๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Şubat 2011, 15:39:52



Konu Başlığı: İdarecilere itaatin sınırı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Şubat 2011, 15:39:52
 

İdarecilere İtaatin Sınırı


165- İmam Muhammed dedi ki: Allah'ın izni ile asker dâ-rü'1-harb topraklarına girip komutanları onlara savaşla ilgili bir emirde bulunsa, bakılır; şayet kendilerine emrettiği hususta menfaatleri varsa, itaat etmeleri gerekir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor :

"Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden buyruk sahibi

olanlara itaat edin..."[51]

Bazı müfessirlere göre "ulu'1-emir" den maksat idarecilerdir. Kimine göre de, idareciler değil, alimlerdir. Alimlere itaat vaciptir. Çünkü onlar, halka, dinleri için faydalı olanı emrederler.

Kendi faydalarına olup olmadığını bilmedikleri bir şeyi kendilerine em-retseler, yine itaat etmeleri gerekir. Çünkü itaatin vacipliği, kesin nass ile sabit­tir. Kendilerine emredilenin faydalı mı, zararlı mı olduğu hakkındaki tereddüt­leri, kesin nassm hükmünü kaldıracak derecede değildir.

166- Bazen olur ki, savaştan vazgeçme hususunda komu­tanın emrine itaat etmek, savaşı devam ettirmekten daha ya­rarlıdır. Bazen de olur ki, askerlerden bir kısmı bir işin zahi­rine bakıp bir neticeye varırlar. Komutanın görüşü ise bunun zıddmadır. Ve bu görüşünü herkese ilan etmeyi doğru bulma­yabilir. Bu nedenle, helak olma korkusunu ihtiva eden emir hariç, diğer emirlerine uymak mecburiyetindedirler. Ancak o işte helak olma korkusunun varlığı, çoğunluğun görüşüyle tes-bit edilir. Durum böyle ise, ona itaat etmeleri gerekmez.

Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur : "Allah'a isyan konusunda bir insana itaat edilmez." Hz. Ali (r.a.)'in rivayet ettiği hadiste ise, Rasulullah (s.a.v.) bir seriyye gönderip başlarına birini komutan tayin etti. Başlarına tayin edilen bu komutan, onlara kızıp bir ateş yaktırdı ve daha sonra: "Bana itaat etmekle emrolundunuz. Şimdi size emrediyorum, kendinizi bu ateşe atınız," dedi. Askerlerden kimi ken­dimizi ateşe atalım, derken diğerleri kendimizi atmayız, zaten ateşten kaçtığımız için İslamı kabul ettik, dediler. Geri dönüp durumu Peygamber (s.a.v.)'e bildir­diklerinde, Rasulullah şöyle buyurdu :

"Şayet kendilerini ateşe atsaydılar, ebediyyen ondan çıkmayacaklardı. İtaat, ma'rufa uygun emirleredir. Münkerde itaat yoktur."

"Ondan çıkmayacaklardı" sözünden maksat, şayet kendilerini atacak ol­saydılar, cehenneme gireceklerdi demektir.

Hakikatına vakıf olmanın kesin olmadığı durumlarda çoğunluğun görü­şüne uyulur.

167- Şayet komutanlarına itaat ettiklerinde helak olacak­larını bilseler, kendilerine verilen bu emir, onları helak etmek yahut hafife almaktır ki, Yüce Allah bu tür itaati kınamıştır:

"Fir'avun, milletini horladı, ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir."[52]

168- Verilen emir hakkında asker arasında ihtilaf varsa; bir kısmı o emirde helak olmanın bulunduğunu söyleyecek ol­sa, o zaman komutanın emrine itaat edilir.

Çünkü ictihad, nassa karşı dayanak olamaz. Ayrıca itaat etmemek, kına-yıcıların kendilerine dil uzatmaları için kapıyı açmaktır. Halbuki itaat etseler, kmayıcılarm ağızlarını kapatmış olurlar. Bundan dolayı komutanlanna itaat etmeleri gereklidir.

169- Ancak helak olmakla sonuçlanacağı hiç kimseye kapalı olmayacak derecede apaçık ise, yahut onlara bir günahı em­redecek olsa, o zaman itaat etmezler. Ancak sabredip komu­tanlarına karşı ayaklanmamaları gerekir.

Nitekim İbn Abbas'in rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim, komutanından hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaşırsa, buna sab­retsin. Çünkü müslümanlara bir karış boyu bile muhalefet eden ve sonra da ölen, cahiliye ölümüyle ölmüş olur."

