Konu Başlığı: Ganimete hak kazananlar ve kazanamayanlar Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Şubat 2011, 14:48:32 Tahsıs Edilen Ganimete Hak Kazananlar Ve Kazanamayanlar 1342- "Kim birini öldürürse her şeyi onundur" derse, kıyasa göre öldürülenin her şeyi öldürene ait olur. 8u ister bir, iki, üç veya daha fazla olsun, durum aynıdır. Çünkü "men" ismi, genellik ifade eden isimlerdendir. Tekil veya çoğul bütün muhatapları içine almaktadır. 1343- Ancak burada kıyasla amel etmek iyi değildir. Çünkü "Bütün asker birini öldürmek üzere birleşse, onun her şeyini almaya hak kazanır" sonucunu doğurur. Halbuki biliyoruz ki, komutanın ganimet tahsisinden amacı bu değildir. Çünkü böyle bir durumda teşvik anlamı kaybolmaktadır. Ama istihsanla değişik şekillerde amel edilebilir. Mesela, onu bir veya iki kişi öldürünce eşyasını alır. Lakin üç kişi öldürürse, eşyasını alamazlar. Çünkü üç, üzerinde ittifak edilen çoğulun asgari sınırıdır. Zira kelam, müfred, tesniye ve cemi kısımlarına ayrılır. Bundan da anlaşılıyorki cemi (çoğul) tesniye (ikil) den farklıdır. Üzerinde ittifak edilen asgari çoğul, azami çoğul gibidir. Komutanın bundan maksadı da cemaati değil, fertleri teşvik etmektir. Sonra, bir müslümanın düşman üç kişiden kaçması caiz olduğu halde, iki veya bir kişiden kaçması caiz değildir. Yüce Allah buyuruyor: "Sizden bin kişi olursa Allah'ın izni ile (düşmandan) iki bin kişiyi yenerler"[13] İki ile üç arasındaki fark bu şekilde açığa çıkmakta, iki kişinin hükmü bir kişi gibi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu durum, silahlı iken düşman iki kişiden öç almak ve ikisini öldüreceğine göz kestirmek halinde sözkonusudur. Silahsız ise ve Öldüreceğine kanaat getiremezse, bir tarafa meyletmesinde ve kendini tehlikeye atmamasında bir sakınca yoktur. İstihsalim ikinci şeklinde de onu bir topluluk öldürür ve serbest bırakıldığı taktirde o topluluğun hepsini öldüreceğine komutan ve müslü-manlar kanaat getirirse, onun eşyasında bütün topluluk ortak olur. Ama onları öldürecek durumda değilse, onun eşyasını almaya hak kazanamazlar. Çünkü amaç teşviktir. Bu da öldüremiyecek bir kişi hakkında değil, öldürebilecek kişi üzerine teşvikle gerçekleşir. Üçüncü şeklinde ise, muslümanlardan caydırıcı güce sahip olmayan bir topluluk onu öldürürse, eşyasını almaya hak kazanır. Ama caydırıcı bir güce sahip müslüman cemaat Öldürürse, eşyasını alamazlar. Çünkü caydırıcı güce sahip olmayan topluluğun hükmü bir kişinin hükmü gibidir. Nitekim eşkiyalık yaparak darulharbe girseler, aldıkları şeylerin beşte-biri alınmaz. Ama caydırıcı güç sahibi iseler, ganimet tahsisinde durumları değişmektedir. Zira ganimet tahsisinin sıhhati ile beştebİr sahiplerinin hakları geçersiz olmaktadır. İstihsanda bütün bunlar geçerli ve devlet başkanı (komutan) adaletli görürse, uygulayabilir. Bütün bunların, hak olması (hepsinin birlikte uygulanması) demek değildir. Maksat, bütün bunlar içtihad alanlarıdır. Bu da Mesruk ve İbni Cundüb (Cundeb) in uygulaması hakkında İbni Mesud'un "İkiniz de isabet ettiniz" sözüne benzemektedir. Yani ictihadda ikiniz de isabet ettiniz ve İkinizin içtihadı geçerlidir. İmam Muhammed der ki: Bu şıklardan bence en iyisi ve doğruya en yakını, ikinci şekildir. Çünkü ganimet tahsisinden amaç olan teşvik gerçekleşmektedir. Nitekim Bunlar bir define üzerine geldiklerinde komutan "Kim bu defineyi çıkarıp alırsa beşte biri alındıktan sonra gerisi onundur" derse ve muslümanlardan bir topluluk bu işi yaparsa duruma bakılır. Şayet define sahipleri onları öldürebilecek kişiler ise, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanırlar. Ama defneyi ele geçirmek istiyenler, islam ordusu askerlerinden define sahiplerinin öldürenıiyecekleri bir opluiuk ise, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanamazlar. Çünkü teşvik esası gözönünde bulundurulmaktadır. 1344- Bir müslüman bir vuruşta iki veya daha fazla kişi öldürürse, birden çok vuruşla öldürmüş gibi eşyalarım almaya hak kazanır. Çünkü "men" sözü umumidir ve öldürülenler de "men" sözünün kapsamına girmektedir. Yani hem öldüren hemde öldürülenler için çoğul ifade eder. 1345- Komutan askerle beraber darulharbe girse ve düşmanla karşılaşmadan önce "Sizden kim birini öldürürse, eşyası onundur" derse, sözü geçerli olur ve darulharbten çıkıncaya kadar geçerliliği devam eder. Çünkü maksat, askeri ciddi savaşmağa ve saldırmaya teşvik etmektir. Sözünün mutlaklığı bu maksatla sınırlanmış olmaktadır. 