkmadıkça onun cariyesi olur. Bunu engelliyecek şey de, esir alındığı zaman müslüman olmasıdır.

Darulîslam ise, köleleştirme yeri değil, kesin hürriyet yeridir. Sözünde doğruluğu kesin bilinmedikçe iddia ettiği şeyde sözü kabul edilmez. Bu me­selede zimmî kadın da müslüman kadın gibidir. Ama zimmî erkek böyle bir şeyi söyler ve aradaki antlaşmayı bozarak darulharbe iltihakı ve doğru söylediği bilinmezse, Ebû Yusuf ve Muhammedin görüşüne göre bu işte kadınla aynı durumdadır. Çünkü iki İmama göre kadının hürriyetinde olduğu gibi erkeğin hürriyetinde de muteber olan yüce ALLAH'ın hakkının manasıdır. Onun için iki İmam bu meselede dava olmaksızın şahitliği kabul ettiler. Ebû Hanifeye göre ise darulharbe iltihakı bilinsin veya bilinmesin adam köledir. Çünkü İmama göre şahsın hürriyetinde muteber olan, kendi hakkının manasıdır. Onun için kölenin azad edildiğine dair şahitlik dava olmaksızın kabul edilir. Sonra nefsin arzusuna meyletme işi erkek için varid değildir. Bu itirafta, kadının itirafının aksine temellük ile evlenme mübahhğı manası da yoktur.

931- Darulharpten bir müslüman beraberinde kadın veya erkek bir düşmanla çıkıp ona Arapça olarak eman verdim ve getirdim, derse, düşman kişi de "Hayır, Farsça eman verdi" diye red eder ve anlaşamazlarsa, düşman kişi eman altında olur.

Çünkü ibare üzerinde ihtilaf etse bile sebep ve hükümde ittifak etmiş­lerdir. İbare üzerindeki ihtilaf da bilhassa eman meselesinde muteber değildir. Çünkü eman ibare olmaksızın da sabit olmuştur. İbare üzerindeki ihtilaf şahit­liğin kabul edilmesine mani değilken, emanın subutunu nasıl engelliyebilir.

932- Aynı şekilde, verilen emanın vaktinde, yerinde veya yazılı belge yahut mektupla mı, yoksa söz ile mi olduğunda ihtilaf etmeleri de böyledir.

Çünkü esas maksat olan şey üzerinde ittifak etmişlerdir. Zaten eman tek­rar edilen ve önce de sonra da olabilen bir şeydir. Bu gibi şeylerde ihtilaf, maksat olan şey hakkında hüküm vermeğe engel değildir.

933- Müslüman "İslama girdi ve benimle çıktı" der, düş­man da "Hayır , bana eman verdi" derse, adam fey' olur.

Çünkü buradaki ihtilaf, sebebin gerektirdiği hüküm üzerindedir. Zira müslüman imanı sebebiyle eman altındadır. Eman altındaki adam ise ona eman veren tarafından bunu kazanmaktadır. İkisi arasındaki ihtilafın giderilmesi, iki durumdan birini ispat etmemektedir.

934- "Benimle beraber çıkmayı ve zimmî olmayı istedi, ben de kabul ettim" der, düşman da, "Hayır, bana eman verdi" derse, adam eman altında olur.

Çünkü hüküm üzerinde İttifak etmişlerdir. O da sebebinde ikisi ihtilaf et­miş olsa bile, bu müslüman tarafından ona eman verildiğinin sabit oluşudur. Eman dışında müslüman onun darulİslamda zimmî vatandaş olmasını ve cizye vermesi gerektiğini iddia etmektedir. Bu da müslümanın sadece söylemesiyle sabit olmaz. Geriye ikisinin ittifak ettiği eman konusu sabit kalmakta ve adam dilerse darulharbe dönebilmektedir.

935- Darulİslamda eman altında olan düşmanın bir cariyesi olup onu darulİslamda azad ederse, cariye dilediğinde darul­harbe dönebilir.

Çünkü ona tabî olarak cariye de eman altındadır. Nitekim darulharbe be­raber götürmek isterse, götürebilir. Onu azad etmesi de bu hükmü iptal etmez.

936- Onu bir müslümana veya zimmîye satarsa, ona tabî olarak zimmî olur.

Çünkü alan kişi darulİslam vatandaşıdır.

937- Onu alan kişi azad ederse, cariye darulharbe dönemez.

Çünkü zimmî olduktan sonra azad olmakla darulharp vatancfaşı olamaz.

938- Alan kişi cariyede bir kusur görüp geri verirse, sahibi onu darulharbe götüremez ve satmaya mecbur edilir.

Çünkü satın alınmakla cariye zimmî olmuş olur ve müslümanın yahut zimmînin mülkü haline gelir. Eman altındaki adamın satın aldığı zimmî bir

cariye durumunda olur.