170- Bu durumda itaat etmemenin gerekli olduğuna delil olarak şu hadis de zikredilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Mekke'yi fethettiği zaman Cezîmeoğullarıyla savaşmak üzere Halid'i gönderdi. Halid, okudukları ezanı duyduğu ve silahı bıraktık­ları halde üzerlerine saldırdı. Askerlere, onları esir etmelerini emretti. Sonra, herkesin elindeki esiri öldürmesini emretti. Süleym'e mensub askerler, ellerindeki esirleri Öldürdüler. Mu­hacirler ve Ensar ise, öldürmediler. Bu durum Peygamber (s.a.v,)'e ulaştırıldığında, üç defa :

"Allah'ım! Halid'in yaptığından sana sığınırım." buyu­rarak, Halid'in yaptığının kötü bir davranış olduğunu belirtti. Daha sonra Hz. Ali (r.a.)'ı göndererek Halid' in küçük-büyük onlara ne zarar vermişse, diyet ve tazminatlarını onlara ulaş­tırmıştır.

Ayrıca Rasulullah (s.a.v.), muhacirlerle Ensari, esirlerini öldürmedikleri için övmüştür.

Buradan anlıyoruz ki, günah içeren ve hatalı olduğu apaçık olan emirlere itaat edilmez. Ama bunun dışındaki emirlerde askerlerin komutanlanna uyma­ları gerekir ki dağılıp birbirleriyle çekişmeye girmesinler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:

"... Çekişmeyin, yoksa korkar, başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider..."[53]

171- imam Muhammed dedi ki : Devlet başkanı, akıllı, faziletli, savaştan anlayan ve müslümanlara şefkat besleyen kimseyi komutan tayin etmelidir.

Daha önce bunu açıklamıştık. Ancak burada şunu söylüyoruz: Bu vasıf­ları taşıyan kişi, ister Arab olsun, ister başka bir milletten olsun komutan olma­ya layıktır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"Münkeri emretmedikçe başınıza tayin edilen komutanı dinlemeniz ve ona itaat etmeniz gerekir. Ama münkeri emrederse, sözüne ne kulak verilir ve ne de itaat edilir."

172- İmam Muhammed dedi ki: Komutan, falan komutan ve askerleri sağda, filan ve askerleri Önde, falan ve askerleri de solda yerlerini alsın, emrini verince, hiç kimse kendisine tayin edilen yeri terketmemelidir.

Çünkü bu, savaş için iyi bir tedbirdir ve ona itaat edildiğinde yararı görülür.

173- Şayet biri komutana isyan ederse, komutanın onu tehdit ve kınamakla yetinmesi gerekir.

Yani, ilk hatada onu cezalandırmamahdır. Çünkü bu onun bir hata ve kusuru kabul edilir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) :

"Kötülükle ve bir şekilden başka bir şekle bürünmekle meşhur olmayan şahsiyetli kimselerin kusurlarını affedin" buyuruyor.

Ama biri hata işledi mi, komutan, erbaş ve erlerin hepsine, bir daha emir­lerine muhalefet edildiği takdirde, emrine muhalefet edeni cezalandıracağını söyleyerek tehdit eder. Rasulullah (s.a.v.) yine şöyle buyurur :

"Peşin olarak uyaran, mazeret beyanına yolu kapamıştır."

Bunun izahı, Kur'an-ı Kerim'de de vardır. Yüce Allah şöyle buyurur :

"Benim katımda çekişmeyin, size bunu önceden bildirmiştim..."[54] Bununla beraber yine biri ona isyan ederse o zaman cezayı haketmiş olur. Hem ona engel olmak ve hem de başkasına ibret olsun diye cezalandırılır. İnsanlar, haramdan uzaklaşma hususunda Allah'tan daha çok dünyevî cezalardan korkarlar. (Hz. Osman'a ait olan) bir sahabî sözü şöyle der:

"Allah, Kur'an ile caydırdığı gibi ondan daha çok sultan ile caydırır/ meneder."

174- Şayet bir mazeret ileri sürer ve yemin ederse, komutan onu cezalandıramaz. Çünkü doğruluk ihtimali olan bir ma­zeret ileri sürmüş ve bunu yeminle pekiştirmiştir. Bu durumda komutanın onu cezalandırmaması gerekir. Çünkü burada o-nunla çekişen bir hasmı yoktur. Çekişmeli hususlarda yemin etmek, iddia sahibine ait değildir. Çünkü

karşı taraf bu hususta onu reddetmektedir. Şeriat, inkar edenin yemin etmesi

gerektiğini söyler, iddia edenin değil.