1346- Hatta bir müslüman uyuyan veya işine dalan bir müşrike varıp öldürürse, onun eşyasını almaya hak kazanır. Tıpkı düşmanla karşılaşıp safta veya yenildikten sonra onu takib ederken öldürmüş gibidir. Çünkü komutanın yaptığı tahsis ne durumda olursa olsunlar iki öldürüleni de kapsamaktadır. Zira öldürülmeleri helal olan daruîhaprte bulunmaktadırlar. 1347- Aynı şekilde ganimetten belirli bir pay alan veya kadın, çocuk ve köle gibi ganimetten kendilerine bağış yapılan kişilerden öldüren iki şahsı da kapsamaktadır. Bu sözü komutan, asker savaş düzeni aldıktan sonra söylerse geçerliliği savaşın ancak sonuna kadardır. Çünkü durum ona delalet etmektedir. Ganimet tahsis ettiğine dair sözünü savaş anma kadar geciktirmesinden anlıyoruz ki, birinci durumun aksine, burada amacı bu savaşa teşvik etmektir. Birinci durumda tahsis sözünü darulharbe girmesiyle söylemiştir. Burada da anlıyoruz ki, birinci de maksadı darulharbe girmeye ve düşmanı izlemeye teşvik etmektir. Savaş günlerce devam ederse, ganimet tahsisi hükmü de sonuna kadar devam eder. 1348- Aynı şekilde savaşta düşman yenilip bir kaleye sı-ğınsa ve İslam ordusu onları orada uzun süre muhasara etse ve bu muhasarada müslümanlardan biri düşmandan birini öldürürse, eşyası onundur. Çünkü ara vermedikçe ve düşmanı tamamen yenmek olan hedefleri gerçekleşmedikçe bu savaş devam etmektedir. 1349- Düşman yenilince geri çekilip kaleye siğınsa ve müslü-manlar peşini takib etmeyip sonradan kalenin yanından geçerken bir nıüslüman düşmandan birini öldürse, eşyasını almaya hak kazanamaz. Çünkü peşinden takib etmeyince bu savaş hakikaten ve hükmen sona ermiş demektir. Yapılan ganimet tahsisi de bu savaşla kayıtlıdır. 1350- Düşmanın peşini takib ederken başka bir kaleye uğrayıp oradakilerden birini bir müslüman öldürse, eşyasını almaya hak kazanamaz. Çünkü ganimet tahsisi birinci savaşma için yapılmıştır. O da müslüman-larla uğradıkları bu kale sakinleri arasında olmayıp, kendileriyle savaş alanında hazır olan düşman arasında cereyan etmiştir. Onun için uğradıkları kale sakinleriyle çarpışmaları ikinci bir savaş sayılmaktadır ve bu savaş için ganimet tahsisi yapılmamıştır. Önceki tahsis de bunu kapsamaz. 1351- Birinci savaşa katılan düşman yenildikten sonra bir kaleye sığınsa ve müslümanlar da peşinden takib etse, bakılır: Şayet bu kalede bulunanların çoğu yenilen düşmanlardan değilse ve caydırıcı güçleri de varsa, müslüman, onlardan birini Öldürürse eşyasını almaya hak kazanamaz. Öldürülen kişi ister yenilenlerden olsun, ister olmasın, durum aynıdır. 1352- Kaledekilerin çoğu müslümanlara karşı yenilen düşmandan olup caydırıcı güçleri de varsa, birinci savaşta yapılan ganimet tahsisinin hükmü geçerliliğini korur ve ikinci kalede-kiler de onların imdadına gelmiş düşman kuvvet mesabesinde sayılır. Böylece birinci savaş kesintiye uğramamış olur. Yenilen veya sonradan gelen düşmandan kim öldürülürse, eşyası öldüren müslümana ait olur. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi hüküm caydırıcı güç ve kuvvet itibariyledir. 1353- Düşmanın başkomutanı askerleriyle beraber gelse ve müslümanlara karşı savaşanlar ona katılsa, sonra bir müslüman düşmandan birini öldürse, eşyasını almaya hak kazanamaz. Çünkü bu başka bir caydırıcı güçtür. Ganimet tahsisi ise birinci savaşla kayıtlı idi. Düşman başka bir caydırıcı güce sahip olunca, savaş da birinci savaştan başka olmaktadır. 1354- Komutan, ganimet tahsisini yenilemezse, öldüren kişi öldürdüğünün eşyasını almaya hak kazanamaz. Ama ganimet tahsisini yeniler de askerin bir kısmı duyar, bir kısmı duymazsa, yine duyan ve duymayanlardan kim öldürürse, öldürdüğünün eşyasını almaya hak kazanır. Bunda duyan ve duymayan aynıdır. Çünkü bu, öldürenler hakkında iyilik ve menfaatten başka bir şey değildir. Zaten komutanın sözü asker arasında yayılınca hüküm bakımından hepsine ulaşmış gibidir. Doğrusunu Allah bilir.[14] [14] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/249-253 |