939- Eman altındaki kişi yine eman altındaki birine satacak olursa, bakılır; Alan adam satan adamın vatandaşı ise, satan adam kendisi azad etmiş gibi cariye darulharbe dönebilir. Çünkü ikisinin durumu aynıdır.

Ama alan adam satanın vatandaşı değilse, cariye ikisinin de yurduna

dönemez.

Çünkü satana tabî oluşu satmakla sona ermiştir. Alan adam da azad et­meden kendi yurduna götüremediğİ için azad edildikten sonra da alanın yur­duna dönemez. Çünkü eman altındaki adam ancak kendi yurdundan getirdiği şeyi geri götürebilir. Bu cariyeyi ise kendisi kendi yurdundan getirmiş değildir. Silah için bu hüküm geçerli olduğuna göre, insan hakkında evleviyetle geçer­lidir. Darulİslamda alıkonulduğu sabit olduğunda da azad edildikten sonra zim­mî olan mesabesinde olur. Zimmî kadının durumunda olduğu gibi, azad etmi-yecek olursa bir müslümana veya zimmîye satmaya mecbur edilir.

940- Bir kusurdan dolayı satana geri vermesi halinde de durum aynıdır.

Çünkü belirttiğimiz sebeplerden zimmî olduktan sonra tekrar darulharp vatandaşı olamaz.

941- Bir müslümana sattıktan sonra iki müslüman satan adamın daha Önce darulîslamda azad ettiğine şahitlik yapar­sa, bu şahitlikleri kabul edilir. Çünkü onunla yatmak artık ya­sak olmuştur. Böylece satış geçersiz olur ve satan adam alana parasını geri verir. Kadın darulharbe çıkmak isterse alıko-nulmaz.

Çünkü satılmasının geçersiz olduğu ortaya çıkmış ve darulharp vatandaşı hür olduğu anlaşılmıştır.

Kadın kendisi müslümanların cariyesi olduğunu itiraf etmektedir. Onun için darulharbe dönemez, diye itiraz edilirse, deriz ki;

Evet, ama bu itirafının geçersiz olduğuna hakim karar vermiştir. Onun itirafının bir hükmü kalmaz. Nitekim alan kimse de ücretin satan kimseye salim (ait) olduğunu itiraf etmektedir. Çünkü ücret alan parayı almıştır. Bu da satan adamdan ücreti geri istemesine mani değildir. Çünkü hakim iddiasının zıddına hükmetmiştir.

942- Darulharpten çıkaran kimse onu satmayıp "Esimdi, onu zorla tutup getirdim, şimdi cariyemdir" der, kadın ise "onun karısı idim, kendi isteğimle geldim" derse, kadının sözü tasdik edilir.

Çünkü zahir durum ona şahitlik etmektedir. Çünkü üzerinde zorlanma alameti olmaksızın çıkmıştır. Müslüman olurlarsa aralan ayrılır. Çünkü kendi itirafiyle onun cariyesi olduğu ortaya çıkmış olup bu da nikahlı olmaya aykı­rıdır. Adamın itirafı da şahsı hakkında hüccettir.

Burada devlet başkanı hür olduğuna hükmettiğine göre, aralarının ayrıl­masında daha sonra adamın itirafı neden muteber olmaktadır? denilse, cevap olarak deriz ki;

Çünkü mücerred kadının sözü ve bir nevi zahir ile hükmetmiştir. Bu da itiraf edenin yalanlanmasını asla gerektirmez. Nitekim cariyesi olduğuna dair delil getirir ve delili kabul edilirse, onun cariyesi sayılır. Halbuki önceki du­rumda böyle değildir. Orada tam bir delille hür olduğuna hükmetmiştir. Nite­kim bundan sonra cariye olduğuna dair delil makbul olmaz.

943- Bunu şu olay iyi açıklamaktadır: İki müslüman evle­nir, ama zifafa girmeden adam kadının irtidat ettiğini iddia eder ve kadın bunu yalanlarsa, adamın ikrarı ile ikisinin arası ayrılır ve kadın mehrin yarısını alır.

Çünkü kadının hakkının iptalinde adam tasdik edilmez. Ancak kendi hakkında sözü tasdik edilir. Düşman vatandaş meselesinde de durum aynıdır.

Devlet başkanı "Durumun senin söylediğin gibi olduğuna dair ona yemin verdireceğim" derse, Ebû Hanife'nin kıyasına göre kadına yemin düşmez.

Çünkü adam cariyesi olduğunu iddia etmektedir. Ebû Hanife ise kölelik davasında yemini öngörmemektedir.

İki İmama göre ise cariyesi olduğuna dair sebepten dolayı kadına yemin verdirebilir. Yeminden kaçınırsa, cariye olduğuna hükmeder.

Çünkü yeminden kaçınması, kabullenmesi mesabesindedir. İki İmama göre kölelik davasında yeminden kaçınma durumunda hüküm verilir.

Gerçeği en iyi bilen ALLAH'tır.[1]





[1] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/75-97