175- Şayet emir, bir münadî vasıtasıyla mesela, "yarın Küfe halkı askerî sevkiyata hazırlansınlar" diye ilan etse, resmen asker olsun yahut ismi resmî evraklarda kayıtlı bulunmayan halktan herhangi bir kimse olsun, herkes savaşa hazırlanmak mecburiyetindedir. Çünkü hepsi onun sancağı altında savaşa katıldıkları zaman onun halkı arasındadırlar ve ona itaat etme­leri gerekir. Ama böyle durumlarda sadece resmî kayıtlarda ismi geçen, resmen asker olan kimselerin hazırlanması bir örf haline gelmiş ise, "örfle sabit olan nasla sabit olan gibidir" kai-desince o zaman sadece resmen asker olanlar hazırlanırlar.

Ama biri kûfeli olduğu halde Basra halkının resmî evrak­ları arasında kayıtlı ise, o, Basralılara tabidir.

Çünkü burada söz konusu olan cihaddır ve cihadda önemli olan şehir değil, bağlı olunan askerî birliktir. Verilen emirden maksat da yardımlaşmadır ki, öncelikle aynı birliğe mensup olanlar birbirlerinin yardımına koşarlar.

176- Şayet münadî, "yarın at sahipleri sevkedilecek" diye nida etse, durum yukarıda söylediğimiz gibidir. Beygir sahip­leri de safkan at sahipleri gibi hazır olmalıdırlar.

Çünkü hepsi de, at cinsine girer. Yüce Allah:

"Sizin için atlan, katırları ve merkepleri binek olarak yaratmıştır..."[55] buyuruyor. Yine şöyle buyuruyor: "...Kuvvet ve savaş atları hazırlayın..."[56]

Said b. Müseyyib'den beygirlerde zekat olup olmadığı sorulduğunda: "Haylde sadaka var mı ki?" diyerek beygirleri de hayl (at) sınıfına sokmuştur.

Ama örfe göre bu şekilde nida edildiğinde sadece at sahipleri kast ediliyorsa, o başka. Çünkü örf ile sabit olan, nasla sabit olan gibidir.

177-  Şayet münadî: Yarın Mıssîsa halkı sağ kolda   bulu­nacak, diye nida etse, aslen Kûfeli olup Missîsa'da yerleşmiş olan kimse, burayı vatan edinmişse, kendisi de Mıssîsa halkı gibi sağ kanatta yer alacaktır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.): "Kim bir yere yerleşirse artık oranın halkindandır." buyurmak­tadır.

Bir yere yerleşmiş olan, artık oranın halkından sayılır. Gör­müyor musun? Küfe fakihlerini saydığımız zaman Nehaî, Şa'bî ve Ebû Hanife'yi de aralarında zikrediyoruz. Halbuki bu alim­ler aslen buralı olmayıp sonradan buraya gelip yerleşmiş­lerdir.

Şayet burayı mesken edinmemişse, o zaman çağrının kapsa­mına girmez. Ama askerî sicillerde buraya kayıtlı ise, o başka. Çünkü kendisi buranın siciline kayıtlıdır.

178- Şayet düşman ortada bulunan birliğe saldırıp onları zor durumda biraksa, sağ ve sol kolda bulunanların onlara yardımcı olmaları gerekir.

Çünkü müşriklerle savaşmak için bir araya toplandıkları zaman yardım­laşmak üzere anlaşmışlardır. Başkasına yardım etmeyen, ihtiyaç anında kendisi de yardım görmez. Ayrıca yardımlaşmamak, düşmanın galip gelmesine yar­dımcı olmaktır.

Şayet düşman ortada bulunan birliğe galip gelirse, sıra, sağ ve sol kolda bulunanlara gelmiş olur. Onun için arkadaşlarına yardım etmekle aynı zamanda kendi kendilerine yardımcı olmuş olurlar.

179- İmam Muhammed dedi ki: Şayet yerlerini terkettikleri takdirde, o taraf zayıflayıp zarar görecekse, yerlerini terketme-melidirler.

Çünkü harekat komutanı, onları o yeri korumakla görevlendirmiştir. Ön­celikle orasını korumaları gerekir. Orasını terkedip başkalarının muhafazasına verilmiş olan yerlerle meşgul olmaları haramdır.

180- Şayet başkan, yerlerini terketmemelerini ve birbirleri­nin yardımına koşmamalarını emrederse, kendi taraflarından emin olup başka bir birlik zor duruma girse bile, yerlerini terkedip emre isyan etmemelidirler.

Çünkü devlet başkanına itaatin farz oluşu kesin delil ile sabittir. Halbuki diğer birlikler için taşıdıkları korku bir vehimdir. Gerçekleşebilir de, gerçekleş­meyebilir de. "Her korkulan başa gelmez" diye bir söz vardır.

181- Bu konuda delil, Peygamber (s.a.v.) 'in Uhud günü okçulara yerlerini terketmemelerini emretmesidir. Okçular, müşriklerin yenildiklerini görüp ganimet toplamak için yerle­rini terketmişlerdi ve o yüzden müslümanların yenilmesine sebep olmuşlardı.

Nitekim Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurur : "Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..."[57]

182- İmam Muhammed dedi ki: Şayet müşriklerden biri düello için öne atılsa, herhangi bir müslüman asker, komu­tandan izin almadan düello için çıkabilir.

Çünkü düello için çıkma izni verilmş gibidir. Zaten iki ordunun savaş dü­zenine girmesi, savaşmak içindir ve bu, düello için izin anlamındadır. Ama komutan böyle birşeyi yasaklamış ise, o zaman uyulur.

Çünkü açık olan hüküm karşısında delalete dayanan hüküm geçersiz olur. Bu, sofrayı serip, yemek yemeyi yasaklamak gibidir.

Rasulullah (s.a.v.)'in Hayber savaşının bazı günlerinde savaşı yasakla­makla ilgili hadisini daha önce rivayet etmiştik. İşte bu günlerin birinde, biri döğüşmüş ve öldürülmüştü. Rasulullah (s.a.v.) de:

"Cennet, emre isyan eden kişiye helal olmaz." buyurmuştur.

183- Komutan, birine bu işi yasaklamışsa, o kimsenin dü­elloya çıkmaması gerekir. Başkaları ise, çıkabilirler. Çünkü genel izin onlar için saklıdır.

Bu konuda delil şu haberdir: Müşriklerden Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa ve Velid b. Utbe düello meydanına çıkıp karşı­larına müslümanlardan adam istediler. Müslümanlar safından Ensar'dan üç genç karşılarına çıktı. Düellocu müşrikler Sizleri tanımıyoruz. Kimlerdensiniz? Nesebinizi söyleyin? dediklerin­de müslüman gençler, neseblerini söylediler. Bunun üzerine müşrik düellocular şöyle dediler: Her ne kadar sizler değerli bir kavimden iseniz de, bize denk Kureyşlilerden karşımıza adam isteriz. Gidin Muhammed'e söyleyin, bize denk adam çıkarsın karşımıza...

Olay, tarih kitaplarında bu şekilde anlatılır.

Burada, devlet başkanı düelloya çıkmayı yasaklamadan önce, ondan izin almadan çıkmanın caiz olduğuna dair delil vardır. Çünkü Peygamber (s.a.v ) 0 gençlere neden çıktınız? dememiştir.

İmam Muhammed, olayı başka bir şekilde rivayet ederek şöyle dedi:

184- Rasulullah (s.a.v.) ileriye atılan üç genci geri çekip savaşın Ehl-i Beytinden kişilerle olmasını istedi. Bunun için de Hamza b. Âbdülmuttalib, Ali b. Ebi Talib ve Übeyde b. el-Ha-ris'in düelloya çıkmalarını emretti. Onlar da düelloya çıktılar. Bunun üzerine şu ayet-i kerime inmiştir : "İşte Rablan hakkın­da tartışmaya giren iki taraf..."[58]

185- Müslüman ile müşrik düelloya çıktıklarında, imkan buldukları takdirde müslümanların arkadaşlarına yardım et­melerinde bir sakınca yoktur.

Çünkü o müşrik imkan bulduğu takdirde hem kendilerini ve hem de arka­daşlarını öldürmeyi kastetmektedir. Onun zararını önleme hakkına sahiptirler. Yahut onları öldürmeyi kastetmese bile, savaşçı düşman müşriklerden olduğu için onu öldürebilirler.

Bedir günü düalloya çıkanların öyküsü anlatılırken Hz. Ali'nin Veli-di, Hz. Hamza'nın Utbe'yi öldürdüğü rivayet edilir. Bu arada Hz. Ubeyde ile Şeybe henüz döğüşüyorlardi. Hz. Hamza Hz. Ubeyde'nin yardımına koşup yardımlaşarak Şeybe'yi öldürdüler.

Buradan anlıyoruz ki, düelloya çıkmış olana yardım etmekte sakınca yoktur.

186- Hayvanlarının yemi bulunmayanlar, komutandan izin alma ihtiyacını duymadan hayvanlarını otlağa götürür yahut otlaktan hayvanlarına yem getirebilirler.

Çünkü iznin varlığına işaret eden durumlar vardır. Devlet başkam onların yeme ihtiyaç duyacaklarını, dârü'l-İslamdan buraya yem getirmelerinin zor olacağını ve dârü'l-harpte yem satın alma imkanını bulamayacaklarını bildiği halde oraya gitmelerini emretmiştir. Ayrıca düşmanı kızdırmağa ve onlara zarar vermeye izin vermiştir ve düşmanın yemini getirip hayvanlarına yedirmeleri, düşmanı kızdırmak ve zarar vermektir.

Ancak güçleri olmadığı takdirde bunu yapamıyacakları için, güçlü olup kendilerini düşmandan koruyabildikleri takdirde otlağa girmelerinde bir sakınca yoktur. Ayrıca, birbirlerine yardım edebilmeleri için otlakta birbirlerinden uzaklaşmamaları ve toplu halde bulunmaları gerekir.

Çünkü yardım ihtiyacı duyulduğu anda birbirlerinin yardımına koşama­yacak kadar dağıhrlarsa, mal için canlarını tehlikeye atmış olurlar. Olabilir ki yalnız başına otlakta dolaşan birine birkaç düşman rastlar ve onu öldürebilirler.

187- Bir yahut iki kişi yalnız başlarına gidemezler. Çünkü düşmanla karşılaşabilirler. Ama otlak karargaha yakın ve ihti­yaç anında karargahtan yardım istemek mümkün ise, o başka.

Gurup halinde gidilse bile otlakta birbirlerinin yardımına koşamayacak kadar dağılmamaları gerekir.

188- Ama komutan yem için kimsenin karargahı terketme-mesini emrederse, o zaman hiç kimsenin ayrılması caiz olmaz.

Çünkü apaçık yasaklama ile izin durumu ortadan kalkar.

Ancak komutanın bu iş için bir gurup görevlendirmesi gerekir.

189- Gönderilen bu gurubun başına da birini tayin etmeli ki, aralarında ihtilaf çıkmasın ve düşmanla karşılaştıkları za­man söz birliği içinde olabilsinler.

190- komutandan izin almadan dağınık bir şekilde karar­gahı terkedenler bile düşman saldırısıyla karşılaştıkları zaman hemen bir arada toplanıp karargaha gelinceye kadar araların­da birini komutan tayin etmeli ve savaşa başlamalıdırlar.

Çünkü asker mutlaka komutana muhtaçtır. Nitekim daha önce naklettiği­miz bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur :

"Peygamber (s.a.v.) : Birini başınıza emir tayin ettiniz mi? diye sordu. Evet, dediler. İsabet etmişsiniz, buyurdu."

Daha önce yolcuların da birini başkan tayin etmeleri gerektiğini belirt­miştik. Artık savaşçıların başlarına bir komutan tayin etmeleri daha çok mecbu­ridir.

191- Şayet komutan otlağa gitmeyi yasakladıktan sonra otlağa gitme zarureti hasıl olur ve askerler kendi canlan yahut hayvanları tehlikeye girer ve yem satın alma imkanları bulun­mazsa, o zaman yem temini için çıkmalarında bir sakınca yoktur.

Çünkü zaruret hasıl olduğunda emre uyma ortadan kalkar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur :"... Darda kalmanız dışında ..."[59]

192- Şayet komutan: Falanın sancağının altından başka hiç kimse yem için çıkmasın, diye emrederse, askerin bu şarta riayet etmesi gerekir. Tayin edilen komutanın sancağı altında çıkar ama yaylalara geldiklerinde, ihtiyaç anında ve düşman saldırısı olduğunda sancak sahibinin bulunduğu yerde topla­nabilecek şekilde dağılmalarında bir sakınca yoktur. Şayet san­cak komutanı yoksa hemen bir komutan tayin edip düşmana karşı kendilerini savunurlar.

Netice itibariyle, mümkün mertebe canlarını tehlikeye atmaktan çekinsin-ler. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atma­yın..."[60]

193- Çıktıktan sonra da, sancaktan uzaklaşmaları doğru olmaz. Ancak yardım ihtiyacı anında hemen toplanabilecek şekilde uzaklaşabilirler.

Çünkü biliyoruz ki, komutan "Ancak falanın sancağı altında çıkabilir­siniz" demesinden maksat, sırf karargahı terketmek değildir. Onun söylemek istediği, "onun sancağının himayesinde gidip gelin" demektir. Bu hususta em­rine itaat edilen kişinin emrinin uygulanış şekline de riayet edilir.

194- Şayet komutan: Yem almaya gitmek isteyen, falanın sancağının gölgesinde gitsin derse ve başka herhangi bir emir yahut yasaklama belirtmezse, bu başka bir sekile çıkmanın yasak olduğuna delalet eder.

Daha önce es-Siyerü'î-Kebir kitabında mefhumu muhalifinin[61] ddü olarak alındığını belirtmiştik. Halbuki mezhebimizde mefhumu muhalif delil değildir. Bu meselede sıfat mefhumu ile şart mefhumu da farketmez. Fakat İmam Mu-hammed meğâzî hususunda halkın çoğunluğunun anladığına itibar ederek mef­humu muhalifi delil saymıştır. Çünkü gazilerin çoğunluğu halk tabakasındandır ve ilimlerin hakikatına vâkıf değildirler. Ayrıca komutanları bu sözü söylerken, başka bir sancağın altında çıkmamalarım kasdetmektedir. Sözün delaletdinden anlaşılan yasağı sanki söylenmiş gibi kabul etmiştir. Bu meselenin uzun açıkla­ması, usul-u fıkıh kitaplarında mevcuttur, (dileyen oraya müracaat etsin.)

195- İmam Muhammed dedi ki: Köylere vardıklarında köye dağınık bir şekilde girmelerini uygun görmüyorum. Olabilir ki köyde gizlenmiş düşman askerleri bulunur ve onlara pusu kurup öldürebilir. Onun için onlardan bir kısmı döğüşe hazır bir şekilde köye girerler. Şayet köyde pusu kurmuş düşman varsa arkadaşlarına haber verirler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:

"Ey inananlar! tedbirinizi alın, bölük bölük veya hep bir­den savaşa gidin."[62]

196- Şayet müslümanların komutam onlara ağaçları kesme­melerini ve binaları yakmamalarını emrederse, ona isyan etmeleri caiz değildir.

Çünkü bu yasaklamada müslümanların menfaati düşünülmüş olabilir. Ayrıca bu yasaklama, savaşla ilgili bir husustur. Onları savaştan menetse bile, bir zaruret yahut Allaha bir itaatsizlik sözkonusu olmadıkça ona isyan ede­mezler. Onun için bu gibi meselelerde de ona isyan etmeleri caiz değildir.

197- Şayet komutan, birinin sancağını açıp: "Bununla an­cak üçyüz kişi gitsin" derse, ona itaat etmeliler ve sadece üçyüz kişi gitmelidir.

Çünkü istisna edatından sonra belirtilen sayı ne ise, ondan fazlası sayı yasaklanmış anlamındadır.

198- Şayet mutlak yasaklamayı açık yaparsa, ona isyan etmeleri caiz olmaz.

Burada da, durum aynıdır.

199- Şayet komutan üçyüz dediği halde dörtyüz kişi giderse, yine de ganimetten mahrum edilmezler.

Her ne kadar hata işlemişlerse de ganimetten mahrum edilmezler. Çünkü onlar mücahiddirler ve Allah'ın sözünün Üstün olması ve dinin aziz olması ga­yesiyle gitmişlerdir. Komutanın emrine muhalefet etmeleri, Allah'ın emrine muhalefet etmekten daha büyük birşey değildir. Nasıl ki helal olmayan bir iş yapan kişi, mü'min olmaktan çıkmıyorsa, komutanın emrine muhalefet etmiş olmaları, onları gazi olmaktan çıkarmaz. Kaldı ki bu yasaklama, yapılan işin kendisinden ileri gelmemektedir, dolaylı mahzurlar nedeniyle yapılmıştır. Çün­kü komutan onlara bunu yasaklarken bu yasaklamayı sırf savaşa gitmemeleri yahut savaşmamaları veya ganimet elde etmemeleri için değil, onları esirge­diğinden dolayı yapmıştır.

200- Şayet devlet başkanı beştebir (humus) payı çıkardıktan sonra onlara dörtte birini ganimet tahsisi olarak vermişse ba­kılır; gitmelerini emrettiği üçyüz kişi isimleriyle belirlenmiş iseler, ganimetin dörtte üçü ayrılır ve kendilerine tahsisleri bundan verilir.

Bazı nüshalarda dağıtım bu şekilde yapılmıştır. Oya bu yanlıştır. Doğru­su, bazı nüshalarda şu şekilde belirtilmektedir:Ğanimetin dörtte üçü ayrılır ve kalan dörttebir'den tahsislerini verir. Çünkü beşte bir payı ayrıldıktan sonra

alacakları ganimetten onlara bu şekilde vereceğini şart koşmuştur .Aldıkları da dörtte üç miktardır.

201- İmam Muhammed bundan sonra şu meseleyi belirte­rek şöyle demektedir:

Getirdikleri ganimetler, atlarla kişiler hesaba katılarak paylaştırılır. Daha sonra üçyüz kişinin getirdikleri ganimetlere bakılır, onlardan humus beştebir (humus) çıkarıldıktan sonra geri kalan kendilerine verilir.

Bu mesele ile yukarıdaki mesele şekilde uzlaştırılır: Yukarı­daki meselede askerlerin bir kısmı atlı ve bir kısmı piyade ola­rak düşünülmüştür. Burada ise hepsi süvari yahut hepsi piya­de olarak düşünülmektedir. Onun için onlara üç tane dörtte bir ayrılır, demiştir.

İmam Muhammed başka bir yerde şöyle der: Elde edilen ganimetlerin hepsinden beştebir alındıktan sonra ganimetin dörtte üçünden belirtilen tahsis payları verilir.

Netice olarak İmam Muhammed bu meseleyi bu kitabın dört yerinde zikretmiş ve her birinde başka türlü cevap vermiştir. Yeri geldikçe hangi ceva­bın doğru ve hangisinin yanlış olduğunu Allah'ın izniyle belirteceğiz.

İmam Muhammed devam ederek der ki: Sonra geri kalan dörtebire bakar ve humusunu ayırdıktan sonra ondan geri kalan ile dörtte üçten kalan bir araya getirilir.

Bu miktarı tüm askerin ganimetlerine ekleyip ganimetin taksim edildiği şekilde bu yekunu aralarında taksim eder. Başka nüshalarda ise şöyle belirtilir: Bu dörttebirin humusu çıkarılmaz.

Zannediyorum bu hükmünü verirken, dârü'l-harbe girmiş olan yüz kişiyi hırsız mesabesinde saymış ve bundan dolayı da, bu dörttebirin humusu çıkarıl­maz demiştir ki, bu yanlıştır. Çünkü kuvvet sahibi olmadıkları zaman hırsızların elde ettiklerinin humusu çıkarılmaz. Ama bunlar üçyüze eklenmekle kuvvet sahibi olmuşlardır. Bu sebeple elde ettiklerinden beştebir alınır.

202- Şayet üçyüz kişi isim olarak belirtilmemişse ve mesele yukarıda anlattığımız şekilde cereyan etmişse, devlet başkanı ganimetin dörtte üçünden humusu çıkarır ve sonra da geri kalan dörtte biri ganimet olarak dörtyüz kişi arasında eşit bir şekilde taksim eder.

Çünkü ganimeti hakketme üçyiizü için sabit olur. Onların bir kısmı da diğerinden daha mukaddem değildir. Çünkü onu hakketmeğe sebeb olma bakı­mından aralarında bir fark yoktur. Daha sonra geri kalan dörttebirden humus çıkarılıp geri kalanı, daha önce dörtte üçten geri kalana eklenir, aralarında tüm askerlerle atlan gözönünde bulundurularak taksim edilir.

203- Şayet emre itaatsizlik ederek savaşa girmiş olan o yüz kişi ismen biliniyor ise ve komutan bu hareketlerinden dolayı onları elde ettikleri ganimetten mahrum etmeğe ve geri kalanı o üçyüz ile asker arasında paylaştırmaya karar verir de yerine başka bir komutan gelirse, birincisinin haksızlık yaptığına kani olsa da, onun hükmünü uygular.

Çünkü ilk komutan fakihler arasında ihtilaflı olan bu mese­lede ictihad etmiştir. Bazı fakihler bu âsilere paylarının veril-memesi gerektiğini söylerler. Onlara payları verilmemeli ki, bîr daha böyle birşey yapmasınlar. Bunu söyleyen fakihler, bu me­seleyi, mirasçısı olduğu kimseyi öldürdüğü için onun mirasın­dan mahrum bırakılan katile benzetirler. Mesele, ilerde yeri geldiğinde ele alınacaktır. İctihad konusu olan hususlarda ha­kimin hükmü uygulanır ve o hüküm bozulmaz. Onun için İ-mam Muhammed, birincisinin uygulamasını ikincisi bozamaz demiştir.

204- İmam Muhammed dedi ki: Kişinin anne ve babası var­sa, onlardan izin almadan cihada gidemez.

Çünkü onlara iyi davranması vacibtir ve isyan etmemesi ise farz-ı ayındır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "(Ebeveynin) haklarına riayet eden dilediğini yapsın, cehenneme girmeyecek ve onların haklarına riayet etmeyen dilediğini yapsın, cennete girmeyecektir."

Yine şöyle buyurur:

"Her kim anne ve babası kendisinden razı oldukları halde sabahlarsa, kendisi için cennete iki açık kapı vardır."

Cihada çıkacak olan kişi, onların iznini almadan çıkmakla bu kapıları kendisine kapamamahdır. Kaldı ki, bu çıkışından faydalanıp faydalanmayacağı kendisince meçhuldür.

205- İbn Abbas b. Mirdas "Ya Rasulallah cihada çıkmak istiyorum" demişti. Rasulullah (s.a.v.) : "Annen var mı?" diye sormuş ve o da: "Evet" deyince Rasulullah: "Annenden ayrıl­ma, cennet onun durduğu yerdedir." buyurmuştur.

Bu meseleyle ilgili teferruat bundan sonraki konuda işlenecektir.

206- İbnu'z-Zübeyr'in şöyle dediği rivayet edilir: Cabir'den, efendisinin izni olmadan kölenin savaşıp savaşmayacağını sor­dum. Savaşamaz, dedi.

Biz de, aynı görüşteyiz.

Çünkü kölenin çalışması, efendisinin mülküdür. Onun için savaşla uğra­şarak buna engel olması caiz değildir. Ancak müslümanlar onun savaşmasına zaruret duyarlarsa, o başka. Mesela, genel bir seferberlik ilan edilmişse, o za­man savaşa gitmesinde bir sakınca yoktur. Daha önce de belirttiğimiz gibi za­ruret, şer'î itaatin dışındadır. Efendi bu gibi durumlarda ona engel olamaz. Ak­sine, kendisinin bu durumda can ve malıyla savaşa katılması farzdır. Onun için efendi, köleye savaşa gitme dese bile, kölenin ona itaat etmesi gerekmez.

Bu gibi durumlarda ebeveynin oğullarım savaştan alıkoymaları da aynı şekilde geçersizdir.[63]

Başarı Allah'tandır.[64]




[51] Nisa : 4/59

[52] Zuhruf: 43/54

[53] Enfâl : 8/46

[54] Kaf: 50/29

[55] Nahl : 16/8

[56] Enfal   8/60

[57] Al-İİmran: 3/152

[58] Hacc: 22/19

[59] En'anıO6/119

[60] Bakara: 2/195

[61] Mefhumu muhâlf, susulan veya söylenmeyen şeyin söylenen ve zikrolunun şeye hükümde muhaiif olmasıdır. Yani bir kayıtla mukayyed olan bir lafız veya bir sıfatla vasıflanmış veya bir şarta bağlanmış ya da bir gaye (sonuç) ile ğayeienmiş bir lafız o kayıt, sıfat, şart ve gayenin zikredilmediği yerde hükümde tersini bildirirse, buna mefhumu muhalif yolu ile istidlal denir. Kısaca, sözün akla gelebilecek zıt anlamıdır. Daha fazla bilgi için bkz. Fahrettin Atar. Fıkıh usûlü, s. 229-236. Editör.

[62] Nisa: 4/71

[63] Savaşın nafile veya farzı kifaye olması halinde kişinin savaşa katılabilmesi için anne-babasının izinini alması gerekli görülmüştür. (İbn Nüccym , el-Bahrur-Râik v/78; İbn Cüzey, el-Kavânînü'1-fikhiyye, s. 97; ibn Hazm, el-muhallâ, VIII/292; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, VIII/37-40). Hz. Peygamber (s.a.v.), anne-babası veya bunlardan birisi hayatta olup da orduya kalıtmak isteyenleri "Sen onların uğrunda cihad et!" diyerek kabul etmemiştir. (Buharı, Cihad i 38;b Müslim, Birr, 5; Ebu Davud, Cihad, 31; Nesâî, Cihad. 5)

Anne-babalar gayri müslim olsalar bile Süfyan es-sevri İle Mâliki ve Hanefilere göre durum aynıdır. Fakat Şâfiîler ve Hanbeliler bu takdirde mutlaka izinlerinin alınmasını şart koşmamışlardır. (İbn Cüzey, a.ge., 11/229; İbn Âbidîn, Raddü'l-muhtâr IV/124) Çünkü kendi dinlerini koruma maksadıyla izin vermeme töhmeti söz konusu olabilir.

Bunun yanında, düşmanın îslam ülkesine saldırmasıyla meydana gelen genel seferberlik durumunda savaşa katılmanın bir ferdî görev yani farz-ı ayn olduğu konusunda ittifak vardır. (Şîrâzî, a.g.e.l 1/228; îbn Cüzey, a.g.e. s. 97; İbn Hazm, a.g.e. VII/291 İbn Kudâme, a.s.e. X/315; e]-fetâvâ e!-Hindiyye, İ1/İS8) Editör.

[64] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/181-195